Marksist
teorisyen ve eylemci Michael Pröbsting[1], emperyalist sistemle ilgili
yaklaşımımızı[2] eleştiren bir çalışma kaleme aldı. Bu makale, emperyalizm
teorilerini güncelleme girişimlerine karşı formüle edilen klasik eleştirileri
gözden geçirmektedir.
Bize
göre emperyalizm, sömürü üzerine kurulu uluslararası düzenin sürekliliğini
güvence altına alan aygıta denk düşer. Bu aygıt, ya güç kullanımı ya da
dolaylı baskı üzerinden merkezdeki kapitalistlerin bağımlı ülkelerin
kaynaklarına el koymalarını güvence altına alır.
Emperyalist
bir devletin elindeki hâkim konumu diğer devletler ve milletler hilafına
kullandığını bizim gibi gören Pröbsting’le bu noktada uzlaştığımızı
söyleyebilirim.
Fakat
biz, bu mekanizmayı Pröbsting gibi tanımlamıyoruz. Bizim
anlayışımıza göre, emperyalizmin tarihi, kapitalizmin başlarına dek uzanır ve
bu toplumsal düzenle doğrudan ilişkisi içerisinde evrilir.
Dolayısıyla
emperyalizm, kapitalizm öncesi imparatorluklardan niteliksel açıdan
farklılık arz eder, ayrıca, yirminci yüzyılın başlarından itibaren
girdiği ilk şekillerin yerini, Amerika komutasında daha kolektif bir biçimde
koordine edilen hâli almıştır.[3]
Pröbsting
ise geçen yüzyıl boyunca hiçbir ayrışma yaşamamış, farklılaşmamış bir
emperyalist aşamadan bahsediyor. Ona göre, bu uzun dönemde yaşanan bazı
değişimler emperyal sistemin temel özelliklerinin hiçbirisini değiştirmedi.
Bizim
yaklaşımımız, emperyalist sistemin temel işlevinin diğer yarımküredeki yardımcı
emperyalist eklentilerle ve Avrupa’daki ikincil emperyalist ortaklarla
arasındaki sıkı ilişkileri dâhilinde ABD’nin sahip olduğu hâkim rolü korumak
olduğuna vurgu yapıyor. Washington, sosyalist kampla mücadele için kurulmuş
olan ittifaklar ağına öncülük etmeyi sürdürüyor.
Buna
karşılık, Pröbsting, Birinci Dünya Savaşı döneminde karşımıza çıkan güçler
arası çatışmaya benzer çatışmalar üzerinden farklı güçlerin emperyalizm
düzleminde öncülüğü elde etmek için hâlihazırda mücadele içerisinde olduklarını
söylüyor. Onun dediğine göre, ABD’nin hegemonyasını yitirmesiyle birlikte,
çevre ülkelerden gelen ganimetlerle ilgili rekabet tırmanıyor.[4]
Biz,
bir yandan da Kuzey Amerika’nın çöküşte olduğunu söylüyoruz. Ancak biz, ayrıca
emperyalist sistemle ondan dışlanmış olan güçleri karşı karşıya getiren
çelişkilerin gözle görünür baskınlığı üzerinde duruyoruz. Oluşmakta olan ve
hegemonya kurma amacı gütmeyen bir imparatorluk profiline sahip olan ve kendi
civarında hâkimiyet kurma amaçlı politikalar geliştiren Rusya, NATO’nun yakın
takibinde.[5] Atlantik İttifakı, aynı zamanda emperyalist bir gücün yürüdüğü
yollardan yürümeden, o kalıbın dışında durarak, dışa dönük stratejiler
geliştiren, bu düzlemde ekonomisini büyüten Çin’e de düşman.[6]
Pröbsting
ise ABD, Çin, AB, Rusya ve Japonya’yı içeren bir çatışmalar alanından söz eden
fikriyatın hâkim olduğu farklı bir senaryo üzerinde duruyor.[7] Pröbsting,
Rusya ile Çin’in yakın dönemde emperyalist güçlerini devreye soktuklarına
inanıyor.[8]
Bizim
yaklaşımımız ise daha az önemli olan oyuncular arasında yaşanan çatışmaların
yaşandığı bir başka düzeyin varlığına işaret ediyor. Bu anlamda biz, jeopolitik
düzlemde alt-imparatorluklarla ekonomik açıdan yarı-çevre ülkeleri birbirinden
ayırıyoruz ve alt-imparatorlukların emperyalist sistemin merkezinden bağımsız
olarak ya da doğrudan NATO ile bağlantı içerisinde bölgesel üstünlük için
yarıştıklarını iddia ediyoruz. Pröbsting değerlendirmesinde bu grubu dikkate
almadığı gibi, yarı-sömürgelerle emperyalizm biçimlerini karşı karşıya getiren
eski tasnife bağlı kalıyor. Pröbsting bu bağlamda, konuyla alakalı
dönüşümlerden söz ediyor ama bunları bu eski tasnifle ilişkileri dâhilinde ele
alıyor.[9]
Bizim
kanaatimize göre emperyalist sistemin mevcut dinamikleri, savunma
stratejileriyle cevap üreten düşman ülkelere karşı Amerikalı liderlerin
başvurdukları saldırgan manevralara yol açıyor. Bay Pröbsting ise bu ayrıma
karşı çıkıyor ve tüm güçlerin birbirlerine ayrım gözetmeden, dayılanmak
suretiyle birbirlerini rahatsız ettiklerini söylüyor.
Süreci
farklı anlamlandıran yaklaşımlar, doğalında farklı politik sonuçlara yol
açıyor. Ele aldığımız argümanları değerlendirdiğimizde, içinde olduğumuz
dönemin meselelerini netleştirme imkânı bulacağız.
Çözümü
Olmayan Bilmeceler
Pröbsting,
günümüz emperyalizmine dair geliştirdiğimiz anlayışın ABD ve ona tabi
ülkelerden oluşan “tek merkez” etrafında dönüp durduğu, birçok devletin başka
milletleri ezdiği gerçeğini görmezden geldiği için kusurlu olduğuna
inanıyor.[10] Pröbsting, genel bir rekabetin tuzağına düşmüş, birbirleriyle
kıyaslanabilir bir dizi farklı merkezin varolduğunu söylüyor.
Ne
var ki yazarımız, bu tezini onu destekleyecek herhangi bir açıklama sunmadan
dile getiriyor. Bu anlamda, Pröbsting, farklı güçler arasında cereyan eden
çelişkilere değiniyor, ama nedense ABD, Avrupa veya Japonya arasında yaşanmış
askeri çatışmalara veya gerilimlere dair tek bir örnek bile veremiyor. Bahsini
ettiği gerilimlerse Rusya veya Çin konusunda bu üç müttefik gücün tarafsız bir
konum aldığı durumlarla ilgili.
Pröbsting,
bu basit gerçeği sorgulama gereği duymuyor. Sadece yaklaşımımızın kapitalizm
içi çelişkileri hafife aldığını söylemekle yetiniyor. Ona göre kapitalizm içi
çelişkiler, güçler arasında süren rekabetin genel çerçevesini oluşturmaya devam
ediyor. Fakat bu noktada Pröbsting, bu ekonomik rekabetin ve savaş benzeri
sonuçlarının birbirine benzer şekilde, mekanik bir tarzda üretilmediğini
unutuyor. Ticaret alanında açığa çıkan ihtilaflar her hâlükârda askeri
kapışmalara yol açmıyor.
Pröbsting,
söz konusu süreci bir ölçü olarak almadığı gibi, sürecin değişmediğine dair
hipotezi üzerinden belirli kronoloji aktarıyor. Bu noktada yazar, on dokuzuncu
yüzyılda ardı ardına yaşanan savaşlara değiniyor. Bu süreçte, bir sonraki
yüzyılda iki büyük dünya savaşı yaşanıyor[11], SSCB ve müttefiklerine karşı hep
birlikte karşı koyma ihtiyacı gündeme geliyor.[12]
Pröbsting,
emperyalizmin sürdürülebilirliği üzerinde dururken, çelişkili bir biçimde, bir
yandan da emperyalistler arası çatışmaların o eski güzergâhına değinme gereği
duyuyor. Bu çatışmalar yazarın modelinde istisnai bir yerde duruyor,
düşüncelerini zerre etkilemiyor. Bu noktada yazara şu soruyu sormak gerekiyor:
Madem ekonomik rekabet doğalında askeri çatışmaya evriliyor, bu sebeple,
emperyalistler arası savaşlar kapitalizme has olgular, o vakit neden uzun
zamandır savaş çıkmadı? Burada yazar, ekonomik rekabetin askeri çatışmaya
mekanik bir biçimde evrileceği üzerinde duruyor. Kendisinin de kabul ettiği
biçimiyle Pröbsting’in belirlediği ilke, yazarın kusursuz olduğunu söylediği
teorisiyle çelişiyor.
Bizse
eleştirimizde bu rahatsız edici sorunu belirli bir bağlama oturtuyoruz. Bu
noktada emperyalistler arası farklılıkların savaş sonrası dönemde de varlığını
muhafaza ettiğini söylüyoruz.
Pröbsting
bu düzlemde, ABD’yi Fransa ve Büyük Britanya ile karşı karşıya getiren Süveyş
krizi ve Fransa’nın Dögol’ün cumhurbaşkanlığı döneminde NATO’dan çekilmesi gibi
örnekleri aktarıyor.[13]
Gelgelelim,
bu sınırlı anlaşmazlıkların hiçbirisi silâhlı çatışmayla neticelenmedi. ABD
ortaklarının kendisine tabi olmama hâllerine hiçbir şekilde askeri bir cevap
geliştirmedi. Batılı güçler arası gerilimler 1945 sonrası silâhlı çatışmalara
evrilmedi.
ABD
yetmişlerde ve seksenlerde Almanya ve Japonya karşısında rekabet etme gücünü
yitirdiğinde ticaret ve döviz kuru üzerinden sahip olduğu gücünü kullanarak
imtiyazlarını yeniden elde etmek için diplomatik baskı yöntemini kullandı.
Washington, rakip ekonomiler sahasında savaş gücünü artırmayı hiç düşünmedi,
Tokyo ve Bonn’un silâhlanma çabası bu süreçte daha yoğundu. Ortadaki gerilim,
NATO’yu zayıflatma, koordineli çalışan emperyalist yapıyı değiştirme ihtiyacı
duymadan çözüme kavuşturuldu.
Pröbsting,
herkesin herkesle savaştığı savaş ihtimalinin ortadan kalktığı bu yeni bağlamı
göz ardı ediyor. Sadece sosyalizmin kapitalizm nezdinde yol açtığı tehdide
benzer tehlikeleri barındıran süreçler üzerinden Batı’da meydana gelen
değişikliklere değinmekle yetiniyor. Buna karşın, emperyalist yapının
işlemesini sağlayan mekanizmaları ilgili tehdidin nasıl dönüştürdüğünü analiz
etmiyor.
Sorunlardan
Kaçmak
Pröbsting,
farklı güçlerin bugün nasıl yan yana geldiğini izah etmiyor. Sadece birbirine
yakın güçlerin yeniden birleşme ihtimali üzerinde duruyor. Ama ilgili
çeşitliliğin sebeplerini anlatmıyor.[14] Pröbsting, mevcut çatışmaların hâlen
daha yirminci yüzyılın ikinci yarısında oluşmuş ittifakların sınırlarına tabi
olduğunu göremediği gibi, NATO ile Rusya ve Çin arasındaki eski karşıtlıkların
ağırlığını analiz edemiyor. Burada kendisine şu soruyu sormak gerekiyor: “Madem
1914-1918 arası dönemde emperyalistler arasında açığa çıkmış olan çatışma
yeniden gündeme geldi, o vakit 1945’te oluşmuş olan jeopolitik dizilim bugün
neden hâlâ varlığını ısrarla muhafaza ediyor?”
Ekonomik
rekabet ve husumet, emperyalizm içi çatışmanın haritası konusunda başka şeyler
söylüyor. ABD, Rus şirketlerinden çok Alman veya Japon şirketleriyle rekabet
hâlinde, oysa Pentagon Moskova ve Pekin’e kitlenirken, Berlin ve Tokyo’yu hiç
dert etmiyor.
Bu
bilmeceyi ele alan eleştirmenimiz, kapitalizmin farklı ekonomik ve askeri
güçlere sahip imparatorluklar arasında birleşik çelişkilere yol açan, eşitsiz
gelişim yasasına ait kurallara tabi olduğunu söylüyor. Bu noktada Pröbsting,
daha çok çeşitli güçlerin varlığına işaret ediyor. Bu anlamda,
Japonya-Almanya’nın durduğu ilk alanla Rusya’nın durduğu ikinci alan arasında
ayrım yapıyor. Neticede de geçmişe ait bloklarla bugüne ait bloklar arasındaki
farklılığı eşzamansızlığa, aynı döneme ait olmayışa bağlıyor.[15]
Oysa
söz konusu ayrım, mevcut dizilimi hiçbir şekilde izah etmiyor. Batı’nın teşkil
ettiği ağ, her türde gücü içeriyor. Avrasya’daki ikili de ekonomik ve askeri
güç bağlamında dengesizliklerle yüzleşiyor. Pröbsting, Batı ittifakı ile
emperyalist sistemde dışlanan iki hasım arasındaki daimi karşıtlığın sebebini
bir türlü idrak edemiyor.
Kanaatimizce
buradaki sorun, oluşan ilgili çerçevenin NATO’nun emperyalizmin askeri merkezi
olarak Amerika komutasında yeniden teşkil edilmesinin sonucu olduğunun
görülmemesi. Pröbsting, bu hiyerarşik yapının etkisini göz ardı ediyor, ilgili
yapının, NATO’nun tüm üyelerinin emperyalizm ismini taşımayı sürdürdüğünü
anlamıyor. Emperyalizm, ABD liderliğinde hareket eden ortakları (İngiltere ve
Fransa’yı) ve ona tabi olan Almanya ile Japonya’yı kapsayacak şekilde
kullanılan bir tabir.
Bu
denklem, Pröbsting’in emperyalizm tanımıyla tabii ki çelişiyor. Alman ve Japon
şirketlerinin ulusal sınırlar dışında yürüttükleri ticari faaliyetlerin
emperyalist sistemin kararlar alınan piramidinde yer alan devletlerin konumuyla
bağlantısız olduğunu görmüyor. Bu ülkelerdeki hiçbir ordu dünyanın dört bir
köşesinde yatırımları bulunan Alman ve Japon şirketlerini korumuyor. Aynı durum
İsviçre, Hollanda, Belçika ve Avusturya için de geçerli.
Farklı
ülkeler için aynı emperyalizm terimini hiçbir ayrım gözetmeden kullanmanın iç
tutarlılıktan uzak ve muğlâk bir fikre yol açtığını görmek gerekiyor. Bir
yandan emperyalist sistem içindeki her bir aktörün konumunu izah ederken
Amerika’nın koruma faaliyeti için kullandığı, maliyeti yüksek mekanizmanın
kapitalizmin genel işleyişini güvence altına alan yapıya destek sunduğunu
görmek zorundayız.[16]
Yaşanan
Çöküşteki Tuhaflıklar
Pröbsting,
eskiden emperyalistler arasında meydana gelmiş olan çatışma durumlarının
yeniden açığa çıkmasını Amerika’nın üstünlüğünü yitirmesine bağlıyor. Bir dizi
istatistiki veriden istifade eden Pröbsting, bu ekonomik çöküşe işaret ediyor,
Amerika’nın hâlâ daha kudretli ama artık hâkim olmadığını söylüyor.[17] Dile
getirdiği teşhis üzerinden, eşitsiz gelişim temelinde Kuzey’in devinin yeniden
nasıl zemin kazandığını ortaya koyuyor.
Ne
var ki Pröbsting, yaşanan ekonomik çöküşe Washington’ın hâlen daha süren askeri
liderliğinin eşlik ettiğini görmüyor. İki alan arasındaki mesafeyi dikkate
almıyor. ABD esasında üretim sahasındaki küçülüşü neticesinde savaş gücünü
kaybediyor değil. Diğer Batılı rakipleri bu sonuçtan istifade etmiyorlar,
sadece onu geçerli kılıyorlar. NATO hâlen daha Pentagon’un idaresinde.
Bu
tuhaflık, emperyalist sistemin liderinin yaşadığı çöküşle birlikte ilgili
sistemi aşındırmasının bir sonucu. ABD askerlerini farklı bölgelere
konuşlandırmak suretiyle ekonomik hâkimiyete yeniden kavuşamayınca bu kriz daha
da derinleşti.[18]
Pröbsting,
doksanlarda ortaya çıkmış olan bu özel dengesizliği dikkate almıyor, anlamaya
çalışmıyor. Oysa ilgili dönemde ABD, Soğuk Savaş’ta elde ettiği zaferi ticaret
ve sanayi alanına aktaramıyor, bu alanlarda hâkimiyeti elde edemiyor. Clinton,
Dünya Ticaret Örgütü merkezli bir neoliberal ekonomi düzeni kurmayı düşünürken
başarısız oldu. Bush, bu projeye sırtını döndü, savaş sürecini tırmandırdı,
Kuzey’in devini çöküşe sürükledi. Obama, aynı yoldan yürüdü, askeri saldırılara
devam etti, serbest ticaret girişimleri düzleminde başarısız oldu. Trump’ın
korumacı yönelimi sonuç vermedi. Biden ise Keynesçi belirsizlikle emperyalist
hedefsizlik arasında salınıp duruyor.
Eleştirimiz,
Amerika’daki kötü yönelimin emperyalist sistem dışında hareket eden hasmının
yükselişe geçtiği süreçle daha da içinden çıkılmaz bir hal aldığına dair
tespitimizi içermiyor. Bu noktada ABD’nin bugün Çin’le yaşadığı gerilimle, daha
önceden Japonya veya Almanya ile yaşadığı çatışmalar arasındaki büyük farklılık
üzerinde durmak gerekiyor.
Doların
başka para birimlerine dönüştürülmezliği sorunu, Amerika’nın içine girdiği
krizin boyutunu ele veriyor. Bu koşullarda birinci güç, iki rakibini, Japonya
ve Almanya’yı Pentagon’un kontrolü altında tutuyor, üstelik bunu epey kolay bir
biçimde yapıyor.
Ama
son yıllarda Çin’in kendi eylem alanının dışına çıktığı üzerinde duruluyor.
Amerika, Tokyo veya Bonn’a dayattığı para ve ticaretle ilgili maddelere
başvurarak, Pekin’e olan borcunu ve ticari açığını dengelemeye çalışıyor ama
bunu başaramıyor. ABD’nin bu süreçte Avrupa’yı Ukrayna savaşı karşısında
silahlandırması, militarize etmesi, Pasifik’teki ortaklarını tekrar
silahlandırması mümkün. Ama bu hamleler, NATO haricindeki hasmı karşısında
elini hiçbir şekilde güçlendirmiyor.
Ortada
belirgin bir farklılık söz konusu. Pröbsting, bu farklılığı görmüyor,
emperyalist sistemin merkezindeki gücü idrak etmiyor. Biz, eleştirimizde
Amerika’nın krizini tasvir ediyoruz, bunu yaparken, söz konusu bozulma
sürecinin etkilediği yapıyla bağ kurmuyoruz.
Yeni
Kavramların Anlaşılmaması
Pröbsting,
“Rusya, oluşum aşamasında olan, hegemonya sahibi olmayan bir imparatorluktur”
tanımına karşı çıkıyor.[19] O, bu tanımın özgül yanları görmeyen, analizle
alakası bulunmayan basit bir ikincil güç üzerinde durduğunu düşünüyor.[20] Bu
hâliyle Pröbsting, kavramın anlamını kavramaya çalışma gereği duymadan onu çöpe
atıyor.
Kanaatimizce
bu, Rusya’yı emperyalist sistemden dışlayan yaklaşımın ürünü. Avrasyalı bir güç
olarak Rusya, Belçika gibi küçük bir ekonomik aktör olmadığı gibi, hâkim
sistemde Büyük Britanya türünden bir askeri güç de değil. Rusya, ABD’nin
öncülük ettiği yapıyla yaşadığı çatışma sebebiyle, niteliksel açıdan farklı bir
role sahip.
Bu
ayrımı görmezden gelen eleştirimiz, oluşum aşamasında bulunan, hegemonyadan
yoksun imparatorluk anlayışını sorguluyor. Pröbstin, bu kategorinin çelişkili
olduğunu, çünkü hiçbir gücün mevcut karşılaşmada bir imparatorluk olarak
hareket etmeden dünya liderine kafa tutmadığını söylüyor. Bu noktada 1914
öncesinin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu ve 1939 sonrası Japonya ile
Almanya’yı anımsatıp bunların ABD, Fransa ve Büyük Britanya’yla girdikleri
ihtilaflarda tümüyle emperyalist politikalar uyguladığını söylüyor.[21] Yazarın
da ifade ettiği biçimiyle, bu güçler öncesinde hiçbir şekilde bir demlenme
sürecinden geçmediler.
Kanaatimizce
Pröbsting, sorunun kaynağını kavramaksızın kendi düşünce sürecine teslim
oluyor. Rusya’nın yeni oluşan statüsü ile hegemonyadan yoksun konumu, ABD
idaresindeki sistemden çelişkili bir tavırla uzaklaşmasının bir sonucu. Oysa bu
sistemin üyeleri bu türden bir anlayışı hiç benimsemediler. Önceki durumda ne
yapılıyorsa onu yaptılar. Yirminci yüzyılın ilk yarısında ABD liderliği diye
bir şey olmadığı, bu sebeple emperyalist sistem böylesi bir liderliğin güdümüne
girmediği için, iki savaş arası dönemde Avusturya-Macaristan, Japonya ve
Almanya bu türden bir tasnife dâhil edilemezler.
Pröbsting,
içinde olduğumuz dönemin özgünlüğünün üzerinde hiç durmuyor. Bu sebeple
niteliksel açıdan farklı olan dizilimler arasında tutarlılıktan yoksun
kıyaslamalar yapıyor.
Klasik
dönemin emperyalizmleri bugündeki koşullardan farklı koşullarda oluştu. Toprak
işgalleri gerçekleştirildi, işgücü köleleştirildi.
Aynı
yanlış anlayış Çin değerlendirmesinde de karşımıza çıkıyor. Pröbsting’e göre
Çin’in emperyalist niteliği aşikâr ve açıklamaya zerre ihtiyaç duymuyor.
Emperyalist Çin’in 1989’da kapitalizmin tahkim edilmesiyle birlikte ortaya
çıktığını, bunun Çin’in yeni elde ettiği ekonomik gücün neticesi olduğunu
düşünüyor.[22] Fakat Pröbsting, bu iddiasını hiçbir kanıt ileri sürmeden dile
getiriyor. Bir çırpıda emperyalist kampa dâhil edilen Çin’in kendi sınırları
dışında hiçbir önemli askeri müdahale gerçekleştirmediği gerçeği üzerinde
nedense durulmuyor.
Yazar,
bizim Çin’i hâkim ülkeler kulübü dışında tuttuğumuzu görmezden geliyor. O,
Çin’deki tarihsel sürecin niteliğini anlamıyor. Pröbsting, Rusya’daki henüz
tamamlanmamış emperyalist oluşumu anlamadığı gibi Çin’deki tarihsel ara aşamayı
da anlamıyor. O sadece siyah ve beyazı seçebiliyor. Kabul ediyor. Emperyalist
yapılarla toplumsal rejimlerin tarihsel geçiş süreçlerine damga vuran gri
tonları görmezden geliyor.[23]
Pröbsting,
Çin’in kapitalist niteliğini geliştirmeksizin küresel ekonomiye liderlik eden
güce meydan okuyamayacağını söylüyor.[24] Ama bir yandan da bu gücün yirmi
birinci yüzyılda, can çekişen, çürüyen ve asalak kapitalizmin mevcut döneminde
yaşanan en büyük ekonomik dönüşümün öncüsü olduğunu kabul ediyor.[25]
Eleştirmenimiz, Çin kapitalizmindeki canlılığı kabul edip bir yandan da bu
sistemin bir ayağının çukurda olduğunu söylemenin çelişkili olduğunu görmüyor.
Bu
türden çelişkili ifadelere cevaben biz şunu söylüyoruz: Çin henüz tamamlanmamış
olan bir kapitalist restorasyon süreci içerisindedir. İşçi sömürüsünden
kaynaklanan kârları hedef alan rekabetin damga vurduğu ekonomisiyle Çin’de
kapitalizmin olduğunu kimse inkâr edemez. Fakat kapitalist yönetici sınıfın
devlet iktidarını kontrol etmediğini söylemek gerekmektedir.[26]
Bu
açıdan, Pröbsting’in devlet kapitalizmi dediği şeyden başka bir hal var ortada.
Yazar, yirminci yüzyılda görülen benzer türde rejimlerle analoji kuruyor. Bu
açıdan yanlış yapıyor.[27] Zira ülkenin yeniden organizasyonunu önceleyen
sosyalist sürecinin varlığıyla birlikte oluşmuş farklılığın önemini hiçbir
şekilde görmüyor. Bu özgüllüğün devletin ekonomiyi düzenleme konusunda
gösterdiği becerinin neden bu kadar üst düzeyde olduğu sorusunun cevabı
olduğunu söylemek gerekiyor.
Pröbsting,
bu bahsini ettiğimiz son özelliğin bir bütün olarak Pekin’in uyguladığı ekonomi
politikası karşısında tali olduğunu düşünüyor. O, Çin’deki iktidarın ekonomi
sahasındaki yönelimlerinin tümüyle Amerika’daki hükümetlerin uyguladıkları
Keynesçi politikalarla kıyaslanabileceğini söylüyor.[28] Ayrıca yazar, Çin’de
görüldüğü üzere, yoksulluğun büyük ölçüde yok edilmiş olması veya üretimin
devasa ölçülerde büyümüş olması gibi gerçekleri ve bu hedeflere burjuvazinin
hiçbir ekonomi kitabıyla, hiçbir reçetesiyle ve hiçbir yöntemiyle
ulaşılamayacağını göremiyor.
Pröbsting’in
önermeleri, onun GSYİH’nin yüzde 40’ına denk düşen kamu sektörünün gücünü ve
yol açtığı etkilerini, ülkeye yönelik yabancı yatırımlarının sıkı bir biçimde
planlandığı veya kontrol altında tutulduğu gerçeğini anlamasına mani oluyor.
Kanaatimizce bu veriler Amerika’nın geliştirdiği emperyalist modelden çok uzak
olan beynelmilel bir ekonomi modelinin varlığına işaret ediyorlar.
Eleştirmeniz, işte tam da bu rejimin kendine has olan, güçlü niteliğini dikkate
almamanın eksikliğini yaşıyor.
Claudio Katz
18
Eylül 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Pröbsting, Michael. Russia: An Imperialist Power or a “Non-Hegemonic Empire
in Gestation”? A reply to the Argentinean economist Claudio Katz An Essay (with
8 Tables), 11 Ağustos 2022, Newpol.
[2]
Katz, Claudio, “La crisis del sistema imperial”, 29 Haziran 2022, Lahaine.
[3]
Katz, Claudio, “La indefinición imperial contemporánea”, 8 Şubat 2021, Lahaine.
[4]
Pröbsting, Michael, “Siervos de dos amos, El estalinismo y la nueva guerra fría
entre las grandes potencias imperialistas de Oriente y Occidente”, 10 Temmuz
2021, Communists.
[5]
Katz, Claudio, “Es Rusia una potencia imperialista? I Gestación no hegemónica”,
29 Nisan 2022, Lahaine.
[6]
Katz, Claudio, “Estados Unidos y China: una puja entre potencias disimiles” 19
Nisan 2021, Lahaine. Fransızca Çevirisi: Recherches
Internationales: Persee.
[7]
Pröbsting, Michael. “El imperialismo ruso y sus monopolios”, 25 Ağustos 2022, Vientosur.
[8]
Pröbsting, Michael. “Anti-imperialismo en la Era de la Rivalidad de las Grandes
Potencias” (Capítulo IX.) RCIT Books, Viyana 2019, Communists.
[9]
Pröbsting, Michael. “South Korea as an Imperialist Power”, Aralık 2019, Communists.
[10]
Pröbsting, “Russia: An Imperialist Power”.
[11]
Pröbsting, “Siervos de dos amos”.
[12]
Pröbsting, “Russia: An Imperialist Power”.
[13]
Pröbsting, “Russia: An Imperialist Power”.
[14]
Pröbsting, “Siervos de dos amos”.
[15]
Pröbsting, “Russia: An Imperialist Power”.
[16]
Katz, Claudio, “Tres perfiles diferentes del imperialismo dominant” 17 Eylül
2021, Lahaine.
[17]
Pröbsting, Michael. “Russia: An Imperialist Power or a Non-Hegemonic”.
[18]
Katz, Claudio, “La recuperación imperial fallida de Estados Unidos” 25 Ocak
2021, Lahaine, Katz, Claudio, “Ocaso, supremacía
o transnacionalización” 1 Şubat 2021, Lahaine.
[19]
Katz, Claudio, “¿Es Rusia una potencia imperialista? III Continuities,
reconstructions and ruptures”, 18 Mayıs 2022, Lahaine.
[20]
Pröbsting. “Russia: An Imperialist Power”.
[21]
Pröbsting, “Russia: An Imperialist Power”.
[22]
Pröbsting. “Rusia and China as Great Potencias”.
[23]
Katz, “Claudio Descifrar a China III: projects en dispute”, 2 Ekim 2020.
[24]
Pröbsting, “Rusia y China como Grandes Potencia”.
[25]
Pröbsting, “South Korea as an Imperialist Power”.
[26]
Katz, Claudio, “China Descifrar a China II: ¿Capitalismo o socialismo?” 25
Eylül 2020, Lahaine.
[27]
Pröbsting. “Anti-imperialism in the Era of Rivalry”.
[28] Pröbsting, “Siervos de dos amos”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder