Bir Salgın Sırasında Kapitalizm Nasıl Öldürür?
Aşı geliştirmedeki başarısızlıktan insanları
işinden edip sağlık hizmetlerinden yoksun bırakmaya, çalışanları ve halkı
gereksiz biçimde enfeksiyona teslim etmeye kadar: Kapitalizm Koronavirüs’le
ilişkili milyonlarca ölümden sorumlu olacaktır.
Sosyalizme yönelik eleştiriler, sıkça Stalin ve
Mao gibi diktatörler zamanındaki kitlesel ölümlere işaret eder. Bu gibi ölümler
kuşkusuz nefret uyandırıcıdır. Ancak bu taarruz hattındaki yanlış, kapitalizm
altında olağan hâle gelen ezici ve düpedüz gereksiz yoksulluğun yol açtığı günlük
ölümleri göz ardı ederken vahşi kapitalist rejimler altında gerçekleşen kitlesel
ölümleri de seçici davranarak görmezden gelmesidir.
Bu gerçekliklerin her ikisi de yayılan Koronavirüs
altında çok yakında karşımıza çıkacak. Virüs, sadece ABD’de muhtemelen
milyonlarca insanı öldürecek. Eğer insanî ihtiyaçları kâr arzusunun üzerinde
tutan bir toplumsal düzene sahip olsaydık, bu ölümlerin çoğundan
kaçınılabilirdik. Yanılmayalım: İnsanlık tarihinin en kötü kitlesel
ölümlerinden birini üretebilecek bir salgınla karşı karşıyayız ve bu ölümlerden
çoğunun sorumlusu kapitalizm.
Halkın Üstünde
Tutulan Kâr
Nedenini açıklamak için önce kapitalizmle ilgili
bazı ilkelere geri dönmemiz lazım. Kapitalizm, az sayıda insanın (kapitalistlerin)
faydalı şeyler üretmek için gerekli maddi kaynakların (toprak, binalar,
fabrikalar) büyük çoğunluğuna sahip olduğu bir ekonomik sistemdir. Diğer
insanların, yani çalışan sınıfların (yani çoğumuzun) ise ya çok az kaynağı
vardır ya da hiç yoktur.
İşçi sınıfının üyeleri, hayatta kalabilmek için
emeklerini bir ücret karşılığında kapitalistlere satmak zorundadır (ya da ücret
karşılığında çalışan bir başkasının mali desteğine bağımlı olacaktır). Ardından
kapitalist, malzeme maliyetinin ve işçiye ödediğinin üzerinde bir fiyattan
satmayı umarak işçinin ürettiği ürünleri piyasaya sürer. Bir malın üretim
maliyeti ile satış fiyatı arasındaki fark, kapitalistin kâr olarak sahip olduğu
şeydir (ve bununla her ne halt etmek isterse edebilir: Bir yat satın alabilir, villasına
on dördüncü banyoyu ekleyebilir; canı ne isterse yani).
Kapitalistler, genellikle benzer nitelikteki
malları satmak için birbirleriyle rekabet hâlindedirler. Bu rekabet, her
kapitalisti fiyatlarını mümkün olduğunca düşük tutmaya zorlar. Ancak kapitalistlerin
kâr elde etmeye devam etmek için maliyetleri de düşük tutmaları gerekir.
Rekabet, her kapitalisti sadece kâr etmeye değil
rakiplerinden daha fazla kâr elde etmeye de zorlar. Neden? Çünkü daha fazla
kâr, rekabetinizi ileriye taşımak için daha büyük bir yetenek anlamına gelir:
Emekten tasarruf sağlayan teknolojilere yatırım yapma ve işgücü maliyetlerini
düşürme, üretimi genişletme ve ölçek ekonomilerinden faydalanma ya da
pazarlamaya ve rakiplerin pazar payını kapmaya para harcama yeteneği. Kârlarını
maksimize etmede başarısız olan kapitalistler, kendilerini kısa sürede
mallarını satamaz hâlde bulacaklar ve iş dünyasının dışına itileceklerdir. İş
dünyasının dışında kalmak, bir işçinin korkunç pozisyonuna düşmek demektir.
Karl Marx'ın bizatihi vurguladığı gibi, malların
üretim ve dağıtımının bu şekilde organize edilmesinin erdemleri vardır.
Kapitalizm inanılmaz yeniliklere (inovasyon) esin verebilir. Ancak inovasyon
üreten bu sistemin aynı özelliği -kapitalistlerin kârı maksimize etmesinin
kaçınılmazlığı- kapitalizmin en yıkıcı eğilimlerini de beraberinde getirir.
Bu durum, kapitalistlerin, kârı kendi işçilerinin
ve bir bütün olarak insanlığın refahının üzerinde tuttukları anlamına gelir.
Mülkiyet sahipleri, işçilerini uygunsuz ve tehlikeli koşullarda çalıştıracaklar
ve onlara bir asgari ücret ödemeyi reddedeceklerdir. Güvenli üretim süreçlerine
para harcamadan ölümcül zehirlerle ve gezegenimizi yok edecek sera gazlarıyla
çevreyi kirleteceklerdir. Ve “Herkes için Sağlık Hizmeti” [Medicare] gibi hayat kurtaran sosyal politikalara karşı çıkacaklardır,
çünkü bunlar onların ödemesi gereken vergileri artırırken çalışanların daha iyi
ücretler için pazarlık gücünü de artırır. Bu da bizi Koronavirüs’e geri getirir.
Koronavirüs
ve Kapitalist İşlev Bozukluğu
Koronavirüs salgını bize, amansız kâr güdüsünün
ölümcül olabileceği pek çok durumu göstermektedir.
Birincisi, ilaç firmaları virüs için bir aşı
geliştirmeye yıllar öncesinden başlayabilirlerdi. Şu anda dünyayı kasıp kavuran
yeni Koronavirüs aslında uzun süredir aşina olduğumuz Koronavirüs (SARS ve MERS
dâhil) ailesinin bir üyesidir. Genel olarak, Koronavirüs’lere yönelik aşılar ve
tedaviler üzerine araştırma yapmaya başlamak mümkündü ve bu da mevcut salgına
karşı tedavilere başlamamızı sağlayacaktı. Ancak ilâç firmaları bu araştırmanın
peşine düşmedi, çünkü tedaviyi araştırma işi yeterince kârlı değildi. (Benzer
bir sorun, antibiyotiğe dirençli bakteriyel enfeksiyonları tedavi etmek için
yeni ilâçlar geliştirilmesini de etkilemektedir).
Araştırmacılar şu anda aşılar üzerinde çalışıyor
ancak bunlar, 12-18 aydan önce hazır olamayacaktır. Salgın, o zamana kadar
iyice yolunu tutmuş olabilir.
Epidemiyologlar, Koronavirüs’ün ABD’de 2,2 milyon,
İngiltere’de 510.000 ve küresel ölçekte 50 milyon insanın ölümüne yol
açabileceğini tahmin etmektedir. Eğer aşımız olsaydı, bu ölümlerin çoğundan
sakınılabilirdi. Aşımız yok, çünkü geliştirmek firmalar için kârlı değildi.
İkincisi, Koronavirüs’ün yayılmasını yavaşlatmak
için alınacak önlemler, pek çok işin askıya alınması, çoğu işçinin işinin
kaybetmesi ya da çalışma saatlerinin azaltılması anlamına gelmektedir. Solcu partilerin
ve işçi hareketlerinin kapitalizmin bazı kötü özelliklerini kontrol eden güçlü
refah devletleri inşa ettiği ülkelerde bu durum kötü olsa da felaketle
sonuçlanmayacaktır.
Örneğin Norveç, işyerleri kapanırken Koronavirüs’ten
etkilenen bütün işçilere cömert bir ücretli izin vermektedir. Danimarka ve İngiltere,
işçilerin büyük çoğunluğunun iş dışında geçirecekleri süredeki ücretlerini
kapsayan benzer büyüklükte kurtarma paketlerini yürürlüğe koyuyorlar.
ABD ise asla güçlü bir sol partiye sahip olmadı ve
işçi hareketi de inanılmaz biçimde zayıf kaldı. Sonuç olarak, Amerikan emekçi
sınıfı kapitalizmin özellikle saf ve ölümcül bir formu ile karşı karşıyadır.
Güçlü bir emek hareketine sahip ülkelerden farklı olarak, bizler ne güçlü
kolektif pazarlık haklarından ne de evrensel sağlık hizmeti gibi temel sosyal
refah düzenlemelerinden yararlanabiliyoruz.
Bu durum, işten çıkarılmanın Amerikalı işçiler
için özellikle felaket olduğu anlamına gelir. Bir işi kaybetmek, sağlık hizmeti
kapsamı dışında kalmanızla veya öğrenci kredisi borçlarınızı ödeyemez duruma düşmenizle
sonuçlanabilir. Daha da kötüsü, işten çıkarılmak, kira ödeyememek ve evden
çıkarılmak anlamına da gelebilir. Kaldı ki sağlık hizmetinden ya da bir evden
yoksun kalmak en iyi zamanlarda bile ölümcül olabilir. Bütün bu zorlukları bir pandemi
sırasında yaşamak korkunçtur; insanların enfeksiyondan kaçınma veya
hastalandıklarında tedavi hizmeti alma imkânını yok eder. Bazı çalışanlar
işlerine tutunacaklar, ancak onların çalışması kendilerini (ve temas ettikleri
kişileri) Koronavirüs’e maruz kalma riskine sokacaktır. Kapitalistler, kendi
işçileri ve kamunun sağlığı adına işyerlerini kapatmalıdır; kapatılamayan
işlerde, patronlar işçilerinin emniyeti için her türlü çabayı göstermelidir.
Ancak kapitalistler, çok basit bir nedenle bu işleri kendi özgür iradeleriyle
yapmayacaklardır: Bu işler patronların bilanço toplamına zarar verir.
Örneğin Starbucks, zorunlu olmayan işyerlerinin
kapatılması emri veren kentlerde bile işyerlerini açık tuttu. (Şirket daha
sonra çalışanların baskısı nedeniyle sadece müşteriye doğrudan hizmet sunmaya
başladı). Çoğu gıda mağazası ne eldiven ya da maske sağlamakta ne de
çalışanların el yıkama ve sosyal mesafelenme konusundaki CDC yönergelerine
uymasına izin vermektedir.
Kâr güdüsü, virüsün daha hızlı yayılmasına izin
vererek telaffuzu imkânsız sayıda insanı tehlikeye atıyor. Bu durum, özellikle
çoğu işçinin ücretli sağlık iznine sahip olmadığı ve dolayısıyla hasta halde
bile çalışmaya zorlandığı ABD için geçerlidir. Başkan Donald Trump, kurumsal kârları
korumak için şirketlere -salgının muhtemelen zirvede olacağı- Nisan’da
işyerlerini tekrar açmalarını emretmeyi bile düşünebiliyor. Böyle olursa
milyonlarca kişi daha ölebilir.
Çalışanların güvenliğini ihmal etmek, Koronavirüs’e
karşı mücadelenin ilk hattını oluşturan sağlık çalışanlarına gelince özellikle
vicdansızlıktır. Çoğu hastane, krizle başa çıkmak için yeterli ekipmana sahip
değildir ve personel sayısı bakımından acınası durumdadır.
Oakland’daki Highland Hastanesi ve Kaiser
Permanente Tıp Merkezi’nde, hemşirelerden tek kullanımlık yüz maskelerini
tekrar kullanmaları istenmekte, bu da enfekte olmuş hastalardan virüs kapma ve
başkalarına bulaştırma olasılığını artırmaktadır. Benzer sorunlar ABD'nin her
yerinde yaygındır: Seattle'daki hemşireler maske ve diğer koruyucu ekipman
sıkıntısı yaşadıklarını bildirirken New York’taki Memorial Sloan Kettering
Center'da sadece bir haftalık maske mevcuttur. New York'taki Brooklyn Sağlık
Sistemi, muhtemelen virüs kurbanlarının tedavisi için yeterli sayıda hastane
yatağını karşılayamayacaktır. Tekrar etmek gerekirse, bu koşullar birçok
insanın gereksiz yere öleceği anlamına geliyor.
Hastanelerimizin hazırlıksız olması aslında kaçınılmaz
değildir. Bu da kârı insanların üstünde tutan sistemin bir ürünüdür. Kamu
hastanelerine uygun biçimde yatırım yapmış olsaydık ya da devlet kaynaklarını
gerekli tıbbi ekipmanı hızlıca üretmek için kullansaydık yayılan salgın sağlık
sistemimize bu kadar sert çarpmayacaktı.
İtalya’nın sağlık sisteminin özellikle oradaki
ölümcül Koronavirüs patlamasından dolayı aşırı yüklenmiş olmasına karşın ülkenin
evrensel tek ödemeli sağlık sistemi, işi veya gelir düzeyi ne olursa olsun
herkesin mümkün olan en iyi tedavi hizmetini alabilmesini sağlıyor. Tek ödemeli
sistemler, Danimarka ve Güney Kore’nin Koronavirüs testini -yayılmanın
yavaşlatılması için zorunlu olan ölçekte- hızlıca uygulamasını mümkün kıldı.
ABD’de ise geçen birkaç on yıl boyunca
kapitalistler, milyarderler için vergi indirimleri yapılması yönünde mücadele
ederek, “piyasa temelli” çözümlere güvenmeyi teşvik ederek ve bir halk sağlığı
sistemi geliştirme konusunda dünyanın geri kalanına katılmamamızı sağlayarak
kamu mallarına ve kamu yatırımlarına karşı kapsamlı bir saldırı düzenlediler.
Kârın
Üstündeki Halk
Kapitalizm, özellikle kapitalizmin nispeten
evcilleşmediği ABD gibi ülkelerde zaten korkunç olan bir salgını daha da beter
hâle getiriyor. Hasarın çoğu zaten gerçekleşti: Aşı geliştirmedeki
başarısızlığımız, milyonlarca ya da on milyonlarca insanı öldürecek ve evrensel
tek ödemeli sistemden yoksun oluşumuz birçok kişinin test yapılamadığı ya da
tedavi edilemediği için öleceği anlamına geliyor. Bu, Stalin'in Gulag'ları ya
da Mao’nun kitlesel kıtlıkları ölçeğinde bir felâket.
Ancak yine de bu öldürücü mantığa meydan okuyan
politika değişiklikleri talep ederek ve bunun için örgütlenerek hasarı asgariye
indirebiliriz. Bütün insanların, ödeme kabiliyetlerine bakılmadan ihtiyaç
duyduğu tedaviyi görebilmesi için “Herkes için Sağlık Hizmeti”ne [Medicare for All] ihtiyacımız var. Bernie
Sanders’ın başkanlık kampanyasını -her zamankinden daha çok gereksindiğimiz bir
kampanya- desteklemeye devam etmek, Kongre üzerinde -krize yanıt olarak Herkes
için Sağlık Hizmeti’nin bir versiyonunu kabul etmesi için- baskı kurmak noktasında
tek yoldur.
Geçici ve taşeron işçileri dâhil tüm çalışanlar için
ücretli sağlık iznine ihtiyacımız var -ki böylece kimse hasta hâlde çalışmaya
zorlanamayacaktır. Zorunlu olmayan tüm işletmeleri kapanmaya zorlamalı ve tüm
işçilere işten uzakta kaldıkları süre boyunca yaşamalarına yetecek kadar ödeme
yapmalıyız. Kimsenin evsiz kalma korkusu yaşamaması için kiraların ve mortgage
ödemelerinin dondurulmasını, tahliye ve haciz konusunda moratoryum ilân
edilmesini talep etmeliyiz. Ve devletten, elindeki tüm kaynakları (özel
mülkiyete el koyma dâhil) sağlık sistemimizin Koronavirüs hastalarını tedavi etme
kapasitesini hızla artırma yönünde kullanmasını talep etmeliyiz. Sanders’ın tüm
bu talepleri içeren Koronavirüs platformu, tam da ihtiyacımız olan politikaları
ortaya koymaktadır.
Kapitalistler bu önlemlere karşı direneceklerdir,
çünkü bu gibi önlemler onların iktidar ve kârlarına meydan okur. Ancak
milyonların hayatını kurtarmaları gerekiyor. Bu talepleri elde etmek için
örgütlenmek zorundayız. Oto işçilerinden fırın ve kafe çalışanlarına, oradan
Verizon çalışanlarına kadar ülkedeki bütün emekçiler, grevler ve grev
tehditleri üzerinden çoktan işyerlerini kapattılar ve işverenlerinden ücretli
izin aldılar. Mülk sahiplerini ve onların kamu görevlilerini sağlığımızı ve
güvenliğimizi ciddiye almaya zorlamak için bu türden büyük ölçekli yıkıcı
eylemler gereklidir.
İşçiler kolektif güçlerini
kullanarak en kötü pandemik senaryoları önleyebilirler. Ancak gelecekte -iklim
değişikliğinin neden olabileceği gibi- benzer kıyımlardan kaçınmak için kârı
insan hayatının önüne koyan bir ekonomik ve politik sistemin ötesine geçmek
zorundayız.
Nick French
Çeviri: Muhsin Altun
[Berkeley Üniversitesi’nde felsefe doktorası yapan
Nick French, Amerika Doğu Yakası Demokratik Sosyalistler üyesidir.]
0 Yorum:
Yorum Gönder