Bugün
TKP-ÖDP gibi yapıların programlarının özünde şu yazar:
“Barışta ve savaşta,
karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk
ve muhabbetle hizmet, kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve
askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan,
cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum
üzerine and içerim.”
Bu durum, solun yüz yıllık emirden çıkamamış olmasının bir sonucudur. “İtaat” dışında diğer kelimelerin bir anlamı yoktur.
Sol, “105 yıl sonra aynı kararlılık ve cesaretle 19 Mayıs 1919, emperyalist işgale ve çürümüş saltanata karşı büyük bir mücadelenin başlangıcını simgeler”[1] demeye mecburdur.
“Bağımsız, egemen bir ülke, laik bir Cumhuriyet doğrultusunda gelişen Milli Mücadele bugün Türkiye’de emperyalizme ve gericiliğe karşı Cumhuriyetçi bir silkinişe ilham vermenin yanı sıra, emekçi halkın sömürü düzenini yıkma iradesine de önemli bir meşruiyet sağlamaktadır” yalanına inanmak zorundadır.
Samsun’la
başlayan yolculukla ilgili ilkokul hikâyesine, o mitolojiye iman, sosyalist
siyaseti tayin etmektedir.
15
Temmuz darbe girişiminde destek verdikleri Erdoğan’sa “19 Mayıs, teslimiyete
karşı milletimizin hür ve bağımsız yaşama kararlılığının sembolüdür” diyor. Bu
nedenle TKP, “Ah keşke 15 Temmuz gecesi işçi sınıfını sokağa dökseydik” diyerek
sitemini dile getiriyor.
Hür
ve müstakil yaşayacak ülkenin tabii ki hür ve müstakil sosyalist hareketi
olmalıdır. Kemal Okuyan, komünistlerin düzenlediği bir uluslararası toplantıdan
dönüşte, “ne güzel ya hiç hiyerarşi yok, öyle güzel ki kimse kimseye politika
dayatamıyor, çok liberaliz” diyordu. Kemal Okuyan’ın anladığı solculuk budur.
CHP liberalizminin dişine uygun bir solculuktur bu. Onu yetiştirenler, bugünler
için yetiştirmişlerdir.
Hocası
Yalçın Küçük de her kitabının başında, ortasında ve sonunda illaki “27 Mayıs’ı
ben yaptım!” diyordu. “Hür ve müstakil Türkiye” yaşasın diye yapılan bu NATO
darbesini tabii ki devletin eğitim için Amerika’ya gönderdiği bir isim
yapacaktı. İşçi-köylünün böylesi bir vasfı zaten olamazdı, o ancak maraba
olabilirdi. İşçi-köylünün iradesi olmasın diye vardı bu sol.
Orhan
Gökdemir’in “eski” yoldaşı Yıldırım Koç da Mustafa Suphiler’den başlayarak
komünist hareketin dışarıdan emir aldığını söylüyor.[2] “Katli vacibdi” diyor. “Dışarısı”
dediği, Ekim Devrimi ve o iradeyle inşa edilmiş Komintern. Yıldırım Koç, hür ve
müstakil ülkenin hür ve müstakil sosyalistleri adına konuşuyor. “Bize kimse
emir veremez” diyor. Burada denilen, denilmeyenin üzerini örtüyor. Örttüğü
gerçek cümle şu: “Biz, ancak buranın hür ve müstakil efendilerinden emir alırız,
o emrederse grevi bitirir, isterse sendikayı kapatır, cuntaya onay verir,
devletin politikalarına uşaklık ederiz.”
1920
ve 1960, kritik momentler. Her ikisinde de sosyalist hareket, gömleğin düğmelerini
daha baştan yanlış ilikliyor. Her iki momentte de burjuvaziden ve devletten
yana saf tutuyor. Burjuvazinin ve/veya devletin hür ve müstakil oluşuna dair
masallara iman ediyor, hareketini bu iman şekillendiriyor. Küçük burjuva
tavırla her şeyi kendisinde başlattığı için 1920’de ve 1960’ta başlattığı
tarih, tabii ki kendisine işaret ediyor. O tarihi o küçük burjuva yaratıyor. Küçük
burjuva, adsız-adressiz, ezeli-ebedi kolektif mücadeleye duhul edemiyor, ait
olamıyor. O mücadelenin birikimini lime lime ediyor, işine geleni alıp işine
gelmeyeni tasfiye ediyor. Bu ülke, küçük burjuvanın sınıfsal çıkarları izin verdiği
ölçüde sosyalizme ve Marksizme vakıf olabiliyor.
İkisinin
kitlelerle buluşma zeminini inşa eden 1960 darbesi, bir NATO-ABD darbesi. Menderes’in
üniversite öğrencilerini kazanlarda yakıp sabun yapması masalına inandıkları
için değil, Menderes’in Sovyetler’e yakınlaştığını gördükleri için yapıyorlar darbeyi.
Yapan paşalardan birisi, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurucusu.[3] Bugün
sosyalistler, bu darbenin mitolojik öneme sahip olduğuna, her şeyi ona borçlu
olduğumuza bizi inandırmak için uğraşıyorlar.
Altmış
darbesinin sosyalist harekete ve işçi hareketine açtığı yol, yolun içeriği, her
yönüyle sorgulanmayı bekliyor. Egemenler, gerekli sigortaları yerleştirerek, gerekli
radar noktalarını belirleyerek açıyorlar o yolu. Yoldan çıkanlar,
katlediliyorlar. Katledilenlerin yolundan ilerlemek gerekiyor.
Sovyetler’e
yakınlaşmanın sonucu gerçekleştirilen darbe, Avrupa tipi solculuğa alan açıyor.
Ama sonra Sovyetler de “kapitalist olmayan yol” ve “barış içerisinde bir arada
yaşama” politikaları gereği, darbenin açtığı yola cevaz veriyor. Sovyetler,
Avrupa’nın hoş gördüğü noktalar ölçüsünde varolabiliyor.
Sovyetler’de
çıkan “Yurtdışı” isimli bir dergide Yön dergisinin çıkış bildirgesi
sahipleniliyor. Kemalizmi eleştiren dergi, Atatürkçülüğün emekçilere ait
kılınmasını doğru bulduğunu söyleyerek Yön’e destek sunuyor. Hür ve
müstakil olmak isteyenler, her yerde kendi benzerlerine yol açıyorlar. Emekçilerin
sahiplenmesini istedikleri Atatürkçülük, sosyalist hareketi CHP’ye ve
devlete-sermayeye kul ediyor. Tepeden inmeci ideolojiyi aşağıya kabul ettirmek,
sosyalistlere düşüyor. Herkes, Halkevleri’nin uzantısı hâline geliyor.
Yıldırım
Koç’un bağlı olduğu gelenek, TKP’lileri Batum’a kovan, bununla yetinmeyip,
onları denizin orta yerinde katledenlerin geleneği. Kovmak, tasfiye etmek
istedikleri ise Komintern’in, Ekim Devrimi’nin ve Bolşevizm’in geleneği. Bu
gelenekse işçi-köylünün devrimci iradesiyle tanımlı. Bu tasfiyeyi hür ve müstakil
olanlar için gerçekleştiriyorlar. Bunu hür ve müstakil olduğuna inandıkları
devlet ve/veya sermayenin yolu açılsın diye yapıyorlar. Hepsi de mitolojideki “yalnız kurt” tarafından emzirilmiş.[4]
Bunlar,
tasfiye ettikleri güçlerin yol açtığı çatlağı, yarığı, açtığı çentiği siliyorlar.
Bunu Marx öncesi sosyalizm ve Lenin öncesi Marksizm galebe çalsın diye yapıyorlar.
Bernstein, “emperyalizm olmasaydı domates yiyemezdik” diyen biri, o yola
bağlanıyorlar.
Küçük
burjuva, tarihini başlattığı 19 Mayıs 1919’un bir mitolojiyi esas aldığı
gerçeğini gizlemeye mecbur. Geminin gittiği bölgede Rum çeteler ve
Sovyetler’den etkilenen dinamikler faal, bunları bastırmakla görevli kadrolar
Anadolu’ya çıkartma yapıyorlar. Verilen görev bu. Sonradan devletle bağlarını
kopartıp bağımsızlık mücadelesi verdikleri, bir mitolojiden ibaret. İlkokul
kitaplarını süsleyen bu mitoloji, sosyalist hareketi yüz yıldır yönetiyor.
Sosyalist hareket, hür ve müstakil kabul ettiği güçlere yaranmak adına hür ve
müstakil olduğunu ispatlamak için uğraşıyor. Her fikrini ve her eylemini bu
uğraş tayin ediyor. Bu uğraşın teoriyi ve pratiği çürüttüğü görülmüyor.
Hürlük ve müstakillik, tartışmalı. Tartışılmasın, belirli bir bağlama oturtulmasın,
biricik kabul edilsin, kitleler onları yüceltsin isteniyor. O hür ve müstakil,
esareti ve köleliği gizliyor. Biricik kabul edildiği için, 1918’de Kars-Erzurum
şuralarına yansıyan irade, ciddiye alınmıyor. İran, Azerbaycan, Türkistan ve
Kafkasya’da başka bir siyaset demleniyor. Kâzım Karabekir, Kızıl Ordu’da
rütbelerin sökülmesi ile birlikte Türk ordusunda da benzer gelişmelerin
yaşandığını, kendilerinin kızıl kalpak takmak zorunda kaldıklarını söylüyor.
TBMM bahçesinde komünizm tartışılıyor. Bir Nakşibendi şeyhi “İslam ve sosyalizm
kardeştir” diyor. Adamın meclisteki konuşmalarının kayıtları yakılıyor.
Mehmet
Akif camide verdiği vaazında, “Bütün sömürgeci devletler, komünizm tehlikesi
karşısında şaşırdılar ve şaşkınlıkları gittikçe artacaktır”[5] diyor. İslam
tehlikesiyle komünizm tehlikesi arasında bağ kuruyor. O dönemde esen sert
rüzgâr kuruyor bu bağı. Birileri, bağı kesmek için uğraşıyor.
Hür
ve müstakil olma ısrarı üzerinden sol, diyalektikle ve maddeyle ilişkisini
kesiyor. Hür olmak diyalektikle; müstakil olmak maddeyle ilgili bir mesele.
Diyalektiği inkâr eden hürlüğe, maddi olanı inkâr eden müstakilliğe vurgu yapıyor.
Solun
mitolojiye düşkünlüğü bu inkârın sonucu. Gerçek ilişkiler kurmuyor. Gerçekle
ilişki kuramıyor. Kendisini ancak yalan bir masalla tanımlayıp var edebiliyor.
O mitoloji de ona yönelik iman da terk edilmeli.
Eren Balkır
27
Temmuz 2024
Dipnotlar:
[1] “TKP’nin 19 Mayıs Bildirisi”, 19 Mayıs 2024, X.
[2]
Yıldırım Koç, “Eski TKP’yi Kim Yönetiyordu?” 6 Temmuz 2024, Veryansın.
[3]
Eren Balkır, “Eskişehir Nutku”, 9 Şubat 2020, İştiraki.
[4]
Eren Balkır, “Vaha”, 8 Ocak 2024, İştiraki.
[5]
Mehmet Akif Ersoy, “Nasrullah Camii Vaazı”, 19 Kasım 1920, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder