Meclis’te
Dem Parti ile MHP arasındaki tokalaşma mizanseninin önceden kurgulandığı belli.
Tarafların açıklamaları, bunun kurgu olduğunu ortaya koyuyor. Demek ki bir
akşam birileri Dem’i aramış, “başkan yanınıza gelecek. Saygıda kusur etmeyin,
ayağa kalkın, elinizi uzatın” demiş.
Sosyalist
hareket açısından burada şu soruları sormak gerekiyor: “Dem ile birlikte SYKP,
ESP, SDP de tokalaşmış sayılıyor mu? ‘Diğer elle Erdoğan’ın eli tutulmuştur’
diyebilir miyiz? Dün ‘Avrupa’da Ülkü Ocakları yasaklansın, bunlar hep mafya!’
diyen bu (kendilerini örgüt ve parti zanneden) dernekler, ‘biz, hâlen daha
Sabahat Tuncel’in öfkeli bakışlarına örgütlüyüz. O eli kıracağız’ açıklaması
yaptılar mı?”
Tuncel
ise bugün feminist birey partisinin üyesi olarak sosyalist harekete ayar
vermekle, hakaret etmekle, onu küçük görüp ezmek, buradan da hareketi liberal
bir kıvama kavuşturmaya çalışmakla meşgul. Zira sosyalist hareket, hâlen daha
“beton”, cahil, hâlen daha Batı’nın istediği kıvamda değil.
Bu
tokalaşma bahanesiyle burada bizim Siyahi devrimci şair Emir Bereket[1] gibi
sorular sormamız gerekiyor.
Suriye
işgali öncesi Türkiye sınırındaki mayınların temizlendiğini hatırlayan var mı?
O mayınları kim temizledi? İsrail’e mayın ihalesini kim verdi? O temizlik,
Suriye işgali için mi gerçekleştirildi? Suriye işgaliyle çözüm süreci
arasındaki bağı kim kurdu, kim sorguladı? Suriye’deki yıkıma ve kıyıma kimler
ortak? Kim sustu, kim konuştu? Kim kim?
Yıllar
önce Kolombiya’da da barış rüzgârı estirilmişti.[2] “Bu barış rüzgârı ile
Venezuela’ya yönelik operasyon ihtimali arasında bağ var mı?” sorusunu soran
oldu mu? Dün zihin dünyalarında Sovyetler’in kapladığı yere ABD’yi ve/veya
Avrupa’yı yerleştirenlerin, “işçi sınıfı” yerine Batı’nın güdük liberal
kimliklerini ikame edenlerin bu soruları sorması mümkün mü?
Bugün Bahçeli’nin uzattığı eli yeni Anayasa ile ilişkilendirenler var. Peki bu tokalaşmanın, ısıtılan İran operasyonuyla veya İran işgaliyle alakası olabilir mi? Almanya’nın Türkiye’ye savaş uçağı verdiği, devletin savunma sanayii için vergi topladığı, TRT müdürünün “İran rahatsız edilmeli, bunun için kanal kuracağız” dediği momentte, o Alman istihbaratına bağlı sosyalist örgütlerin bundan sonraki söz ve eylemlerini kim sorgulayacak? O örgütler, bundan sonra ne diyecekler, ne yapacaklar? (Yazının yayınlanması üzerine bir HDP’li gerekli cevabı verdi: “Evet, o tokalaşma, İran işgali hazırlıklarıyla ilişkili, n’olmuş?”)
Bugün
sosyalist hareketin önemli bir kısmı emperyalist-Siyonist kampa bağlı, o kampın
emir eri, akıncı birliği, Azak Taburu. Bu hareket, İran’a emperyalizmden ve
Siyonizmden çok önce girdi. Hareket, Mossad ajanları ağzıyla konuşmayı
kanıksadı.
Mossad
ajanları, emperyalizmin ve Siyonizmin propaganda aygıtları, Müslümana,
Doğuluya, fukara halklara karanlık ve ölümü çağrıştıran mecazlarla
yaklaşıyor. Emperyalizmin-Siyonizmin aklı fikri ve emriyle, onları karanlığın
ve ölümün temsilcileri olarak görüyor, gösteriyor. Kendi tabanlarını, kendi
askerlerini aydınlık ve hayat için dövüştüklerine ikna ediyor. Sosyalist
hareket, bu ikna gayreti üzerinden içerik ve anlam kazanıyor.
Bu
nedenle, bugün sosyalist harekete en ağır küfürleri, en ağır hakaretleri edin,
yoldaşlarını bir bir öldürün, o hiçbir cevap üretemez. Çünkü hepsi, hayat ve
aydınlık ideolojisine örgütlendi. Hiçbir sol örgütün derdi değil, çocuk,
kadın, işçi ve köpek ölümleri! Sadece birilerine “hayatın ve aydınlığın simgesi
biziz” diyebilmek için yapıyorlar eylemlerini. Sadece imajlarını düşünüyorlar,
sadece imaj için hareket ediyorlar. “Hayat ve aydınlık” dedikleri, bekası için
mücadele ettikleri şeyse devlet ve sermaye.
Kendilerini
devletle özdeşleştirenlerle kendilerini sermayeyle özdeşleştirenler arasındaki
atışmanın, rekabetin bir anlamı yok. Hepsi de ağaların-paşaların kontrolünde.
Hayat
ideolojisine örgütlendikleri için öldüremezler, hasbara elemanlarını
gebertemezler, Elrom’u vuramazlar, emperyalistleri üsten alıp dağa
kaldıramazlar. İmajlarına zarar gelsin istemezler. Birilerini üzmeyi göze
alamazlar.
Hayat
ve aydınlık ideolojisine örgütlenmiş olan sosyalist hareket, bu ideolojinin
emperyalizme ve Siyonizme ait olduğunu bal gibi biliyor. Hayat ve aydınlık
adına hareket edenler, bugün emperyalizme ve Siyonizme uşaklıkta yarışıyorlar.
Bugün
“Hamas ve Lübnan Hizbullah’ının, İsrail ve aslında bir bütün olarak
emperyalizme karşı verdikleri mücadeleyi desteklemek, feminist hareketin
Türkiye’deki herhangi bir siyasal İslamcı akımla Filistin direnişi üzerinden
yan yana gelmesini gerektirir mi?”[3] sorusunu tartıştıran ne feminizm, ne
Marksizmdir, Mossad’dır. “Kadınlar ve solcular Müslümanlarla yan yana gelmesin”
diyen kişi, İsrail’e ve emperyalizme çalışan bir ajandan başka bir şey olamaz.
İsrail’e
karşı eylemlerden çekilen SEP’in Müslüman alerjisi de “ya bu İslam zaten
bitiyor, yok oluyor, bunlara prim vermeyelim” lafları da emperyalizm
uşaklığının eseridir. Kimse, “bize AKP’nin İslamcı olduğunu, onun ekonomik ve
politik gerçekliğiyle değil de olmayan Müslüman kimliğiyle dövüşmemizi kim
söyledi?” sorusunu sormuyor. AKP üzerinden hayatın ve aydınlığın sahiplerine
hizmet ediliyor.
Batı’da
sosyalistler, “cesetlerimizle dayanışma ilişkisi geliştirip füzelerimizden yana
olmayanlar, ikiyüzlüdür ve bizden değildir” derken, buradaki sosyalistler,
Hamas ve Hizbullah’ın kitlesiyle örgütleri Mossad operasyonuyla ayrıştırmaya
çalışmakla meşguller. PKK ile Kürd’ü ayıran, ama nedense HDP’nin ekmeğini yiyen
sol örgütler, aynı işlemi, ezilen halkların dünyada ve Ortadoğu’da verdikleri
mücadelelere de uyguluyorlar. Bu ikiyüzlülük, bu yalan, solun emperyalizmin ve
Siyonizmin hayatına ve ışığına örgütlenmiş olmalarıyla ilgili.
“Hamas
da Hizbullah da gebersin, ama şu Arap halkına da zavallı kadersizliğine de
acıyalım” diyen, sosyalist değildir.
Bugün
sosyalistlerin önemli bir bölümü, Müslüman’ın iradesini kırmak, sesini boğmak,
varlık alanını daraltmak için, doğrudan 28 Şubat paşalarının emriyle, Gazze ve
Filistin eylemlerine destek veriyormuş gibi yapıyorlar. Yalan söylüyorlar.
Bugün “Müslümanla yan yana gelmeyelim” diyen SDP gibi yapıların 2012 yılında
Müslüman örgütlerin de iştirak ettikleri Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Güç
Birliği çalışmasına katılmaları da yalandı.
Bu
ülkede sağcıların örgütlenme pratiklerini “İslamcı” olarak damgalıyorlar.
Netanyahu’nun kırk yıl önce örgütlediği İslamcılık Konferansı’nda[4] söylenen
sözleri tekrarlıyorlar. Burada birer Mossad ajanı olarak konuşuyorlar.
Bu
ajanlardan biri olarak Hülya Osmanağaoğlu, Batı STK’larından, istihbarat
kurumlarından para alan feministleri ve solcuları savunan bir isim. Bu
savunuyla uyumlu yazısında, “İslamcı” kelimesinin yerine “feminist” de
yazılabileceğini görmüyor. Feminist hareket de tarihi boyunca yer yer HO gibi
anti-Marksist ve antikomünist bir faaliyet olarak çıkıyor karşımıza. Ya da onun
aklıyla, misal Merkel’in yaptığı zulümleri, Alman dışişleri bakanı,
feminist-çevreci kadının İsrail’e desteğini, Hillary Clinton’ın yaptıklarını
feminizmin hanesine yazabiliriz pekâlâ. Veya sosyalist partilerin iktidarında
Avrupa’da işçi sınıfına ve mazlum halklara edilen zulümleri listeleyelim ve
“sosyalizm ezilen-sömürülen düşmanı” diyelim. Bu, Marksist bir analiz olamaz.
Bir
anti-Marksist ve antikomünist olarak HO’dan böylesi bir analiz beklenemez.
Müslüman’ın da sağcısının ve solcusunun olabileceğini, devrime karşı veya
devrim safında örgütlenebileceğini, toptancı, genellemeci ifadelerin teorik
olarak bile sorunlu olduklarını görmüyor. HO, aslında “burada Filistin ve
Lübnan için kılımızı kıpırdatmayalım” diyor. Kadrolarına “eylemlere katılmayın”
emri veriyor. Zaten mevcut olan eylemsizliğe kılıf örüyor. Bu kılıfı
kendisinden örmesini isteyen er kişilerin erilliğine hizmet ediyor!
HO,
Türkiye’de işçi katliamı yaşanan maden ocağı haberini yapmayan, o ocağa
gitmeyen, Kurtuluş Parkı’ndaki maden işçileri eylemine selam bile vermeyen, ama
İran’da bir madende yaşanan patlama haberine balıklama atlayan, İran’da yaprak
kıpırdasa coşa gelen ama Almanya’daki kitlesel eylemler karşısında susan bir
örgütün mensubu.
Dolayısıyla,
onun “İran’da yaşanan anti-emperyalist İslam devrimi” demesinden huylanmak
gerekiyor. Aslında kendi tabanına diyor ki “bu İslam, ilerici bir güç olarak
emperyalizm karşıtı. Bunlara destek olmayın. Kimseye söylemeyin ama biz
emperyalizmden yanayız.”
HO,
İslam’ın “anti-emperyalist” olduğunu söylerken bu dini güzellemeyeceğine göre demek
ki emperyalizmin altını çiziyor, Kurtuluş yolunu oraya bağlıyor. HO, aslında
Irak işgali sonrası “Ortadoğu’yu gençler ve kadınlar üzerinden çözeceğiz,
onlarla işgal edeceğiz” diyen Amerikan dışişleri bakanının emriyle hareket
ediyor.
Tuhaf
bir biçimde HO, hem Lübnan’daki toplantıya İslamcıların gelmediğini söylüyor,
ama nedense onları zaten çağırmadıkları gerçeği üzerinde durmuyor. Yani HO,
çağırmadığı örgütleri gelmedikleri için eleştiriyor. Ayrıca eleştirdikleri
örgütlerin önemli bir kısmının kendisinin yıllarca hizmet ettiği Cumhuriyet ve
devlet ideolojisinin eseri olduğu gerçeğinin üzerini örtüyor.
HO
gibi liberal isimlerin dâhil olduğu Doğu Konferansı operasyonuna katılan Can
Dündar, Nasrallah’la ilgili anısını aktarırken, altını çizerek vurguladığı
ifadeleri dâhilinde, onu savunulmayacak bir “gerici ve yobaz” olarak takdim
ediyor. Uzun zamandır Dündar’a örgütlü olan HO, “Anti-emperyalist İslam
devrimi” ifadesini kasten kullanıyor.
HO,
yıllardır Fethullahçı basından beslenen örgütün üyesi olarak neyi nasıl ifade
edeceğini iyi biliyor. Biden’ın gemisine binmiş, “burjuvazinin ilerici
kanadıyla ittifak kurmuş” bir örgütün emperyalizm ve Siyonizm karşıtı olması
mümkün değil. Bunlar, Lübnan’a ve Filistin’e düşen her Siyonist bombada
ellerini ovuşturuyorlar.
Bu açıdan, Teori ve Politika’nın “emperyalist-Siyonist kampa karşı oluşan barikat”a dair lafları da yalan.[5] Cephe gerisini toplamak, itirazları boşa düşürüp değersizleştirmek, meseleyi basit kişisel tercihe indirgemek ve anlamsızlaştırmak, futbol takımı taraftarlığına kapatıp yavanlaştırmak için uğraşıyor. “Çin de şu Tel Aviv’e füze atsa ne güzel olurdu ya!” gibi film seyircisi edasıyla attığı abuk sabuk tvitleriyle TP, Çin güzellerken Çin’e düşman yazarlara kürsü oluyor.[6] Çin’i boşa düşürüyor, değersizleştiriyor, Maoizmi tasfiye ediyor. Bunlar, hep birlikte, küçük burjuvazinin İran talanına ve yağmasına ortak olmanın neticesi.
Bu ortaklık dâhilinde, çözüm sürecinin özel “ajan”ı olarak İlhami Işık, bugün çözüm sürecinin son bulmasının ana nedeninin İran olduğunu söylüyor.[7] Bu tür ajanlar, halkın çektiği tüm çilelerin sebebini İran’a bağlayacak yazılar yazmaya hazırlanıyorlar. Hepsi de İran denilen ülkenin işgal edilmesini açıktan isteyen Nevşin Mengü’nün ofisinde özel eğitimden geçiriliyor.
TİP’in
korosu, attığı tvitinde, bu yağma ve talan koşullarında Bahçeli’yi Türk’ün
önderi kabul ediyor, halkların “hayvanlar gibi boğazlaşacağını” söylüyor.
Onlara karşı, onları terbiye etmeye çalışan aslan terbiyecisi birey olarak
konuşuyor. Meseleyi gene ölüme ve karanlığa bağlıyor. Sahiplerinin yolunu
temizliyor. Tenhada Kürd’e “nasıl aldık ama vekillerinizi!” diyenler, küçük
gördükleri halka akıl veriyorlar. Herkes, Devlet’in elinin tutulmasına kılıflar
örüyor.
Kimse,
bu koşullarda Kürdistan davasına yüklenen içeriğin ve anlamın neden değiştiğini
izah etmiyor. Kürdistan davası, bugün içeriği ve anlamını emperyalizme
uşaklıkta, Siyonizme bekçilikte buluyor. Bu davanın Kürd’ün davası olmadığını
görmek gerekiyor.
Kürd,
İran yağmasının ve talanının Azak Taburu, akıncı birliği, yeniçerisi, ABD’nin
mandası, Siyonizmin sömürgesi olup olmayacağı konusunda vereceği kararla yeni
bir tanıma kavuşacakmış gibi görünüyor.
Ezilen
ezilenin yurdu mudur yoksa kurdu mudur, efendilerin uşağı mıdır yoksa onurlu
bir millet olarak öncü müdür, hep birlikte göreceğiz. Devlet’in elini sıkmakla
başlayan sürecin nereye varacağına hep birlikte tanıklık edeceğiz.
Eren Balkır
12
Ekim 2024
Dipnotlar:
[1] Emir Bereket, “Birileri Amerika’yı Havaya Uçurdu”, İştiraki.
[2]
Telesur, “Kolombiya’da Barış Süreci”, 10 Nisan 2015, İştiraki.
[3]
Hülya Osmanağaoğlu, “Feminizm, Hamas, Hizbullah ve Türkiye’de Siyasal İslam”,
11 Ekim 2024, Umut.
[4]
Powerbase, “İslamcılık Terimi”, İştiraki.
[5]
Metin Kayaoğlu, “Barikatın Hangi Tarafındasınız?”, 7 Ekim 2024, TP.
[6]
Eren Balkır, “TC-Çin İlişkilerinin Kadro’su”, 04 Ağustos 2024, İştiraki.
[7]
İlhami Işık, “Güzel Şeyler Olacak, Bu Kez Geç Kalmazsak” 11 Ekim 2024, Serbestiyet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder