Koronfavirüs salgını, bizleri sağlık politikaları
üzerinde yeniden düşünmeye geniş anlamda zorladı. Bilhassa devlet, baskın
toplumsal ilişkiler ve kamu sağlığı arasındaki can sıkıcı ilişkilerle tekrar
yüzleşmek zorunda kaldık. Muğlak görünen ve/veya artık akademik alanın dışında
kalmış gibi duran “biyopolitik” ya da “çıplak hayat” [naked life] gibi kavramlar sayfalardan sıçradı ve aniden günübirlik
deneyimlerimizle frenlenemez biçimde ilgili hâle geldi.
Yakın zamanlardaki popülaritesi Terörle
Mücadele’nin doğuşunu andıran ve bugün salgınla mücadele için alınan aşırı ve
otoriter önlemlere atıf yapan “istisna hali” [state of exception] için de aynısı söylenebilir. Bu aynı zamanda,
alt sınıfların perspektifinden sağlık politikaları hakkında nasıl düşünmek
gerektiğine dair tavır belirleyen bir meydan okumadır. Bu meydan okuma
karşısında, söz konusu kavramların hem problematize edilmesi hem de yeniden ele
alınması gerektiğine inanıyorum.
Düşünür Giorgio Agamben’in geçenlerde yaptığı
müdahale, bence bu meydan okumaya yanıt verme konusunda çoğu kimseyi -özellikle
söz konusu kavramların Agamben’in çalışmasıyla sıkı ilişkisinden dolayı- sorunu
ve bizzat biyopolitik kavramını reddetmeye götüren ağır bir başarısızlık örneği
oldu.
İtalya’daki Covid-19 salgınının daha ilk
aşamalarında yazdığı bir makalesinde, Agamben Covid-19 salgınına karşı
uygulanan önlemleri “istisna hali”nin biyopolitik’teki bir alıştırması olarak
karakterize etti.[1] Makale, salgın (pandemi) gibi olaylarla ilgili olarak
biyopolitik’in nasıl düşünülmesi gerektiği ve Covid-19 ile ilişkili önlemler
üzerine önemli bir tartışmayı ateşledi.
Agamben makalesinde, alınan önlemlerin “otantik
bir istisna hali” dayattığını ve bir salgın icadının “ideal bir bahane”
sağladığını ileri sürdü. Makale böylece bir dizi yanıtı tetiklemiş oldu.
Jean-Luc Nancy, salgından gelen tehlikenin esasen gerçek bir tehlike olduğu ve
modern yaşamdaki her türden artan “teknik arabağlantılar”ın sonucu olduğu
konusunda ısrarcıydı.[2] Roberto Esposito ise hem Agamben’e hem de Nancy’ye
yanıt niteliğinde olmak üzere, önemli çağdaş gelişmeler üzerinde bir düşünme
yöntemi olarak biyopolitik’in anlamlı olduğunu savunurken İtalya’daki durumun
“dramatik bir totaliter kavrayıştan ziyade kamu otoritelerinin bozulması
özelliği gösterdiğini öne sürdü.[3] Diğerleri, pandemi tehlikesinin
gerçekliğini, uzmanların uyarılarını kolayca göz ardı etmekten sakınmanın ve
başkalarına karşı sorumluluklarımız hakkında yeniden düşünmenin lüzumuna vurgu
yaptılar. Bu tartışmanın biyopolitik kavramı üzerine yeniden düşünmek için bir
yol açtığını düşünerek biyopolitik’e dair alternatif bir düşünüş imkânı
hakkında bazı taslak düşünceler önereceğim.
Michael Foucault tarafından formüle edilen haliyle
biyopolitik, kapitalist modernliğe geçişle ilgili değişimleri, özellikle
iktidar ve cebrin uygulanış biçimleri bakımından anlamamız için önemli bir
katkı idi. Egemen’in elinde tuttuğu “öldürme ve yaşatma hakkı olarak
iktidar”dan, “halkın sağlığını (ve üretkenliğini) güvenceye almaya yönelik bir
girişim olarak iktidar”a geçtik. Bu da devlet müdahalesi ve cebrinin bütün
formlarında emsali görülmemiş bir genişlemeye yol açtı. Biyopolitik kavramı,
zorunlu aşı uygulamalarından kamusal alanlarda sigara içme yasaklarına kadar
pek çok örnekte sağlık politikalarının siyasal ve ideolojik boyutlarının
anlaşılması için anahtar işlevi gördü.
Biyopolitik aynı zamanda, ırkçılığa “bilimsel” bir
temel bulmak gibi kamusal alanda sıklıkla bastırılmış durumdaki çeşitli
olguları analiz etmemizi de mümkün kıldı. Ve esasen Agamben bu kavramı yapıcı
bir şekilde, “istisna hali”nin modern formlarını kuramsallaştırmaya girişirken
-başlıca örneği toplama kampları olan- cebrin aşırı formlarının uygulamaya
konulduğu yerlerde kullandı.
Covid-19 salgınıyla mücadeleye dair sorunlar,
biyopolitik ile ilişkili konuları açıkça öne çıkarmaktadır. Çoğu yorumcu,
Çin’in salgını izole etmek ya da yavaşlatmak yönünde adımlar attığını, çünkü
geniş bir cebir, gözetim ve izleme tedbirleri paketini biyopolitik’in -uzun süreli
karantinalar ve toplumsal etkinliklerin yasaklanmasını kapsayan- otoriter bir
versiyonu üzerinden uyguladığını öne sürdü.
Bazı yorumcular, liberal demokrasiler aynı cebir
kapasitesinden yoksun oldukları ve bireysel davranışların gönüllü değişimine
daha çok yatırım yaptıkları için aynı önlemleri alamayacaklarını ve böylece
pandemi le mücadele çabalarının başarısız olabileceğini bile iddia ettiler.
Ben, yine de otoriter biyopolitik ve bireylerin
rasyonel tercihler yapacağına olan liberal güven arasında bir ikilem ortaya
atmanın basitleştirme olduğunu düşünüyorum. Dahası, karantina ya da “sosyal
mesafeyi artırmak” gibi kamu sağlığı önlemlerini basitçe ele almanın,
biyopolitik olarak bunların potansiyel yararlarını bir şekilde göz ardı edeceği
açıktır. Aşılamanın ya da başarılı virüs kırıcı [anti-viral] tedavilerin yokluğunda, 19. yüzyıldan kalma kamu
sağlığı rehberlerinin repertuarından gelen bu önlemler, özellikle savunmasız
gruplarla ilgili yükü azaltabilir.
Burada özellikle acil olan, ileri kapitalist ekonomilerde
bile kamu sağlığı altyapısının bozulduğunu ve [virüsün] yayılma hızını
azaltacak önlemler alınmadığı takdirde salgının durdurulamayacağını kabul edip
etmeyeceğimizdir.
Agamben’e karşı, çökmüş bir kamu sağlığı
sisteminden dolayı solunum cihazı ya da yoğun bakım yatağı bekleyenler
listesindeki bir emeklinin, “çıplak hayat” kavramını, sosyal mesafeyi artırma
ya da karantina önlemlerinin acil durum pratiklerini uyumlaştırma çabalarından
daha iyi tanımlayabileceği söylenebilir.
Yukarıda söylenenler ışığında, ben Foucault’ya
farklı bir geri dönüş önereceğim. Foucault’nun oldukça “ilişkisel” [relational] bir iktidar pratikleri
kavramına sahip olduğunu bazen unuttuğumuzu düşünüyorum. Bu anlamda, demokratik
hatta komünist bir biyopolitik’in mümkün olup olmadığını sormak meşrudur.
Bu soruyu farklı bir şekilde soracak olursak:
Büyük ölçekli davranış değişimlerini içeren cebir ve gözetim formlarının
paralel bir genişlemesi olmaksızın, halk sağlığına gerçekten yardımcı olacak
kolektif pratiklere sahip olmak mümkün müdür?
Foucault’nun kendisi, gerçek kavramı parrhesia ve “ben’i umursama” [care of the self] etrafındaki son
çalışmasında böyle bir yöne işaret eder. Özellikle Helenistik ve Roma dönemi
felsefesi ile olan özgün diyalogunda bireysel ve kolektif kaygı ve dikkati [care] birleştiren, cebrî olmayan
yollarla belli bir gerçeği söyleme cesareti ve yükümlülüğüne dayalı alternatif
bir bios [hayat] politikası
önermişti.
Böyle bir perspektifte, salgın zamanlarında
hareketin kısıtlanması ve sosyal mesafenin artırılması için, kapalı kamusal
alanlarda sigara içilmemesi ya da çevreye zararlı bireysel ve kolektif
pratiklerden sakınılması için alınan kararlar, mevcut bilgiye ve diğerlerini ve
kendimizi kolektif bir çabanın parçası olarak umursamaya [care] dayalı, demokratik biçimde tartışılmış kolektif kararların
sonucu olacaktır. Bu perspektif, başkaları ve dolayısıyla kendimizle ilgili
olarak basit disiplinden sorumluluğa; toplumsallığı askıya almaktan onu
bilinçli olarak dönüştürmeye geçiyoruz demektir. Böyle bir durumda, toplumsal
uyumu her anlamda bozabilecek sürekli “bireyselleştirilmiş korku” yerine
kolektif çaba fikrine, ortak bir mücadelede dayanışma ve koordinasyona; bu gibi
acil sağlık durumlarında tıbbi müdahaleler için eşit öneme sahip öğeler olmaya
doğru kayıyoruz demektir.
Bu yaklaşım, demokratik bir biyopolitik imkânını
gündeme getirir. Bu, aynı zamanda bilginin demokratikleşmesine de
dayandırılabilir. Artan bilgiye erişim, popülarizasyon kampanyaları yanında,
sadece uzmanların otoritesine değil bilgi ve anlayışa dayalı kolektif karar
verme süreçlerini mümkün kılar.
Aşağıdan
Yukarı Doğru Biyopolitik
HIV virüsüne karşı savaş, sosyal damgalanma ile
mücadele, insanların bunun “yüksek risk grupları”na yönelik bir salgın
olmadığını anlatmak için uğraşması, güvenli seks pratikleri hakkında eğitim
talebi, tedavi edici [teröpatik] önlemlerin ve kamu sağlığı hizmetlerine
erişimin fonlanması, ACT UP gibi hareketlerin verdiği mücadele olmadan mümkün
olamayacaktı. Aslında bunun aşağıdan yukarı doğru bir biyopolitik örneği olduğu
söylenebilir.
Ve şimdiki konjonktürde toplumsal hareketler çok
geniş bir eylem alanına sahipler. Bunlar, salgının yol açtığı ilave yük ile baş
etmeye çalışan kamu sağlığı sistemlerine yardım için acil önlemler alınmasını
isteyebilirler. Böyle bir kriz esnasında, bireyselleştirilmiş hayatta kalmaya
odaklı [survivalist] paniklerin
aksine, dayanışmaya ve kolektif öz-örgütlenmeye olan ihtiyaca işaret edebilirler.
Devlet gücünün (ve cebrin), kaynakların özel sektörden toplumsal açıdan zorunlu
istikametlere kanalize edilmesi için kullanılmasında ısrarcı olabilirler.
Ücretli hastalık izni için ve tahliye gibi önlemlere son verilmesi için
mücadele örgütleyebilirler. Yaşlılar ve yardımdan yoksun olanlar için destek
formları yaratmak için kolektif becerilerini uygulamaya koyabilirler.
Mümkün olan bütün yollarla, bugün için salgınla
mücadelenin sermaye tarafından değil emek, yani personeli yetersiz kamu sağlık
sistemlerindeki doktor ve hemşireler; yaşamsal tedarik zincirlerinde görevli
güvencesiz işçiler; karantina/tecrit sırasında temel altyapıyı işler durumda
tutanlar tarafından başlatılan bir mücadele olduğu gerçeğini ortaya
koyabilirler.
Ve hayat kurtaran bir acil
durum ihtiyacı olarak toplumsal değişim talep edebilirler.
Panagiotis Sotiris
Çeviri: Muhsin Altun
[Marksist felsefe, Louis Althusser’in çalışmaları
ve Yunanistan’daki toplumsal ve siyasal hareketler üzerine yazan Panagiotis
Sotiris, Girit, Panteion, Aegean ve Atina üniversitelerinde sosyal ve siyasal
felsefe dersleri vermektir.]
Dipnotlar
[1] Giorgio Agamben, “Covid-19: Gerekçesiz Bir Acil
Durumun Yarattığı İstisna Hali”, 27 Şubat 2020, Terrabayt.
[2] Jean Luc-Nancy, “Viral İstisna”, 13 Mart 2020,
Terrabayt.
[3] Roberto Esposito, “Tamamen Tedavi Edilinceye
Dek”, 16 Mart 2020, Terrabayt.
0 Yorum:
Yorum Gönder