Sol özneler, kendilerini hür ve müstakil kılan, öznelik bahşeden gücün emirlerinden çıkamıyorlar. O gücün dediklerini yapıyorlar. Ortadoğu veya Doğu bağlamından, oradaki bağlardan söz edenleri öldürmek zorundalar. Gelgelelim devlet, 2004’le birlikte Ortadoğu pazarına giriyor.
Sermaye için AKP, Egemen Bağış’ın
Google’dan bulup paylaştığı Bakara Makara’yla aynı anlam ve değere sahip. AKP,
o laf kadar Müslüman ve dinci!
Seksenlerde Avrupalı olarak Ortadoğu pazarına girmek isteyen sermaye, AKP’yi inşa ediyor, sonra da sahaya sürüyor. Devlet de kentteki huzursuzluğu kontrol altında tutma görevini CHP’ye veriyor. Bu düzeneğin küçük bir parçası olan TKP, AKP’nin de en az kendisi kadar dinsiz imansız olduğunu biliyor olmalı.
AKP, Ortadoğu’daki
Müslüman direnişi kırarak, sermaye adına ilerliyor. Sola sermayeye kol kanat
gerip dine saldırmak düşüyor.
2010’la
birlikte iş ciddiye bindi. CHP dümen kırdı. “Bari bu Müslüman kitleden
bireyleri avlayalım” denildi. İştirakî’ye yönelik sınırlı ve geçici teveccühün,
ilginin sebebi buydu. CHP ve uzantısı olan sosyalistler, iman ettikleri
mitolojideki çatlakları kapatmak için belirli kanallardan Doğu ve Müslüman
sahasına giriş yaptılar. Oranın iradesini tasfiye etmek için uğraştılar.
Bugün
Filistin eylemlerine Müslüman halkı taciz ve rahatsız etmek için kasten şortlu
kadın yoldaşlarını gönderiyorlar, Tekbir’e mani oluyorlar, temsili bir-iki
kişiyle katılım gösteriyorlar. Süreci baltalamak için uğraşıyorlar. Müslüman’ın
dilini kesmek için uğraşıyorlar. Dertleri Filistin değil. Çünkü bunlar,
Bağdat’ın, Şam’ın, Kudüs’ün yerini ancak 2004’te Amerika geldikten sonra
öğrendiler. Gerici gördükleri Ortadoğu’dan kaçıp Avrupa kentlerine yerleştiler.
Oradan gelen fikirlerle beslendiler. Bunların geleneği, simgesi “kuzu postlu
kurt” olanlara dayanıyor. Filistin mücadelesini bu yalan imajla ele geçirmek
için çabalıyorlar.
Ağalarının-paşalarının
hür ve müstakilliğine biat etmiş olan sol örgütler, Doğu’nun iradesine
bağlanmayı zul kabul ettiler. Doğu’nun iradesine örgütlenme imkânlarını ortadan
kaldırmak için uğraştılar. Hepimizi koltuk altı kılları kesilsin mi veya 3
yaşındaki çocukları nasıl eşcinsel yapalım tartışmalarına bağladılar.
Felluce’yi unuttuk, Halep’i duymadık, Gazze’ye sırtımızı döndük.
Bugün
hür ve müstakil ağaların-paşaların Yalçın Küçük ve Orhan Gökdemir gibi
solcularının yetiştirdiği gençler, İştirakî’yi bu bağlar kurulmasın diye
tasfiye etmek istediler. Sosyaliz.morg, bu tasfiye pratiğiyle tanımlı. Tek
yaptıkları, hocalarından aldıkları feyzle, mitolojideki açıkları kapatmak,
tutarsızlıkların üzerini örtmek, egemenlere sorun çıkartacak meselelerin yol
açacağı dinamizmi köreltmek. Hepsi de CHP’ye çalışıyor, çalışmaya mecbur. Tecim
de geçim de fikir de oraya bağlı. AKP-CHP kurgusunda belirli değişiklikler
yaşanınca CHP yuvasına geri döndüler. Şimdilerde bir Cumhuriyet miti olan Yunus
Emre’ye atıfla Cumhuriyet ideolojisini sağdan beslemeye çalışıyorlar. Çünkü
artık Müslüman, demode, değersiz, artık nüfus. “Toplum kusurlu malları topluyor”sa,
onun efendilerine destek olunmalı.
Bu
gençlerin büyük hocası Yalçın Küçük, AKP’nin dönemin TOBB başkanı Sinan
Aygün’ün evinde kurulduğunu söylüyor. Sonra bakıyoruz ki Yalçın Küçük, o
Aygün’ün masasından kalkmıyor, evinden hiç çıkmıyor. Bu ilişkiler çok şey
anlatıyor olmalı.
Kuzey
Irak ve Halep’i isteyen Küçük, siyasetin biraz Ortadoğulaşması gerektiğini
biliyor, bunun sancılarını içeriden iletilen sara ve diplomayla ilgili
istihbaratla gidermeye çalışıyor. Bu sis perdesinin gerisinde AKP ile Küçük’ün
sahipleri arasındaki ilişkilerin daha da güçlendiğini biliyoruz. Gökbeyler ve
dronlar, semayı bu ilişkiler sayesinde kaplıyor.
Bugün
kervanın CHP’ye yöneldiği açık. CHP yöneticileri, Küçük’ün gençlerine o nedenle
para akıtıyor. İş buluyor. Bu nedenle, “Sizin CHP eleştirinizi temelsiz
buluyorum” diyen kişi, doğalında koşa koşa Halk TV’ye çıkıyor. Halk TV,
uyuşturucu parasıyla kurulduğu söylenen kanal. Uyuşturuyor. O Boğaziçili gencin
eleştirimizi temelsiz bulmasının sebebi, CHP’ye toz kondurmak istememesi. Onun
eleştirilmesini istemiyor.
Halk
TV’ye çıkan, bu çıkış öncesinde illaki bizi eleştirme ihtiyacı duyan Hüseyin
Arif, ömrü CHP’ye çalışmakla geçmiş örgütün Filistin eylemlerini laikleştirmek,
Müslüman halkın iradesinden uzaklaştırmak için uğraştığını görmüyor. Şefinin X
hesabında ve yazılarında Müslümanlara ettiği hakaretlere bakmıyor. Kendi
örgütünün “ur” dediği şeye hizmet ettiğini anlamak istemiyor.[1] Tayyip’in
“normalleştirdiği” CHP adına konuşuyor.
Hüseyin
Arif’in şefi, CHP’nin “iktidar hedefi olan sol parti” olduğunu yazıyor X
hesabında. Başka bir tvitinde “suç günah CHP’de değil” diyor. Bir yazısında
mealen “asıl partimiz CHP, bize cephe gerek” imasında bulunuyor.[2] Seyahat
ettiği yerlerde işçileri CHP’nin sol parti olduğu yalanına örgütlemeye
çalışıyor. Bazen de CHP’ye yönelik eleştirileri mülk ve gasp edip boğmak için
uğraşıyor. CHP’nin işçi konusundaki açığını, gediğini kapatmak için çabalıyor.
Herkesin yaptığı bu.
Pandemi,
iklim ve kentsel dönüşüm konusundaki gediği kapatmaksa Orhan Gökdemir’in
tilmizleri sosyaliz.morg’a düşüyor. CHP gemisi batmasın diye herkes, büyük bir
uğraş içerisinde. Teori ve pratiği bu uğraş tayin ediyor. Her türlü aidiyeti
yok etmek için uğraşan sosyalistler, CHP’yle nefes almaya, ona ait olmaya, onun
mülkü olarak yaşamaya alışıyorlar.
Herkes,
baştaki, 1920 veya 1960’taki akde bağlı. Öznelik, şirket olmakla tanımlı, o
şekilde mümkün. Ona şirket olma lisansını, iznini veren güç, her türden
pratikte konuşmak zorunda. Ali Koç’un “Şampiyonluk konusunda Fener’i kimse
engellemedi, ben taraftarı kandırdım, hep iç içeyiz devletle” sözü, sol şefler
için de geçerli. Onlar da aşağıya başka şey söylüyor, ah vah ediyor, ama şirket
olarak varlıklarını sürdürmenin yolunu bir şekilde buluyor. Herkes, devletle iç
içe. “Holdingciler”i eleştirenler, kendi şirketlerinin iktidarla ilişkilerine
hiç bakmıyorlar.
CHP,
bu düzlemde AKP’leştiriliyor. Herkes, CHP-AKP koalisyonu için el açıp dua
ediyor. Kitleler, halk ve sınıf kimsenin umurunda değil. Varsa yoksa özel
bireylerin hür ve müstakil çıkarları.
On
yıldır tüm siyaset, MHP üzerinden yürütülen kirli işlerin ifşası üzerine
kurulu. Ama kimse, CHP’nin o MHP’yle kurduğu ilişkileri, MHP’nin önerdiği ismi
cumhurbaşkanı adayı yaptığını, ona vekiller verdiğini, müttefik olarak hareket
ettiğini görmüyor. İngiltere’den gelecek “temiz 300 milyar dolar”ı
sorgulamıyor. Avrupa ve Almanya bağlamında yürütülen MHP karşıtı harekât
dâhilinde devlet içinden birilerinin sızdırdığı bilgileri yazıya dökmeyi
gazetecilik sanan kişiler göklere çıkartılıyor. Tüm siyasi gündemi bu ifşaat
yönlendiriyor. Egemenler, bunlar olurken ellerini ovuşturuyor.
Utanmadan,
Sinan Ateş’i Deniz Gezmiş ve Berkin gibi kapağına taşıyan, göklere çıkartan
solcu dergileri kimse tartışmıyor. MHP’ye yönelik “saldırı”dan herkes memnun
görünüyor. Kendisini MHP karşıtlığı ile tanımlayanlar, “bize bu görevi kim
neden verdi?” sorusunu sormuyorlar. “Gladyo ve kontrgerilla, MHP’yi tasfiye
ediyor olabilir mi?” sorusunu kimse sormuyor. Yerine ne konulacağını tartışan
yok.
Bu
ülkede bir Müslüman örgüt, kendince o frekansa dâhil oluyor, orada suyun başını
tutuyor, gidiyor, Starbucks eylemi yapıyor. Hüseyin Arif gibi solcuların
basını, haberi “gerici yobazlar Starbucks’a saldırdı” diye veriyor. Bu
emperyalist-siyonist kuruluşa sahip çıkıyor. Ümit Özdağ ile yan yana geliyor.
Bu dil ve tarzı eleştirip Batı’da sosyalistlerin Starbucks eylemlerine ait
(yukarıdaki) görseli paylaştığımızda bize “Hizbullahçı” yaftası
yapıştırıp sola yönelik eleştirilerimizi boşa düşürmeye çalışıyorlar.
Oysa
biz şunu söylüyoruz: BDS, bu ülkede BDS pratiği olmasın diye kuruldu. Filistin
İçin Bin Genç, “Filistin Hareketi” olmasın diye var. Çünkü dava ve hareket,
nesnel planda, kitlelerden ve onların sorumluluğundan ve iradesinden
kaçırılıyor, “öznel koşulları yarattığı” yanılsaması içerisinde debelenen özel
bireylere teslim edilerek mas ediliyor, boğuluyor.
İşte
Has Parti’den bugüne akan sürecin hesabı da tam da bu yüzden verilmiyor. O
hesap verildiği takdirde, kitlenin varlığı ve iradesi tanınmış ve tanımlanmış
olacak. Bu istenmiyor. Suyun başını tutanlar, suyun gürül gürül akmasından
çekiniyorlar. Bu açıdan, Filistin hareketi, CHP-AKP arasındaki kayıkçı dövüşüne
kurban ediliyor. Kurban edenlerin 7 Ekim’in şanlı savaşçılarına sunabilecekleri
hiçbir şey yok.
Hüseyin Arif, CHP’leşen AKP kanalından AKP’leşen
CHP kanalına geçiş yapan bir isim. Emek-Adalet, bu geçişin turnikesi. Tepedeki
kadrolar AKP’ye geçerken, alttaki kadrolar, CHP’ye örgütleniyorlar. Kimse, Has
Parti’den bugüne uzanan sürecin hesabını vermiyor, sorgulamıyor, tartışmıyor,
yarına notlar çıkartmıyor. Temas kurdukları işçileri AKP-CHP müsameresine
örgütlemiş olmanın hesabını verme gereği duymuyor.
Hesap sormayan ve hesap vermeyen
bir çalışmanın ürünü olarak Hüseyin Arif de yazısında özünde “ya bu laiklik
takıntısı olmasa, CHP iyi parti” diyor. Bu tür yazılarla esasen CHP ve
sosyalist hareketin dayandığı mitolojideki eksiklikler gideriliyor, çatlaklar
kapatılıyor. Hüseyin Arif’in yazısını ışığa tuttuğunuzda Nihal Bengisu veya
Nuray Mert suretleri beliriyor. Yazı, devrime ve sosyalizme dair hiçbir şey
söylemiyor.
Kitleden söz ediyor, onu AKP’ye
bırakıyor, sola sadece “bu kadar laiklik takıntısı yanlış” demekle yetiniyor.
Ülkede bir Filistin hareketinin kuvveden fiile çıkması için uğraşmıyor. “Öznel
koşulları şekillendirecek” küçük tanrılar olduğu yalanını satıyor. Filistin’e
yüzünü dönmüş kitleye katışmıyor. Orada sorumluluk almıyor, bağlar kurmuyor,
hesap vermiyor, horoz gibi havalanıp tavuk gibi yere çakılıyor. Çünkü bu ülkede
bir Filistin hareketinin oluşması istenmiyor. Bu tür çalışmalar en fazla
“Hamas zeplinle masum insanları bombaladı” diyen CHP’ye yedekleniyor. Onun
sahadaki memuru olabiliyor.
Filistin
hareketi, ancak Doğu’ya, kurtuluş kavgasına ait olanların harcı. Al Siyonistlerle
ak Siyonistler arasındaki atışmadan bir Filistin hareketi çıkmaz.
Eren Balkır
29
Temmuz 2024
Dipnot:
[1]
Hüseyin Arif Sarıyaşar, “Temsilci Siyaseti Aşmak için: Filistin’de Düşüp
Dövüşene Selam Yollamak Mümkün mü?”, 15 Temmuz 2024, EVA.
[2]
Eren Balkır, “Partinin Cephesi / Cephenin Partisi”, 10 Nisan 2024, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder