Eskiden “yaşasın işçilerin birliği” sloganı atılırdı,
bugün bu slogan, “yaşasın proletaryanın ve burjuvazinin bir kanadının birliği”
hâlini aldı.
Sinan Varlık, yazısını işte bu temenni ile
bitiriyor.[1] Daha doğrusu, kendi örgütünün bu birlik şiarı ile hareket
ettiğini söylüyor. Tüm nahifliğiyle Varlık, “burjuvazinin bir kanadı”nın
toplumsal kopuşu gerçekleştirebileceğine, devrimi yapacağına inanıyor. İnanmak
istiyor. Bu inançla “umut” olabileceğini sanıyor. Çünkü halka, işçi sınıfına ve
ezilenlere zerre inanmıyor. İnanmadığı için o kanada sarılıyor. Dolayısıyla,
Sinan Varlık ve örgütü, “birleşik siyasal özne”yi neden etkin kılamadığını hiç
anlayamayacak bir yerde duruyor. Çünkü bu tür örgütler, siyaseti kendi dar ve
güdük çıkarından kuruyorlar.
Mahir Çayan ise ikili görevden söz ediyor. Asli
görevin “İşçi ve köylüleri bilinçlendirmek, örgütlemek ve proletaryanın öz
örgütünü kurmak”, tali görevinse “diğer millici sınıfların öz örgütü için ve de
Milli Cephe’nin kurulması için çalışmak”[2] olduğu üzerinde duruyor. Bu iki
görev arasındaki gerilimde duran Çayan, meseleleri Varlık’tan çok farklı ele
alıyor.
Sinan Varlık, son yirmi yıl içerisinde demlenen
ideolojinin kurbanı olduğundan, millet ve din dışı, steril bir solculukla
yetiştirildiğinden, bu tahlilleri hiç anlamıyor. O, emperyalizmi lügatten
çıkartmış bir hareketin mensubu olduğu için Mahir Çayan’ın analizini gerici
belliyor.[3] Anti-emperyalizm bağlamı olmaksızın, ittifaklar konusunda bir
strateji belirliyor. Muhayyilesindeki “küçük burjuva iktidar” hedefi dâhilinde
sosyalist hareketi yedeğe çekmeye çalışıyor, hareketi dış Kemalizmin destekçisi
konumuna mahkûm ediyor. Dış kemalizm, liberal, laik ve ilerici kılınmış
sosyalist örgütler şahsında örgütleniyor.
* * *
Mao, “komünistin hem vatansever hem de
enternasyonalist olabileceğini, olması gerektiğini” söylüyor.[4] Bizdeki
post-maoistler, PKK bahanesi ardına saklanarak, yerli ve milli ile olmayan
ilişkilerini yaldızlayıp satmak için iki hâli karşı karşıya getiriyorlar. PKK
olma ihtimalini kendilerinden uzak tutuyorlar, savuşturuyorlar. En fazla,
uluslararası sermayeyle iç içe geçmiş kesimlerin içeriyi dizayn etme
girişimlerinin parçası olabiliyorlar. Genel STK’laşma sürecine boyun eğiyorlar.
Bu girişimlere yönelik, kitlelerde oluşabilecek direnci tasfiye etmek için
uğraşıyorlar. Buradan anlam ve değer kazanacaklarını düşünüyorlar. Yerli ve
milli’yi, burayı ve şimdiyi ise AKP’ye ve devlete teslim ediyorlar.
“Japonya’nın ve Hitler’in vatanseverliğine karşı emekçi halkın
vatanseverliğini” çıkartarak enternasyonalist mücadeleye bağlanabileceklerini
görmüyorlar. Yereldeki ve milletteki derdin ve öfkenin yürüyeceği yolun üzerini
örtüyorlar.
Mao, aynı yazıda şunu söylüyor:
“Kitleler
içerisinde çalışma yürüten her komünist, kitlelere patron değil dost,
bürokratik bir siyasetçi değil, yorulmak bilmeyen bir öğretmen olmalı. Hiçbir
zaman ve hiçbir koşulda bir komünist, kişisel çıkarlarını öncelikli görmemeli,
o çıkarları milletin ve kitlelerin çıkarlarına tabi kılmalı.”
Son yirmi yılın solculuğu, Mao’nun sözünü inkâr eden
bir pratiktir. Kişisel çıkar önceliklidir. Kitlelere patronluk taslanmalı,
düşmanlık edilmeli, bürokratik siyasetçi pozu kesilmelidir. Bugün parti
kavramını ve anlayışını, tam da bu siyasi pratik değiştirmiştir. Sol, çıkar
grupları olarak, STK’laşmıştır.
Bu anlamıyla ESP, SDP gibi derneklerin kendilerini
“parti” olarak adlandırmalarına aldanmamak gerekir. Onlara yönelik baskı,
politik-teorik gözü perdelememeli, mücadeleyi çorak topraklara çekip
kurutmamalıdır.
Parti anlayışı, son yirmi yıl içerisinde, eskiden
hareketçilik yapan, hareketçiliğini partinin karşısına çıkartan ekiplerce
tanımlanmıştır. Mahir Çayan’ın sözünü ettiği “küçük burjuva iktidarı” ile
ilgili perspektif, partiye dair bilinci ve pratiği kapı dışarı etmiştir.
Tıpkı Alevcilik gibi.[5] Avrupa’ya gitmiş, aslında
ateist olan solcular, oralarda Alevîliğin sırtından geçinebilmek için,
satabilecekleri yeni bir “din” uydurmuşlardır. Bu “din”in teorik temelini ise
Alman istihbaratı atmıştır. O Alevcilik, bugün esasen Sünni olan Şeyh
Bedreddin’i filme alıp sırtından para kazanmaya çalışmaktadır. Bugün aynı
mantıkla devrim, sosyalizm ve komünizm, batının liberal gevezeliklerine göre
yeniden tanımlanmıştır.
Bu açıdan, ESP, SDP gibi derneklerin yazılarında
bahsini ettikleri, bağsız, bağlamsız ittifak siyasetleri, başkalarının
attıkları temeller üzerine kuruludur. Bunların burjuvazinin hangi kanadını
tercih ettiklerinden önce, burjuvazinin kuyruğuna neden tutundukları sorusu
sorulmalıdır.
Bu yapılar birer “dernek” olarak görülmelidir, çünkü
her şeye rağmen parti yücede tutulmalıdır. Parti, mülk edinilip pazarda rekabet
dâhilinde satılacak bir şey değildir. Ona ait olunabilmelidir.
* * *
Marx bir yazısında, küçük burjuvazinin kendi
çıkarlarını proletaryanın rengine bulayıp satmaya çalıştığından söz ediyor:
“Tıpkı
demokratların ‘halk’ sözcüğünü suiistimal etmeleri gibi, ‘proletarya’ sözcüğü
de sırf bir laf olarak kullanılmıştır. Bu lafı etkili kılmak içinse tüm küçük
burjuvaları proleter olarak tanımlamak ve bunun sonucunda da pratikte
proletaryayı değil, küçük burjuvaziyi temsil etmek gerekmektedir.”[5]
Sinan Varlık’ın “proletarya-burjuvazinin bir kanadı”
lafında geçen “proletarya”, tam da Marx’ın dediği şeyi ifade ediyor. O, aslında
Sinan Varlık ve “Kadıköylü arkadaşlar”ını anlatıyor. Çünkü Varlık, küçük
burjuvaları proleter olarak tanımlıyor, küçük burjuvaziyi temsil ediyor, küçük
burjuvanın siyasi çizgisini “proleter çizgi” diye yutturmaya çalışıyor. Bu
noktada herkesi Trump’la korkutup Biden’a kul etmek için uğraşıyor. Tüm siyasal
aklı ve kurgusu, uluslararası planda esen ve güya solcu olan rüzgâra göre
yelken şişirmekten ibaret. Çünkü proletaryanın, Biden’ın gemisine bineceğinden
de, burjuvazinin bir kanadıyla hareket edeceğinden de haberi yok!
* * *
Lenin, bir toprak ağasının ölümüne üzülen, mirasını
yücelten sosyalistlerin, Çar’ın Kara Yüz çetelerinden daha tehlikeli olduğunu
söylüyor:
“Devletin
parası sayesinde Kara Yüzler, ancak polisin tahriki ve izniyle harekete
geçebilen çeteleri ve ayyaş sürülerini örgütlüyorlar. Lâkin, tüm bu olaylarda
halkı zerre etkileyemiyorlar, ideolojik manada tehlike arz edebilecek bir
nüfuzu halk üzerinde asla kuramıyorlar. Öte yandan, bizim legal, liberal ve
‘demokrat’ basınımızın bu türden bir nüfuza sahip olduğunu kimse inkâr
edemez.”[6]
Ağaların-paşaların kitleleri kandırma, oyalama,
kontrol altında tutma, sindirme siyaseti, kendi solunu da üretiyor. Faşistlerle
kitleleri korkutup herkesi kendisine ram ettirmeye çalışanlara karşı uyanık
olmak gerekiyor. Bu küçük burjuvalar, durmadan “birlik” ve “birleşik”
kelimelerini kullanıyorlar. Anlaşılan o ki bugüne dek “birlik” derken
kastettikleri, “burjuvazinin bir kanadı” ile birlikmiş. Onun için türlü taklalar
atıyorlarmış. Bunlar, proleter siyaseti gasp etmek, bu siyasete el koymak ve
onu burjuvazinin kuyruğuna bağlamak için varlar.
Bu dernekler, ya olmayan burjuva devrimini oldurmak ya
da olan burjuva devrimini korumak için siyaset yürütüyorlar. Bu kırmızîlere
kanmamak, Kızıl’la Kırmızî’yi ayırmak gerekiyor.
* * *
Kırmızîler, tarihte Roma senatosuna giren
ağaları-paşaları simgeliyor. Senatoya ancak bu çok az bulunan boyayla boyanmış
kumaşla girilebiliyor. Bu dernekler, o senatoya girmek için yarışıyorlar, sonra
meclisin dışında, insandan sayılmayan proleter kitleleri uyutmaya çalışıyorlar.
Kızıl, kırmızîleştiriliyor.
Özünde Sinan Varlık bize, Biden’ın gemisine bineceğini
söylüyor. “Siz de binin” diyor. Ortadoğu’yu Amerikan çıkarlarına göre analiz
ediyor. Medyaya yansıyan atışmaları fazla ciddiye alıyor. Neticede LGBT
bayraklı uçaklardan dökülen bombaların insanlık için hayırlı olacağına
inanıyor. Bu sebeple, çoğunluğu erkek olan işçilerin direnişlerini “erkekleri
öldüreceğiz” diyen dernekler ziyaret ediyorlar.
Bu arada bir parti olmadığını Sinan Varlık da kabul
ediyor. Yazısının sonunda “birleşik devrimci kurmaylık”tan ve “birleşik
devrimci merkez”den dem vuruyor. Bunların oluşmasını istiyor. Aslında parti, o
merkeze ve kurmaylığa denk düşüyor. Bunları inşa edeceğini söyleyen Varlık, dolayısıyla,
HDP’nin de parti olmadığını söylemiş oluyor.
Varlık türü solcuların yazılarında Biden-Trump ve Ali
Koç-Tayyip Erdoğan karşı karşıya getiriliyor, böylece kitleler, bu iki kanadın
ilanihaye düşman olduklarına inandırılıyorlar, ardından da ilk ismin Hz. Nuh
olduğunu söyleyip, herkes onun gemisine bindirilmeye çalışılıyor.
Burjuvazinin iki kanadı varsa, bu kuşun veya uçağın
iki kanatla havalandığını görmek gerekiyor. Solcu dernekler, bu gerçeği
gizlemek için çalışıyorlar. Hepimizi Trump ile Biden’ın, AKP ile CHP’nin
birlikte aynı hedef doğrultusunda çalışmadıklarına inandırmak için
uğraşıyorlar.
ABD’de bu derneklerin fikren bağlı oldukları Silikon
Vadisi ideolojisi, CIA ve Pentagon uzantısı. Solcular, bu hakikati gizliyorlar.
İşleri güçleri yokmuş gibi, kalkıp Trump’ın tvitinin silinmesine seviniyorlar.
Lenin’in dediği gibi, asıl tehlikeli olan, faşist
çeteler değil, bu sol derneklerdir. Çünkü onlar, zaten burjuvaziyle birlikte
yürüyen, yürümek için taklalar atan küçük burjuvaları kırmızî boyaya
daldırıyorlar, suyun başına oturtuyorlar.
* * *
Mahir Çayan, “Kemalizmin anti-emperyalist niteliği bir
tarafa bırakılırsa ortada Kemalizm diye bir şey kalmaz” diyor. İşte bugünün
solcu dernekleri, o niteliğin olmadığı tarafa örgütleniyorlar ve
anti-emperyalist olmayan Kemalizme bağlanıyorlar. Ancak öyle olunca
bağlanabiliyorlar.
Anti-emperyalizmin gericilik olarak kodlandığı
günlerde solcular, Boğaziçi’de Mahzunî’nin türküsünü değil, zengin Yahudi plak
şirketlerinin ünlü ettiği, Zelda’nın ağzından dökülen “şarkı”nın sözlerini
değiştirip rektöre uyarlıyorlar. Çünkü o solcular açısından Mahzunî,
gericiliktir, yabaniliktir. Onlar, ancak emperyalizmin misyoner okullarına
övgüler düzebilirler.[7] Ancak Mahzunî’nin berbat hâline (eril, kaba, cahil,
toksik hâline) gülerler. Oysa Mülkiye’ye karşı Boğaziçi ve ODTÜ’nün
çıkartılması, devlet içre bir oyundur.
* * *
Geçmişin hareketçileri, defolcuları[8], Parti’ye el
koyup onu tasfiye ediyorlar. Sosyalist hareket, liberalizm ve sosyal demokrasi
denilen iki halk düşmanına göre yeniden kurgulanıyor ve bu kurgu, kitlelere
patronluk taslıyor, bürokratik siyasetçi pozu kesiyor. Halktan, sınıftan,
ezilenden tiksinen, nefret eden küçük burjuvazi, efendileri rahatsız edecek
imkânları ortadan kaldırıyor. Mao’nun dediğinin aksine, kitleleri hakir
görüyor, küçümsüyor, onlarla dostça bir ilişki kurmuyor, hemhâl olmuyor, kitleleri
ileri gitmek konusunda ikna ve teşvik etmiyor.
Kitle ve parti ile düşünmeyen sol dernekler, ancak
kendi benzerlerini üretip kendi benzerleriyle gün geçirmeyi seviyorlar. Hayatı
ve siyaseti kendi çıkarlarından başlatıp gene orada bitiriyorlar. İşçi-köylü
kitlesiyle ve partisiyle düşünüp hareket eden Mahir’in partisi, o sebeple
dernekler nezdinde çözünüyor, her dernek, bürosunda kendi özel portresini
çiziyor, ona tapıyor, Mahir’in mirasıyla bugüne taşınmış devrimci çizgi, o
derneklerde tasfiye ediliyor. Bu tasfiyeyi efendiler istiyor.
Eren Balkır
9 Ocak 2021
Dipnotlar:
[1] Sinan Varlık, “İktidar Bloğunun Krizi ve ‘Krizi Derinleştirmek’”, 9 Ocak
2021, Umut.
[2] Mahir Çayan, Bütün Yazılar, Boran Yayınevi,
s. 152.
[3] Eren Balkır, “Viyan Nedir?”, 14 Eylül 2016, İştirakî.
[4] Mao Tse-tung, “The Role of the Chinese Communist
Party in the National War”, Ekim 1938, MIA.
[5] Karl Marx, “Komünist Birlik Merkezî Otorite
Toplantısı”, 15 Eylül 1850, İştirakî.
[6] V. I. Lenin, “Kont Heyden Anısına”, Haziran 1907, İştirakî.
[7] Funda Cantek, “Boğaziçi Husumeti”, 15 Ocak 2021, Duvar.
[8] Alain Badiou, “Mevcut Konjonktüre Dair”, 21 Aralık
2020, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder