Devlet, parçaların bütünlenmesi; demokrasi, bütünün
parçalara yedirilmesi meselesidir. Elen’de demokrasi, aşağılık görülenlere
konuşma imkânı verenleri eleştirmek için üretilmiş bir kavramdır. Demokrasiyi
yüceltenlerin, konuşma ihtimali olanları sürekli aşağılaması gerekir.
Devlet-toplum ikiliği, yanıltıcıdır. Vehmîdir.
İktidar, parçalanmaz, sorgulanmaz bütünün kendisi
olduğunu her daim ortaya koymalıdır. IŞİD’cinin “İslam Devleti” denilen
bütünlüğe ikna edilmesi zorunludur. Kürd’ün bütün “Kürdistan” imgesine
örgütlenmesi zaruridir. Feministin “Kadın”ı için de aynı durum söz konusudur.
Bu tür imgeler, simgeler ve bilgiler,
sınırsızlığı-sınıfsızlığı anlatırlar. Tümü de burjuvazinin yeni tanrısı
“birey”in (individual) dünyevî tezahürleridir.
Bunlar, ezilenlerin sınır çizen-sınıflara vuran
pratiğinin hükmünü yitirmesini ifade ederler. “Kadın” denilen imge, simge ve
bilgiye örgütlenen saf dişi bireyler, o kimliğin ve beden tasarımının
bütünlüğüne bağlanırlar. “Anne, kız kardeş, sevgili” türünden bölünmeler iptal
edilmelidir. Sorumluluktan, sınırdan ve sınıfsallıktan azade varlıklar, uzay
boşluğuna savrulmalıdır. Sınırsızlık sınırlanmak; ölümsüzlük ölmektir.
* * *
Yalçın Küçük, Irak ve Suriye’nin Türk devletince işgal
edilmesini; Bob Avakian, tüm gerici Doğu’nun Batı tarafından fethedilmesini
savunur. Her ikisi de kendi devletlerinin operasyonel failidir. Yazdıklarının
ve yaptıklarının bundan gayrı bir izahı yoktur.
İki isim, devletlerinin ve burjuvalarının bütünlük
tasavvurlarına bağlanır. Sınırın ve sınıfın onları kesmesine izin vermez.
İktidar, kendisini onların üzerinden alt dinamiklere yedirir.
Avakian, Mao’dan kaçıp Marx hayaline sığınır. Marx’a
dönüş, Marx devrimsiz olduğu için yapılan bir hamledir. Devrim kirdir,
çapaktır, zararlıdır. Bu sığınma, Marx’tan da rahatsız olur. En fazla, Marx
öncesi komünizm tasavvurlarını sözde “bilimsel” bir kisveye büründürür. Bilim
dediğiyse, kendi zihin dünyası, taltif edilmeyi bekleyen küçük burjuva varlığıdır.
Bu dünya ve varlık, egemenlerin kurgusundan başka bir şey değildir.
Kürd’ün, sınıfın, devrimin bölme ihtimaline karşı
devlet, kendisini Yalçın Küçük şahsında örgütler. Aynı durum, Avakian için de
geçerlidir. Her ikisindeki din düşmanlığı, kitleleri ikna edecek bütün tasavvuru
ile alakalıdır. Bütünleyicilik, totalitarizm eleştirileri, liberalizmden ödünç
alınır. Böylelikle dinin sınırlama, parçalama imkânları ezilmek istenir.
Avakian, dinin zulme karşı direniş usulü, yöntemi
olduğunu anlamak istemez. Çünkü o, aslında dinle, Maoizmle boğuşması
bağlamında, mücadele eder. Dinselleştiğini düşündüğü Maoizmi, liberal manada
terk ederken, bu malumatını dinle kavgasına vesile kılar. Özel, kendinden
menkul ve kendinden mesul olmaktan çıkmış bir ideoloji, dinle rekabet etmeye
mecburdur.
Sınırsızlık ve ölümsüzlük hastalığına yakalananlar,
dinle kavga etmeye mecburdurlar. Yüceye kurulan, tek yücenin kendisi olduğunu
iddia etmeden yaşayamayacağını bilirler.
Egemenler, kendi dinlerine karşı olan her tür
ideolojiyi “din eleştirisi” bağlamında karşıya atmak isterler. Tek dinin, tek
hâkimiyetin kendisine ait olmasını arzularlar.
Avakian ve Yalçın Küçük şahsında Marksizm, Marx
döneminin liberallerinin eleştirisine mağlup olur. Her ikisi de Marksizmin
sahte peygamberi olmak istediği için dine saldırmaktadır.
Solun bir kısmı, dünya hükümeti, tek dünya devleti
anlayışına tavdır. Devlet ve burjuvazi, yol açtığı dehşeti, terör yaygarası ile
gizlemek ister. Sorumluluklarını herkese yaymaya çalışır.
* * *
“Dünya beşten büyüktür” anlayışı, Allahuekber’in
inkârıdır. Bu anlayış, egemenlerin mevcut bütünlüğüne işaret etmeye ant
içmiştir. Terör dedikleri, bütünün parçalanma istidadıdır.
Ezilenlerin şiddeti, dehşeti yaymak değil, iktidarı
sınıfsal manada sınırlamak, sınırları sınıfsallaştırmak içindir. Misal, Kürd
coğrafyası bağlamında sorun, meselenin soğukkanlı bir stratejist gibi ele
alınması, gerçekliğin sınıfsallığından arındırılmasıdır.
Emekçinin çilesine ve öfkesine, sadece egemenlerin
huzurlu bütünlüğüne iman edilmesi gerektiğine dair vurgu bağlamında, değinilir.
Her şeyden arınık, azade, bağımsız bir işçi, kadın,
Kürd, ezilen vs. yoktur. Bütünlük tasavvuru, iktidarın örgütlenme biçimidir.
Yukarı çıkmak, bütüne vakıf olmak isteyenler, akıl ve vicdanlarını şeytana
satarlar.
Öfkede aklın devre dışı kaldığı söylenir. Üstün,
bütünlüklü, yüce akıl adına öfke tasfiye edilmelidir. Sömürülenin derdi,
ezilenin öfkesi, yukarıya çıktıkça görünmez olur. Mühendis, doktor ve hukukçu
eliyle merdivenler inşa edilmektedir. Bunlar bize, yükselmek için
aşağıdakilerin sırtına basmayı öğütlemektedirler.
Somuttaki çile ve kahır, Yunan anarşistlerini
uyuşturucu karşıtı faaliyete zorlamakta, bizdekiler ise uyuşturucunun balon
etkisini tanrısallaştırmaktadır. Nietzsche ve Stirner, “Tanrı’yı yok ettik,
yerine insan-bireyi koyduk da ne oldu” diye sitem eder. İkisi de bizi biz
yapan, müşterek, dışsal kuvvete ve kudrete karşı çıkmanın bedelini öder.
Müşterek olan derde ve öfkeye ait olmak, onlar için zûldür.
* * *
Unutmak, artık bir fazilettir. Hesap vermemek,
sorumluluktan kaçmak, bu sayede mümkündür. Devlet ve burjuvazi denilen iki
değirmen taşının arasında, öğütülecek olan, küçük burjuvazidir. Bir parça
devletin; diğer parça sermayenin yanına kaçar. Kurucu ideoloji, buradan
örgütlenerek çıkar.
Teşkilât-ı Mahsusa-MAH-MİT-Özel Harp Dairesi arasında
bir süreklilik mevcuttur. Bu hat, kendi küçük burjuvalarını örgütler. Paralel
hatta ise kimi sol örgüt ve dernekler ile STK’lar durur. Unutulan, her iki
hattı dikine kesen, sınırlayıcı, sınıfsal mücadeledir.
Zonguldak gibi yerlerde askerî kışlaların konumları
bir isyana göre ayarlanmıştır. Dışa dönük örgütlenmeye, sendikal, sivil
toplumcu siyaset türünden içe dönük örgütlenme eşlik eder. Bu sayede isyan
imkânları birey şahsında ortadan kaldırılır.
Ne devlet ne de toplum, saf, mutlak birer bütünlüktür.
Devlete karşı topluma alan açmak, sömürüyü; topluma karşı devleti büyütmek,
zulmü artırmaktır.
Bugün Rojava anayasasında görüldüğü üzere, Şeyh
Bedreddin’in ortak mülkiyetine karşı “mülkiyet kutsaldır” anlayışı çıkartılmak
zorundadır. Bugünün mülkiyeti, bugünün kutsiyetini; o kutsiyet de din denilen
kolektif bilincin reddini koşullamalıdır. Bugünü kesen zorunluluklar, gene
bugünde beliren ihtiyaçlarla karartılmalıdır. Her şey, buradan şahsî tercihlere
indirgenmelidir. Bir tür Akla bahşedilen kutsiyet, bir yönüyle, bugündeki
güçlerin emridir.
* * *
Seçmek, tercih meselesi, demokrasinin devleti gizleme
yöntemidir. Kendilerini seçimin nesnesi kılanlar, devlete ve sermayeye
örgütlenmek zorundadırlar. Sömürü ve zulme karşı mücadele öznesine,
zorunlulukların bilinci ile kavuşur.
AKP, devletin toplumda örgütlenmesi, o örgütün
sermayenin zorunluluklarına teksif edilmesidir. AKP eliyle Bosna’dan Hatay’a
tüm ezilenler, işe yarar-yaramaz ayrımına tabi tutulup, tekellerin ve
şirketlerin hizmetine hazır hâle getirilmektedir. Kendine yeterli, muktedir,
emperyal Türkiye masalları, ezilenlerin iğdiş edilmesi içindir.
“Eski” asker, yeni İşçi Partili yöneticinin, “Kürt
aşiretler İngilizlerden para alıyor” lafı, devletin Şeyh Said’den beri
söylediği yalanın yeni versiyonudur. Devlet, kendisini sorgulayan her şeyi
dışsallaştırmaya mecburdur. İçeri girmek için devletin ve sermayenin ipine
tutunmak, tek seçenekmiş gibi görünmektedir. Ezilenlerin-sömürülenlerin iradesi
olduğunu iddia edenlerin, bir seçenek olmanın ötesine geçmeleri zarurîdir.
Çünkü seçilmek isteyen, seçimin mantığını ve içeriğini tayin edene tabidir.
Eren Balkır
27 Eylül 2016