Pages

18 Temmuz 2024

Biden’ın Gemisi

İbrahim Çiçek, bundan yirmi yıl önce Bilinç ve Eylem dergisine verdiği röportajda, kendisine yöneltilen, komünistlerin birliği ile ilgili bir soruya, “biz o işi hallettik. Biz, birkaç komünist olarak birleştik. Partiyi kurduk. Bizim artık komünistlerin birliği diye bir sorunumuz yok. Çünkü bizim dışımızda komünist yok” cevabını veriyordu. 

Bu laflar, esasen Lenin’i ve Leninizmi “devrimci demokrasi”ye ve “Maoizm”e yasak etmeye çalışan Kemal Okuyan’ın resmi ilmihaliyle aynı yerde duruyordu.

“Efendilerin ateşini çalmakla övünenler”, süreçte bayraklarını özgürlüğün mavisine boyayanlar, liberter, liberal, anarşist bir dizi sözü Marksizm-Leninizmin yerine ikame ettiler. “Ben devrimim. Gelin bana dokunun. Devrimci olun” denildi. 

Buradaki idealizmin “ekonomist”likle ve “terörist”likle, bu eğilimlerdeki kendiliğindencilikle alakalı olduğu görülmedi.

Bu idealist, diyalektikten ve maddeden azade solculuğun özel türevleri arasındaki rekabetçiliğin ve mülkiyetçiliğin bir anlamı yok. Bu görülmeli.

Çiçek, o dönemde “komünistlerin birliği biziz” derken Mao’yu aşmış, Arnavutçuluğu da liberal bir yerden aşma derdinde olan, Avrupalı çizgiyi kastediyordu. Bu çizgi, Lenin gibi “Geri Avrupa, İleri Asya”[1] diyemezdi. Çin ve Arnavutluk, ilerici Avrupa ve onunla kurulan ilişkiler adına aşıldı. O günden beri Alınteri, bir “sapma”, bir tür “araz” olarak görülüyordu ve bu sapmanın bir biçimde içerilmesi gerekmekteydi. Dolayısıyla, neredeyse her on yılda bir Alınteri’nin “Birlik Devrimi”ne dâhil edilmesi için türlü girişimlerde bulunuldu. Bugünkü polemik, bu boşa düşen girişimle ve yol açtığı gerilimle de alakalı.

Çünkü Çiçek, yazısında, mealen, “Bizi görmezden gelemezsin. Bizi değersizleştiremezsin” diyerek benmerkezci bir cevap veriyor.[2] Devrimci hareketin nesnel zeminini analize tabi tutmuyor, ihtiyaçlar oradan görülmüyor.

Aslında her iki yapı, zorunlulukların karşısına kendi bireysel tercihlerini çıkartıyor. Tercihte bulunmanın, piyasada olmanın, özne vasfı kazanmanın yüceliğine ve kutsallığına iman ediyor. Dolayısıyla, bu imana sahip özel bireyleri çağırıyor. Maddi zorunluluklardan bahsedene gerici yaftası yapıştırıyor.

Alınteri, bu sebeple, yazdıkları örgüt tarihinde kendisini de nesneleştirerek, dönemin ve sürecin sınıfsal-politik analizini yapmıyor, ekonomik-toplumsal içeriği ve gidişatı sorgulamıyor, sadece özel bireylerin özel tercihleriyle aldıkları kararlardan, o özel bireylerin yaptıkları özel toplantılardan, o özel kişilerin özel hikâyelerinden bahsedebiliyor.

Diyelim, herhangi bir Latin Amerika ülkesindeki bir devrimci örgütün tarihini okuduğunuzda, o ülkenin sınıfsal niteliği, ayrışmaları, birleşmeleri, egemen sınıfın yönelimleri, emperyalizmin içerideki faaliyetleri vs. konusunda bilgilere vakıf olabilirken, Alınteri ve ESP gibi örgütlerin örgüt tarihlerinde sadece özel bireylerin hikâyelerini okuyabiliyorsunuz. Bu mesele tartışılmalı.

“Mükemmelliyetçilik” ve “yüksek çıta” ile ilgili değerlendirmeler, Alınteri’nin analizinin ESP’yi boşa düşürme ihtimali karşısında, eldeki kadroyu tutma ihtiyacı üzerinden yapılıyor. Hemen “materyalist analizi yapan benim!” deniliyor. “Materyalizm”, kırışıklıkları örten makyaj gibi kullanılıyor. Buradan, “ben gerçekçiyim, Madde benim, gerçeğe uyum sağlıyorum, bugün benim yaptığımdan gayrı devrimcilik yapılamaz. Benden daha iyi kimse uyum sağlayamaaz!” iddiasında bulunuluyor.

Oysa Alınteri’ne o zaten hiç bağ kurmadıkları, o “milliyetçi ve gerici” diye beğenmeyip tarihin çöplüğüne attıkları Mustafa Suphi gibi cevap vermek ve “Bugünün ihtiyacı devrimci odak değil, devrim ocağıdır”[3] demek gerekiyor. Küçük burjuva benliklerimizi ateşe vereceğimiz, işçileşeceğimiz, devrimcileşeceğimiz ocak, ezilenin-sömürülenin kavgasıyla harrlanıyor.

“İşçilere politik bilgi vermek için sosyal demokratların tüm halk sınıfları arasına gitmeleri gerekir; onların elindeki ordu birliklerini tüm yönlere sevk etmeleri zorunludur.”[4]

Küçük burjuva tercihler veya ihtiyaçlar değil, ezilenin-sömürülen kolektif gerçekliğine ait zorunluluklar üzerinden, küçük burjuva tarikatları ve dükkânları dağıtıp, tam da o Lenin’in bahsini ettiği “Ordu”yu inşa etmek gerekiyor.

Bu “ordu”nun inşa süreci için ürolojik yarıştan ve o yarışla kendisini var edenlerden uzak durulmalı.

Umut gazetesi, bir ürolojik yarış sevdası dâhilinde tartışmaya müdahil oluyor.[5] “Siz bilmezsiniz, ben bilirim” diyor. Onca birlik pratiğini boşa düşürüyor, yeniden ve yeniden “merkez” diyor, özünde “o merkez benim” demiş oluyor. “Ne olursanız olun bana gelin!” diyor. Herkes, neden HBDH’yi boşa düşürdüğünü, anlamsızlaştırdığını, neden merkez olarak görmediğini izah etmek zorunda. Hesap sorma da hesap verme de birbirine mecbur.

“Bununla beraber, Lenin’in parti anlayışı ve emperyalizm tanımında ortaya çıkardığı yöntem ve yönelim, aynı liberal ideologların hedefi oldu. Leninist parti anlayışının yerini yatay-otonom örgütler alırken emperyalizm tanımının alternatifi ‘küreselleşmecilik’, sanılanın aksine ülkelerdeki sınıf hareketlerinin devrim iddialarından uzaklaşmasına neden oldu.”

Özünde SDP, bu cümlelerle kırk yıllık varlığını tarif ediyor. Yıllarca kimlik siyaseti yapan SDP, bugün sınıfı hatırlamışsa, vay o sınıfın hâline!

SDP geleneği, kırk yıldır “herkes örgütlü halini, özneliğini tasfiye etsin, bir zeminde buluşalım” diyor. Başka bir siyaseti bulunmuyor. O zemini kendisi tarif ettiği için kendi örgütlü hâlini ve özneliğini tasfiye etmiyor, etme gereği duymuyor. “Uyanıklığı” siyaset zannediyor. Çok yüce bilgiye ve gerçeğe uyum becerisine sahip olduğu için herkesi küçük görüyor, buradan da hizaya sokmaya çalışıyor.

Bir Kurtuluşçu, örgüte gelen gençlere “Marx’ın, Lenin’in zamanında bilgisayar mı vardı, o söylenenleri ciddiye almayın” diyor. Bu tasfiyecilik, ilerlemecilikle, emperyalizmin artıklarında boncuk bulma sevdasıyla ilgili. Yirmi beş yıl önce bir başka Kurtuluşçu, “ÖDP’yi var eden sarmaşık, gökkuşağı, kimlik siyaseti ne varsa hepsini biz ürettik, Devrimci Yol bizden çaldı” diyordu. Şimdi söylenenleri ciddiye almamak gerekiyor.

Umut gazetesinin tüm siyaseti, kırk yıldır “sol liberalizm ve sol reformizm”le tanımlı, şimdi “komünist” olacakları tuttuysa, bu gelişmeden huylanmak gerek. Yeni bir tasfiye süreci başlamış demektir. Burada esasında liberalizm ve reformizm, kuvve aşamasındaki komünist hareketin alanını daraltmak, içeriğini tayin etmek, yönünü belirlemek, kendisine kul etmek için hamle yapıyor. Ekim’i devrimden, Lenin’i devrimciden saymayanlar, komünist hareketi boğmak istiyorlar.

“Egemenlerin en önemli gündemlerinden biri gelişebilecek sınıf mücadelelerini ve anti-sömürgeci hareketleri engellemek” diyen Umut gazetesi yazarı, ya yalan söylüyor ya da kendi gazetesinde çıkan yazıları okumuyor. Yazar, geçmişte gazetesinin Biden’ın iktidara yürüdüğü günlerde, “burjuvazinin sol kanadıyla ittifak kuralım, Biden’ın gemisine binelim” diyen yazıları hiç okumamış anlaşılan.[6] Ya da bizatihi kendisinin yayınladığı, Alman vakıflarına, dolayısıyla, Alman istihbaratına çalışan, oradan gelen emirle, “reformistlerle birlikte hareket etmeye mecburuz” minvalinde konuşan Murat Çakır’ın yazılarına bakmıyor.[7]

Bugün ittifak kuracaklarını söyledikleri “burjuvazinin sol kanadı” diye yücelttikleri, Silikon Vadisi’nde temsil olan sermayedar çetesi, sıraya girmiş, Trump için bağış topluyor.

Bu solcuların hasetle ele aldıkları TİP deneyiminin ardındaki isim olan Metin Çulhaoğlu da o günlerde “Biden’ın gemisine binelim” diyordu.[8] TİP’e tam da bu zeminde haset ediliyor. Onunla anlamsız bir varlık mücadelesine ve ürolojik yarışa giriliyor. Kimse, “Biden’ın iktidara gelmesinin kitlelerde oluşmuş olan ‘eşitlik, özgürlük, adalet’ isteğini, arzusunu bastırmaya yönelik bir girişim”[9] olduğu gerçeğini görmüyor, görmek istemiyor.

Umut gazetesi yazarı, “işçi sınıfı” deyince liberallikten ve reformistlikten kurtulduğu vehmiyle konuşuyor. O liberalliği ve reformizmi gizlemek için “işçi sınıfı” diyor. TİP çizgisiyle bu düzlemde yarış içerisinde, bunu bilerek konuşuyor.

“Terörizm”den “ekonomizm”e sarkan, salınan kendiliğindencilik, “örgütlü işçi sınıfı” deyince liberalizmden ve reformizmden arınmış olmaz. Düne kadar vekil kavgaları vermekten başka bir siyaseti olmayanların bu kavgayı “enternasyonalizm” gibi büyülü bir kelimenin ardına saklanarak yürütmüş olmalarının da bir önemi yoktur. Burada “enternasyonalizm”, burjuvazinin sol kanadıyla ittifak kurma iradesinden başka bir anlama gelmez. Zaten Çulhaoğlu’nun dediği gibi “Üçüncü Enternasyonal gemisi diye bir şey kalmadı.” “Kalmadı” demek “kalmasın!” demektir. “Bizim onunla bağımız yok” diyerek egemenlere işmar etmek demektir.

Alınteri’nin “TİP övgülü” yazısının da Etha’nın “bize saksı muamelesi yapamazsınız” diyen yazısının da, “Anda İşçi yok Ezilen var” diyen, yıllarca “işçi sınıfı kapitalizmi besliyor, var ediyor, ondan kurtulmak lazım” fikri üzerinden hareket eden ESP’nin düzenlediği işçi konferansının da Umut’un “örgütlü işçi sınıfı” lafının da bir değeri ve önemi yok. Bu lafların ve örgütlerin işçi sınıfıyla bir bağı bulunmuyor. Onlar şahsında konuşan devrimci mevziler değil, başarıcı mevkiler, kısır birliktelik çabaları, sonuçsuz faaliyetlerdir. Bu tür örgütler “işçi sınıfı” diyorsa, bu gelişme hayra alamet değildir. Biden gemisinin battığı momentte işçi sınıfına kırılan dümen, değersizdir.

Proletaryasız sosyalizm sevdalılarının, sosyalizmi ezik, zavallı, yaban, gerici ve giderek değersizleşen proletaryaya yakıştıramayanların proletaryaya verebilecekleri bir şey yoktur. Onlar gitsin, Biden’ın gemisine binsin!

Eren Balkır
16 Temmuz 2024

Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “Geri Avrupa, İleri Asya”, 18 Mayıs 1913, İştiraki.

[2] İbrahim Çiçek, “Devrimci Harekete Kötümser Bir Bakış”, 7 Temmuz 2024, Etha. Çiçek, Şubat’ta yazılmış yazıya neden Temmuz’da cevap yetiştirdiğini de izah etmiyor. Arada olan görüşmeler, temaslar, temassızlıklar konusunda kimseyi bilgilendirmiyor. Onu aslında “kimse” ilgilendirmiyor.

[3] Mustafa Suphi, “Petrograd’daki Enternasyonalist Toplantıda Yapılan Konuşma”, 19 Aralık 1918, İştiraki.

[4] V. I. Lenin, Collected Works, Cilt 5, s. 422.

[5] Gamze Taşçı, “Türkiye’de Devrim ve Karşı Devrim Kapışmasında Zafer ve Yenilgi”, 16 Temmuz 2024, Umut.

[6] Sinan Varlık, “İktidar Bloğunun Krizi ve ‘Krizi Derinleştirmek’”, 9 Ocak 2021, Umut. Yazıyla ilgili değerlendirme için bkz.: Eren Balkır, “Kırmızî”, 9 Ocak 2021, İştiraki.

[7] Murat Çakır, “Mülksüzleştirenleri Mülksüzleştirmeden Olmaz!”, 11 Haziran 2020, Umut. Konuyla ilgili eleştiri için bkz.: Eren Balkır, “Kuzu Postlu Kurt”, 13 Haziran 2020, İştiraki.

[8] “Biden şöyledir ya da böyledir; ama Biden’ın Trump yerine başkan olmasını isteyenler arasında Biden’ın yapabileceklerinin ötesindeki hedefler doğrultusunda harekete geçirilebilecek kesimler yok mudur? Bu kesimlerin davet edilecekleri ayrı bir gemi yoksa, hepsiyle birlikte ‘geminin içinden’ çalışmak daha geçerli bir yol değil midir?” [Metin Çulhaoğlu, “Evet, Bu Kez Herkes Aynı Gemide!”, 9 Kasım 2020, İleri.]

[9] Alican Kelek, “Biden’a Sevinme İhtimali Marksist Paradigmanın İflasıdır”, 14 Kasım 2020, İştiraki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder