Karl Marx bir mektubunda, “Sosyalizme kendilerince
gerçekten kopuk, idealist bir yön veren”[1] bir çeteden söz ediyor ve bu
çetenin “Adalet, Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik gibi tanrılarla yüklü modern
mitolojiyi (kullanandan ciddiyetle yürütülmesi gereken, nesnel çalışmayı talep eden)
materyalist zeminle ikame etmek istediğini” söylüyor.
Bugün Türkiye sosyalist hareketini Marx öncesine
ait, Marx’a karşı, Marx’tan bihaber çeteler yönetiyor. Onlar, her şeye, her
olguya, “Adalet, Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik” gibi putlar üzerinden bakıyor,
nesnel ve kolektif olanı her fırsatta redde tabi tutuyorlar. Bu kavramlar,
sınırsız ve sınıfsız değil, doğrudan burjuvazinin kavram setine aitler.
Fransız Devrimi öncesinin orta sınıfı olarak
burjuvazi, devrim sonrasının proleter devrimler çağının orta sınıfına aklını ve
eylemini miras bırakıyor. Marx ve Marksizm, bu mirasa sallanan ve proleter
devrimciliğin yolunu açan kılıç olarak görülmeli. O, akademizme ve gazeteciliğe
hapsedilmemeli.
O yeni orta sınıf, burjuvaziden miras aldığı aklı ve
eylemi, her döneme ve pratiğe dayatıyor. Marx’ın sözünü ettiği putlar, bu aklın
ve eylemin somut biçimi. “Materyalizm zemini” derken Marx, o putlara kılıç
sallamayı ve ardındaki gerçeğe bakmayı, o gerçeğe uygun mücadele biçimleri
üretmeyi kastediyor.
Marx’ın “eğitimliler kastı” dediği kesime mensup
solcular, bugün de “aptal, bayat ve gerici” bir hâl almış ütopyacılık pilavını
ısıtıp satmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ütopyacılık pilavı, burjuvazinin
yeni gelişen orta sınıfa miras bıraktığı aklın ve eylemin bir ürünü.
Evveliyatı tabii ki var ama, elimizdeki pilav,
bilhassa 2011’den beri bölge ve dünya genelinde açığa çıkmış isyan
pratiklerinin ve o isyanları bastırma iradesinin bir yan ürünü. Kontrgerilla
talimnamelerinden ve istihbarat raporlarından ayrı ele alınmamalı.
Bu eylemlerle ilgili olarak, solcular, belirli bir tür
sol popülizm ve popülizm eleştirisi geliştirdiler. Bu pratiğin halesine
kapıldılar, iğvasına teslim oldular. Emperyalizmin ve burjuvazinin
müdahalesiyle belirli bir kıvama getirildiler.
Söz konusu fikriyatta eskiden eksen ve ana zemin
olarak görülen “Üretim”in yerini “Tüketim ve Dağıtım” aldı. Ekonomi-politik, bu
iki kavrama göre analiz edildi. Üretimde bireyi ezen eşitlikçi bir yön
bulunurken, tüketim, seçim yapma ve karar alma özgürlüğü ile birlikte
tanımlanıp yüceltildi. Kutsandı. “Ben, ömrüm boyunca eşitlikçiliğe karşı,
özgürlük için mücadele ettim” diyen Karl Popper çizgisi galebe çaldı.
Marksizmin kavramlar seti çöpe atıldı.
“Tüketim”, “birey”, “seçenekler” ve “kararlar” gibi
kelimelerin etrafında tavaf ettirilen teori, ideoloji ve politika, burjuvaziden
akıl almış, ona öykünen orta sınıf siyasetinin birer ürünü. Orta sınıf,
egemenler adına, teoriyi, ideolojiyi ve politikayı belirli bir kıvama ve
içeriğe kavuşturmak zorunda. Bu kıvam ve içerik oluşturma çabası, doğalında,
Marx’ın ve Marksizmin kılıcının kırılmasını, olmadı, yumuşatılmasını şart
koşuyor.
* * *
Bundan yirmi yıl önce solun güç olduğu önemli bir
sendika, “tüketimden gelen gücümüzü kullanalım, falanca ürünü boykot edelim”
diyen bildiriler dağıtmıştı. Sendikanın bildirisi, tehlikeli bir olgu olarak
görülen sınıfa değil, zararsız kabul edilen, “İşçi” denilen bireylere
sesleniyordu. Bu hat, başka bir kol çıkarttı ve bu kol, işçiyi “Ezilen”
kategorisinin alt başlığı hâline getirdi, “mağdur ve madun” olarak kodlayıp
işçi sınıfının dişlerini çekti. Onu kabul ve görünürlük siyasetinin figüranı
hâline getirdi. Yandaki karikatürü çizen TİP vekil adayının yaptığı gibi, sınıf olarak işçiyle dalga
geçildi, birey olarak işçi yüceltildi. TİP, yandaki karikatürü çizen ve yirmi
yıl önce Altan Biraderler'in ettiği lafın aynısını eden bir kişiyi aday
gösterdi.
Tüketimin bireysele ve bireyin varlığına önem
verdiğini düşünen, bireyi her türlü baskı ve hiyerarşiden kurtarmayı vaat eden
çizgi, bugün “benim iki oyum var, onun birini Kemal’e, diğerini falanca örgüte
veriyorum” cümlesinde karşılık buluyor. Soyut, gerçekten kopuk, yücede duran,
sınırsız ve sınıfsız bir olgu olarak görülen oy ve oy sahipliğini, nedense
kimse sorgulamıyor.
* * *
Solcular, tekellerin, devletlerin, sermayenin
Erdoğan’ı “bireyin seçimine ve kararlarına, bireyin varlığına düşman güç
olarak” karikatürize edip bu şekilde sunmasına ses çıkartmadılar. Bu
hâlleriyle, Marx’ın sözünü ettiği “materyalizm zemini”ni terk ettiler. Tuhaf
bir metafiziğe, anlamsız bir idealizme kul oldular. Kendi yankı odalarında,
gerçek dışı hayal âlemlerinde debelenip duruyorlar.
Marx, bu tür solculuğun gerçeklikten kopuk olduğunu
söylüyor. Marksizm hattını ve kavgasını sürdürme iradesinde olanlar, bu
anlamda, bugünkü TİP’in Türkiye, işçi ve partiyle ilişkisi, bağı olmayan bir
küçük burjuva projesi olduğunu görmeliler. Ana rahmi TKP de aşağıdaki görselde
gerçekle bağını iyice koparttığını ortaya koyuyor.
TİP-TKP gibi pratikler, ülkeye dayatılan emek
rejiminin, çalışma düzeninin, kanunlarının, sömürüyü artırmaya yönelik
uygulamaların selameti için belirli kavramları yeniden tanımlamak, yeni döneme
uyum sağlamak zorunda. En temelde “Sömürü ve Zulüm”, literatürden silinmeli,
yeni dönemin siyaset alanı, kandan ve terden arındırılmalı. Özel sanayi
bölgelerine, özeli yücelten, özeli putlaştıran, özelin fikrini başa yazan, her
şeyi özele göre idrak eden özel kişiler denk düşmeli. Ülkenin tepesindeki
iktidar, doğudan batıya, kuzeyden güneye, her ilmeğe, her hücreye sinmiş olan
niteliğiyle eleştirilmeli, özel kişilerin özel servetlerine ve özel kârlarına
göre yeniden dizayn edilmeli. Sosyalist iktidar, tahakkümcü ve totaliter
bulunarak tasfiye edilmeli, tüm imkânları ortadan kaldırılmalı. Ülke, ABD
eyaletine veya Avrupa’daki troykanın hâkimiyetinde olan alt siyasi birime
dönüştürülmeli.
* * *
1919’daki Sivas Kongresi’nde Amerikan mandası
tartışılıyor. O gün o kongrede “ülke, Amerikan mandası olsun” diyenler, bugün
CHP’yi yeniden inşa ediyorlar. Bu mandacılık, CHP’yle bağlantılı sosyalistleri
de dönüştürüyor. Onlara da sirayet ediyor. Tüm teori, ideoloji ve politika, bu
“ütopyacı idealist çeteler” eliyle manda yönetimine uygun hâle getiriliyor,
mandacılaştırılıyor. Bu işlem, bireyin özgürlüğü, özgür seçimi ve özel
kararları adına yürürlüğe konuluyor. Sosyalist hareketteki dönüşümü mandacılaşma
eğilimiyle birlikte değerlendirmek gerekiyor.
O nedenle, solcular, Marx’ın eleştirdiği putlara sarılıyor, sürekli Adalet’ten, Özgürlük’ten, Eşitlik’ten ve Kardeşlik’ten söz ediyorlar. Kötülük gibi boş idealist laflara sarılıyorlar.
Solcular, materyalizm zeminine yabancılaşıyorlar. Maddi bir güç olma imkânlarını ortadan kaldırıyorlar. Amerikan eyaleti ve AB’ye bağlı manda olma arzusu, birçoğunun içini gıcıklatıyor.
Bu ütopizmin işçi sınıfına ve ezilenlere ne getireceği üzerinde
durulmuyor. Sosyalistlerin ağzı kıpırdıyor, ama vantrolog başkaları. O
vantrologlar, yoksulu hor ve aşağılık görmeyi, ondan nefret etmeyi, onu
küçümsemeyi, ona düşmanlık etmeyi öğretiyorlar. Bu anlamda, Fransa’da edilmiş,
aşağıda aktarılan cümleleri, herkesin tekrar tekrar tefekkür etmesi gerekiyor:
“Siz,
devrim fikrine dair hafızanın bile silinip gitmesini mi istiyorsunuz? Sizin
niyetiniz, ‘işçi’ kelimesini mecaz olarak bile kullandırtmamak mı? Ortaya çıkan
sonuç konusunda kimsenin şikâyeti yok anlaşılan. O zaman gidin, dişlerinizi
sıka sıka, gebertin yoksulları. Ya da onları Amerikalı dostlarınıza
öldürtün!”[3]
Eren Balkır
12 Mayıs 2023
Dipnotlar:
[1] Karl Marx, “Adolph Sorge’ye Mektup”, 19 Ekim 1877, İştiraki.
[2] Eren Balkır, “Nesnel ve Kolektif”, 17 Nisan 2023, İştiraki.
[3] Alain Badiou, “Başörtüsü Yasağı”, 21 Şubat 2004, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder