İbrahim Çiçek, bundan yirmi yıl önce Bilinç ve Eylem dergisine verdiği röportajda, kendisine yöneltilen, komünistlerin birliği ile ilgili bir soruya, “biz o işi hallettik. Biz, birkaç komünist olarak birleştik. Partiyi kurduk. Bizim artık komünistlerin birliği diye bir sorunumuz yok. Çünkü bizim dışımızda komünist yok” cevabını veriyordu.
Bu laflar, esasen Lenin’i ve Leninizmi
“devrimci demokrasi”ye ve “Maoizm”e yasak etmeye çalışan Kemal Okuyan’ın resmi
ilmihaliyle aynı yerde duruyordu.
“Efendilerin ateşini çalmakla övünenler”, süreçte bayraklarını özgürlüğün mavisine boyayanlar, liberter, liberal, anarşist bir dizi sözü Marksizm-Leninizmin yerine ikame ettiler. “Ben devrimim. Gelin bana dokunun. Devrimci olun” denildi.
Buradaki idealizmin “ekonomist”likle ve “terörist”likle, bu eğilimlerdeki
kendiliğindencilikle alakalı olduğu görülmedi.
Bu
idealist, diyalektikten ve maddeden azade solculuğun özel türevleri arasındaki
rekabetçiliğin ve mülkiyetçiliğin bir anlamı yok. Bu görülmeli.
Çiçek,
o dönemde “komünistlerin birliği biziz” derken Mao’yu aşmış, Arnavutçuluğu da
liberal bir yerden aşma derdinde olan, Avrupalı çizgiyi kastediyordu. Bu çizgi,
Lenin gibi “Geri Avrupa, İleri Asya”[1] diyemezdi. Çin ve Arnavutluk, ilerici
Avrupa ve onunla kurulan ilişkiler adına aşıldı. O günden beri Alınteri, bir
“sapma”, bir tür “araz” olarak görülüyordu ve bu sapmanın bir biçimde
içerilmesi gerekmekteydi. Dolayısıyla, neredeyse her on yılda bir Alınteri’nin
“Birlik Devrimi”ne dâhil edilmesi için türlü girişimlerde bulunuldu. Bugünkü
polemik, bu boşa düşen girişimle ve yol açtığı gerilimle de alakalı.
Çünkü
Çiçek, yazısında, mealen, “Bizi görmezden gelemezsin. Bizi
değersizleştiremezsin” diyerek benmerkezci bir cevap veriyor.[2] Devrimci
hareketin nesnel zeminini analize tabi tutmuyor, ihtiyaçlar oradan görülmüyor.
Aslında
her iki yapı, zorunlulukların karşısına kendi bireysel tercihlerini çıkartıyor.
Tercihte bulunmanın, piyasada olmanın, özne vasfı kazanmanın yüceliğine ve
kutsallığına iman ediyor. Dolayısıyla, bu imana sahip özel bireyleri çağırıyor.
Maddi zorunluluklardan bahsedene gerici yaftası yapıştırıyor.
Alınteri,
bu sebeple, yazdıkları örgüt tarihinde kendisini de nesneleştirerek, dönemin ve
sürecin sınıfsal-politik analizini yapmıyor, ekonomik-toplumsal içeriği ve
gidişatı sorgulamıyor, sadece özel bireylerin özel tercihleriyle aldıkları
kararlardan, o özel bireylerin yaptıkları özel toplantılardan, o özel kişilerin
özel hikâyelerinden bahsedebiliyor.
Diyelim,
herhangi bir Latin Amerika ülkesindeki bir devrimci örgütün tarihini
okuduğunuzda, o ülkenin sınıfsal niteliği, ayrışmaları, birleşmeleri, egemen
sınıfın yönelimleri, emperyalizmin içerideki faaliyetleri vs. konusunda
bilgilere vakıf olabilirken, Alınteri ve ESP gibi örgütlerin örgüt tarihlerinde
sadece özel bireylerin hikâyelerini okuyabiliyorsunuz. Bu mesele tartışılmalı.
“Mükemmelliyetçilik”
ve “yüksek çıta” ile ilgili değerlendirmeler, Alınteri’nin analizinin ESP’yi
boşa düşürme ihtimali karşısında, eldeki kadroyu tutma ihtiyacı üzerinden
yapılıyor. Hemen “materyalist analizi yapan benim!” deniliyor. “Materyalizm”,
kırışıklıkları örten makyaj gibi kullanılıyor. Buradan, “ben gerçekçiyim, Madde
benim, gerçeğe uyum sağlıyorum, bugün benim yaptığımdan gayrı devrimcilik
yapılamaz. Benden daha iyi kimse uyum sağlayamaaz!” iddiasında bulunuluyor.
Oysa
Alınteri’ne o zaten hiç bağ kurmadıkları, o “milliyetçi ve gerici” diye
beğenmeyip tarihin çöplüğüne attıkları Mustafa Suphi gibi cevap vermek ve
“Bugünün ihtiyacı devrimci odak değil, devrim ocağıdır”[3] demek gerekiyor.
Küçük burjuva benliklerimizi ateşe vereceğimiz, işçileşeceğimiz,
devrimcileşeceğimiz ocak, ezilenin-sömürülenin kavgasıyla harrlanıyor.
“İşçilere politik bilgi
vermek için sosyal demokratların tüm halk sınıfları arasına gitmeleri gerekir;
onların elindeki ordu birliklerini tüm yönlere sevk etmeleri zorunludur.”[4]
Küçük
burjuva tercihler veya ihtiyaçlar değil, ezilenin-sömürülen kolektif
gerçekliğine ait zorunluluklar üzerinden, küçük burjuva tarikatları ve
dükkânları dağıtıp, tam da o Lenin’in bahsini ettiği “Ordu”yu inşa etmek
gerekiyor.
Bu
“ordu”nun inşa süreci için ürolojik yarıştan ve o yarışla kendisini var
edenlerden uzak durulmalı.
Umut gazetesi,
bir ürolojik yarış sevdası dâhilinde tartışmaya müdahil oluyor.[5] “Siz
bilmezsiniz, ben bilirim” diyor. Onca birlik pratiğini boşa düşürüyor, yeniden
ve yeniden “merkez” diyor, özünde “o merkez benim” demiş oluyor. “Ne olursanız
olun bana gelin!” diyor. Herkes, neden HBDH’yi boşa düşürdüğünü,
anlamsızlaştırdığını, neden merkez olarak görmediğini izah etmek zorunda. Hesap
sorma da hesap verme de birbirine mecbur.
“Bununla beraber, Lenin’in
parti anlayışı ve emperyalizm tanımında ortaya çıkardığı yöntem ve yönelim,
aynı liberal ideologların hedefi oldu. Leninist parti anlayışının yerini
yatay-otonom örgütler alırken emperyalizm tanımının alternatifi ‘küreselleşmecilik’,
sanılanın aksine ülkelerdeki sınıf hareketlerinin devrim iddialarından
uzaklaşmasına neden oldu.”
Özünde
SDP, bu cümlelerle kırk yıllık varlığını tarif ediyor. Yıllarca kimlik siyaseti
yapan SDP, bugün sınıfı hatırlamışsa, vay o sınıfın hâline!
SDP
geleneği, kırk yıldır “herkes örgütlü halini, özneliğini tasfiye etsin, bir
zeminde buluşalım” diyor. Başka bir siyaseti bulunmuyor. O zemini kendisi tarif
ettiği için kendi örgütlü hâlini ve özneliğini tasfiye etmiyor, etme gereği
duymuyor. “Uyanıklığı” siyaset zannediyor. Çok yüce bilgiye ve gerçeğe uyum
becerisine sahip olduğu için herkesi küçük görüyor, buradan da hizaya sokmaya
çalışıyor.
Bir
Kurtuluşçu, örgüte gelen gençlere “Marx’ın, Lenin’in zamanında bilgisayar mı
vardı, o söylenenleri ciddiye almayın” diyor. Bu tasfiyecilik, ilerlemecilikle,
emperyalizmin artıklarında boncuk bulma sevdasıyla ilgili. Yirmi beş yıl önce
bir başka Kurtuluşçu, “ÖDP’yi var eden sarmaşık, gökkuşağı, kimlik siyaseti ne
varsa hepsini biz ürettik, Devrimci Yol bizden çaldı” diyordu. Şimdi
söylenenleri ciddiye almamak gerekiyor.
Umut gazetesinin
tüm siyaseti, kırk yıldır “sol liberalizm ve sol reformizm”le tanımlı, şimdi
“komünist” olacakları tuttuysa, bu gelişmeden huylanmak gerek. Yeni bir tasfiye
süreci başlamış demektir. Burada esasında liberalizm ve reformizm, kuvve
aşamasındaki komünist hareketin alanını daraltmak, içeriğini tayin etmek,
yönünü belirlemek, kendisine kul etmek için hamle yapıyor. Ekim’i devrimden,
Lenin’i devrimciden saymayanlar, komünist hareketi boğmak istiyorlar.
“Egemenlerin
en önemli gündemlerinden biri gelişebilecek sınıf mücadelelerini ve
anti-sömürgeci hareketleri engellemek” diyen Umut gazetesi yazarı, ya
yalan söylüyor ya da kendi gazetesinde çıkan yazıları okumuyor. Yazar, geçmişte
gazetesinin Biden’ın iktidara yürüdüğü günlerde, “burjuvazinin sol kanadıyla
ittifak kuralım, Biden’ın gemisine binelim” diyen yazıları hiç okumamış anlaşılan.[6]
Ya da bizatihi kendisinin yayınladığı, Alman vakıflarına, dolayısıyla, Alman
istihbaratına çalışan, oradan gelen emirle, “reformistlerle birlikte hareket
etmeye mecburuz” minvalinde konuşan Murat Çakır’ın yazılarına bakmıyor.[7]
Bugün
ittifak kuracaklarını söyledikleri “burjuvazinin sol kanadı” diye
yücelttikleri, Silikon Vadisi’nde temsil olan sermayedar çetesi, sıraya girmiş,
Trump için bağış topluyor.
Bu
solcuların hasetle ele aldıkları TİP deneyiminin ardındaki isim olan Metin
Çulhaoğlu da o günlerde “Biden’ın gemisine binelim” diyordu.[8] TİP’e tam da bu
zeminde haset ediliyor. Onunla anlamsız bir varlık mücadelesine ve ürolojik
yarışa giriliyor. Kimse, “Biden’ın iktidara gelmesinin kitlelerde oluşmuş olan
‘eşitlik, özgürlük, adalet’ isteğini, arzusunu bastırmaya yönelik bir
girişim”[9] olduğu gerçeğini görmüyor, görmek istemiyor.
Umut gazetesi
yazarı, “işçi sınıfı” deyince liberallikten ve reformistlikten kurtulduğu
vehmiyle konuşuyor. O liberalliği ve reformizmi gizlemek için “işçi sınıfı”
diyor. TİP çizgisiyle bu düzlemde yarış içerisinde, bunu bilerek konuşuyor.
“Terörizm”den
“ekonomizm”e sarkan, salınan kendiliğindencilik, “örgütlü işçi sınıfı” deyince
liberalizmden ve reformizmden arınmış olmaz. Düne kadar vekil kavgaları
vermekten başka bir siyaseti olmayanların bu kavgayı “enternasyonalizm” gibi
büyülü bir kelimenin ardına saklanarak yürütmüş olmalarının da bir önemi
yoktur. Burada “enternasyonalizm”, burjuvazinin sol kanadıyla ittifak kurma
iradesinden başka bir anlama gelmez. Zaten Çulhaoğlu’nun dediği gibi “Üçüncü
Enternasyonal gemisi diye bir şey kalmadı.” “Kalmadı” demek “kalmasın!”
demektir. “Bizim onunla bağımız yok” diyerek egemenlere işmar etmek demektir.
Alınteri’nin
“TİP övgülü” yazısının da Etha’nın “bize saksı muamelesi yapamazsınız” diyen
yazısının da, “Anda İşçi yok Ezilen var” diyen, yıllarca “işçi sınıfı
kapitalizmi besliyor, var ediyor, ondan kurtulmak lazım” fikri üzerinden
hareket eden ESP’nin düzenlediği işçi konferansının da Umut’un “örgütlü işçi
sınıfı” lafının da bir değeri ve önemi yok. Bu lafların ve örgütlerin işçi
sınıfıyla bir bağı bulunmuyor. Onlar şahsında konuşan devrimci mevziler değil,
başarıcı mevkiler, kısır birliktelik çabaları, sonuçsuz faaliyetlerdir. Bu tür
örgütler “işçi sınıfı” diyorsa, bu gelişme hayra alamet değildir. Biden
gemisinin battığı momentte işçi sınıfına kırılan dümen, değersizdir.
Proletaryasız
sosyalizm sevdalılarının, sosyalizmi ezik, zavallı, yaban, gerici ve giderek
değersizleşen proletaryaya yakıştıramayanların proletaryaya verebilecekleri bir
şey yoktur. Onlar gitsin, Biden’ın gemisine binsin!
Eren Balkır
16
Temmuz 2024
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “Geri Avrupa, İleri Asya”, 18 Mayıs 1913, İştiraki.
[2]
İbrahim Çiçek, “Devrimci Harekete Kötümser Bir Bakış”, 7 Temmuz 2024, Etha. Çiçek, Şubat’ta yazılmış yazıya neden
Temmuz’da cevap yetiştirdiğini de izah etmiyor. Arada olan görüşmeler,
temaslar, temassızlıklar konusunda kimseyi bilgilendirmiyor. Onu aslında
“kimse” ilgilendirmiyor.
[3]
Mustafa Suphi, “Petrograd’daki Enternasyonalist Toplantıda Yapılan Konuşma”, 19
Aralık 1918, İştiraki.
[4]
V. I. Lenin, Collected Works, Cilt 5, s. 422.
[5]
Gamze Taşçı, “Türkiye’de Devrim ve Karşı Devrim Kapışmasında Zafer ve Yenilgi”,
16 Temmuz 2024, Umut.
[6]
Sinan Varlık, “İktidar Bloğunun Krizi ve ‘Krizi Derinleştirmek’”, 9 Ocak 2021, Umut. Yazıyla ilgili değerlendirme için
bkz.: Eren Balkır, “Kırmızî”, 9 Ocak 2021, İştiraki.
[7]
Murat Çakır, “Mülksüzleştirenleri Mülksüzleştirmeden Olmaz!”, 11 Haziran 2020, Umut. Konuyla ilgili eleştiri için bkz.:
Eren Balkır, “Kuzu Postlu Kurt”, 13 Haziran 2020, İştiraki.
[8]
“Biden şöyledir ya da böyledir; ama Biden’ın Trump yerine başkan olmasını
isteyenler arasında Biden’ın yapabileceklerinin ötesindeki hedefler
doğrultusunda harekete geçirilebilecek kesimler yok mudur? Bu kesimlerin davet
edilecekleri ayrı bir gemi yoksa, hepsiyle birlikte ‘geminin içinden’ çalışmak
daha geçerli bir yol değil midir?” [Metin Çulhaoğlu, “Evet, Bu Kez Herkes Aynı
Gemide!”, 9 Kasım 2020, İleri.]
[9]
Alican Kelek, “Biden’a Sevinme İhtimali Marksist Paradigmanın İflasıdır”, 14
Kasım 2020, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder