Üç NATO Teknisyeninin Kaçırılması
1972 yılının başlarında, bir kısmı hapishaneden birlikte kaçmış olan THKO ve THKP üyeleri, dört Amerikalı havacıyı kaçırıp hükümetin faaliyetlerini
bir kez daha sekteye uğrattıkları için haklarında verilen idam cezasını beklemekte olan üç THKO üyesinin serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla bir plan hazırladılar. Bu isimler, ilk
olarak Ortak Pazar üyesi bir ülkeye mensup bir
diplomatın rehin alınması üzerinde durdular,
sonrasında ise önde gelen bir Türk siyasi liderini alıkoyma fikrini ortaya
attılar. Her iki fikir, başkent Ankara’da sıkı güvenlik önemlerinin alınmış olması sebebiyle, rafa kaldırıldı.
THKO İstanbul hücresi lideri Cihan
Alptekin, örgütün Batı Avrupa’daki bir ülkenin büyükelçiliğinin işgal edilmesi önerisinde bulundu.
Ancak bu fikir de fazla tehlikeli bulunup reddedildi. Son olarak, örgütün
Karadeniz bölgesinde faaliyet yürüten üyelerinden olan, solcu görüşleri sebebiyle görevden atılmış bulunan bir öğretmen, Karadeniz sahilindeki Çarşamba ilçesinde, Ünye yakınlarında bulunan NATO üssünde çalışan birkaç yabancı teknisyenin kaçırılmasını önerdi. Burada güvenlik önlemleri nispeten
daha düşüktü ve adam kaçırma eylemi kimsenin beklemeyeceği bir olaydı. Ayrıca, bölgede belli sayıda solcu sempatizan
bulunmaktaydı. Bu plan seçildi.
THKP’den Mahir Çayan, Alptekin ile birlikte eylemin
liderliğini ve operasyon için gerekli planlama çalışmalarını üstlendi. Onlarla
birlikte olan isimlerin büyük kısmı THKP’liydi. Bir yıl önce Elrom’un kaçırılması ile ilgili planlama sürecinde olduğu gibi bu operasyonda da planlama faaliyeti sonrası süreç, aynı dikkatle ve aynı kapsamlı yaklaşımla yürütüldü. Teknisyenlerin kaldıkları evlerin civarında birkaç adam keşif çalışması yaptı, diğer isimlerse saklanılacak yeri ayarladı.
Ünye’de Türkiye İşçi Partisi ilçe şubesinin çekirdeğini teşkil eden, solcu meslek sahibi isimlerin, öğretmenlerin ve avukatların meydana getirdiği grup, gerillaları bağrına bastı. THKP eylemcisi Ziya Yılmaz bu bölgenin insanıydı, ayrıca akrabalarından biri de operasyon sürecinde örgüte katılmıştı. Basında çıkan bazı haberlere göre, örgütlere bölge
insanının sunduğu destek sayesinde teknisyenleri kaçıran kişiler, eylemden bir gün önce akşam vakti bir restoranın bahçesinde kurulan mükellef sofrada
yemeklerini yemişlerdi.
26 Mart günü akşamı, sekiz NATO teknisyeni, kaldıkları konutta yemeklerini
yiyip sofradan kalktıkları sırada beş Türk genci, ellerindeki makineli tabancalarla binaya
girdi. Eylemciler sekiz kişi içinde en rütbeli olanlarının hangileri olduklarını sordular. Gordon Banner ve Charles Turner isminde iki
İngiliz, John Law ismindeki bir Kanadalı alıkonuldu. Diğer beş kişi bağlandı ve evde bırakıldı. Bu adamları ertesi sabaha dek
kimse bulamadı. Böylece eylemciler,
devletin takibe başlamasından önce on saatlik bir vakit kazanmış oldular.
Elleri bağlanıp konutta bırakılan teknisyenlerin yanına hapisteki üç THKO’lunun serbest bırakılmasını talep eden bir not bırakılıp bırakılmadığı, hâlen daha tartışma konusu. Türk basınına göre böyle bir not var,
hatta toplumda saygı gören bir politik
lider, bir basın açıklamasında bu nottan söz etmiş. Diğer kaynaklarsa Ünye’de böyle bir not bulunamadığını söylüyorlar.
Kaçırma eylemi sonrası rehineler, virajlı dağ yollarından geçilerek gidilen, yaklaşık doksan kilometre güneydeki, yüz civarın evin bulunduğu Kızıldere Köyü’ne götürüldüler. Ayrıca, burada köy
muhtarının evinde beş terörist gelenleri
bekliyordu. Eylemin duyulması ile birlikte tüm ülkeyi şok dalgası kapladı ve herkes tepki gösterdi. Başbakan Erim, “Bunlar tek tek
yakalanacakları için korkuya kapılan sokak çetelerinin son çırpınışları” dedi.[1]
Muhalefet partisi lideri İsmet İnönü ise “teknisyenleri kaçıranların takibine ve
bulunmasına, rehinelerin hayatlarının ayrıca milletin onurunun
kurtarılmasına katkı sunmak, tüm yurttaşların milli görevidir” açıklamasında bulundu. Bu sırada hapisteki THKO üyelerinin idamları ertelendi, öte yandan, Anayasa
Mahkemesi, idam hükümlerinin yasal olup olmadığı ile ilgili temyiz başvurusunu kabul etti.
Hükümet, ülke genelinde kapsamlı arama çalışması başlattı. Bu süreçte dağlık bölgelerde helikopterlerden yararlanıldı. Eylemcilerin
saklandıkları yer, birkaç gün sonra bulundu.
Komandolar evi kuşattılar. 30 Mart günü sabah saat beş buçukta İçişleri Bakanı Ferit Kubat, hükümeti temsilen,
eylemcilerle irtibat kurdu. Kubat, eylemcilerden teslim olmalarını ve rehineleri
serbest bırakmalarını talep etti, ayrıca kendilerinin güvenli bir biçimde gözaltına alınacaklarına dair onlara söz verdi. İlk olarak teröristler, idamlarını bekleyen üç THKO liderinin serbest
bırakılmasını talep ettiler. Bu talebin cevapsız bırakıldığını görünce, bu sefer
rehineleri serbest bırakma karşılığında kendilerinin Suriye sınırından güvenle geçmelerine izin verilmesini istediler. Kubat, kararlı tavrını sürdürdü.
Görüşmelerin devam ettiği sırada ulusal ve uluslararası basından gazeteciler ve
fotoğrafçılar da bölgede toplaşmaya başladılar. Bir noktada
eylemcilere yardım etmiş olan, Ünyeli bir avukat
yakalanıp köye getirildi. Avukat,
eylemcilere teslim olmaları tavsiyesinde
bulundu. Ancak sözlerinin zerre tesiri olmadı.
Eylemcilerse ellerinde tutsak olan teknisyenlerden
birini pencereye getirdiler. Teknisyen, dışarıdakilere kendilerini kaçıranların ikna edilebilecek kişiler olmadıklarını, eylemcileri öldürmekle tehdit etmenin rehinelerin ölümüne sebep olacağını söyledi. Bu sözler, hükümetin konumunda herhangi bir değişikliğe yol açmadı.
Hükümetin söylediğine göre, öğleden sonra saat ikide teröristler askerlere ateş açtılar ve el bombaları atmaya başladılar. Çatışmanın durduğu dakikalarda güvenlik güçleri içeriden yükselen sesleri işittiler. Kubat’ın aktardığına göre eylemciler, “buraya teslim olmaya değil, ölmeye geldik” demişlerdi. Sonrasında bakan bu konuyla
ilgili olarak şu değerlendirmeyi yaptı. “Akabinde biz, eylemcilerin umutlarını yitirdiklerini,
yabancı teknisyenleri öldürebileceklerini anladık.”
Nihayetinde saat 4:10’da güvenlik güçleri, evin içinde
bir patlama sesi duydular. Rehinelerin çoktan ölmüş olduğuna kanaat getiren askerler eve girdiler, içeriye göz yaşartıcı bombalar attılar. Yaşanan çatışma sonrası evin duvarları delik deşik oldu.
Evin ele geçirilmesi sonrası devlet yetkilileri,
içeride üç rehineyle birlikte herkesin öldüğünü anladı. Elleri ve ayakları bağlı olan rehineler, yakından ateş edilerek öldürülmüşlerdi. Ölen dokuz eylemci şu şekildeydi: THKP’liler: Mahir Çayan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Teğmen Saffet Alp, Kâzım Özüdoğru, Selahattin H. Kurt, Nihat Yılmaz; THKO’lular: Cihan Alptekin
ve Ömer Ayna. Ertesi gün Dev-Genç başkanı ve THKP lideri Ertuğrul Kürkçü, ahırdaki saman yığını altında saklanırken bulundu. Çatışmadan bir tek o sağ kurtulmuştu.[2]
Kanlı çatışmanın yaşandığı evde aşağıdaki not bulundu:
“Hainler!
Amerikancı köpekler! İnsan er ya da geç ölür. En aşağılık ölme biçimi, sırtını düşmana dayayıp utanç içerisinde ölmektir. Biz ise halkımız için son nefesimize
kadar savaşarak, onurlu bir biçimde öldük.
Bu
İngiliz ajanları, ülkemizi işgal altında tutan NATO kuvvetlerine mensuptu. İşgal altındaki bir ülkenin devrimcileri olarak bu ajanları vurup öldürmek, bizim en temel hakkımız ve namus
borcumuzdur. Halkımıza olan son görevimizi yerine getirdik ve gönül rahatlığı ile ölümü kucakladık.
Devrim
yolu zordur. Engellerle ve işkencelerle yüklüdür. Devrim yolunu aydınlatan, toprağa düşen gerillaların kanıdır. Her bir engelde ölen gerillanın elindeki devrim
bayrağını ondan sonra gelen
gerillalar alıp göğe yükseltirler. Biz,
devrimin öncü savaşçılarıyız. Biz inanıyoruz ki bu bayrak,
oligarşinin burçlarına dikilecek. Biz bu yolda yürürken öncülük görevimizi yerine
getirmiş olmanın gururuyla ölmüş olacağız!
Yaşasın Türkiye devrimi! Yaşasın Türkiye Halk Kurtuluş Partisi! Yaşasın bağımsız Türkiye!”[3]
Sonrasında hükümet, Kanada ve İngiliz başbakanlarına baş sağlığı mesajı gönderi. Diğer yandan Dev-Genç, ertesi günün akşamı İstanbul’da gerçekleştirdiği bir dizi bombalama eylemi ile dokuz eylemcinin ölümünün yasını tuttu.
Kürkçü’nün yakalanması sonrası, NATO teknisyenlerinin
kaçırılması eylemiyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturma kapsamında, Ankara’da yüzün üzerinde THKP ve
Dev-Genç üyesi gözaltına alındı. Hiç şüphe yok ki Kürkçü’nün elinde, eylemci öğrencilerin kimlikleri konusunda kapsamlı bir bilgi mevcuttu.
Margaret Krahenbuhl
[Kaynak: Political Kidnappings in Turkey,
1971-1972, İçişleri Bakanlığı ve İleri Savunma Araştırması Projeleri Ajansı Raporu, Rand Corporation, Temmuz 1977, s. 70-74.]
Dipnotlar:
[1] New York Times, 29 Mart 1972.
[2] Tahminen Ertuğrul Kürkçü bir ajan provokatördü, bir noktada örgütün planlarıyla ilgili bilgileri
temin etmek suretiyle devlete hizmette bulunmuştu. Kürkçü ölüm cezasına çarptırılmadı, oysa genel beklentiye göre Elrom’un kaçırılması eylemine katılması, ayrıca üç NATO teknisyeninin kaçırılması sonrası kamuoyunda kopan fırtına sebebiyle bu cezayı almalıydı. Şu an görebildiğimiz kadarıyla Kürkçü hapiste.
[3] ABD İçişleri Bakanlığı telgrafı, Ankara 2499, 7
Nisan 1972 (Telgraf, ilk başta sadece resmî kurumların kullanımına açıktı ama
Haziran 1976’da İçişleri Bakanlığı tüm kısıtlamaları kaldırdı).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder