Pages

28 Mart 2021

Pandemi ve Sol


Katherine Yih ve Martin Kulldorff ile Söyleşi

Nicole Aschoff

19 Eylül 2020

 

İki halk sağlığı uzmanıyla Amerika'nın COVID-19 tepkisi ve yoksul hanelerin pandeminin zorluğunun orantısız bir kısmını nasıl üstlendikleri hakkında konuşuyoruz. Adil bir toplum için acilen mücadele etmek gerekiyor.

Son bir yılın büyük bir bölümünde dünya, yaklaşık bir milyon insanı öldüren ve on milyonlarca insanı hasta eden yeni bir koronavirüs türü ile mücadele etti. SARS-CoV-2 adı verilen bu virüs ABD’de, bilhassa nüfusun yaşlı kesimine büyük bir zarar verdi. Elli beş yaş ve üstü Amerikalılar, ABD'deki yaklaşık iki yüz bin COVID-19 ölümünün yüzde 90'ından fazlasını oluştururken, kabaca yüzde 0,2'si yirmi beş yaşın altındaki kişilerdi.

Virüsün yayılmasının önünü almaya yönelik çabalar, başka acılara yol açtı. Ağustos sonu itibariyle, pandeminin bir sonucu olarak, kabaca on dokuz milyon Amerikalı işsiz kaldı, gıda ve konut güvensizliği önemli ölçüde arttı. Gelgelelim kapanmaların neden olduğu acı, eşit olarak paylaşılmadı.

Öte yandan elitler, hisse senedi portföylerinin değerinde ciddi artışlara tanıklık ettiler, ayrıca birçok profesyonel, evden çalışarak işlerini sürdürmeyi başardı. Pandeminin yol açtığı yükün büyük kısmını ülkenin yoksulları ve işçileri, bilhassa çocuklar omuzladı. Düşük gelirli Amerikalıların güvensiz koşullarda çalışmaya zorlanma, iş ve okulların kapanması nedeniyle geçim kaynaklarını kaybetme veya uzaktan öğrenememe olasılıkları çok daha yüksekti.

Jacobin dergisi yayın kurulu üyesi Nicole Aschoff, emekçileri acı reçetenin ve risklerin büyük kısmını omuzlamak durumunda bırakmadan Amerikalıların kendilerini nasıl güvende tutabilecekleri meselesini, halk sağlığı alanında uzman olan iki isimle tartışıyor.

Katherine Yih, bulaşıcı hastalıklar epidemiyolojisi, aşılama ve ruhsat alımı sonrası aşı güvenliğinin denetimi alanında uzmanlaşma imkânı bulduğu Harvard Tıp Fakültesi'nde biyolog ve epidemiyolog olarak çalışmaktadır. Yih, aynı zamanda Yeni Dünya Tarım ve Ekoloji Grubu'nun kurucu üyesidir ve çiftlik işçiliği ve anti-emperyalist mücadeleler alanında uzun zamandır faaliyet yürütmektedir.

Martin Kulldorff, Harvard Tıp Fakültesi'nde tıp profesörüdür. Kulldorff, dünya çapında halk sağlığı departmanları tarafından kullanılan bulaşıcı hastalık salgınlarının tespiti ve izlenmesi için yöntemler geliştirmiştir. Nisan ayından bu yana, Amerika Birleşik Devletleri'nde, memleketi İsveç'te ve başka yerlerde COVID-19 stratejisi ile ilgili tartışmaya aktif olarak katılmış bir isimdir.

* * *

 

Sizi yeni koronavirüsün en çok hangi özellikleri şaşırttı? Sizce bunlar, koronavirüsü bilim insanları ve halk sağlığı yetkilileri açısından, MERS ve SARS gibi önceki virüslere kıyasla mücadeleyi daha da zorlaştıran özellikler mi?

Martin Kulldorff: Pandemiler dünya tarihinde tekrar eden olaylardır ve her pandemi farklıdır. Bu hususun özel olarak şaşırmamızı gerektirecek bir yanı yok. Bu pandemiyi daha zor kılan, onu MERS ve SARS pandemisinden ayıran en temel özellikse az çok semptomatik, presemptomatik ve asemptomatik bireylere yayılması, bununla birlikte, sahip olduğu bulaşıcılık düzeyidir ki bu özelliği, onun kontrol altına alınmasını neredeyse imkânsızlaştırmaktadır.

Bu pandeminin diğerlerine göre olumlu bir yanı söz konusudur o da bu pandemide yaşa bağlı ölüm riski bin kat daha düşüktür[1]. Bu durum, ölüm oranını en aza indirme imkânı sunmaktadır ama maalesef henüz bu imkândan yararlanılamamıştır.

Katherine Yih: Aslında bunun gibi bir salgının ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalıydı. Kapitalizm koşullarında biz, diğer canlıları ve yaşam alanlarını giderek daha fazla sömüren, çok sayıda ve dünya çapında büyük bir hızla hareket eden, bunun gibi bir salgına açık hâle getiren koşulları oluşturan bir tür hâline geldik.[2]

Galiba beni en çok COVID-19'un farklı seyirleri takip etmesi ve özellikle bazı hastalarda kan pıhtıları ve miyaljik ensefalomiyelit / kronik yorgunluk sendromuna (ME/CFS) benzeyen uzun süreli etkiler gibi[3] ancak daha sonra ortaya çıkan sonuçlardan bazıları şaşırttı. Bu virüs ve neden olduğu hastalık hakkında hâlen daha bilinmeyen çok şey var, bunu kabul etmek gerekiyor.

Koronavirüsle ilgili belirsizlik, en azından Amerika Birleşik Devletleri'nde birçok siyasetçiyi, en iyi eylem yolunun bir aşı geliştirilinceye dek en azından kısmen kapalı kalmak olduğuna ikna etti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Aşıyı beklemek akıllıca mı?

KY: Aşılar bulunana kadar toplumu eve hapsetmenin akıllıca ya da garantili bir yol olduğunu düşünmüyorum. Eylül 2020 ortası itibariyle elimizde, denemeleri geniş çaplı olarak yapılmış dokuz adet aşı var. Benim tahminime göre bu dokuz aşıdan en az biri, 2021'de Amerika Birleşik Devletleri'nde kullanım konusunda onay alacak. Ancak bunun gerçekleşeceği kesin değil. Dahası, bu aşıların hiçbirinin etkili olup olmadıkları veya bağışıklık süreleri konusunda elimizde bir bilgi bulunmuyor.

Yetki veya ruhsat verildikten sonra kaç aşının üretilebileceği, dağıtılabileceği, gerekli sıcaklıklarda tutulabileceği ve kısa bir süre içinde uygulanabileceği ve nüfusun büyük bir kısmının aşılamayı reddedip reddetmeyeceği konusunda başka belirsizlikler de söz konusu. Bu sebeple, bir aşının kişi ve toplum olarak bizleri kurtaracağını umut edelim, ama ona asla güvenmeyelim.

Uygulanacak politika konusunda ABD, salgınının başlarında, kısmen İtalya ve İspanya'nın deneyimlerine de dayanarak, “[epidemiyolojik] eğrinin düzleştirilmesinin” aciliyeti üzerinde durdu. Hastanelerin ve sağlık bakım merkezlerinin, New York’un bazı bölgelerinde görüldüğü üzere, dolup taşmasına mani olacak adımlar atmak, en önemli adım olarak görüldü.

Ancak, hasta sayılarının ne pahasına olursa olsun düşürülmesine yönelik bu vurguya rağmen sayılarda herhangi bir düşüşe tanık olunmaması hepimizi şaşırttı. İnsanlara virüsün bulaşmasına mani olmak en temel amaçtır, bunun tartışılacak bir yanı yok. Bu, elbette ki kıymetli bir hedef, ama bugün dünya nüfusunun büyük bir kısmı, hâlen daha bu solunum yolu virüsüne karşı bağışık değil ve insanlara bu virüs bulaşmaya devam ediyor. Neticede bu virüs, sürü bağışıklığına ulaşılıncaya kadar hızla veya kısmen daha yavaş bir hızda yayılacak.

Tek tek hastalara odaklanan ve genel olarak yeni bulaşları önlemeyi amaçlayan (ama hiç de gerçekçi olmayan) tıbbi yaklaşım yerine, sürü bağışıklığı oluştuğu ölçüde uzun vadede ağır hasta ve ölüm sayılarını asgari düzeye çekmek için hastalığın izlediği güzergâhları ve epidemiyolojik özellikleri dikkate alan ve genel anlamda nüfusun kendisine odaklanan, halk sağlığı temelli bir yaklaşıma ihtiyacımız var.

MK: Üç dört ay içerisinde elimize bir aşı geçecek, o güne dek yüksek risk grubundaki yaşlıları korumak için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Başarılı bir aşı için ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) kriterleri, aşı olanların en az yüzde otuzunda etkili olacak olan aşının güven düzeyinin yüzde 95 olmasını öngürüyor.[4] Bu nedenle, diyelim ki bir aşı, güvenli olduğu görülüp gerekli onayı aldı, bu onay, onun doğal bulaşıcı hastalıklara karşı gerekli bağışıklığın sunacağı yardım olmaksızın bizi tek başına koruyacağı anlamını taşımıyor.

Çocuklar ve genç yetişkinlerde risk asgari düzeydedir, ayrıca gündüz bakım merkezlerini, liseleri ve üniversiteleri kapatma konusunda bilim veya halk sağlığı, herhangi bir gerekçe sunmamaktadır. Yüz yüze eğitim, tüm çocukların entelektüel ve sosyal gelişimleri için kritik öneme sahiptir, ancak okulların kapanması, özellikle ebeveynleri özel ders öğretmenlerin, (internetten eğitimin evde toplanmış bir grup çocuğa verildiği) pod okulların veya özel okulların masraflarını karşılayamayan işçi çocukları için zararlıdır.

Aşı ve “sürü bağışıklığı” genellikle strateji tartışmalarında birbirlerine zıt unsurlar olarak takdim ediliyor, bu anlamda sürü bağışıklığı, içgüdüsel olarak olumsuz tepkilere yol açıyor.

MK: Sürü bağışıklığı, tıpkı yerçekimi gibi, bilimsel olarak kanıtlanmış bir olgu olmasına rağmen, nasıl olduysa zararlı bir şeyi ima eden bir ifade olarak algılanıyor.[5] Ara sıra kayakçılar yerçekimine laf ederler, onun dışında insanlar, genelde onun aleyhine veya lehine bir şey söyleme gereği duymazlar. COVID-19 için hangi stratejiyi kullanırsak kullanalım, eninde sonunda ya bir aşı ile ya doğal bulaşma süreciyle ya da ikisinin bileşimi üzerinden sürü bağışıklığına ulaşacağız.

Dolayısıyla mesele, sürü bağışıklığına ulaşıp ulaşmamak değil. Asıl mesele, o noktaya asgari kayıpla nasıl ulaşılacağıdır. Sürü bağışıklığını sağlamak için koronavirüse karşı yüzde kaç bağışıklığa ihtiyaç duyulduğunu bilmiyoruz, ancak virüsün bulaştığı grupta fazla yaşlı insan varsa, çok sayıda ölüm olacağını biliyoruz. Öte yandan, çoğunlukla gençler enfekte olursa, çok az ölüm olacaktır.

KY: Galiba toplumların hiçbir şey yapmamasına ve virüsün kontrolsüz bir şekilde tüm nüfusa yayılmasına izin verilmesine, böylece sürü bağışıklığına hızlı bir şekilde ulaşılıp yol boyunca birçok yaşlı ve savunmasız insanın ölmesi ihtimaline karşı içgüdüsel bir tepki geliştiriliyor. Tek başına “sürü bağışıklığı” ifadesi bile insanların zihinlerinde insafsızlıkla malul “her şeye izin verelim”ci yaklaşıma dair olumsuz tepkilerin oluşmasına neden oluyor.

Oysa sürü bağışıklığı, bulaşıcı hastalıklarda meydana gelen basit bir sonuçtur. Yeterli sayıda insana virüs bulaştığında (veya yeterince insan aşılandığında) ve bağışıklık kazandığında, hastalığa sebep olan virüs (patojen) ona karşı bağışıklık elde etmiş insanlar tarafından bloke edilir ve virüs yayılma imkânı bulamaz (ama nüfusa dâhil olan ve virüse karşı hassasiyeti bulunan insanlar yüzünden ayrıca başka ülkelerden gelen virüsler sebebiyle virüs tam olarak yok olmaz.)

Sürü bağışıklığı, doğal bulaş, etkili aşılama veya ikisinin bileşkesi ile sağlanabilir. Ve sürü bağışıklığına ulaşma süreci yönetilirken, daha savunmasız insanlar bulaşma riskine karşı korunur, diğer insanlarsa nüfusun sürü bağışıklığına ulaşmasına yardımcı olur, böylece ölümlerin sayısı en aza indirilir.

Dahası, çoğumuz sık sık el yıkama gibi kalıcılaşacak kimi önlemleri günlük hayatımıza dâhil ettiğimiz ölçüde sürü bağışıklığı için gerekli olan virüs bulaşma oranı, bu önlemlere başvurmadığımızda ihtiyaç duyulan orandan nispeten daha düşük olacaktır. Virüsün yayılmasına izin verme yöntemi yegâne yöntem değildir, üstelik sürü bağışıklığı noktasına erişmemize de katkıda bulunmaz.

Yaklaşık 10,4 milyonluk bir nüfusa sahip sosyal demokrat bir ülke olan İsveç, izolasyon stratejisinden kaçındı ve bunu yaptığı için neredeyse her yerden sert eleştiriler aldı. Martin, sen İsveç'in stratejisinin aslında koronavirüsü kontrol altına almak noktasında en etkili yol olduğunu söyleyerek bu eleştirilere karşı çıktın. Peki sence ABD bugün daha çok İsveç gibi mi davranmalı?

MK: Çocukların hâlâ okula gittiği, genç yetişkinlerin olağan hayatlarına makul ölçülerde devam ettiği İsveç, yüksek risk altındaki yaşlıların korunmasını öngören, yaş esasına dayalı bir stratejiye başvurdu. Uluslararası planda ana akım medyanın İsveç’i eleştiri bombardımanına tuttuğu koşullarda bu strateji, ülke içerisinde halktan geniş kapsamlı bir destek gördü.

Stockholm'deki huzurevi sakinlerini korumadaki başarısızlık dışında, kapanma önlemine başvurmayan ülke, esasen bu süreçte iyi iş çıkardı. Örneğin, gündüz bakım merkezleri ve okullar bir ila on beş yaş arası çocuklar için asla kapatılmadı, sonuçta virüs kaynaklı ölüm sayısı sıfırlandı, hastaneye yatanların sayısı çok azaldı.[6] Dahası, öğretmenler diğer mesleklerle kıyaslandığında ortalamada aynı riskle karşılaştı.[7] COVID-19 ölüm oranı şu anda İsveç'te sıfıra yakın. ABD İsveç’e kıyasla daha genç ve daha düşük riske sahip bir nüfusa ev sahipliği yapmasına rağmen, bu ülkede bir milyon kişi başına düşen ölüm sayısı bakımından İsveç’i geride bıraktı.[8]

İsveç'in yaş esasına dayalı yaklaşımı, Güney Dakota'da kullanılan stratejiye ve Florida'daki mevcut stratejiye benziyor. New York ve Massachusetts'te, bu stratejinin tam zıttı kullanıldı. Bu tür eyaletlerde virüs konusunda düşük riske sahip çocukların okula gitmelerine engel getirildi, aynı şekilde düşük riske sahip genç profesyoneller evden çalışmaya, bu suretle kendilerini korumaya zorlandı, ama öte yandan yaşlı işçiler, ailenin geçimini sağlamak için işe gitmek zorunda kaldı, virüsün bulaştığı yaşlı insanlar, yüksek risk altındaki huzurevlerine gönderildi.

Bulaşıcı hastalıklar, kentsel alanları kırsal alanlardan daha ağır bir biçimde etkileme eğiliminde olduğundan, bu strateji işçi sınıfına, özellikle kentlerde yaşayan işçilere çok büyük zararlar verdi.

Tamam, peki ya Danimarka, Norveç ve Finlandiya? İsveç’in ölüm oranı Danimarka’dan beş kat, Norveç ve Finlandiya’dan kabaca on kat daha fazla, buna ne diyeceksiniz?

MK: Haklısın. Bugüne kadar İsveç’te COVID-19 kaynaklı ölümlerin oranı, bazı ülkelerdeki oranlardan daha yüksek ama aynı zamanda kapanma tedbirlerini uygulamış kimi ülkelerdeki oranlardan daha düşük. Ülkeler arasında COVID-19 ölüm oranlarını karşılaştırmak yaygın bir yöntem olarak gündeme gelse de esasen bu ölçüm yönteminin kusursuz olduğunu söylemek pek mümkün değil. Bu, maraton koşucularını yarışın otuz dakikasından sonra, pozisyonlarına göre değerlendirmek gibi bir şey.

Mortalite oranları, hastalığın ilk nerede ve ne zaman geldiğine bağlı olarak, tek tip bir strateji uygulanmasına rağmen, aynı ülke içindeki farklı bölgeler arasında büyük ölçüde farklılık arz edebiliyor. Nüfus başına ölümden ziyade, daha alakalı ancak anlaşılması zor bir ölçü olarak, enfekte olan kişi başına ölüm sayısına da bakılabilir. Herkesin evlere kapatılması, işyerlerinin kapısına kilit vurulması, kimi ülkelerde olduğu gibi vakaların ortaya çıkışını ertelese de bu yöntem, aynı zamanda bağışıklığın oluşumunu da geciktirir.

Bazı uzmanlar, ABD’deki kapanma stratejisinin kanser taramaları ve akıl hastalıkları gibi diğer halk sağlığı alanlarında uzun vadede ciddi sonuçlar doğurabileceği konusunda uyarılarda bulundular. Bu tespite katılıyor musunuz?

NA: Evet, bu salgın nedeniyle rutin aşı uygulamaları gibi muhtelif önleyici bakım hizmetleri ertelenmiş ve ertelenmeye devam etmektedir. Bu ertelenmiş önleyici bakımın, aksi takdirde daha erken aşamalarda önlenebilecek veya yakalanabilecek hastalıklar açısından gerçek etkilerini görmek birkaç yılımızı alabilir, neticede salgının bu konuda kesinlikle belirli bir etkisi olacaktır. Örneğin İtalya'da yakın zamanda yapılan bir araştırmanın aktardığı tahmine göre, kalın bağırsak kanseri taraması noktasında yaşanan dört ilâ altı aylık bir gecikme, geç dönem kanser vakalarının sayısını önemli ölçüde artıracak, bir yılın üzerindeki gecikmeler ise bu kanser türünden kaynaklanan ölümlerinin sayısı yukarı çekecek.[9]

MK: Dr. Yih gibi ben de kapanmaların ikincil zararları konusunda çok endişeliyim. Halk sağlığı politikasında, belirli bir hastalığın sadece mevcut koşullarda yol açtığı sonuçlar dikkate alınmaz. Sağlık konusunda kısa ve uzun vadede yol açtığı tüm sonuçlar göz önünde bulundurulur ve mesele, daha kapsamlı ele alınır.

Örneğin, ertelenen kanser taramalarının, kalp-damar hastalıkları ile ilgili olumsuz sonuçların, çocukluk çağı aşılama oranlardaki düşüşün, daha az diş temizliğinin, kötüleşen zihinsel sağlığın ve daha fazla ev boşaltma işleminin yol açtığı etkilerin de dikkate alınması gerekir.

Bir başka örnek de okulların kapanmasıdır. İyi eğitim, sadece akademik başarı ve mali refah için önemli değildir; Aynı zamanda çocukların zihinsel ve fiziksel sağlığı ve sonraki yetişkinlik dönemleri için de kritiktir. Çocuklar için bu virüsün yol açtığı risk düzeyi düşük olmasına rağmen, yaşlıları ve diğer yüksek riskli grupları uygun şekilde korumak yerine, çocuklarımızı feda ediyoruz, bu çok üzücü.

Bir diğer önemli endişe kaynağı da koronavirüsün ve ardından gelen izolasyonun ABD’li işçilerin evlerinde yarattığı etkidir. Profesyoneller büyük ölçüde evden çalışabilirken ve seçkinler, merkez bankasından gelen destekler sayesinde hisse senedi portföylerindeki değer artışına tanıklık etseler de nüfusun çoğunluğu, gerçekte ciddi bir mücadele veriyor.

KY: Toplumu eve kapatmada amaç, her ne pahasına olursa olsun genel sayıları düşük tutmaktır, fakat bu yöntem, bir bakıma kör bıçağa benzer. Kilitlenmeler, etkileri bakımından büyük ölçüde adaletsizdi, neticede servet ve güçteki eşitsizlikleri derinleştirdi. Milyonlarca işçi işini kaybetti ve kapısına kilit vurulmuş olan mevcut ekonomide bu işçilerin önemli bir kısmının yeni bir iş bulması mümkün değil. (Medyanın, pandemi öncesinde hâlihazırda geçimini sağlamak için mücadele eden milyonlarca insanın katlandığı aşırı ekonomik zorluklara bu kadar az ilgi göstermesi, üzerinde durulması gereken bir mesele.)

Milyonlarca insan ise yüksek riskli işlerde çalışmaya devam etmek zorunda. Pek çok beyaz yakalı işçi ise evden güvenle çalışabiliyor. Bu nedenle, sağlık çalışanları, toplu taşıma şoförleri, manav işçileri, et paketleyicileri ve diğer birçok meslek grubu gibi ön saflardaki işçiler, nihayetinde herkesi koruyacak olan sürü bağışıklığına orantısız bir şekilde katkıda bulunuyorlar.

MK: Evet, bence kapanma, son elli yıl içerisinde işçi sınıfına, bilhassa kentli işçilere yönelik gerçekleştirilmiş en büyük saldırı. Aslında, çalışmaktan başka seçeneği olmayan yaşlı, yüksek riskli, işçi sınıfından insanlar hilâfına, evden çalışabilen düşük riskli üniversite öğrencilerini ve genç profesyonelleri koruyoruz, bu da genel olarak daha fazla ölüme yol açıyor. Örneğin Toronto'da, kapanmaların öncelikle yüksek gelirli, risk düzeyi düşük azınlık mahallelerini koruduğunu, ancak düşük gelirli veya yüksek riskli azınlık mahallelerini korumadığını gösteren çalışmalar var.

Elbette, çalışan ailelerin sırtına binen ekonomik yük epey fazla, ancak COVID-19'un ölüm ve hastalık açısından etkisi, özellikle huzurevlerinde yaşayan yaşlılar üzerindeki etkisi, muazzam ölçülere ulaştı. Son tahminler, COVID-19'dan ölen her on Amerikalıdan dördünden fazlasının huzurevlerinde veya destekli yaşam tesislerinde bulunduğunu ortaya koyuyor. Katherine, sence bu, kaçınılmaz bir gelişme miydi?

KY: Huzurevi sakinleri bir anlamda esirdirler, çünkü bakıcıları her gün çalışmak için en geniş anlamda toplumun içinden gelip huzurevlerine giren, orada hastalar arasında dolaşan kişilerdir. Ayrıca ABD’de salgının başlarında huzurevi personeli yeterince kişisel koruyucu ekipman temin edemedi. Bu nedenle, bulaşma sürecinin kontrolünde ciddi sorunlarla karşılaşıldı, bu sorunlar hâlen daha görülmektedir.

Ancak bakımevlerinde COVID-19 nedeniyle ölenlerin sayısı bu kadar yüksek olmak zorunda değildi.

Yeterli KKE, maske takma ve sık sık el yıkama gibi katı önlemlerin uygulanması, virüs kapıp ölen huzurevi sakinlerinin sayısını büyük olasılıkla önemli oranda azaltabilirdi. Ayrıca, virüs kapmış olan hastaların, ehil bakım hizmeti alsınlar diye bakımevlerine getirilmesini öngören politika da süreçte yanlış yönetildi, bu da hastalığın yayılmasına, önlenmesi mümkün olan ölümlerin çoğalmasına neden oldu.

Şu anda eskisine oranla daha fazla seçenek var elde: Örneğin personel ve huzurevi sakinleri daha sık test olabiliyor, virüs bulaşmış personel evde kalmaya zorlanıyor, ziyaretçiler test sonucu kısa süre önce negatif çıkmış kişilerle kısıtlı tutuluyor, ayrıca hasta bakımı işini sadece antikor testi pozitif olan veya virüs geçmişi bulunan kişiler üstlenebiliyor. Bu test temelli önlemler, bulaşıcı hastalık kontrolü ile ilgili eski önlemlerle birlikte uygulanmalı, böylece huzurevi sakinleri, sonbahar ve kış dönemine girerken korunmalı.

Uzmanlar, siyahi ve İspanyol Amerikalıların hastalık ve ölüm açısından koronavirüs tarafından daha fazla etkilendiğini, ancak iş kaybı, yiyecek ve barınma güvensizliği açısından kapanmanın bir sonucu olarak daha fazla çile çektiklerini söylüyorlar. Bu durum, ilericiler açısından politik düzlemde belirli bir açmaza yol açıyor. Sizce bu açmazla nasıl başa çıkılabilir?

MK: Birincisi, bunun ana nedeni, siyahi ve İspanyol Amerikalıların şehirli işçi sınıfı arasında yüksek bir orana sahip olmasıdır. İkincisi, esasen iki sorun için de çözüm aynı olduğundan, bu aslında politik bir açmaz değildir.

Genç yetişkinler normal hayatlarını sürerken, yaşlıları koruyan yaş hedefli bir yaklaşımla, yaşlı işçi sınıfı daha iyi korunacak ve kapanmaların işçi sınıfı aileleri üzerindeki yıkıcı etkisi çok daha az olacak. İşçi sınıfı için yaş hedefli yaklaşım, bir kazan-kazan stratejisidir.

Buradaki açmaz, yönetici sınıf için geçerlidir. Birçoğumuz, eşitlik mücadelesine ve ırkçılık karşıtı mücadeleye sözde bağlılık gösteriyoruz ama bir yandan da sırf kendimizi korumak için işçi sınıfını hızla gelen trenin altına itiyoruz.

KY: Kendi toplumlarımızda kapanma önlemleri sorumlu bir davranış gereği kaldırılırsa, yani liseler, üniversiteler, parklar, müzeler, mağazalar, lokantalar, sahiller, insanların bir araya geldikleri yerler açılırsa, yaşlılar ve ağır hastalık ve ölüm riski altında olanlar korunursa, virüsün bulaştığı insan sayısı artacak, ama bu artış, ağırlıklı olarak genç ve sağlıklı insanlar arasında gerçekleşecek.

Bu yaklaşım uygulandığı takdirde, çoğu kişi için hayat, az çok normal seyrinde devam eder, özellikle virüsün doğrudan etkilediği, kapanmalardan zarar gören siyahiler, Latin işçiler, diğer sömürülen kesimler, marjinal gruplar, hayatlarını inşa ederler, geçim kaynakları oluştururlar. Her yerin kapandığı koşullarda sürü bağışıklığına daha geç ulaşılacaktır, ama kısa vadede bu yöntem, virüsün bulaştığı insanların ve ölümlerin sayısını düşürecektir.

Şurası açık: kurumlar açılırken ve insanlar işe ve okula dönerken yaşlıları korumak kâğıt üstünde kolay ama gerçekte zor bir iştir. Ben burada, özellikle ailelerin ekonomik veya kültürel nedenlerle çok farklı kuşakları içinde barındıran evlerde yaşama eğiliminde olduğu toplumlarda, yaşlıları güvende tutmanın zorluklarını en aza indirmekten bahsediyorum.

MK: Zorlukları en aza indirmememiz gerektiği konusunda Dr. Yih'e katılıyorum. Mevcut çabalarla karşılaştırıldığında, altmışın üzerindeki yüksek riskli kişileri daha iyi korumanın birkaç yolu var. Hâlâ çalışmakta olanlar evden çalışamıyorlarsa, sosyal güvenlikten bir yıllık geçici bir izin alabilirler. Yiyecekler teslim edilebilir, böylece yaşlı insanlar alışveriş yaparken virüse maruz kalmamış olurlar. Farklı kuşaklardan kişilerin yaşadığı evlerde bulunan yaşlılar, geçici süre boş otellere alınabilir.

Huzurevleri için asıl önemli olan husus ise bağışıklığı olan personeli kullanmak ve diğer personelin yanı sıra tüm ziyaretçileri de sık sık test etmektir. Her huzurevi sakininin temas etmek zorunda kaldığı personel sayısını en aza indirmek de önemlidir. Herkese yüzde yüz koruma sağlamak mümkün değildir, bunlar, neler yapılabileceğine ve yapılması gerektiğine dair sadece birkaç örnektir.

Koronavirüsün ekonomik ve sosyal yan etkileriyle en iyi nasıl başa çıkılacağına dair şiddetli tartışmalar hakkında daha geniş bir şekilde düşündüğümüzde, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki tartışmanın epey siyasallaştığını görebiliyoruz.

KY: Evet, COVID-19 politikası tartışması iki kampa bölündü, liberallerin çoğu bir tür kapanmayı, sağcılar açılmayı savunuyor. Bu konumlardan birini almadan, "diğer taraf"ın saldırısına uğramadan veya pratikte karalayıcı ifadelerle kategorize edilmeden, bu tartışmada belirli gerekçelere dayanan bir argüman dile getirmek artık çok zor.

Sağın, kapanma karşıtı konumu kolayca sahiplenmiş olması talihsizliktir. Bu sayede sağ, zaten sıkıntılı olan siyasi arenada ciddi bir destekçi kazanabilmiştir. Kapanmalara esasen halk sağlığını değil ekonomiyi koruma gerekçesi üzerinden karşı çıktılar. Ne var ki aldıkları bu konumun, kapanmalardan zarar gören çok sayıda insana cazip geldiğini görmek gerekiyor.

Demokrat Parti’nin ana omurgası da dâhil tüm liberal elitler, pratikte kapanma karşıtı siyaset alanını terk ettiler, bunun yerine, herkese aşı yapılana dek bulaş oranlarını düşürmenin önemi üzerinde durdular. Bence liberal elitler bu yaklaşımı, “herkes”i hep birlikte güvende tutma politikasını, belirli bir sınıfsal konum üzerinden benimsediler, çünkü hepsi de bu kapanma stratejisinin yol açacağı fırtınayı herkesten daha güvenli ve daha rahat atlatabileceklerini biliyorlardı. Ama bu liberal elitler, bu stratejinin işçi sınıfının ve ayrıca küçük işletme sahiplerinin takatini nasıl kestiğini, kesmeye de devam ettiğini göremiyor, anlamıyor.

MK: Ülkem İsveç'te COVID-19 stratejisini savunduğumda sol ile aynı safta yer alıyorum. Ama burada, ABD’de, Güney Dakota ve Florida'nın Cumhuriyetçi valileri tarafından uygulanan benzer stratejileri savunduğumda, sağcıymış gibi görülüyorum. Doğrusu bu, tuhaf bir durum. Kapanmalardan ziyade yaş hedefli bir stratejiyi tercih eden ve benim gibi bulaşıcı hastalık konusunda uzman olan meslektaşlarımın çoğu solcu ve ilerici isimler, ama nasıl oluyorsa beni Twitter’da sağcılar takip ediyor.

Bir halk sağlığı bilimcisi olarak benim görevim, sağcı veya solcu siyasetin ötesinde, halk sağlığı için mücadele etmek. Umuyorum ki politik ayrımın her iki tarafından insanlar bir araya gelerek halk sağlığına zarar veren bu sürece son verip, bunun yerine yüksek riskli bireyleri uygun şekilde koruyan, yaşa yönelik önlemleri savunurlar. Neticede hepimiz bu dünyada birlikte yaşıyoruz, onun hem güzelliklerini hem de virüslerini paylaşıyoruz.

İster ilerici bilim insanları ister sıradan insanlar olsun, tüm bu konularda sol ne tür bir konum almalıdır? Neyi talep etmeliyiz? Ayrıca, daha fazla bilgiyi nereden alabiliriz?

MK: Yaş hedefli bir strateji, ister zengin ister yoksul olsun, sürü bağışıklığına ulaşılıncaya kadar tüm yaşlı yüksek riskli bireyleri korurken, okulları çocuklarımız için açık tutarken, düşük riskli genç yetişkinlerin hayatlarını yaşamalarına ve ailelerini desteklemelerine izin veren bir stratejidir. Daha fazla bilgi için Oxford Üniversitesi'nde Profesör Sunetra Gupta ile harika bir röportaj yapılmış, okumanızı tavsiye ederim.[10] Benim görüşüme göre Gupta, dünyanın en seçkin bulaşıcı hastalık epidemiyologlarından biridir.

KY: Sorumluluğun paylaşılması gerekiyor. İlericiler, bu kapanmayı öneren yaklaşımı sorgulamalılar, zira bu yöntem, ancak hastaneler ve diğer sağlık bakım tesisleri dolup taştığı vakit geçerli olabilir, böyle bir durum yoksa anlamsızdır. Yaşlıları ve diğer yüksek riskli grupları koruma meselesi titizlikle ele alınmalıdır. Diğerlerinin işlerini yapmalarına ve toplumun işlemesini sürdürmelerine izin verilmelidir. İşçilerin kişisel koruyucu ekipmana, COVID-19 testine ve hastalık ödemelerine erişimi sağlanmalıdır.

Okullar ve üniversiteler yeniden açılmalı[11], ancak yaşlı öğretmenler, profesörler ve idari personel evden ders vermeli / çalışmalıdır. Uygulanabilir bulaş kontrol önlemleri alınmalı ve hastalanan öğrenciler ve personel evde, özel bir COVID-19 yurdunda veya gerekirse revirde kalmalıdır.

İster beyaz yakalı ister mavi yakalı olsun, çalışma hayatının genelinde benzer usuller tatbik edilmelidir. Uzun süreli bakım tesislerinde, personel ve sakinler COVID-19 için sık sık test edilmelidir. Pratikte virüs testi pozitif çıkan kişiler, en az on dört gün veya herhangi bir semptom gidene kadar evde kalmalıdır. Hasta bakımı işini, geçmişte COVID-19’a yakalanmış kişiler üstlenmelidir. Hapistekiler, benzer tedbirler kullanılarak korunmalıdır.

Artık kimse, ahlakçı bir tutumla parmak sallamamalı. Partilere ya da barlara giden üniversiteli gençleri utandırmanın ya da daha kötüsü, okuldan atmanın hiçbir anlamı yok. Meslektaşım Julia Markus[12], bu tutumun ne kadar ters etki yarattığı konusunda ikna edici bir yazı kaleme aldı. Bulaşıcı hastalıklar yayılacak ve genç, sağlıklı insanlar virüs kapacak, bu da nihayetinde herkese fayda sağlayacak olan sürü bağışıklığına katkıda bulunacaktır.

İlericiler, toplumcu bir bakış açısını savunmalıdır. Bu bakış açısı uyarınca virüs, sürü bağışıklığına ulaşılıncaya kadar yayılacak. Ölümleri azaltmak için yaşlılar sıkı bir biçimde korunacak, ayrıca kaba ve herkesi etkileyen kapanmaların işçilere ve beyaz olmayan kesimlere daha fazla zarar verdiği görülecek.

Pandemi, toplumun gözüne bugüne dek batmamış olan eşitsizliklerin derinleşmesi ve artması için gerekli zemini oluşturdu. Bu noktada Herkes İçin Sağlık Sigortası gibi yöntemlerle adil bir toplum için verdiğimiz mücadeleye devam etmeliyiz. Bugün böylesi bir topluma daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.

Kaynak

Dipnotlar:
[1] Martin Kulldorff, “COVID-19 Counter”, 10 Nisan 2020, Linkedin.

[2] Kate Brown, “Pandemic Is Not A Natural Disaster”, 13 Nisan 2020, Newyorker.

[3] Ed Yong, “Long Haulers”, 19 Ağustos 2020, Atlantic.

[4] U.S. Department of Health and Human Services, “Guidance for Industry”, Haziran 2020, FDA.

[5] BBC Newsnight, 17 Nisan 2020, Twitter.

[6] Public Health Agency of Sweden, “Covid-19 in Schoolchildren”, 2020, PDF.

[7] Public Health Agency of Sweden, “Förekomst av covid-19”, 13 Mart-27 Mayıs 2020, PDF.

[8] “Coronavirus Pandemic”, Data.

[9] Luigi Riccirdiello vd., “Impact of Sars-CoV-2”, 6 Eylül 2020, NCBI.

[10] Reaction Team, “Interview with Sunetra Gupta”, 21 Temmuz 2020, Reaction.

[11] Claire Laporte ve Leonard Cassuto, “Reopen Colleges”, 16 Nisan 2020, Inside.

[12] Julia Marcus, “Blame Students”, 21 Temmuz 2020, Atlantic.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder