26 Mart 2020

,

Kapitalizm Nasıl Öldürür?

New York’taki Bellevue hastanesinin dışına kurulan bir morg (25 Mart 2020)
Bir Salgın Sırasında Kapitalizm Nasıl Öldürür?
Aşı geliştirmedeki başarısızlıktan insanları işinden edip sağlık hizmetlerinden yoksun bırakmaya, çalışanları ve halkı gereksiz biçimde enfeksiyona teslim etmeye kadar: Kapitalizm Koronavirüs’le ilişkili milyonlarca ölümden sorumlu olacaktır.
Sosyalizme yönelik eleştiriler, sıkça Stalin ve Mao gibi diktatörler zamanındaki kitlesel ölümlere işaret eder. Bu gibi ölümler kuşkusuz nefret uyandırıcıdır. Ancak bu taarruz hattındaki yanlış, kapitalizm altında olağan hâle gelen ezici ve düpedüz gereksiz yoksulluğun yol açtığı günlük ölümleri göz ardı ederken vahşi kapitalist rejimler altında gerçekleşen kitlesel ölümleri de seçici davranarak görmezden gelmesidir.
Bu gerçekliklerin her ikisi de yayılan Koronavirüs altında çok yakında karşımıza çıkacak. Virüs, sadece ABD’de muhtemelen milyonlarca insanı öldürecek. Eğer insanî ihtiyaçları kâr arzusunun üzerinde tutan bir toplumsal düzene sahip olsaydık, bu ölümlerin çoğundan kaçınılabilirdik. Yanılmayalım: İnsanlık tarihinin en kötü kitlesel ölümlerinden birini üretebilecek bir salgınla karşı karşıyayız ve bu ölümlerden çoğunun sorumlusu kapitalizm.
Halkın Üstünde Tutulan Kâr
Nedenini açıklamak için önce kapitalizmle ilgili bazı ilkelere geri dönmemiz lazım. Kapitalizm, az sayıda insanın (kapitalistlerin) faydalı şeyler üretmek için gerekli maddi kaynakların (toprak, binalar, fabrikalar) büyük çoğunluğuna sahip olduğu bir ekonomik sistemdir. Diğer insanların, yani çalışan sınıfların (yani çoğumuzun) ise ya çok az kaynağı vardır ya da hiç yoktur.
İşçi sınıfının üyeleri, hayatta kalabilmek için emeklerini bir ücret karşılığında kapitalistlere satmak zorundadır (ya da ücret karşılığında çalışan bir başkasının mali desteğine bağımlı olacaktır). Ardından kapitalist, malzeme maliyetinin ve işçiye ödediğinin üzerinde bir fiyattan satmayı umarak işçinin ürettiği ürünleri piyasaya sürer. Bir malın üretim maliyeti ile satış fiyatı arasındaki fark, kapitalistin kâr olarak sahip olduğu şeydir (ve bununla her ne halt etmek isterse edebilir: Bir yat satın alabilir, villasına on dördüncü banyoyu ekleyebilir; canı ne isterse yani).
Kapitalistler, genellikle benzer nitelikteki malları satmak için birbirleriyle rekabet hâlindedirler. Bu rekabet, her kapitalisti fiyatlarını mümkün olduğunca düşük tutmaya zorlar. Ancak kapitalistlerin kâr elde etmeye devam etmek için maliyetleri de düşük tutmaları gerekir.
Rekabet, her kapitalisti sadece kâr etmeye değil rakiplerinden daha fazla kâr elde etmeye de zorlar. Neden? Çünkü daha fazla kâr, rekabetinizi ileriye taşımak için daha büyük bir yetenek anlamına gelir: Emekten tasarruf sağlayan teknolojilere yatırım yapma ve işgücü maliyetlerini düşürme, üretimi genişletme ve ölçek ekonomilerinden faydalanma ya da pazarlamaya ve rakiplerin pazar payını kapmaya para harcama yeteneği. Kârlarını maksimize etmede başarısız olan kapitalistler, kendilerini kısa sürede mallarını satamaz hâlde bulacaklar ve iş dünyasının dışına itileceklerdir. İş dünyasının dışında kalmak, bir işçinin korkunç pozisyonuna düşmek demektir.
Karl Marx'ın bizatihi vurguladığı gibi, malların üretim ve dağıtımının bu şekilde organize edilmesinin erdemleri vardır. Kapitalizm inanılmaz yeniliklere (inovasyon) esin verebilir. Ancak inovasyon üreten bu sistemin aynı özelliği -kapitalistlerin kârı maksimize etmesinin kaçınılmazlığı- kapitalizmin en yıkıcı eğilimlerini de beraberinde getirir.
Bu durum, kapitalistlerin, kârı kendi işçilerinin ve bir bütün olarak insanlığın refahının üzerinde tuttukları anlamına gelir. Mülkiyet sahipleri, işçilerini uygunsuz ve tehlikeli koşullarda çalıştıracaklar ve onlara bir asgari ücret ödemeyi reddedeceklerdir. Güvenli üretim süreçlerine para harcamadan ölümcül zehirlerle ve gezegenimizi yok edecek sera gazlarıyla çevreyi kirleteceklerdir. Ve “Herkes için Sağlık Hizmeti” [Medicare] gibi hayat kurtaran sosyal politikalara karşı çıkacaklardır, çünkü bunlar onların ödemesi gereken vergileri artırırken çalışanların daha iyi ücretler için pazarlık gücünü de artırır. Bu da bizi Koronavirüs’e geri getirir.
Koronavirüs ve Kapitalist İşlev Bozukluğu
Koronavirüs salgını bize, amansız kâr güdüsünün ölümcül olabileceği pek çok durumu göstermektedir.
Birincisi, ilaç firmaları virüs için bir aşı geliştirmeye yıllar öncesinden başlayabilirlerdi. Şu anda dünyayı kasıp kavuran yeni Koronavirüs aslında uzun süredir aşina olduğumuz Koronavirüs (SARS ve MERS dâhil) ailesinin bir üyesidir. Genel olarak, Koronavirüs’lere yönelik aşılar ve tedaviler üzerine araştırma yapmaya başlamak mümkündü ve bu da mevcut salgına karşı tedavilere başlamamızı sağlayacaktı. Ancak ilâç firmaları bu araştırmanın peşine düşmedi, çünkü tedaviyi araştırma işi yeterince kârlı değildi. (Benzer bir sorun, antibiyotiğe dirençli bakteriyel enfeksiyonları tedavi etmek için yeni ilâçlar geliştirilmesini de etkilemektedir).
Araştırmacılar şu anda aşılar üzerinde çalışıyor ancak bunlar, 12-18 aydan önce hazır olamayacaktır. Salgın, o zamana kadar iyice yolunu tutmuş olabilir.
Epidemiyologlar, Koronavirüs’ün ABD’de 2,2 milyon, İngiltere’de 510.000 ve küresel ölçekte 50 milyon insanın ölümüne yol açabileceğini tahmin etmektedir. Eğer aşımız olsaydı, bu ölümlerin çoğundan sakınılabilirdi. Aşımız yok, çünkü geliştirmek firmalar için kârlı değildi.
İkincisi, Koronavirüs’ün yayılmasını yavaşlatmak için alınacak önlemler, pek çok işin askıya alınması, çoğu işçinin işinin kaybetmesi ya da çalışma saatlerinin azaltılması anlamına gelmektedir. Solcu partilerin ve işçi hareketlerinin kapitalizmin bazı kötü özelliklerini kontrol eden güçlü refah devletleri inşa ettiği ülkelerde bu durum kötü olsa da felaketle sonuçlanmayacaktır.
Örneğin Norveç, işyerleri kapanırken Koronavirüs’ten etkilenen bütün işçilere cömert bir ücretli izin vermektedir. Danimarka ve İngiltere, işçilerin büyük çoğunluğunun iş dışında geçirecekleri süredeki ücretlerini kapsayan benzer büyüklükte kurtarma paketlerini yürürlüğe koyuyorlar.
ABD ise asla güçlü bir sol partiye sahip olmadı ve işçi hareketi de inanılmaz biçimde zayıf kaldı. Sonuç olarak, Amerikan emekçi sınıfı kapitalizmin özellikle saf ve ölümcül bir formu ile karşı karşıyadır. Güçlü bir emek hareketine sahip ülkelerden farklı olarak, bizler ne güçlü kolektif pazarlık haklarından ne de evrensel sağlık hizmeti gibi temel sosyal refah düzenlemelerinden yararlanabiliyoruz.
Bu durum, işten çıkarılmanın Amerikalı işçiler için özellikle felaket olduğu anlamına gelir. Bir işi kaybetmek, sağlık hizmeti kapsamı dışında kalmanızla veya öğrenci kredisi borçlarınızı ödeyemez duruma düşmenizle sonuçlanabilir. Daha da kötüsü, işten çıkarılmak, kira ödeyememek ve evden çıkarılmak anlamına da gelebilir. Kaldı ki sağlık hizmetinden ya da bir evden yoksun kalmak en iyi zamanlarda bile ölümcül olabilir. Bütün bu zorlukları bir pandemi sırasında yaşamak korkunçtur; insanların enfeksiyondan kaçınma veya hastalandıklarında tedavi hizmeti alma imkânını yok eder. Bazı çalışanlar işlerine tutunacaklar, ancak onların çalışması kendilerini (ve temas ettikleri kişileri) Koronavirüs’e maruz kalma riskine sokacaktır. Kapitalistler, kendi işçileri ve kamunun sağlığı adına işyerlerini kapatmalıdır; kapatılamayan işlerde, patronlar işçilerinin emniyeti için her türlü çabayı göstermelidir. Ancak kapitalistler, çok basit bir nedenle bu işleri kendi özgür iradeleriyle yapmayacaklardır: Bu işler patronların bilanço toplamına zarar verir.
Örneğin Starbucks, zorunlu olmayan işyerlerinin kapatılması emri veren kentlerde bile işyerlerini açık tuttu. (Şirket daha sonra çalışanların baskısı nedeniyle sadece müşteriye doğrudan hizmet sunmaya başladı). Çoğu gıda mağazası ne eldiven ya da maske sağlamakta ne de çalışanların el yıkama ve sosyal mesafelenme konusundaki CDC yönergelerine uymasına izin vermektedir.
Kâr güdüsü, virüsün daha hızlı yayılmasına izin vererek telaffuzu imkânsız sayıda insanı tehlikeye atıyor. Bu durum, özellikle çoğu işçinin ücretli sağlık iznine sahip olmadığı ve dolayısıyla hasta halde bile çalışmaya zorlandığı ABD için geçerlidir. Başkan Donald Trump, kurumsal kârları korumak için şirketlere -salgının muhtemelen zirvede olacağı- Nisan’da işyerlerini tekrar açmalarını emretmeyi bile düşünebiliyor. Böyle olursa milyonlarca kişi daha ölebilir.
Çalışanların güvenliğini ihmal etmek, Koronavirüs’e karşı mücadelenin ilk hattını oluşturan sağlık çalışanlarına gelince özellikle vicdansızlıktır. Çoğu hastane, krizle başa çıkmak için yeterli ekipmana sahip değildir ve personel sayısı bakımından acınası durumdadır.
Oakland’daki Highland Hastanesi ve Kaiser Permanente Tıp Merkezi’nde, hemşirelerden tek kullanımlık yüz maskelerini tekrar kullanmaları istenmekte, bu da enfekte olmuş hastalardan virüs kapma ve başkalarına bulaştırma olasılığını artırmaktadır. Benzer sorunlar ABD'nin her yerinde yaygındır: Seattle'daki hemşireler maske ve diğer koruyucu ekipman sıkıntısı yaşadıklarını bildirirken New York’taki Memorial Sloan Kettering Center'da sadece bir haftalık maske mevcuttur. New York'taki Brooklyn Sağlık Sistemi, muhtemelen virüs kurbanlarının tedavisi için yeterli sayıda hastane yatağını karşılayamayacaktır. Tekrar etmek gerekirse, bu koşullar birçok insanın gereksiz yere öleceği anlamına geliyor.
Hastanelerimizin hazırlıksız olması aslında kaçınılmaz değildir. Bu da kârı insanların üstünde tutan sistemin bir ürünüdür. Kamu hastanelerine uygun biçimde yatırım yapmış olsaydık ya da devlet kaynaklarını gerekli tıbbi ekipmanı hızlıca üretmek için kullansaydık yayılan salgın sağlık sistemimize bu kadar sert çarpmayacaktı.
İtalya’nın sağlık sisteminin özellikle oradaki ölümcül Koronavirüs patlamasından dolayı aşırı yüklenmiş olmasına karşın ülkenin evrensel tek ödemeli sağlık sistemi, işi veya gelir düzeyi ne olursa olsun herkesin mümkün olan en iyi tedavi hizmetini alabilmesini sağlıyor. Tek ödemeli sistemler, Danimarka ve Güney Kore’nin Koronavirüs testini -yayılmanın yavaşlatılması için zorunlu olan ölçekte- hızlıca uygulamasını mümkün kıldı.
ABD’de ise geçen birkaç on yıl boyunca kapitalistler, milyarderler için vergi indirimleri yapılması yönünde mücadele ederek, “piyasa temelli” çözümlere güvenmeyi teşvik ederek ve bir halk sağlığı sistemi geliştirme konusunda dünyanın geri kalanına katılmamamızı sağlayarak kamu mallarına ve kamu yatırımlarına karşı kapsamlı bir saldırı düzenlediler.
Kârın Üstündeki Halk
Kapitalizm, özellikle kapitalizmin nispeten evcilleşmediği ABD gibi ülkelerde zaten korkunç olan bir salgını daha da beter hâle getiriyor. Hasarın çoğu zaten gerçekleşti: Aşı geliştirmedeki başarısızlığımız, milyonlarca ya da on milyonlarca insanı öldürecek ve evrensel tek ödemeli sistemden yoksun oluşumuz birçok kişinin test yapılamadığı ya da tedavi edilemediği için öleceği anlamına geliyor. Bu, Stalin'in Gulag'ları ya da Mao’nun kitlesel kıtlıkları ölçeğinde bir felâket.
Ancak yine de bu öldürücü mantığa meydan okuyan politika değişiklikleri talep ederek ve bunun için örgütlenerek hasarı asgariye indirebiliriz. Bütün insanların, ödeme kabiliyetlerine bakılmadan ihtiyaç duyduğu tedaviyi görebilmesi için “Herkes için Sağlık Hizmeti”ne [Medicare for All] ihtiyacımız var. Bernie Sanders’ın başkanlık kampanyasını -her zamankinden daha çok gereksindiğimiz bir kampanya- desteklemeye devam etmek, Kongre üzerinde -krize yanıt olarak Herkes için Sağlık Hizmeti’nin bir versiyonunu kabul etmesi için- baskı kurmak noktasında tek yoldur.
Geçici ve taşeron işçileri dâhil tüm çalışanlar için ücretli sağlık iznine ihtiyacımız var -ki böylece kimse hasta hâlde çalışmaya zorlanamayacaktır. Zorunlu olmayan tüm işletmeleri kapanmaya zorlamalı ve tüm işçilere işten uzakta kaldıkları süre boyunca yaşamalarına yetecek kadar ödeme yapmalıyız. Kimsenin evsiz kalma korkusu yaşamaması için kiraların ve mortgage ödemelerinin dondurulmasını, tahliye ve haciz konusunda moratoryum ilân edilmesini talep etmeliyiz. Ve devletten, elindeki tüm kaynakları (özel mülkiyete el koyma dâhil) sağlık sistemimizin Koronavirüs hastalarını tedavi etme kapasitesini hızla artırma yönünde kullanmasını talep etmeliyiz. Sanders’ın tüm bu talepleri içeren Koronavirüs platformu, tam da ihtiyacımız olan politikaları ortaya koymaktadır.
Kapitalistler bu önlemlere karşı direneceklerdir, çünkü bu gibi önlemler onların iktidar ve kârlarına meydan okur. Ancak milyonların hayatını kurtarmaları gerekiyor. Bu talepleri elde etmek için örgütlenmek zorundayız. Oto işçilerinden fırın ve kafe çalışanlarına, oradan Verizon çalışanlarına kadar ülkedeki bütün emekçiler, grevler ve grev tehditleri üzerinden çoktan işyerlerini kapattılar ve işverenlerinden ücretli izin aldılar. Mülk sahiplerini ve onların kamu görevlilerini sağlığımızı ve güvenliğimizi ciddiye almaya zorlamak için bu türden büyük ölçekli yıkıcı eylemler gereklidir.
İşçiler kolektif güçlerini kullanarak en kötü pandemik senaryoları önleyebilirler. Ancak gelecekte -iklim değişikliğinin neden olabileceği gibi- benzer kıyımlardan kaçınmak için kârı insan hayatının önüne koyan bir ekonomik ve politik sistemin ötesine geçmek zorundayız.
Nick French
Çeviri: Muhsin Altun
[Berkeley Üniversitesi’nde felsefe doktorası yapan Nick French, Amerika Doğu Yakası Demokratik Sosyalistler üyesidir.]

0 Yorum: