Orhan Gökdemir anlatıyor:
“Sevgili arkadaşım Enver Aysever’le Aykırı Sorular
programını yapıyoruz CNNTürk’te. Enver’in tanışıklığı var Tarık Akan’la. Ben
Enver’i sıkıştırıyorum programa gelmeye ikna etsin diye. ‘Gelirim’ diyor, ama
bir türlü gelmiyor. Biliyorum, bize değil ayak sürümesi, kanala karşı bir
tutumu var.”[1]
Tarık Akan’ın ayak sürümesi, Gezi döneminde gündeme
gelen penguen medyası ile ilgili. Bu noktada o kanala çıkmayan Tarık Akan mı
“devrimci”, yoksa CNNTürk’ten ayrılmayı hiç düşünmeyen, akarını riske
etmeyen Orhan Gökdemir mi?
Sorunun cevabını Gökdemir, kendisi veriyor. O, saf cumhuriyetçidir. Devrimle teorik ve politik ilişkisi, cumhuriyet kadardır. Yeni bağlılıklara tabidir ve cumhuriyetin “yeni insan”ıdır.[2]
Cumhuriyetin kuruluş
momentinde gücü elinde bulunduranlara tapar. “Türk devrimi”ni Sovyet devrimi
ile ancak cumhuriyet ortak paydası üzerinden birleştirir. O, partisi gibi,
Joseph Fouché’cidir.
Gökdemir de “Lyon Kasabı” olacağı günleri
beklemektedir. Gericilik konusunda gösterdikleri polis faaliyetinin kökeni,
Fransız Devrimi sonrası polis bakanı olan Fouché’ye dayanmaktadır. Fouché,
Robespierre’in Tanrı Kültü ve Festivali başlığı altında ortaya koyduğu devlet
dini inşa etme girişimine karşı çıkar. Gökdemir de burjuvanın “İnsan” kültüne
tapıyor olması ile saf bir Fouché’cidir.
Onun ve diğer Kemalist kesimin 12 Eylül ile ilgili
olarak dile getirdiği martavalın boş olduğu açıktır. Fouché kadar Robespierre
de cumhuriyetçidir. Yöntemlerde anlaşılamaması, özde anlaşılmadığı anlamına
gelmez. 12 Eylül paşaları da Gökdemir kadar kemalisttir. Kemalizm, cumhuriyetin
Tanrı Kültü’dür. Gökdemir’in “yeni bağlılıklar” ve yeni insan” dediği, o
Tanrı’ya layık olanların belirlenmesi ile ilişkilidir. Devlet, kendisini bu
şekilde baki kılar.
Sorun, Marksizmin ve sosyalizmin o “yeni bağlılıklar”
ve “yeni insan”la tanımlanması, o Tanrı’nın insandan saymadıklarını, o
dinamiklerin kurdukları bağları tanımamasıdır. Burjuvazinin başından sûdur
edecek bir alt-tanrı olarak Marksizmin bu topraklarda bir karşılığı yoktur.
Gökdemir, Yalçın Küçük’ün tilmizidir. Küçük, 12
Eylül’den çıkmış devrimcileri devlet ve bürokrasi disiplinine kavuşturmak için Toplumsal
Kurtuluş isminde bir dergi çıkartmıştır. Gökdemir’in liberalizm olarak
kodladığı ve tekfir ettiği yönelim, kamu kurumunun özel şirkete dönüştürülmesi
ile ilgili bir gerilimle alakalıdır. İdeolojik değil, tecimsel bir meseledir.
12 Eylül sonrası dönemde devlet, bu tip adamlar eliyle düzlüğe çıkmıştır.
O sebepten Gökdemir, CNNTürk, CBNC, Kanaltürk, Digitürk
gibi kurumlarda çalışır, Fenerbahçe, Redhack gibi popüler başlıklarda kitaplar
yazar. Son iki başlıkta ve bahsi geçen yayın kuruluşlarında Fethullah izi aranmalıdır.
Gökdemir, Cumhuriyet Mitingleri öncesi verdiği bir seminerde, “sömürüyü somutta göremiyoruz, o nedenle ona karşı mücadele anlamsız” dediği vakidir. Bu, o eleştirdiği Yeni Gündem dergisinin çizgisiyle tutarlı bir yaklaşımdır.
Gökdemir, sömürü ile ilgili o cümleyi
Cumhuriyet Mitingleri’ne şevk ve coşku ile gidebilmek için etmiştir. Yere göğe
sığdıramadığı Taha Parla da aynı liberal geleneğin parçasıdır. Bu liberaller
eliyle devlet, devlet dini içerisinde örgütlenmiş dinî kesimleri disiplin ve
kontrol altında tutmak istemiştir.
Devlet, bir yandan kendisine din inşa etmekte, devleti
ve ona bağlılığı dinin yerine ikame etmekte, böylelikle kendisine zarar verecek
din içi ve dinsel dinamikleri ezmekte, bir yandan da Gökdemir gibileri sahaya
sürüp o devlet dinine eleştiriler yöneltmektedir. Bu oyuna aldanmamak gerekir.
Cemaatler, devlet dinine göre yeniden tesis
edilmişlerdir. Din, devlete göre tekrar kurgulanmıştır. Robespierre’in Tanrı
Festivali, tarikat ve cemaatler şahsında, özel bir içerikle
Türkiyelileştirilmiştir. Kur’an’la mitinge çıkan Kenan Evren neyse Gökdemir de
odur. O açıdan “Vahdettin onların Mustafa Kemal bizim olsun” diyenlere, “Çerkes
Ethem, Nazım Bey, Mustafa Suphi bizim olsun” demek şarttır. Devletin kurduğu
öznelere karşı devrimci mücadelenin kurduğu özneler tercih edilmelidir.
Çünkü bu eşhas ve örgütler, devrimle değil,
cumhuriyetle bağlaşıktır. Kendilerini oradan kurarlar. Devlet adamı ve bürokrat
gibi düşünürler. Devrimin nasıl, neden ve neyle yapılacağı ile ilgilenmezler.
Zaten devrim olmuş, cumhuriyet kurulmuştur. Mahir’in “çıkarı sosyalizmde olan
sınıf ve tabakalar” şeklinde tanımladığı halk, bu kesimlerde kendisine karşılık
bulmaz. Onlar, cumhuriyetin ve kemalizmin kurduğu “public” ile konuşmayı
doğru bulurlar. Çünkü Mahir’in işaret ettiği halk aşağıdadır, aşağılıktır,
kalitesizdir, tehlikelidir.
Temel mesele, kemalizmin rakip ve düşman kardeş olarak
görülmesi ve Marksizmin buna göre bilince çıkartılmasıdır. Sınıfsal olarak
kemalizmin içinden sosyalizm ve Marksizm çıkmaz. İdrak edilmeyen budur. Aynı
sorun, İslamî hareket için de geçerlidir. Devlet dini denilen baştan sûdur eden
alt-tanrılara ve tiranlara devrimci anlamlar yüklenemez.
Devlet, ezilenler ne vakit bir tahakküm imkânına
kavuşsa, ne vakit güç ve mevzi sahibi olsa, liberalizmi namluya sürer. Bu
liberalizm, sosyalizm kisvesine de bürünebilir. Kendisi ile ilgili belgeselde
Tarık Akan, “devlet eleştirilmez, rejim eleştirilir” demektedir. Kürd basını ve
AKP basını “Suriye ordusuna saldırı” haberini “rejim güçlerine saldırı” olarak
vermektedir. Toplamda Tarık Akan ile ilgili tartışma da bu minvaldedir: devlet
paranteze alınmakta, korunmakta, bir tür rejim eleştirisi yapılmakta,
böylelikle o devletin o rejimle arasındaki zorunluluk ve ihtiyaç ilişkisi
gizlenmektedir. Tarık Akan savunusu da eleştirisi de bu gizleme pratiği
dâhilinde dile dökülmektedir.
Metin Çulhaoğlu, bu gizleme faaliyeti dâhilinde, hâlâ
“harmanlanma”dan bahsetmekte, bu konuda tek gerçek aydın olarak kendisini
gösterip, “benim etrafımda tavaf edin” demekte, “seçici olmayın” diye emir
vermekte, Kürdlere “birlikte mücadeleyi düşünmüyorsanız, susun” diye
bağırmaktadır.[3] Bu akıl, ondaki temel yönteme, elipse dayanır. Kendi
tanımına göre elips, bir şeye hem yakın hem uzak olma imkânını vermektedir. Hem
ittihatçı hem itilafçı olma imkânını bu sayede bulabilmektedir. Onda sosyalizm
ve Marksizm, elipsin merkezindeki devleti koruma üzerine kuruludur. Aynı
yaklaşım, “Tarık Akan bizim küçük burjuva çocuğumuz” diyen Devrimci
Proletarya’da da karşımıza çıkmaktadır.[4] Mesele, zaten
bitmiş-tamamlanmış, kurgulanmış bir imge, simge ya da bilgi olarak devletin
veya benzeri bir imge, simge veya bilginin merkeze yerleştirilmesidir. Ona
yakınlaşma da ondan uzaklaşma da gene ona dairdir. Bu hareket, devletin
hareketi olarak okunmalıdır.
Eren Balkır
20 Eylül 2016
Dipnotlar:
[1] Orhan Gökdemir, “Sürü”, 17 Eylül 2016, Sol.
[2] Orhan Gökdemir, “Üç Devrimin Işığında”, 10 Eylül
2016, Sol.
[3] Metin Çulhaoğlu, “Tarihin Oyunları ve Hoyratlık”,
20 Eylül 2016, İleri.
[4] “Tarık Akan”, 19 Eylül 2016, DP.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder