Pages

31 Ocak 2023

Hintli Devrimciler ve Bolşevikler: İlk Temaslar (1918-1922)

Uritski Sarayı’nda düzenlenen İkinci Komintern Kongresi: Lenin’in arkasında Gorki,
onun yanında Zinovyev, onun yanında ise M. N. Roy duruyor.


Hintli devrimciler genelde, “İngiltere’nin yüzleştiği her türden güçlük, Hindistan için fırsattır” anlayışı üzerinden hareket ettiler.[1] Bu anlayış uyarınca Hintli devrimciler, İngiltere’nin düşmanlarını dostları kabul ettiler.

Bu anlamda Almanya, Birinci Dünya Savaşı sürresince Hintli devrimcilerin hem dostu hem de hamisi idi. Dünyanın farkı bölgelerinde yaşayan Hintli devrimcilerle Alman hükümeti arasındaki irtibatı sağlamak amacıyla Hindistan’ın Bağımsızlığı Komitesi kuruldu. Öte yandan, Hindistan’da gerçekleşecek isyanı örgütlemek amacıyla Almanya, on milyon mark harcadı. Ama bu çabaları sonuç almadı. Almanların yardımıyla hiçbir şey yapılamayacağı görüldü. Doğal olarak bazı Hintli devrimciler, yardım için başka kaynaklar aramaya başladılar.

Rusya’daki Şubat Devrimi ardından, Kabil’deki Özgür Hindistan Geçici Hükümeti Başkanı Mahendra Pratap, olumlu cevap alacağını umduğu mektubunu ilettiği bir elçiyi Türkistan’a gönderdi. Fakat Rusya’dan, Kerenski Hükümeti’nin Çar’ın batılı müttefiklerle yürüttüğü ittifak politikasını devam ettireceğine dair cevabını aldı. Fakat sonra Bolşevikler, iktidara geldi ve durum tümden değişti.

Bolşevikler, Mahendra Pratap’ı Rusya’ya davet ettiler. Mart 1918’de Berlin’e gitmek için yola çıkan başkan, Moskova’ya uğradı. Burada Trotskiy ile görüştü. O dönemde Bolşevikler, hayatta kalmak için yoğun bir mücadele içerisine girmişlerdi. Hintli devrimcilerden gelecek her türden yardıma açıklardı. Mahendra Pratap, Moskova’da kısa bir süre kaldıktan sonra Almanya’ya gitti.[2] Görünüşe göre, Bolşevikleri değer yükleyebileceği dost bir güç olarak görmemişti.

Aslında Hintli devrimcilerle Bolşevikler arasında nispeten daha verimli sonuçlara yol açacak temasların bu dönemde, gayriresmi düzeyde İsveç’te kurulduğunu görüyoruz. 1917 yazında Hollandalı ve İsveçli sosyalistlerin girişimiyle Stockholm’da uluslararası konferans örgütlendi. Konferansın asıl amacı, düşmanlıklara son verecek yolları ve araçları tespit etmekti.

Küçük bir Hintli heyetinin başkanı olarak katılacağı konferans için yola koyulan Virendranat Çattopadyaya, Stockholm’a Mayıs ayının sonunda geldi. Kısa bir süre sonra heyete o dönemde Berlin’deki Hindistan’ın Bağımsızlığı Komitesi’nin genel sekreteri Bupendranat Datta da katıldı. Burada heyet üyeleri, Karl Radek ve Komintern’in ilk genel sekreteri Anjelika Balabanova ile bir araya geldiler. Bu görüşmeler dâhilinde K. M. Troyanovski özel bir dostluk ilişkisi geliştirdiler.

Troyanovski, konferans bittikten sonra da Stockholm’da kaldı. Sonrasında, Bolşevik Devrimi ardından, Hintli dostlarının değişen koşullarda kendileri için bir şeyler yapmasıyla ilgili ricaları üzerine Rusya’ya döndü. Troyanovski sözünü tuttu ve 1918 yazında Çattopadyaya’yı Moskova’da Rusya-Hindistan birliğinin kurulduğu konusunda bilgilendirdi.[3]

Bu esnada, Troyanovski’nin tavsiyesi üzerine Hindistan’ın Bağımsızlığı Komitesi Berlin’deki Sovyet elçiliği ile temasa geçti.[4] Fakat Alman hükümeti, Sovyet büyükelçisi Adolf Joffe’den 6 Kasım 1918 günü Alman komünistleriyle kanun dışı temaslar kurmamasını istedi. Elçi, o günlerde bazı Hintlilerle birlikte Rusya’ya gitmeye hazırlanıyordu. O telâş içerisinde Hintliler, elçiye eşlik etme imkânı bulamadılar.[5] Ayrıca Hintli devrimciler, eski bağlarını kopartma ve o hiç tanımadıkları Bolşeviklerle temas kurma konusunda kimi endişelere sahiplerdi. Bu koşullarda Bolşeviklerle Hindistan’ın Bağımsızlığı Komitesi arasında kurulan tüm temaslar son buldu. Aralık 1918’de söz konusu komite dağıldı.[6]

Fakat Berlin, kısa bir süre sonra Moskova’da düzenlenecek İkinci Komintern Kongresi’ne gitmek üzere şehre gelen devrimciler sayesinde yeniden önemli hâle geldi. Bu isimler arasında birkaç Hintli de vardı. İlk gelenlerden biri de M. N. Roy’du. Roy, Aralık 1919’da Berlin’e Meksika’dan geldi. Diğer bir isim de Dr. R. Sahir takma ismini kullanan Abani Muherci’ydi. Rusya yoluna Mayıs 1920’de düşen Roy’un peşinden Abani de yola çıkmıştı.[7]

Almanya’dan ayrılmadan önce M. N. Roy, Hintli dostlarından kendisine Rusya yolculuğunda kendisine eşlik etmesini istedi. Fakat ekibin lideri Çattopadyaya, o sıralarda Stockholm’daydı, Hintliler, onun yokluğunda bu denli önemli bir kararı almak istemediler. Ayrıca ABD’deki yoldaşları hapisten yeni çıkmıştı ve olayların seyrini bilmedikleri ittifakların içine girerek değil, aşina oldukları ortamlarda kalarak izlemeyi tercih etmişlerdi.[8]

Bu esnada Afganistan üzerinden faaliyet yürüten bazı Hintli devrimciler, Sovyet yetkilileriyle temas kurdular. Mahendra Pratap’ın gerçekleştirdiği, sonuçsuz kalan ziyaretin ardından, Ahmed Baris ve Muhammed Hadi (ki muhtemelen Delhili Settar ve Cabbar ismindeki iki adamın takma adıydı bunlar) isimli iki kolej öğretmeni, Kasım 1918’de Moskova’ya geldi. Bu iki öğretmen, Sovyet yetkililerine 1917 yılının sonunda Delhi’de bir toplantının yapıldığına dair bir mesaj ilettiler. 23 Kasım günü Lenin’le bir araya gelen bu iki isim, Rusya Komünist Partisi Merkez Komitesi’nde konuşma yaptı. 5 Aralık günü düzenlenen ve farklı ülkelerden gelen insanların bir araya geldiği toplantıda Muhammed Hadi, Sovyet yetkililerinden özgürlüğüne kavuşması konusunda Hindistan’a yardım etmesini istedi.[9] Orada ne tür bir kararın alındığı bilinmiyor. Ancak şunu biliyoruz: Mart 1919’da Mevlânâ Muhammed Bereketullah ve Abdurrab’ın başını çektiği bir Hint heyeti, Kabil’den Taşkent’e geçti ve burada coşkulu bir biçimde karşılandı. Bereketullah, tüm Müslümanlara İngiliz emperyalizmine karşı ayaklanma çağrısı yaptı. Orta Asya şehirlerinde İngiliz karşıtı bildiriler dağıtıldı.[10] İngilizler, Bolşevik propagandanın panislamist bir bakış açısı kazanmış olması karşısında epey rahatsız oldular.[11]

Fakat Sovyetler’in Hint mücadelesine sunacağı yardımın niteliği, ancak 1919 yazında belli oldu. O dönemde Türkistan bölgesinin önemli bir bölümü Sovyet kontrolüne girdi, Afgan hükümeti, Moskova’yla diplomatik görüşmelere başladı. İçinde Bereketullah’ın da bulunduğu bir Afgan heyeti, Mayıs ayının başında Moskova’ya geldi. Heyet, 7 Nisan’da kaleme alınmış olan, Emir Amanullah’ın mektubunu Lenin’e iletti.[12] 27 Mayıs’ta bu mektuba verdiği cevapta Lenin, “Afgan halkının ecnebi zalimlere karşı kendisini kahramanca savunan bağımsız Afgan halkı”nı mücadelesinden ötürü tebrik ediyor, başkalarının özgürlüğüne yönelik her türden yabancı gücün gerçekleştireceği saldırıya karşı iki ülkenin birbirine yardım etmesi için gerekli diplomatik ilişkilerin bir an önce kurulmasını öneriyordu.[13] Bu mektup, sonrasında o dönemde Taşkent’te bulunan N. Z. Bravin’e gönderildi. Bravin, mektupta dile getirilen diplomatik ilişkileri resmi bir zemine kavuşturmak ve Sovyet yardımıyla ilgili düzenlemeleri yapmak amacıyla, 14 Haziran günü Kabil’e yola çıktı. Kabil’e giden heyetin içerisinde, aynı zamanda Türkistan’daki hapishanelerden çıkartılmış birkaç Alman ve Avusturyalı mahkûm da yer alıyordu. Bunların görevi, askeri eğitim ve patlayıcı eğitimi vermekti. Heyet, 8 Ağustos 1919 günü imzalanan Revalpindi Anlaşması’ndan birkaç gün sonra Kabil’e vardı. Bereketullah da şehre aynı heyetle döndü.[14]

Bravin’in başkanlık ettiği heyetin Taşkent’ten ayrılmasından kısa bir süre önce Muhammed Vali Han’ın başkanlık ettiği Afgan heyeti Taşkent’e geldi. 14 Haziran günü bu isimler, Amanullah’ın ikinci mektubunu iletmek için Moskova’ya geçtiler. Ekim 1919 başında Moskova’ya ulaştılar. 27 Kasım günü Lenin, Afgan kralı Amanullah’a yazdığı mektupta, İngiliz emperyalizmine karşı mücadelesinde askeri yardım yapacağına dair güvence verdi.[16] Böylelikle, 28 Şubat 1921’de imzalanacak Rus-Afgan Anlaşması ile zirvesine ulaşacak olan müzakere ve dostane mektuplaşma süreci başlamış oldu. Bu iki ülke arasında kurulan ve giderek güçlenen dostluk, bölge genelinde faaliyet yürüten ve başka ülkelerden yardım bekleyen Hintli devrimciler açısından oldukça önemli bir gelişmeydi.

Bu heyetlerin ziyaretlerinin gerçekleştiği dönemde savaşın seyri Bolşevikler lehine gelişti. Müttefik Kuvvetler’e ve Beyaz Rus güçlerine ait askerler her yerden çekildiler. Artık Sovyetler, sadece askeri değil, politik düzlemde de saldırıya geçme imkânı bulduğu bir konuma geldi.

1919 yazında Yakov Suritz’in başkanlığını yaptığı ikinci Sovyet heyeti, Moskova’dan ayrılıp aynı yılın Aralık ayında Kabil’e vardı.[17] Bolşeviklerle Hintli devrimciler arasında işbirliği kurulmasını sağlama ve kabilelerin saldırıları ile devrimci çalışma sürecini örgütleme amacını güden heyette Mahendra Pratap, Tirumal Açari ve Abdur Rab da yer alıyordu.[18] Bu isimlerin Afgan ve Rus dostlarıyla kurduğu işbirliği ile ilgili bilgileri Sör Robert Horne’nin Londra’yla müzakere sürecini yürüten Sovyet görevlisi Leonid Krassin’e ilettiği nottan alıyoruz. Bu notta, Bravin’in yerine gelen ve silâhların Hint sınırından geçirilmesi ve İngiliz karşıtı propaganda faaliyetlerinin yürütülmesi için Kabil’de bir matbaa kurulması konusunda Afgan hükümetine baskı uygulayan Suritz suçlanıyor. Devamında, aynı notta, Afganistan’daki Hintli devrimcilerin Çitral, Vakhan ve Pamir hattı boyunca uzanan bölgede yaşayan kabileler içinde faal olduklarından söz edildikten sonra, Çitral-Pamir cephesinde askeri üs kurulması isteniyor. Suritz’e göre, “Taşkent, son çare olarak başvurulacak odak. Üs, koşullar izin verir vermez derhal Kabil’e kaydırılmalı.”[19]

Bu türden suçlamaların doğru olup olmadığını bilmiyoruz. Tümüyle yanlış olmama ihtimali mevcut. Başarılı olan Bolşevikler, İngiltere’ye yoğun bir baskı uyguladılar, ticari anlaşmayı imzalamaya ikna etmek için uğraştılar. Birkaç ay önce Pencap’ta yaşanan karışıklıklarla ve ülke genelinde yürütülen ajitasyon çalışmalarıyla ilgili haberler karşısında mutlu olan Hintli devrimciler de aynı dönemde ellerindeki kabile güçleriyle baskınlar düzenlediler ve Hindistan sınırı boyunca yürüttükleri silâh kaçakçılığı faaliyetlerini yoğunlaştırdılar.

Fakat gene de önemli bir ilerleme sağlanamadı. Zira Afgan hükümeti, Bolşeviklere ve Hintli devrimcilere açıktan destek sunmak suretiyle daha fazla risk almak istemiyordu. Bunun dışında, Hindistan içerisinde temas kurulacak ve silâh gönderilecek herhangi bir devrimci örgüt de yoktu ortada. Dolayısıyla evet, Hint sınırına belli miktarda silâh gelmişti[20], ama ortaya önemli bir sonuç çıkmamıştı.

Gelgelelim, 19 Temmuz-7 Ağustos 1920 arası dönemde Moskova’da yapılan İkinci Komintern Kongresi sonrası Hindistan’a yapılacak Sovyet yardımının çapı da belli oldu. Bu kongre, başka ülkelerde süren antiemperyalist devrim mücadelelerini örgütlemeyi ve onlara yardım etmeyi görevi olduğunu kabul etmekteydi.[21]

Ayrıca kongrenin gerçekleştiği sırada Kızıl Ordu’nun Varşova kapısında aldığı yenilgi sebebiyle yüzler Avrupa’dan Asya’ya döndü.[22] Ama aslında Hindistan ile ilgili kararın değişmesinde asli rolü M. N. Roy üstlenmişti. Komintern’in yürütme kuruluna kabul edilen Roy’un millet ve sömürge meseleleriyle ilgili tezi Lenin’in tezini destekleyen içeriğiyle kabul edildi. Roy şunları söylüyordu:

“Sömürgelerin önemli bir bölümünde emekçi halk kitleleriyle güçlü bağlar kurmak için uğraşan, hâlihazırda örgütlü devrimci partiler mevcut (Komünist Enternasyonal, sömürgelerdeki devrimci hareketle bu parti ve örgütler aracılığıyla ilişki kurmalı, çünkü bunlar, kendi ülkelerinde işçi sınıfının öncüleridir). Bu partiler, bugün çok büyük değilse de kitlelerin isteklerini dile getiriyorlar. Kitlelerin bu partilerin peşinden gideceğine hiç şüphe yok.”[23]

Burada Roy, Hindistan’daki devrimci örgütlerle temas kurulmasını ve onlara yardım edilmesini istiyor. Bu, Lenin’in burjuva milliyetçilerle en azından bir süreliğine işbirliği kurma fikrinden yana durduğu bir dönem.[24] Dolayısıyla, Hindistan’ın verdiği özgürlük mücadelesine sunulacak Bolşevik yardımının örgütlenmesi için gerekli zemin mevcut.

Asya’daki devrimlerin örgütlenme sürecine katkıda bulunmak amacıyla Bakû’de Doğu Halkları Kurultayı’nın toplanmasına, ayrıca Taşkent’te Komintern’e bağlı bir Merkezi Asya Bürosu’nun kurulmasına karar verildi. M. N. Roy, Georgi Safarov ve Grigori Sokolnikov tarafından kurulan bu büronun asli amacı, Hindistan’daki devrim sürecinin örgütlenmesiydi. O dönemde Orta Asya’daki Kızıl Ordu’nun başkomutanı olan, aynı zamanda Merkezi Sovyet Hükümeti Türkistan Komisyonu’na başkanlık eden Sokolnikov, büronun başkanı seçildi.[25] Roy’un Afganistan’daki Sovyet elçisi olarak görevlendirilmesi meselesi tartışıldı. Bu nedenle Roy bir süre Moskova’da kaldı, arkadaşları Taşkent’e geçti. Roy’un elçi yapılmasının nedeni, kendisinin Hindistan’da süren İngiliz karşıtı propaganda faaliyetlerini ve devrimci operasyonları Kabil’den daha iyi yöneteceğinin düşünülmesiydi.[26] Fakat o dönemde Bolşeviklere fazla yakınlaştığını düşünmeye başlamış olan Afgan hükümeti, İngilizlerle gizli görüşmeler yürütmekteydi. Bu sebeple Roy’un Kabil elçisi olması fikrine soğuk yaklaşıldı. Roy, bu tartışmaların ortasında, Ağustos 1920 ortalarına doğru Taşkent’e gitti.[27]

1-8 Eylül 1920 tarihleri arasında toplanacak olan Bakû Kurultayı’na katılmak için yola çıkan isimlerden biri de Abani Muherci’ydi. Kurultaya on dört Hintli katıldı. Bunların önemli bir bölümü asker kaçağıydı.[28] Türkistan’da faal olan Hindistan Devrimi Örgütü, kurultaydan özgürlük mücadelesine destek vermesini istedi.[29] Fakat, yürütülen propaganda faaliyetine rağmen Hintli devrimciler için yeterince yardım toplanamadı.

1920 yazında birçok devrimcinin Hindistan’ı terk etmesiyle birlikte yeni bir durum ortaya çıktı. Bu gelişme, yaşanan bu hicret, bölgedeki devrimci çalışmayı büyük ölçüde etkiledi. Afganistan’a geçilmesinin önemli bir sebebi de Müttefik Kuvvetler’in Türkiye’yi bölmeyi düşündüğüyle ilgili, tümüyle yanlış olmayan haberlerdi. Hintli devrimciler, Türkiye’nin bölünmesiyle halifenin konumunun iyice zayıflayacağını düşünüyorlardı. Hilafet hareketinin ivme kazandığı koşullarda, bazı dini liderler, kendi etraflarında toplaşmış insanlara, Darülislam’a, mümkünse Türkiye’ye hicret edip İngiliz zulmünden kurtulmayı ve halife için dövüşmeyi tavsiye ettiler. Yola çıkan ilk dört muhacirin içinde Refik Ahmed de vardı. Bu isimler, Mayıs 1920’de Kabil’e vardılar. Şehre uzak bir yer olan Cebelüssiraz’da kalan bu isimleri başkaları takip etti. İki yüz kadar insan, aynı yere yerleştirildi.[30]

O dönemde Kabil’de kalan Hintli devrimciler arasında Mahendra Pratap, Bereketullah, Tirumal Açari, Abdur Rab, Ubeydullah ve Gazi Abdul Veli gibi isimler bulunuyordu. Fakat bu isimler, politikalar ve hedefler konusunda pek uzlaşmıyorlardı. Örneğin Ubeydullah gibi isimler kendilerini tutucu bir Panislamcı olarak tanımlarken, bazıları kendilerini komünist bazıları da milliyetçi olarak tanımlıyordu. Hepsi de Kabil’de bulunan muhacirlerin lideri olma arzusundaydı.

Abdur Rab, Mevlânâ Beşir ve Gazi Abdul Veli, bu muhacirlere Türkistan’a gitme tavsiyesinde bulundu. Bir kısmı, Afganistan’da yaşadıkları üzerinden yılgınlığa kapıldı ve ülkeden ayrıldı. Afgan hükümeti, Temmuz 1920’de seksen kadar muhacirin Türkistan’a gitmesi fikrine karşı çıksa da sonradan ona destek sundu. Bu muhacirlerin önemli bir bölümü, esasen Türkmenabat üzerinden Türkiye’ye gitmek istiyordu. Taşkent’e sadece on dokuz kişi geçti. Bu insanlar, hedeflerine ancak Eylül sonunda varabildiler. Abdur Rab ve Tirumal Açari’nin liderlik ettiği grup farklı güzergâhı takip etmişti.[31]

Bu muhacirlerin Rusya’ya geçtiği 1920 güzünde Bolşeviklerin doğu politikası da iyice şekillendi ve Hindistan’da İngiltere’ye karşı saldırıya geçme hamlesini tartışmaya açtı. O dönemde Bolşevikler, Hindistan’ı nüfuz altına alma konusunda ilk önemli bir fırsat yakalamışlardı. Nihayetinde artık Bolşeviklerin yanında, kendilerinden yardım isteyen, davalarına öncülük eden, önemli bir propaganda faaliyeti yürüten birkaç yüz Hintli devrimci bulunmaktaydı. Bu gençlerin Hindistan’daki devrimcilerle temas kurmada ve sınır boyunca düzenlenecek baskınların örgütlemesinde kullanılması mümkündü.[32]

M. N. Roy ve Abani Muherci, aynı dönemde Moskova’dan ayrılıp Taşkent’e geldi. Bu kenti bölgede Hintliler tarafından yürütülen devrimci faaliyetlerin merkezi hâline getirmek için çalışma yürüttüler. Bu ikili, çalışmalarında bir tür karargâh binası olarak kullanmak amacıyla, Lavmentev Yolu üzerindeki bir köşkü kiraladı ve binaya “Hint Meclisi” adını verdi.[33] O bağnaz muhacirleri gerçek birer devrimciye dönüştürme çabası dâhilinde Roy, politik eğitim dersleri organize etti. Bu insanların mevcut politik geçmişleriyle söyledikleri şeylerin büyük bir kısmını bile gerçekleştirmesi imkânsızdı. Kısa bir süre içerisinde bu bağnaz insanlar, yeni bir ülküye bağlandılar. Marx üzerine yemin etmeye, sosyalist devrim sloganları atmaya başladılar.[34]

Bir süre sonra aynı şehirde Hindistan Komünist Partisi’nin kurulmasına karar verildi. Bu kuruluştan otuz yıl sonra yazdığı satırlarda Roy, partiyi aslında o aşamada kurmayı düşünmediğini söylese de[35], eldeki toplantıyla alakalı tutanaklar ve yazışmalar, kendisinin partinin örgütlenme sürecine öncülük ettiğini ortaya koyuyor.

Hindistan Komünist Partisi, 17 Ekim 1920 günü Taşkent’te kuruldu. Muhammed Şefik Sıddıki ilk genel sekreteri seçildi. İlk başta sadece yedi üyesi vardı. 15 Aralık günü partiye üç kişi daha katıldı, böylece partinin Taşkent’teki üye sayısı ona çıktı, bu sayede parti, yürütme kurulunun oluşturulması için gerekli zemine kavuştu. Kurula M. N. Roy ve Muhammed Şefik seçildi.[36]

O dönemde Türkistan’a gelen Hintlilerin tamamı Taşkent’e geçmedi. Buhara’ya gidenler, burada Hindistan Devrimi Derneği’ni kurdular. Derneğin bir şubesi Semerkant’ta açıldı. Bu şubede epey bir Hintli bulunmaktaydı. Bir şube de Bakû’de açıldı. Burası, Doğu Halkları Kurultayı’ndan da önce bir araya gelmiş olan Hintli asker kaçaklarının ve muhacirlerin bulunduğu, petrole sahip olmasıyla önem arz eden bir şehirdi.[37] Bakû’deki bu ekip, Ağustos ayının sonunda Azad Hindistan Ahbar [“Özgür Hindistan Haberleri”] adında iki haftalık bir gazete çıkartmaya başladı.

İngiliz karşıtı propaganda faaliyetlerinin diğer bir önemli merkezi de Semerkant’tı.[38] Buna karşılık, bölgedeki Hintli Bolşevik faaliyetlerinin merkezi Taşkent’ti. Bugün Orta Asya’nın diğer şehirlerinde yaşanan gelişmeler konusunda elimizde pek fazla bilgi yok.

Bu dönemde Hint ordusu içinden bazı Müslüman askerler, Türkiye’ye mücahid olarak gitme arzusuyla ordudan kaçıp Bolşeviklere sığındılar. Kentteki Hintli muhacirler, bu insanlara mevcut durumu izah edince, önemli bir kısmı şehirde kalmaya ve İngilizlere karşı sürdürülen silâhlı mücadeleye katılmaya ikna oldu. Daha önce halife için dövüşmek amacıyla Bakû’ye gitmiş olan muhacirlerin büyük bir kısmı da yaşadıkları hayal kırıklığı ile geri döndü ve Taşkent’teki hemşehrilerinin arasına katıldı.[39] Böylelikle birkaç yüz kişilik bir sayıya ulaşan muhacirler, içlerindeki askerlerle birlikte, kendilerine silâh ve askeri eğitim verilmesini talep ettiler. Bu talep, Türkistan Devrimci Konseyi’nin gündemine geldi. Roy’a devrimcilere destek vermesi ricası iletildi. Sovyet makamları, Hintli yoldaşlarına planlarında yer almasa da gerekli tüm desteği verme kararı aldılar. Atış talimi için Taşkent’in yakınındaki Çirçik otoyolu Hintlilere tahsis edildi.[40] Ayrıca Ocak 1921’de Taşkent’te Hint Okulu isminde bir askeri okul açıldı. Bu okulun tüm sorumluluğu General Blucher’e verildi. John isminde, Amerika’dan göç etmiş bir adam, okulda askeri eğitim vermeye başladı.[41]

Roy’un aktardığına göre, okulda eğitim alanların önemli bir kısmı, silâh konusunda zaten belirgin bir meziyete sahipti. Bir kısmına uçuş eğitimi verilip pilot yapıldı.[42] Gelgelelim, bugün elimizde bu okulda eğitim gören Hintlilerin sayısı ve verilen eğitimin niteliği konusunda yeterli bir bilgi bulunmuyor.

Hint ve İran ordularından kaçan askerler ile muhacirler arasından seçilen savaşçıların yer aldığı Enternasyonal Tugay kuruldu. Bazı çalışmaların dediğine göre, bu alelacele kurulan ordu konusunda Türkistan ve Transkafkasya’daki İngiliz Seferi Kuvvetleri olumlu değerlendirmelerde bulundu.[43] O günlere tanıklık etmiş olan Şivnaz Benerci’nin aktardığına göre, birkaç yıl içerisinde Kızıl Ordu içerisinde bazı Hintli subaylar yüksek rütbeler elde ettiler.[44]

Ama zamanla Roy, Orta Asya’da süren çalışmalara yönelik ilgisini yitirdi. O, Afganistan üzerinden başarılı faaliyetler yürütmek suretiyle muhacirlerin kendi içlerinden bir kurtuluş ordusu kurmasını ümit etmişti. Fakat Afganların meseleye yaklaşımı zamanla değişti. Taşkent’teki temsilcileri Roy’a kibar bir dille, Hint sınırına gönderilecek silâhların Afgan hükümetine verilmesini söyledi. Fakat Afganların niyetleri konusunda şüpheleri bulunan Roy, onların Enver Paşa ile bir dolap çevirdiğini düşünüyordu. Dolayısıyla, tuzak olarak gördüğü bu teklife itiraz etti. Bu sebeple Afganistan yolu kapanmış oldu. Elde çalışma yürütecek Hintli sayısı da çok azdı. Neticede Roy, Orta Asya’da bu insanların çalışmalarına devam ettirmelerinin bir anlamı ve gerekçesinin kalmadığını düşündü.[45]

Orta Asya’da Hintli devrimcilerin yürüttükleri faaliyetler, İngiliz hükümetini de rahatsız etti. 16 Mart 1921 günü İngiliz-Sovyet Ticaret Anlaşması imzalandı. Kısa bir süre sonra İngiliz temsilci Sör Robert Horne, Sovyet temsilcisi Leonid Krassian’a Sovyetler’in Hindistan ve Afganistan’a yönelik olarak yürüttüğü faaliyetler konusunda bir nota verdi. O dönemde Sovyet Rusya, çıkarları gereği İngilizlerle iyi ilişkiler kurmak zorundaydı. Dolayısıyla, aradaki gerilimlerin ortadan kaldırılması gerekmekteydi. Bu sebeple, Nisan ayı içerisinde “Hint Meclisi” denilen örgütün de askeri okulun da kapılarına kilit vuruldu. Roy, Taşkent’ten ayrılıp Moskova’ya gitti. Hint Meclisi üyesi on yedi kişi de Moskova’ya taşındı ve burada faal olan Doğu Emekçileri Üniversitesi’ne kaydoldu.[46] Böylelikle devrimci ordu kurmaya ve kuzeybatı sınırı üzerinden Hindistan’a müdahale edip burada isyan ateşini körüklemeye dönük çalışmalar da son bulmuş oldu.

Bu esnada Hintli devrimcilerle Bolşevikler arasında Stockholm üzerinden yeni ilişkiler kuruldu. Bu şehirde bulunan Çattopadyaya, Kamenov’la görüştü.[47] Görüşme sonrası Kamenov, Avrupa’daki Hintli devrimcilerin ortak bir amaç doğrultusunda örgütlenmesi ile ilgili detaylı planını Ekim 1920’de Komintern’e sundu.[48] Ardından, yılın sonuna doğru Kamenov, Moskova’ya gitti. O günlerde Roy, Abani Muherci ve Tirumal Açari Türkistan’da olduğu için, hiçbir Hintliyle görüşemedi. Kendisiyle yaptığı ve epey verimli geçen görüşmede Lenin, Kamenov’a önde gelen Hintli devrimcilerden bir ekip kurmasını tavsiye etti. Bunun üzerine Kamenov, Berlin’e döndü ve burada dostlarıyla eylem sürecini tartıştı. Ruslar, destek konusunda epey hevesliydiler. Şubat 1921’de Kamenov’a gerekli parayı verdiler, ayrıca kendisinden bir dahaki sefere Moskova’ya Hintli devrimcilerin temsil edildiği bir ekiple birlikte gelmesini ve ileride uygulamaya konulacak eylem programını hazırlamasını istediler.[49]

Aynı dönemde, 1920 yılının sonlarına doğru Berlin’de Hindistan Devrimci Komitesi kuruldu. Bu çalışmanın ardında, Komintern’in üçüncü kongresine katılacak delegelerin yolculuk süreçlerini düzenlemek amacıyla o dönemde Berlin’de bulunan Michael Borodin’in katkıları vardı.[50] Mart ayının başlarında Rusların parasal desteğini almış olan, on üç kişilik komite Moskova’ya vardı. Komite, Çattopadyaya, Bupendranat Datta, Birendninat Dasgupta, Herambalal Gupta, Pandurang Hankoje, Gulam Enbiya Luhani ve Bayan Agnes Smedley gibi isimleri içeriyordu. Bu ekibe 1920 sonunda Berlin’e gitmiş olan, ama komiteye girmeyen Nalini Gupta da katıldı.[51]

Büyük ümitlerle yola çıkan bu insanlara ta ilk adımlarından itibaren bir yandan da hayal kırıklığı eşlik etti. Esasen Hint milliyetçisi olan bu isimler, temelde Hindistan’ın çıkarları doğrultusunda, savaş süresince Almanya’yla anlaştıkları gibi Sovyetler ve Komintern’le de anlaşma yolu aradılar. İçlerinde önemli Hintli devrimciler de vardı ve bu insanlar, milliyetçi Hindistan’ın sürgündeki temsilcileri olarak, Hindistan Devrimci Komitesi adına müzakere yürütmek istiyorlardı. Bolşevik liderlerse esas olarak ideolojileri yayıp nüfuz alanlarını genişletme derdindeydiler. Bu süreçte ısrarla, Hintlilerin görüşlerini aktarmalarını, kendileriyle bir grup değil de tek tek birey olarak işbirliği kurmalarını istediler. Dolayısıyla, Hintli devrimcilerin Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin’le yaptıkları ilk toplantı hayal kırıklığı ile neticelendi.[52] Sonrasında Çattopadyaya Datta ve Hankoje, Hintli devrimcilerin temsilcileri olarak Lenin’le görüşme imkânı buldular. O görüşmede Lenin, kendilerine amaçlarını ve sorunlarını Karl Radek’le tartışmaları tavsiyesinde bulundu. Radek’e ise Hintli devrimcilere Komintern’in ikinci kongresinde benimsenen politikayı kabul edip etmediklerini sorması söylendi. Eğer kabul etmiyorlarsa, kendi tezlerini üçüncü kongrede dile getirme imkânı bulacak, ama o güne dek Komintern’in benimsediği tez uyarınca hareket edeceklerdi. Ayrıca Hindistan’la alakalı olarak alınacak tüm kararlar, Merkezi Asya Bürosu’na danışarak alınacaktı.[53]

Söz konusu bürodaki tek Hintli, Roy’du. Hindistan’la alakalı kararlarda en önemli isim oydu. Fakat Berlin’den gelen delegelerle Roy arasında güçlü bir sevgi bağı olduğundan söz edilemezdi. Dolayısıyla işbirliğinin tesis edilmesi güçtü. Buna karşın, başkanlığını S. J. Rutgers’in yapacağı geçici bir komisyonun kurulmasına karar verildi. August Thalheimer, Michael Borodi ve Anthony Quelch de bu komisyon içerisinde yer alıyordu. Fakat Komintern, Hintlileri bir örgüt olarak ele almadığından, bu isimler, Luhani’nin görüşlerini aktarması ardından komisyonu boykot ettiler. Yaklaşık üç ay sonra heyet Moskova’da kalsa da ne Komintern’le ne de Sovyet makamlarıyla resmi bir temas kurdu.[54]

Ne var ki o dönemde politik durum belli ölçüde değişti. Nisan 1921’de Doğu Emekçileri Üniversitesi’nin kurulması ardından Moskova’da Hindistan Komünist Partisi kuruldu.[55] 16 Mart 1921 tarihli İngiliz-Sovyet Ticaret Anlaşması’na rağmen Bolşevikler bile “kapitalist güçlere sömürgeler üzerinden baskı uygulamayla ilgili çalışmalarını yeni bir düzleme taşıdılar ve sömürgeleri ecnebilerin boyunduruğundan kurtarmak için hazırlıklara başladılar.”[56] Bunun neticesinde doğal olarak Hintli devrimcilerle anlaşma yolu aranmaya, buradan, ülke içerisindeki devrimci örgütlerle temas kurulmaya çalışıldı. Bu koşullarda, Ağustos ayı içerisinde Mathias Rakossi inisiyatifi ele aldı ve Hintlilerin görüşlerini dinlemek amacıyla başka bir komisyonun kurulmasını sağladı. Komisyonun başına James Bell, genel sekreterlik makamına ise Rakossi getirildi. Hintli delegelerin yanı sıra bu komisyonun üyeleri arasında Borodin, Troyanovski ve Thalheimer de bulunuyordu. Komisyona Roy da davet edildi.[57] Borodin’le pek anlaşamayan Çattopadyaya, onun komisyona alındığını görünce komisyondan ayrıldı. Ardından, Hintliler adına konuşmaları Datta ve Luhani yaptı. Roy, o günlerde kendisini ziyarete gelen Hintlileri yeni kurulmuş olan HKP’ye katılmaya davet etti. Fakat bu Hintli delegeler, partinin Roy’un şahsi meselesi olduğunu düşündüler ve gerçek bir partinin kendisini komünist addeden Hintlilere, bilhassa devrimcilere danışarak ve onlarla işbirliği içerisinde kurulması gerektiğini söylediler.[58] Esasen bu isimler, HKP’nin Moskova’da kendilerine danışılmadan, o şehirde bulunmalarına rağmen kendileriyle görüşülmeden kurulmuş olması karşısında bir miktar gücenmişlerdi. Sonuçta işbirliği için gerekli o ortak zemin tesis edilemedi. Bolşeviklerin aslında kendi çıkarları doğrultusunda kendilerinden istifade etmekle ilgili olduklarına inanan Hintli delegeler, Eylül 1921’in sonuna doğru Moskova’dan ayrılıp Almanya’ya gittiler. Bir tek geride Roy’un elçisi olarak görevlendirilen Nalini Gupta kaldı.[59] Netice itibarıyla Avrupa’daki Hintli devrimcilerin Bolşeviklerden Hindistan’ın özgürlük mücadelesi için yardım almakla ilgili tüm çabaları suya düştü.

Aynı günlerde Moskova’da bulunan bazı muhacirler, kendi ülkelerindeki devrimcilerle temas kurup orada bir komünist hareket inşa etmeye karar verdiler. Şevket Osman ve Mesud Ali Şah, ilk giden ekip içerisinde yer alan isimlerdi. Bu devrimciler, 21 Eylül 1921 günü Bakû’ye geldiler ve İran üzerinden Hindistan’a geçtiler.[60] Onları Gevher Rahman Han ve Miyan Muhammed Ekber Şah takip etti. Hepsi, ülkeye sağ salim ulaştı. Fakat Azerbaycan üzerinden İran’a geçme imkânı bulamayan Mir Abdulmecid ile Firuzuddin Mansur, Moskova’ya dönmek zorunda kaldı.[61]

Mart 1922’nin sonlarında Mir Abdulmecid, Refik Ahmed, Firuzuddin Mansur, Habib Ahmed Nesim, Sultan Mahmud, Fida Ali Zeyd, Abdulkadir Sehrai, Seyyid, Abdulhamid ve Nizameddin’den oluşan on kişilik bir başka ekip, Pamir üzerinden Hindistan yoluna revan oldu. Horog şehrinde ekip küçük gruplara ayrıldı. İki grubun haricinde diğer gruplar, Çitral’a veya Hindistan’ın kuzeybatısında belirli kabilelere ait olan topraklara ulaşmayı başardılar. Fakat neredeyse hepsi Hint polisinin eline geçti ve Peşaver Komplo Davası dâhilinde yargılandı.

Hindistan’da komünistlerin ilk kez hâkim karşısına çıktığı bu dava, önemli bir etkiye yol açtı. Fakat gene de Moskova’daki Hintlilerin ve Komintern’deki destekçilerinin umut ettikleri şey olmadı. O tutuklamalardan bir tek İran üzerinden Hindistan’a geçen dört kişi kurtulabildi. Şevket Osmani’nin içinde bulunduğu ekip, kimi faydalı çalışmalar yürüttü.[62]

Nalini Gupta, Kasım 1921’de deniz üzerinden ulaştı ülkesine.[63] Burada Muzaffer Ahmed, Kutubeddin Ahmed ve Bupendra Kumar Datta ile temas kurdu. Ayrıca Datta üzerinden Cibanlal Çatirci’nin başında bulunduğu Yugantar örgütü ile bağlantıya geçme imkânı buldu. Gerekli düzenlemelerin yapılması üzerinden Roy’un gönderdiği gizli mektupların Kalküta’da bulunan dostlarına ulaştırılması sağlandı. Bu bağlantıyı Çatirci ve Muzaffer Ahmed kurdu.[64] Bu yazışma sürecinin daha da kolaylaşması adına Roy, o dönemde Avrupa’da Hintlilerin politik faaliyetlerinin dağınık bir biçimde yürütüldüğü merkez olan Berlin’e geçti. Bu şehirde, Komintern’den gelen parayla Roy, Mayıs ayı içerisinde iki ayda bir çıkacak olan The Vanguard of Indian Independence [“Hindistan’ın Bağımsızlığının Öncüsü”] gazetesini çıkartmaya başladı. Komintern, bu gazetenin nüshalarını Hintli denizciler ve başka türden kanallar üzerinden Hindistan’a gönderdi. O dönemde Kalküta’da yayınlanan Amrita Bazar Patrika ve Atmasakti, Allahabad’da çıkan Independent, ayrıca Guntur’da çıkan Nava Yaga gazeteleri, Roy’un politik görüşlerinden etkilendiler.[68] Ama gene de birkaç önemli şehirde komünist örgütlerin kurulmasına yol açsa da Roy’un çalışmaları, Hindistan’da komünist ideolojinin halk kitlelerinde destek görmesi konusunda önemli bir başarı elde edemedi. Ayrıca Roy, Hindistan’dan ayrılmazdan önce ait olduğu küçük, ama “örgütlü devrimci partiler” üzerinden de mevcut durumdan istifade etme imkânı bulamadı. Kendi memleketindeki devrimcileri sosyalist devrimi bir hedef olarak benimsemeleri tavsiyesinde bulunan Roy, onlardan Hintli kitleleri sınıf mücadelesi için hazırlamalarını istedi. Fakat yoldaşları, Komintern’den gelen paraya ve silâha gösterdikleri ilginin onda birini Roy’un bu tavsiyelerine göstermediler. Kendi içlerinde patlak veren tartışma neticesinde Jadugopal Muherci’nin başkanlık ettiği Yugantar örgütünün 1922 yazının sonlarında gerçekleştirdiği bir toplantıda, acilen ulaşılması gereken amacın İngiliz emperyalizmiyle mücadele eden tüm sınıflarla işbirliği kurmak olduğuna karar verdiler. Bu karar Roy’a iletildi. Böylelikle Roy ile o güne dek yoldaşı olan insanlar arasındaki bağ da kopmuş oldu.[67] Büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Roy Ağustos 1922’de Büyük Britanya Komünist Partisi’ne yazdığı bir mektupta, komünist hareketi eylem alanına çekmek üzere ülkeye iki ajanını göndermesini istedi.[68]

Bu dönemde uluslararası durum da değişti. Bu değişiklik, Sovyetler’in Hintli devrimcilere sunduğu yardımı imkânsız hâle getirdi. Rus-Afgan Anlaşması ile birlikte Rus silâhlarının Afgan toprakları üzerinden Hindistan’a geçişi zorlaştı. Zaten bu anlaşma imzalanmazdan önce Afganistan makamları, İngilizlerden destek almak için uğraşmaya, dolayısıyla Rusya’ya karşı sert bir tutum içerisine girmeye başlamışlardı.[69]

1921 yılının başlarında Afganistan’da Bravin öldürüldü. Anlaşmanın 22 Kasım 1921 günü imzalanmasının ardından, Rusların Kandahar, Gazne ve Celalabad şehirlerinde bulunan konsoloslukları kapatıldı. Artık Afgan makamlarının Bolşevizmin nüfuzu ile ilgili endişelerini dile getiriyor, bir yandan da İngilizlerin baskılarına boyun eğmek zorunda kalıyorlardı.[71]

Bölgedeki Hintli devrimciler, son darbeyi Ekim 1922’de Afgan kralı Amanullah o dönemde başında Ubeydullah’ın bulunduğu Geçici Hindistan Hükümeti’nin ülkeden ayrılmasını istemesiyle birlikte yediler.[72] O dönemde, Hindistan sınırına çok yakın olan Kabil şehri, yurtdışındaki Hintli devrimcilerin örgütlü oldukları yegâne merkez, aynı zamanda “Komintern’in Hindistan’la irtibat kurduğu tek kanaldı.”[73] Bu bağın kopmasıyla Hintli devrimciler ile Sovyetler arasındaki temas da son buldu.

Bu dönemde Sovyet politikası da belirli ölçüde değişti. Afganistan’dan kovulan Hintliler Türkistan’a geçtiler, fakat burada yetkililer, kendilerini epey soğuk karşıladılar ve başlarının çaresine bakmalarını istediler. Bu isimlerin Doğu Emekçileri Üniversitesi’ne girmelerine izin verilse de[74] bu dönemde Hintli devrimciler Bolşeviklerden hiç yardım alamadılar.

Rus Komünist Partisi Politik Bürosu’nun gizli dağıttığı 647/5 sayılı 25 Kasım 1922 tarihli, altında Stalin’in ve polit büronun genel sekreter yardımcısı Ter Avanesoff’un imzasının bulunduğu bir bildiride Komintern’in Hindistan’da devrim yolunu açmak için ortaya koyduğu o ilk adımlar dâhilinde yaptığı yanlışlar bir biçimde itiraf ediliyor, “sınırdaki kabilelerin Bolşevikleştirilmesine dönük çabaların beklenenden daha uzun sürecek, daha fazla belirsizlikle malul ve daha fazla paraya mal olacak bir iş olduğu” kabul ediliyordu.[75]

Arun Coomer Bose
1970
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Genel kanaate göre bu cümleyi ilk kez Mevlânâ Bereketullah 1904 yılı gibi erken bir tarihte dile getirmişti. Circular No. 5, H. s. 1908 6 Kasım.

[2] Mahendra Pratap, My Life Story of Fifty Five Years, Delhi, 1947, s. 57-58.

[3] Bhupendranath Datta, Aprokasita Rafnaitik ltihas (Bengalce), Kalküta, 1953, s. 240-245. Ayrıca Stockholm’daki İngiliz bakanın notuna da bakılabilir: 24 Mayıs 1917, Hindistan Hükümeti (Politik) Oturumları, Temmuz 1917. Virendranat Çattopadyaya, Hindistan’nın ünlü şairi ve milliyetçi lideri Bayan Sarojini Naidu’nun ağabeyidir. Birinci Dünya Savaşı öncesi yurtdışındaki Hintli devrimcilerin lideri olan Çattopadyaya, savaş döneminde Berlin’de kurulan Hindistan’ın Bağımsızlığı Komitesi’ne de başkanlık etmiştir. Onun Aralık 1942’de Rusya’da öldüğüne inanılmaktadır.

[4] Bhupendranath Datta, s. 245-246.

[5] Ibid., p. 247. Also E. H. Carr, German-Soviet Relations between the two World Wars, 1919-1989, London, 1952; p. 8.

[6] Bhupendranath Datta, p. 248.

[7] A.g.e., s. 248-250. Ayrıca bkz.: M. N. Roy, Memoirs, Bombay, 19164, s. 296-298, 304-305. M. N. Roy, yani Manabendra Nath Roy, Birinci Dünya Savaşı öncesi Bengal’de faal olan Yugantar devrimci örgütünün liderlerinden biri olan Harendranat Bataçarya’nın kullandığı müstear addır. Almanya’dan para ve silâh almak için Ağustos 1915’te ülkesinden ayrılan Roy, Doğu Asya ülkelerini bir yıl süreyle dolaştıktan sonra ABD’ye geldi ve burada tutuklandı. 1917’de Meksika’ya kaçmayı başaran Roy, iki yıl sonra SSCB dışında kurulan ilk komünist partisini (Meksika Komünist Partisi’ni) kurdu. Ardından, Borodin’in tavsiyesi üzerine Moskova’ya gelen Roy, burada 1929 yılında kovulana dek Komintern içerisinde önemli bir rol üstlendi. Sonra Hindistan’a döndü ve 25 Ocak 1954’te öldü.

Abani Muherci, Bengalli devrimcilerin elçisi olarak, Nisan 1915’te Japonya’ya gönderildi. Birkaç ay sonra dönüş yolunda, Singapur’da tutuklandı. Genel kabule göre buradaki sorgusunda dile getirdiği itiraflarla harekete ciddi zararlar verdi. Ancak 1917 güzünde kaçıp Cava’ya gitti. Oradan da Rusya’ya geçti. Komintern içerisinde görev aldı. Komintern’den sonraki süreçte kovulan Muherci’nin İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından hemen önce Rusya’da öldüğüne inanılıyor.

[8] M. N. Roy, s. 487. Ayrıca Birendranat Dasgupta ile Pandurang Hankoje’nin makalenin yazarına sözlü olarak ilettiği değerlendirme.

[9] Yayına Hz.: Anand Gupta, India and Lenin, New Delhi, 1960, s. 43-45. Ayrıca bkz.:Ocak 1919’da Moskova’dan Taşkent’e gönderilen telgraf, F.P. 1920 Şubat 77-171.

[10] F.M. Bailey, Mission to Tashkent, Londra, 1946, s. 1943-146. Ayrıca bkz.: D. Kausihlik, “Indian Revolutionaries in Soviet Russia”, Link, 20-1-1966, s. 72. Aslen Bopalli olan Mevlânâ Bereketullah, Birinci Dünya Savaşı öncesinde uzun süre ABD ve Japonya’da yaşadı, buralarda Hintliler içinde devrimci faaliyet yürüttü. 1915 yılının başlarında Almanya’ya gelen Bereketullah, Raja Manedra Pratap’ın da içinde olduğu Türk-Alman heyetine eşlik etti. Burada Özgür Hindistan Geçici Hükümeti’nin başbakanı oldu. 1926 yılında ABD’de vefat etti.

[11] P. T. Etherton, In the Heart of Asia, Londra, 1925, s. 160. Ayrıca Montague’den Chelmsford’a gönderilen 9 Eylül 1920 tarihli telgrafa bakılabilir: Montague Papers, Cilt. IV.

[12] Papers Regarding Hostilities with Afghanistan, Londra, 1919 s. 18. Izvestia gazetesine 6 Mayıs 1919 günü verdiği mülâkatta Bereketullah şunları söylüyor: “Komünist de sosyalist de değilim, savunduğum politik program gereğince ben, İngilizlerin Asya’dan kovulmasını istiyorum. Avrupa kapitalizminin Asya’daki varlığına tümüyle karşıyım ve ona düşman olanların sadık bir yoldaşıyım. Dolayısıyla komünistlerle aramda bu hedefler noktasında tam bir uyuşma söz konusu. Bizler, bahsi geçen sahada birer müttefikiz.” Foreign and Political Proceedings· of the Government of India, 1920 Şubat F. 17-171. Ayrıca bkz.: X. J. Eudin & R. C. North, Soviet Russia and the East, A Documentary Survey, Stanford, 1957, s. 83.

[13] Louis Fischer, The Soviet in World Affairs, Cilt. I, Londra. 1930, s. 285-286. Ayrıca, The Times, 13 Haziran 1919, s. 12.

[14] C. S. Samna, India and the Anglo-Soviet Relations (1917-1947), Bombay, 1959, s. 41. Ayrıca bkz.: F. M. Bailey, s. 174-175. O dönemde farklı fabrikalarda 150 kadar Alman ve Avusturyalı eski savaş esiri çalışmaktaydı. Chelmsford’un Montague’ye gönderdiği telgraf, 20 Ağustos 1919, Chelmsford Papers, Cilt. V, Kısım 2.

[15] C. S. Samna, a.g.e., s. 41-42. Ayrıca bkz.: F. M. Bailey, s. 169. Bu Afgan heyeti, Moskova’daki Sovyet makamlarıyla 10 Ekim 1919 günü görüştü. Eudin & North, a.g.e., s. 183.

[16] A.g.e., s. 42-43.

[17] Malleson’ın 28 Kasım 1919 günü Delhi’deki genelkurmay başkanın Meşhed’den gönderdiği telgraf, Home (Political) Proceedings of the Government of India, 1920 Şubat 398-412 k.w.a.

[18] Anand Gupta, s. 32. Mahendra Pratap, Afganistan’ın İngilizlerle savaşa girdiğini işitince Almanya’dan Moskova’ya geçti. Burada Bereketullah, Abdur Rab, Tirumal Açari, Dalip Singh Gill ve yardımcısı İbrahim ile birlikte Lenin’le görüştü. A.g.e., s. 32-33. Ayrıca bkz.: The .Times, 17 Mart 1920, s. 11.

[19] Aktaran: C. S. Sanma, s. 58-59.

[20] Jadugopa.J. Mukherjee, Viplabi ]ibaner Smriti (Bengalce), Kalküta, 1956, s. 480-481. Ayrıca bkz.: Bhupendra Kumar Datta, Viplaber Padachinha (Bengalce) Kalküta, 1953, s. 245-248.

[21] The Second Congress of the Communist International Proceedings, Moskova, 1920, s. 167-172.

[22] M. N. Roy, s. 390.

[23] The Second Congress of the Communist International Proceedings, s. 578. Georgi Safarov, 16 Temmuz 1920 tarihinde Pravda gazetesine yazdığı yazıda Hintli devrimciler derken muhtemelen Roy’dan bahsediyor: “Hintli devrimciler Komintern’le temas kurdular. […] Bu devrimcilerin örgütleri esas olarak devrimci milliyetçilik çizgisinde olsa da belli ölçüde sol radikal bir hareketin de içlerinde kök saldığını söylemek mümkün.” Aktaran: X. J. Eudin & R.C. North, s. 82-88.

[24] The Second Congress of the Communist International Proceedings, s. 478. Lenin “geniş kitlelerin ulusal bağımsızlıkla ilgili talepler temelinde örgütlenmesinin mümkün olduğunu” söylüyor. Alfred Hosmer, “In Moscow in Lenin's Days, 1920-1921”, The New International, XXI (Yaz 1955, s. 109.)

[25] M. N. Roy, s. 392-395.

[26] A.g.e., s. 395 ve 420. Ayrıca bkz.: George Lenczowski, Russia and the West in India, 1918-1948, New York, 1948, s. 6. Abani Muherci de Afganistan’ın propaganda faaliyetleri, mümkün olduğu ölçüde de Hindistan’da İngilizlere karşı yürütülecek askeri operasyonlar için gerekli üs olarak kullanılabileceğini söylüyor. Leo Pasvolsky, Russia in the Far East, New York, 1922, s. 75.

[27] M. N. Roy, s. 371, 414-415.

[28] Robert Payne, Red Storm over Asia. New York, 1951, s. 8. Ayrıca bkz.: A. Lobanov-Rostovsky, Russia and Asia, Michigan, 1951, s. 282.

[29] E. H. Carr, The Bolshevik Revolution, 1911-1923, Cilt. III, Londra, 1966, s. 265, dipnot.

[30] Muzaffar Ahmed, The Communist Party in India and its Formation Abroad, Kalküta, 1962, s. 14-17. Ayrıca bkz.: Shaukat Usmani, Peshawar to Moscow, Benares, 1927, s. 4. 11 Ağustos 1920 günü Chehnsford, Montague’ye yazdığı mektupta, 20.000 kadar muhacirin Afganistan’a geçtiğini söylüyor. Chelmsford Papers, Cilt. VI, Bölüm 2. 15 Ağustos 1920 günü ise A. H. Grant, Chehnsford’a yazdığı mektupta Afganistan’a 30.000’in üzerinde insanın geçtiğini iddia ediyor. A.g.e., Cilt. XXV, Bölüm I.

[31] Muzaffar Ahmed, s. 15-28. Ayrıca bkz.: Shaukat·Usmani, Peshawar to Moscow, s. 6-14, 60-90, 98-99. Fazlüllahi Kurban’a göre bu insanların otuzu Taşkent’e geçti, kendisinin de içinde bulunduğu altı kişilik grup ise Bakû üzerinden Türkiye’ye gitti. Rahul Sankrityayana, Naye Bharat Ke Naye Neta, (Hintçe), 2. Baskı, Patna, 1949, s. 317.

[32] The Times, 13 Ekim 1922, s. 13. Ayrıca bkz.: D. Kaushik, Link, a.g.e., s. 72.

[33] Muzaffar Ahmed, a.g.e., s. 28. Ayrıca bkz.: Shaukat Usmani, “From Tirmiz to Tashkent”, Mainstream, 8 Temmuz 1967, s. 19. Ayrıca bkz.: D. Kaushik, Link, s. 76.

[34] M. N. Roy, a.g.e., s. 461-462.

[35] A.g.e., s. 465.

[36] I. S. Sologubov, Inostrannie Kommunisty V Turkestanne, Taşkent, 1961, s. 56-57, 70.

[37] D. Kaushik, Link, a.g.e., s. 73.

[38] A.g.e. Ayrıca bkz.: D. Kaushik, “An Obscure Journal of Indian Revolutionaries at Baku”, Foreign Affairs Reports, Kasım 1964, Cilt. XIII, Sayı. 11, s. 177.

[39] Fazlüllahi Kurban’dan aktaran: Rahul Sankrityayana, s. 318. Ayrıca bkz.: I. Andronov, “Awakening East” New Times, 5 Nisan 1967, s. 12.

[40] I. Andronov, a.g.e. Ayrıca bkz.: M. N. Roy, s. 436-437.

[41] M. N. Roy, s. 466-467. Shaukat Usmani, “From Tinmiz to Tashkent”, Mainstream, 8 Temmuz 1967, s. 19.

[42] M. N. Roy, s. 470-471.

[43] Yayına Hz.: M. Vistinetsky, In Common They Fought, Moskova, 1967, s. 73, 75.

[44] Jayantanuja Bandopadhyaya, Indian Nationalism versus International Communism,Kalküta, 1966, s. 181-182.

[45] M. N. Roy, s. 484-485, 442, 457, 469-471, 476.

[46] A.g.e., s. 468, 528. Ayrıca bkz.: Shaukat Usmani, Peshawar to Moscow, s. 112. Ayrıca bkz.: Muzaffar Ahmed, s. 32.

[47] Bhupendranath Datta, s. 247.

[48] Sir Cecil Kaye, Communism in India, Delhi, 1926, s. 1-2.

[49] A.g.e. Ayrıca bkz.: Bhupendranath Datta, s. 263, 267-268, 280. Ayrıca bkz.: The Times, 21 Eylül 1921. s. 12.

[50] Bhupendranath Datta, s. 270.

[51] A.g.e., s. 278. Ayrıca bkz.: M. N. Roy, s. 479. Londra’daki İtalyan Büyükelçiliği, İngiliz dışişleri bakanlığını 5 Mart 1920 günü Berlin’deki Hintli devrimcilerin Moskova’ya gittiği konusunda bilgilendirdi. Berlin’den Neue Zurcher Zeitung gazetesine geçilen telgraf da bu bilgiyi doğruluyor. Home (Political) Proceedings of the Government of India, 1920 Nisan 312 B.

[52] Bhupendranath Datta, s. 283. Ayrıca bkz.: M. N. Roy, s. 478. Ayrıca Pandurang Hankoje ile Boirendranat Dasgupta’nın sözlü ifadeleri.

[53] M. N. Roy, s. 481-483.

[54] A.g.e., s. 483-484. Ayrıca bkz.: Bhupendranath Datta, s. 285, 287.

[55] Muzaffar Ahmed, s. 32-33.

[56] Eliawa’nın da 5 Mayıs 1921 günü şunu söylediği iddia ediliyor: “1921’de Hindistan’da kapitalizmin temellerine saldırmaya başlamıştık.” A Selection of Papers dealing with· the Relations between His Maiesty's Government and the Soviet Union, 1921-1927, Londra, 1927, s. 5-7.

[57] Bhupendranath Datta, s. 287-289, 291.

[58] A.g.e., s. 289, 298. Ayrıca bkz.: M. N. Roy, s. 479, 485.

[59] Bhupendranath Datta, s. 294, 297-298. Aynı dönemde Komintern, ilgili ülkelerdeki milliyetçi teşkilâtlardan çok o ülkelerdeki komünist partilere daha fazla önem vermeye karar verdi. Theses and Resolutions Adopted at the Third World Congress of the Communist International, 22 Haziran-12 Temmuz 1921. New York, 1921, s. 21.

[60] Shaukat Usmani, Peshawar to Moscow, s. 166-168.

[61] Muzaffar Ahmed, s. 84-85. Ayrıca bkz.: Alexander Bannine, One who survived: the life story of a Russian under the Soviets, New York, 1945, s. 100-101.

[62] Muzaffar Ahmeq, s. 35-45, 84-85. Ayrıca bkz.: Sampurnanand, Memories and Reflections, Bombay, 1962 s. 39-40.

[63] Sir Cecil Kaye, s. 7-8. Ayrıca bkz.: M. N, Roy, s. 547 . Bhupendranath Datta, s. 303.

[64] Bhupendra Kumar Datta’nın bu makalenin yazarına 15 Mayıs 1965 günü gönderdiği mektup. Ayrıca bkz.: Muzaffar Ahmed; s. 114-115. Jadugopal Mukherjee, s. 483-484. Muzaffer Ahmed, Hindistan Komünist Partisi’nin kurucularından biridir. Bugünlerde epey yaşlı olmasına rağmen sol komünistlerin (HKP Marksist) en fazla hürmet gören liderlerinden biridir. Bhupendra Kumar Datta, daha önce adı geçen Dr. Bupendranat Datta’dan farklı bir kişidir. Doktor, yüzyıl başlarında genç Hintlilerin yeni bir ruhu kuşanmalarını sağlayan ünlü dini ve milliyetçi lider Svami Vibekananda’nın kardeşidir.

[65]·C. S. Samna, s. 66.

[66] Sir Cecil Kaye, s. 36.

[67] Jadugopal Mukherjee, s. 466, 484, 499-500. Hindistan hükümetinin Roy ile gizlice yazıştıklarını ortaya çıkartması üzerine 25 Eylül 1923 günü Yugantar partisinin birçok üyesi tutuklanmıştır. A.g.e., s. 475, 499-500.

[68] Sir Cecil Kaye, s. 21.

[69] Chelmsford, 12 Ocak 1921 günü Montague’ye şunu yazıyordu: “Afganlar Ruslara karşı düşmanca bir tutum içine girmeyi düşünüyorlar, bu konuda bizden yardım istiyorlar.” Montague Papers, Cilt. V. 1920 yazının başlarında bir Afgan heyeti Delhi’ye geldi ve Sör Henry Dobbs ile dostane bir görüşme gerçekleştirdi. Yayına Hz.: L. F. Rushbrook-WilliJams, India in 1920. Kalküta, 1921, s. 5-6.

[70] I. Andronov, “Awakening East”, New Times, 1 Mart 1967, s. 13.

[71] Yayına Hz.: L. F. Rushbrook-Williams, India in the Years 1922-1923, Kalküta, 1923, s. 29-30.

[72] M. N. Roy, s. 491-492. Ayrıca bkz.: Şivnaz Benerci’den aktaran: Jayantanuja Bandopadhyaya, s. 131-132.

[73] A Selection of Papers dealing with the relations between His Majesty's Government and the Soviet Union, 1921-1927, s. 6-7.

[74] Şivnaz Benerci’den akt.: Jayantanuja Bandopadhyaya, s. 131-182.

[75] The Times, 1 Temmuz 1923, s. 9. Ayrıca bkz.: C. S. Samna, s. 68-70.

30 Ocak 2023

Gandi

Dindar ve hoşgörülü bir isim olarak Gandi, yakın tarihin en önemli isimlerinden biridir. Onun düşünceleri, sadece üç yüz yirmi milyon Hindu’yu etkilemedi. Tüm Asya, onun düşünceleriyle harekete geçti, hatta o düşünceler Avrupa’da bile karşılık buldular. Batı’nın hâlinden memnun olmayan ve yüzünü Doğu’ya dönen Romain Rolland, onun için bir kitap kaleme aldı. Avrupa basını, bugün Gandi’nin hayat hikâyesini büyük bir merakla inceliyor.

Gandi’nin hayatının en önemli kısmı 1919’da başladı. Büyük savaş sonrası dönemde Gandi, özgürlük hareketinin başına geçti. O güne dek Gandi, Büyük Britanya’ya büyük bir sadakatle hizmet etmiş bir isimdi. Savaş sırasında İngilizlerle işbirliği kurdu. Hindistan, müttefiklerin davasına önemli katkılar sundu. İngiltere, hâkimiyeti altındaki ülkelere haklarını verme vaadinde bulundu. Ama savaşın ardından İngiltere, verdiği sözü unuttu. Wilson’ın gündeme getirdiği halkların kendi kaderini tayin hakkına sırtını döndü. O dönemde Hindistan’daki idareyi yüzeysel kimi müdahalelerle reforma tabi tutan İngiltere, Hindu halkına yönetimde tali ve önemsiz bir pay verdi. Bunun üzerine Hindu halkı, şikayetlerini dile getirmeye başlayınca, İngiltere, bu itirazları sıkıyönetimle ve kanla bastırdı. İngilizlerin kalleşliği karşısında Gandi, onlara yönelik tavrını değiştirdi ve o güne dek gerçek sandığı yalanlara sırtını döndü.

Bu süreçte Hindistan, İngilizlere başkaldırdı ve özerklik talep etti. Tilak ölünce milliyetçi hareketin liderliği Gandi’nin eline geçti. O, halkını dininden aldığı güçle yönetti. Halkına önderlik etme yükümlülüğünü kabul eden Gandi, onun İngilizlerden kopmasını sağladı, eski işbirliğine son verdi. O, silâhlı ayaklanma fikrine karşıydı. Görüşüne göre, mücadelede kullanılacak araçlar, amaçlar kadar iyi ve ahlaklı olmalıydı.

Gandi, İngilizlerin silâhlarının karşısına ruhun ve sevginin direnişiyle çıkılması gerektiğini düşünüyordu. Gandi’nin o güçlü dinsel söylemi, Hindu ruhunu mistik bir anlayış ve tutkuyla ateşledi. Mahatma Gandi, yöntemini zaman içerisinde şekillendirdi. Onu ilmek ilmek örüp halka kabul ettirdi. Hindulardan liseleri ve üniversiteleri terk etmelerini isteyen Gandi, İngilizlerin elindeki devlet kurumlarına ve mahkemelere sırtlarını dönmelerini, haddar denilen kıyafetlerini elle dokuyup giymelerini, İngiliz kumaşını bile reddetmelerini talep etti. Gandi’nin önderliğinde Hindistan, “çıkrığın şarkısı”nı dinlemeye başladı. Bombay’da lanetli ve şeytani görülen İngiliz kumaşları yakıldı.

İngilizlerle işbirliği fikrini reddetme üzerine kurulu taktik, başka sonuçlara da yol açtı. Sivil itaatsizlik eylemleri dâhilinde halk vergi vermemeye başladı. Hindistan’da o son ayaklanma eli kulağındaydı. Bazı şiddet eylemlerine tanık olunduğu süreçte bu hata karşısında öfkelenen Gandi, sivil itaatsizlik emrini yürürlükten bir süreliğine kaldırdı ve kendisini cezalandırdı. Ona göre, halkı satyagrahayı, sevginin ve ruhun gücünü kullanma konusunda henüz eğitimsizdi.

Hindular, reislerine itaat ettiler. Fakat gerilimin iyice tırmandığı, mücadelenin iyice harrlandığı anda alınan bu geri çekilme kararı, devrimci dalgayı kırdı. Hareket, kendi kendisini tüketti ve hiç cenk alanına çıkmadan yenildi. İhanetlere ve nifaklara tanıklık etti. Gandi bu dönemde hapse atıldı. Mahatma, hareketin güçsüzleşmesinden kısa bir süre önce lider kadrosundan ayrıldı.

Aralık 1923 tarihli Hindistan Ulusal Kongresi ile birlikte Gandicilik zayıflamaya başladı. Bu kongrede İngilizlerle işbirliği içine girmeme fikri üzerine kurulu devrimci eğilim, zafer elde etti. Ama bu süreçte ilgili hareket, karşısında Gandici taktiklere karşı çıkan, Hint burjuvazisini kendisine uyumlu kılmak için bizzat İngiltere tarafından kurulmuş konseylere katılma fikrini savunan sağcı ve revizyonist bir eğilimi buldu. Bir yandan da söz konusu kongrede Gandicilikten kopmuş, sosyalist hareketten ilhamını alan yeni bir devrimci akım ortaya çıktı. Avrupa’daki Hindu öğrencilerin ve göçmenlerin başını çektiği bu hareketin programı, Hindistan’ın Britanya İmparatorluğu’ndan tümüyle ayrılması, toprak üzerindeki feodal mülkiyetin kaldırılması, dolaylı vergilerin alınmaması, madenlerin, demiryollarının ve telgraf işletmesi gibi kamu kurumlarının millileştirilmesi, devletin büyük sanayinin yönetimine müdahale etmesi, modern bir çalışma kanunun çıkartılması gibi öneriler içermekteydi.

Sonrasında bu ayrışma hattı derinleşti. Sınıfı gören iki büyük hizip ortaya çıktı. İngiliz hakimiyetinin en fazla çilesine çeken, koruyucu kanunların koruması altında olmadığı için en yoğun biçimde sömürülen proletarya, devrimci eğilimin peşinden gitti. Yoksul ve mütevazı halk, Gandi’ye ve devrime bağlı kaldı. Bombay gibi şehirlerde sanayi proletaryası sendikalar içinde örgütlendi. Diğer yandan sağcı eğilim, zengin kastlardan, parsilerden, tüccarlardan ve toprak sahiplerinden destek buldu.

İngilizlerle işbirliği kurmayı reddeden hareketi Hindu aristokrasisi ve burjuvazisi sabote etti. Ekonomik gerçeklikle çelişen bu hareket, dirhem dirhem zayıfladı. İngiliz kumaşına yönelik boykot ve kendi çıkrığında ip eğirme önerisi, ciddi bir karşılık bulmadı. Zanaatkârlar, mekanik sanayi ile rekabete giremediler. Hindistan halkı, İngiliz proletaryasını işsizliği artırıp pazar kaybına yol açarak, öfkelendirmek istemedi. Hindistan’ın ulusal davası, neticede İngiltere’deki işçi partisinin desteğine muhtaçtı. Diğer yandan, istifa eden memurlar büyük ölçüde görevlerine döndüler. Böylelikle işbirliğini reddeden siyasetin tüm tezahürleri zamanla silindi.

Ramsay MacDonald liderliğinde kurulan İşçi Partisi hükümeti, Gandi’yi affedip onu hapisten çıkarttı. Gandi, hapisten çıktığında, milliyetçi hareketin dağıldığına ve iyice zayıfladığına tanıklık etti. Kısa süre önce, Eylül 1923’te Delhi’de olağanüstü toplantı düzenleyen Ulusal Kongre’deki çoğunluk, liderliğini C. R. Das’ın üstlendiği Swaraj Partisi’ne destek sunduğunu açıklamıştı. Bu partinin programını kaleme alanlar, İngilizlerin elindeki ülkelere verilen hakların Hindistan’a verilmesini kâfi görüyor, esas olarak Hindu kapitalizmine somut ve sağlam güvenceler verilmesiyle ilgileniyorlardı.

Bugün Hindu milliyetçiliğine Gandi yön vermiyor, dizginler artık onun elinde değil. Ayaklanma önerisini sürekli dillendiren aşırı sol da İngilizlerle işbirliği arzusu içerisinde olan sağ da artık Gandi’ye itaat etmiyor. Ona destek çıkanların sayısı iyice azaldı. Ama gene de politik lider olarak eskisi gibi otoriteye sahip olmasa da Gandi, o zahid ve aziz kimliğiyle eski itibarını bir şekilde muhafaza ediyor. Bir gazeteci, bugünlerde farklı ırklara mensup insanların Asya’nın birçok bölgesinden Mahatma’yı ziyarete geldiğini yazıyor. Merasime, protokole gerek kalmadan, kapısını çalan herkes Gandi’yle görüşüyor. Evinin civarında toplanan yüzlerce Hindu, ona yakın olmanın mutluluğunu yaşıyor.

Mahatma’nın hayatı, böylesine doğal bir çekim gücüne sahip. Ortaya koyduğu eserler, politikadan çok ahlak ve dinle ilgili. Rabindranath Tagore’la gerçekleştirdiği sohbette Mahatma, politikayı dinle tanıştırmak niyetinde olduğunu söylüyor. İngilizlerle işbirliği kurmama siyaseti de ahlaki kaygılar üzerinden biçimlenmiş bir siyaset. Gandi, aslında Hindistan’ın özgürlüğü mücadelesinin lideri değil, dini bir hareketin havarisi.

Hindistan’ın özgürlüğü onu pek ilgilendirmiyor, özgürlük, onun tutkulu olduğu ikinci şey. Bu konuda acelesi yok. O, her şeyden önce, Hinduların ruhunu arındırıp yüceltmek istiyor. Her ne kadar zihniyeti kısmen Avrupa kültürüyle beslenmiş olsa da Mahatma, Batı medeniyetini reddediyor. Ondaki materyalizmden, kirden ve duygusallıktan tiksiniyor. Makineden Ruskin ve Tolstoy gibi okuyup sevdiği yazarlar kadar nefret ediyor. Ona göre makine, “şeytani” Batı medeniyetine ait bir simge. Bu sebeple, makineci görüşün ülkesinde filizlenmesini, insanları etkilemesini istemiyor. Ona göre makine, Batılı fikirlerin ajanı. Hindistan’ın psikolojisinin Avrupalı eğitime uyuşmadığına inanıyor. Ama öte yandan Gandi, ülkesinin başka halkların da kullanabileceği iyi bir ahlak üretebilmesini umut ediyor. Özünde Hinduluğun olduğu Hindistan, ona göre, tüm dünyaya kendisindeki disiplini kazandırabilir. Muhammedileri ve Hinduları kardeş kılıp paryaları kurtardığında, Hindistan, o yüce amaçları ve yürüttüğü faaliyetleriyle muazzam bir politik ve toplumsal öneme sahip olabilir. Onun tüm fikirleri, esas olarak din kaynaklı.

Gandi, kendisini “pratik idealist” olarak nitelendiriyor. Henri Barbusse ise onu gerçek devrimci olarak görüyor. Hatta Barbusse, devamında şunu söylüyor: “O, müesses politik ve toplumsal düzene karşı. Farklı bir düzen istiyor. Pratik araçlarla bu ülküye ulaşmak için uğraşıyor.” Devamında Barbusse, ütopyacının gerçek bir devrimci olmadığını, ama fikirlerinin yıkıcı olduğunu söylüyor. Tanımı gerçekten mükemmel. Fakat öte yandan Barbusse, “Lenin, Gandi’nin yerinde olsaydı, onun gibi konuşur, onun gibi hareket ederdi” diyor. İşte bu tespiti temelsiz. Çünkü Lenin, eylemci ve gerçekçi bir isim. Oysa Gandi, pratik bir idealist. Hindistan’ın yegâne kurtuluş yolunun işbirliğini ve şiddeti reddeden siyasetten geçtiğini söyleyen görüş, henüz ispatlanmış bir görüş değil.

Hindu milliyetçiliğinin eski lideri Tilak, ayaklanma yöntemine dudak büken bir isim değildi. Romain Rolland’ın kanaatine göre, dâhilere özgü yönlerini övdüğü Tilak, Rus devrimcileriyle anlaşma içerisine girebilecek biriydi. Oysa o, Gandi kadar Asyalı, Gandi kadar Hindu idi. Bu anlamda, Barbusse’nin iddiasına karşı dillendirilen ve Lenin’in savaştan istifade edip Hindistan’ı özgürleştirmek için uğraşacağını, Hinduların ayaklanma yolunda ilerleyişine asla mani olmayacağını söyleyen iddianın sağlam temellere dayandığını görmek gerekiyor.

Ahlakçı bir mizacın etkisi altında olan Gandi, özgürlüğü halkı kadar ihtiyaç gören bir isim değil. Ama öte yandan Gandi, gücünü dini vaazlarından çok o dinin kölelik ve açlık konusunda Hindulara sunduğu çözümden alıyor.

İşbirliğini reddeden yaklaşım, bir dizi yanılsamayla malul. Bunlardan biri de ortaçağa atıfta bulunan ve Hindistan’ı ekonomik anlamda canlandırma hedefi üzerinde duran yanılsama. Öfkenin tek başına bir halkın toplumsal meselesini çözüme kavuşturma kudreti yok. “Hindistan daha önce böyle mi yaşıyordu?” diye soran Gandi’nin bu yaklaşımı tarihle çelişiyor ve alabildiğine çocukça. Bir insanın ilerleme meselesine şüpheyle yaklaşmasının, ona güvenmemesinin bir önemi yok. Neticede ilerlemeyi terse döndürmek imkânsız. Bir ülkeye makineler geldikten sonra onun kullanılmasına kimse mani olamaz. Batı medeniyetinin Hindistan’a sızmasının karşısında kimse duramaz. Tagore, Gandi ile girdiği polemikte, “bugün sorun tüm dünyayı ilgilendiriyor. Kimse başkalarından kendisini ayrıştırarak sağlıklı olamaz. Ya hep birlikte kurtulacağız ya da yok olacağız” derken haklı. 

Batı materyalizmi karşıtı tespitler abartılı. Batı’nın insanı, tefekküre ve vecd içindeki ruha değer veren insanların dile getirdiği kadar yavan ve dar fikirli değil. Materyalist toplum anlayışına dayanmalarına karşın sosyalizm ve sendikalizm göründüğü kadar materyalist değildir. İki akım da çoğunluğun çıkarlarına dayanır, ama bir yandan da hayatı yüceltip onurlandırır. Batılılar, kendi tarzlarında mistik ve dindar kişilerdir. Zaten devrimci ruh dindar bir ruh değil midir? Batı’da dinselliğin gökten yere indirildiğinden bahsedilir. Onu harekete geçiren unsurlar ilahi değil, insanî ve toplumsaldır. Semavi değil, dünyevi varoluşa aittir.

Şiddetin reddi, şiddetten daha romantik. Hindistan, İngiliz burjuvazisinin kendisine özgürlük vermesini sadece o ahlaki silâhlarla sağlayamaz. Her zaman olduğu gibi bugün de o dürüst İngiliz hâkimleri, satyagrahayı ve işbirliğini reddeden görüşün savunucularını dürüst bir yaklaşımla tanıyacak, ama onlara altı yıl hapis cezası vermeye devam edeceklerdir. Ne yazık ki oruç tutarak devrim yapılmaz. Dünyanın her yerinde devrimciler, şiddetin çilesini çekme ile şiddete başvurma arasında tercihte bulunmak zorunda kaldılar. Ruhun ve aklın zorun komutasına girmesini istemeyenler, zoru aklın ve ruhun komutasına vermeye mecburdurlar.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

Kitap PDF

29 Ocak 2023

Müslüman Milli Komünizm Fikri: Mirsaid Sultan Galiyev Üzerine

Giriş: Marksizm ve Milliyetçilik

1961 tarihli Yeryüzünün Lanetlileri kitabında Frantz Fanon, “Marksist analizin kapsamı, sömürge sorunuyla yüzleşmek zorunda kaldığımız her durumda, az da olsa genişletilmek zorundadır” diyordu.[1]

Fanon’un dile getirdiği bu görüş, Dipeş Çakrabarti’nin Avrupa’nın “taşralaştırılması” dediği, sömürgecilik sonrası döneme ait sorunsala dair yeni bir inceleme için bize mükemmel bir çıkış noktası sunuyor. 

Madunluk, sömürgecilik sonrası dönem ve sömürgelikten kurtulma meselelerini ele alan çalışmalarda karşımıza, çapraşık niteliği sebebiyle anlam belirsizliklerine sebep olan bu Avrupa’nın taşralaştırılması ile ilgili iki bir birbirine benzemez ve rakip anlayış çıkıyor. 

Bu çalışmalarda, bir yanda bu taşralaştırma meselesini tikelleştirme ile aynı anlamda kullanan, dolayısıyla aslında genelde “Avrupamerkezci Avrupa düşüncesi”nin, özelde ise Marksist düşüncenin görecelikçi bir düşünce haline getirilmesinden bahseden anlayış, diğer yanda ise hakiki evrenselleşme imkânı için gerekli koşul olarak, teorinin sınırlarını Avrupa’nın ötesine taşımanın şart olduğundan dem vuran ve taşralaşmayı kapsamı genişletmek olarak anlayan anlayış duruyor.

Postkolonyal eleştirinin muarrızları, bugüne dek iki biçime sahip olan taşralaştırma işleminin görecelikleştirmeyle ilgili biçimine karşı çıktılar ve bu biçimi, sömürgecilik karşıtı düşünceden ve özgürlük mücadelelerinden kopulduğuna dair bir emare olarak gördüler. Ama öte yandan söz konusu isimler, kapsamın genişletilmesi veya sınırların Avrupa’nın ötesine çekilmesi meselesine pek eğilmediler. Oysa bu biçim de genelde sömürgecilik karşıtı düşüncede, özelde sömürgecilik karşıtı Marksizmde derin köklere sahip bir fikri esas almaktaydı.

Sömürgecilik karşıtlığından postkolonyal eleştiriye yönelik tarihsel-epistemolojik geçişe ve aradaki ayrıma temel teşkil eden süreklilikleri ve kopuşları izah ederken bu soykütüğü, geriye doğru farklı şekillerde takip edilebilir. Ben, burada Marksizmin millileşmesi sorunu ele alacağım.

Bu mesele, genelde Marksizmi belirli özel koşullara uyarlama meselesi olarak ele alınıyor. Ama bu yaklaşım, Gramsci ve C. L. R. James’in ortaya koyduğu biçimiyle, bu türden bir millileştirme girişiminin teorik ve pratik çeviri süreci ile ilişkili olduğu yolun o karmaşıklığını açıklamıyor. Bu konuda verilebilecek en ünlü örnek, hâlen daha Mao Zedung’un Marksizmi “Çinlileştirmesi”dir. Bu konuda Arif Dirlik’in şu tespiti, postkolonyal çalışmalara yöneltilmiş en sert eleştiridir:

“Bir lider olarak Mao’nun en güçlü yanlarından biri, onun Marksist kavramları Çinceye tercüme edebilme becerisidir. Başka bir ifadeyle, Mao, ‘Marksizmi halkın diline tercüme etmiştir’.”[2]

Burada bahsi edilen, Marksizmin millileşmesi sürecinin, Stalin’in “biçimde milli, içerikte sosyalist” formülüne indirgenemeyeceğini söylemek gerekmektedir.[3]

Ben, burada önce Sovyet Rusya’da, sonra SSCB’de 1917’de başlayıp yirmili yılların sonunda sona eren dönemde gelişen, pek fazla bilinmeyen “Müslüman milli komünizm” tecrübesiyle ilgileniyorum. Bu tecrübeye ışık tutmak, üç sebepten ötürü önem arz ediyor:

1. İsimden de anlaşılacağı üzere, “Müslüman komünizmi”nin, Sovyet örneğinde karşımıza çıkan “beyaz Avrupai kökler”e sahip özgürlükçü hareketlerle bu fikri kendi politik iddialarıyla farklı şekilde ilişkilendiren gruplar ve İslam arasındaki ilişkiler meselesini gündeme getiriyor oluşu.

2. Rus imparatorluğunun merkezinde gelişen devrimci süreçle uyumlu ilerleyen antiemperyalist ve özgürlükçü hareketle tanışma imkânı sunması. Bu, herkesin bildiği, bir başka örneğini on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda yaşanan geçiş süreci dâhilinde Fransa ve Haiti’deki devrimler arasında varolan bağda gördüğümüz önemli bir tarihsel durum aslında.

3. “Metropol”ün, büyük emperyalist ülkelerin çektiği sınırlar dâhilinde gelişen “sömürge devrimi” meselesini ele alması. Burada bir istisnai olma meselesi değil, bir sınır meselesi söz konusu. Öyle ki küresel emperyalizm bağlamında Avrupa dışı milliyetçilik, hiçbir zaman imparatorluğa “dışsal” bir şey değil, bilâkis bu milliyetçilik, imparatorluğun çektiği kalıcı sınıra tabi.

Dolayısıyla, Avrupa’nın taşralaştırılması, merkezden çıkartılması meselesini, genelde Marksizmin özelde Bolşevizmin millileştirilmesi olarak düşündüğümüzde, Marksizm-Leninizmin karşısında hayal âleminde onu değiştirmesi veya göreceli kılması mümkün olmayan bir radikal ötekiyi çıkartmış olmuyoruz. Bu tür bir düşüncede mesele, Bolşevizmin teorik ve pratik alanda yüzleştiği sınırları idrak edip, onun Marksizmin Rusya’ya tercüme edilmesiyle ilgili pratiğin, başka bir ifadeyle, Marksizmin kapsama alanının genişletilmesi çabasının bir ürünü olduğunu görmek. Bu genişletme çabası, doğalında Bolşevizmin imparatorluğun sınırlarından başlayarak yeniden düşünüldüğü açıklama tarzlarını şart koşuyor.

Burada Müslüman milli komünizmi bütünüyle değerlendirmeye tabi tuttuğum iddiasında değilim. Bu çalışmada ben, daha çok önemli bir sima olarak, Tatar Bolşevik, aydın ve militan Mirsaid Sultangaliyev’le ilgileniyorum. O, ilk tutuklandığında Trotskiy’nin 1923’te “Sultangaliyev’in tutuklanışını hatırlıyor musun? […] O, partinin Stalin’in girişimiyle tutuklanan ilk önde gelen üyesiydi. […] İşte Stalin’in dişine kan o an değdi”[4] dediği, Kamenev’in bize aktardığı sözde ismi belirli bir vurguyla anılan kişi.

Burada her şeyi ta başından aktarmak gerekiyor.[5]

Sultangaliyev ve Müslüman Milli Komünizmin Gelişimi

Sultangaliyev, 1892’de Başkurdistan’da yoksul bir ailenin içine doğdu. 1907’de milliyetçi ve devrimci fikirlerin buluşma noktası olan Kazan öğretmen okuluna girdi. Sonraki yıllarda gazetecilik faaliyetlerinde bulunan Galiyev, Müslüman milliyetçi harekete katıldı. Şubat Devrimi’nden birkaç ay sonra Moskova’da düzenlenen Tüm Müslümanlar Konferansına katıldı ve Tüm Rusya Müslümanları Şurası Sekreteri seçildi. Haziran 1917’de Bolşevik Parti’ye girdi. Ekim ayı içerisinde Kazan askeri devrim komitesine giren Galiyev, başka sorumluluklar üstlenmenin yanında, Müslüman Askeri Koleji’nin başına getirildi. Ardından, Halkın Milliyetler Komiserliği içerisinde bir süre Stalin’le birlikte çalıştı. Bu yıllarda Galiyev’in çalışmalarında üç ana stratejik yönelim veya eğilim ortaya çıktı:

1. Müslüman Kızıl Ordusu’nun, kendi ifadesiyle, “Doğulu Proleterlerin Kızıl Ordusu”nun kurulması.[6] Bennigsen ve Quelquejay’nin de ifade ettiği biçimiyle, Sultangaliyev, Mao’dan yıllar önce bu türden bir ordunun itici devrimci güç, proletaryanın bulunmadığı yerlerde onun yerini alacak, gerçek manada örgütlü, hiyerarşik ve alabildiğine politize olmuş bir ‘toplumsal sınıf’ olarak tahayyül etmişti.”[7]

2. Rus şovenizminin o köklü geçmişi dikkate alındığında, Müslüman devrimci hareketin Rusların öncülük ettikleri örgütlere katılması durumunda riske girecek olan, bu harekete ait özerkliği koruyabilecek bir Müslüman Komünist Partisi’nin kurulup geliştirilmesi.

3. Sovyet Rusya sınırları içerisinde büyük bir Tatar-Başkurt Cumhuriyeti kurulmasına yönelik olarak ortaya konulan, geçmişi Sovyet Devrimi’nden çok daha önceye dayanan çabalar.

Aynı dönemde Galiyev, ayrıca Müslüman komünizminin teorik ve ideolojik temellerini şu üç başlık üzerinden dile getiriyordu:

1. Toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiler, bu ilişkilere bağlı olarak, toplumsal devrimle milli devrim arasındaki ilişkiler. Galiyev, Tatar proletaryasının bulunmadığı koşullarda Müslümanların toplumsal yapısının homojen olduğunu ısrarla dile getiriyordu. Ona göre, devrimin ilk aşamalarında hareketin liderleri, küçük burjuva geçmişe sahip devrimciler arasından seçilmeliydi. Lenin’in ezen milletler-ezilen milletler ayrımını anımsatan Galiyev, “ezilenlerin ezenlerden intikam alması çağrısı”nda bulunuyor, “tüm sömürgeleştirilmiş Müslüman halkların proleter halklar olduklarını” söylüyordu.[8]

2. Sosyalist devrimle İslam arasındaki ilişkiler. Galiyev’e göre, “dünyadaki diğer tüm dinler gibi İslam da yok olmaya mahkûmdu.”[9] Ama aynı zamanda o, dünyadaki büyük dinler içerisinde en genci olması sebebiyle, İslam’ın sahip olduğu nüfuz bakımından en dayanıklı ve en güçlü din olduğunu söylüyordu. Galiyev, ayrıca İslam şeriatının çalışma ve ticaret konusunda eğitimi zorunlu kılmak, toprak, orman ve su üzerinde özel mülkiyet haklarını redde tabi tutmak gibi kimi olumlu yönleri barındırdığı iddiasındaydı. Buna ek olarak, İslam’ın özgün ve ayrıksı olmasını son yüzyıl içerisinde tüm Müslüman dünyasının Batı Avrupa emperyalizmi eliyle sömürülmüş olmasına bağlıyordu. Dolayısıyla İslam, “hâlen daha savunulması gereken bir ezilen dindi.”[10] Süreklilik arz eden bu türden bir zulüm, Müslümanlar arasında köklü dayanışma duygularına ayrıca güçlü bir özgürleşme arzusuna yol açmaktaydı. Galiyev’e göre, komünistler, “İslam’ı ortadan kaldırma gayreti içerisinde olmamalı, bunun yerine, bu dinin manevi boyutundan kurtulup Marksistleşmesi için çalışmalıydı.”

3. Bolşevik Devrim’in ihraç edilmesi ya da Galiyev’in ifadesiyle, “devrimci enerjinin Rusya sınırlarının ötesine aktarılması.” Galiyev’e göre, devrimin kapsama alanı genişletilmeli, hem içteki muhtevası hem de dıştaki tezahürleri derinleştirilmeli.”[11]

Bu noktada genişlemenin yönü meselesi gündeme geliyor. Hindistanlı M. N. Roy gibi diğer Avrupalı olmayan Marksistler gibi Galiyev de devrimin öncelikleri sıralamasının terse çevrilmesini ve önceliğin Doğu’da gerçekleştirilecek devrime verilmesini öneriyor. Bu fikri dillendirenler, Batı’da devrimin başarısının, Doğu’da yaşanacak devrime bağlı olduğu görüşünde değiller, Doğu’daki devrimin Batı Avrupa’da devrimci enerjinin azaldığı koşulları aşabileceği üzerinde duruyorlar.

Galiyev’e göre, Doğu’da gerçekleştirilecek bir sömürgecilik karşıtı devrim, Avrupa devrimi ve dünya devrimi için önkoşul olarak görülmeli, dolayısıyla, “Doğu’nun devrimi için önce bu iki devrim gerçekleşmeli” koşulu öne sürülmemeli.

“Doğu’dan mahrum kalıp Hindistan’ı, Afganistan’ı, İran’ı, Asya ve Afrika’daki diğer sömürgeleri yitirince Batı emperyalizmi silinip gidecek, doğal ölümüyle yüzleşecek.”[12]

Galiyev, Rusya’daki Müslüman komünistlerin Doğu’da Sovyet devriminin propagandasını en iyi şekilde yapacak vasıflara sahip oldukları düşüncesinde. Bu düzlemde Galiyev, devrimci faaliyetlerin merkezsiz kılınmasını istiyor, Bolşevik liderlerden Rusya’nın sınır boylarında yer alan topraklarda yaşayan halkları Doğu’da gerçekleşecek devrimin asli kaynağı olarak belirlemelerini talep ediyor. Başka bir ifadeyle, Galiyev, imparatorluğun periferisinde gelişen milliyetçiliğin, enternasyonalizmin küresel ölçekte ihtiyaç duyduğu yenilenme sürecinin önemli bir koşulu olduğunu söylüyor.

Fakat Müslüman komünistlerle Sovyet liderleri arasında, iç savaşın dayattığı taleplerle yakından bağlantılı bir gelişme olarak kurulan ittifak, hızla bozuluyor. 1918 sonrası Müslüman Komünist Partisi, Bolşevik Partisi’ne bağlı Müslüman seksiyonu hâline getiriliyor. Tatar-Başkurt cumhuriyetini kurma vaadi, zamanla unutuluyor. Galiyev, istenmeyen adam hâline geliyor. 1920’de Bakû’de düzenlenen, kendisinin örgütlenme sürecine bizzat katkıda bulunduğu Doğu Halkları Kurultayı’na katılmıyor. Genelde ifade edildiği biçimiyle, bu kurultay, Sovyet iktidarı ile Doğu’da özgürlük için mücadele eden antiemperyalist hareketler arasında kısa süreliğine açığa çıkan yakınlığın tezahürü. Ama Zinovyev’in “İngiliz ve Fransız kapitalistlerine karşı yaptığı cihad çağrısı”nda simgeleşen bu umut kapısı, uzun süre açık kalamıyor.[13]

Umudunu devrimin Doğu’da yayılmasına bağlamış olan Müslüman komünistler, toplumsal devrimin milli devrimle eşzamanlı olarak gerçekleşmesi, hareketin liderlerinin radikal burjuvazi yerine yoksul köylülük içerisinden seçilmesi, ayrıca Batı’da gerçekleşecek proleter devrimin sömürge devrimi karşısında mutlak öncelikli kabul edilmesi gerektiğini söyleyenlerce kenara itildiler.[14]

Galiyev’e göre, bu itirazlar, dünya devrimi anlayışının zaferine giden yolu göstermek şöyle dursun, esasında o, her zaman güvensizlikle ve korkuyla yaklaştığı, zihniyetini ve uygulamalarını Çarlık imparatorluğundan miras almış olan Rus komünistleri içerisinde su başlarını tutmak için mücadele eden Büyük Rus şovenizminin zafere ulaştığının deliliydi. Bu Çarlık döneminden miras kalmış olan zihniyeti ve uygulamaları, 1921 tarihli Sömürge Devrimi isimli kitabında Giorgi Safarov da eleştirmekteydi.[15]

Komplolar ve Yeniden Dillendirilen Düşünceler

Galiyev’in itibarsızlaştırılması süreci 1923’te başladı. Partinin 25 Nisan 1923’te düzenlediği 12. kongresini takip eden birkaç hafta içerisinde (4 Mayıs’ta) Galiyev, Moskova’da tutuklandı ve partiden atıldı. Rusya içinde ve dışında komünistlerle ve komünist olmayan çevrelerle yürüttüğü yeraltı faaliyeti üzerinden Doğu’da devrim sürecini örgütleme çabası içerisinde olduğu için “komplo kurmak”la suçlanıyordu. Bu dönemde Galiyev, Ahmed Zeki Velidov’la, Orta Asya’da ise Basmacı hareketiyle çalışma yürütmüştü.[16] Bu suçlama ile birlikte “Sultan Galiyevcilik”le bağlantılı olan herkesin baskılarla yüzleştiği kapsamlı bir harekât başlatıldı.

Mayıs 1923’ten başlayıp 1924 yılının sonuna dek devam eden süreçte partiye bağladığı umudun suya düştüğünü gören Galiyev, marjinalleştirildi. Ama hâlen daha Sovyetler içindeki devrimci faaliyetler dâhilinde önemli görülen bir isimdi. Bu dönemde birkaç ay kaldığı hapishanede kendi hayat hikâyesini içeren bir mektup yazıp bunu Stalin ve Trotskiy’e gönderdi. Mektup, Galiyev’in dünya devrimiyle ilgili tezlerini içeriyordu:

“Düşünceme göre, sömürgelerde ve yarı-sömürgelerde kurtuluş hareketi ile emperyalist merkezlerdeki devrimci işçi hareketi arasında kopartılması mümkün olmayan, güçlü bağlar mevcut, dolayısıyla, beynelmilel bir sosyalist devrimin elde edeceği gerçek başarının teminatının, bu ikisi arasındaki uyumu esas alan bileşim olduğuna inanıyorum.”[17]

Galiyev’e göre, dünya devriminin gerçekleşebilmesinin yegâne koşulu, Doğu’daki sömürge karşıtı devrimlerle Avrupa’daki toplumsal devrimlerin birleşmesi, kaynaşması, dolaşıma girmesi, birbirlerini karşılıklı olarak yoğunlaştırması, ama buna karşın, her iki tarafın özerkliğini bir biçimde korumasıydı. Ona göre, böylesi bir durum, Rusya sınırları içerisinde oluşmuştu:

“Rus Devrimi’nin başarısı, haklı olarak, bir yandan Rus proletaryasının çıkarları ile diğer yandan sınır boylarındaki sömürge halkların milli ve sınıfsal kurtuluş hareketleri arasında tesis edilecek, uyumu esas alan ittifak üzerinden izah ediliyor. Bu anlamda, Rusya, dünya devriminin deneyimleneceği o büyük sahanın sahip olduğu tüm vasıfları bağrında taşıyor.”[18]

Bu, oldukça çarpıcı ve özgün bir tez. Bu tezi, Edward Said’in alıntıladığı, Fransa ve Haiti’de cereyan olayları birlikte ele alan Siyahi Jakobenler kitabında C. L. R. James de dillendiriyor.[19]

8 Eylül 1924’te partinin Merkezi Komisyon’una gönderdiği mektupta Galiyev, partiye yeniden alınmasına ilişkin isteğini aktardı. “Suç”unu itiraf eden Galiyev, kendisinin aslında Büyük Rus şovenizmi denilen olguya karşı tepkisini dile getirdiğini söyledi. Devamında Galiyev, devrimden önce komünist fikirlerin hiç bilinmediği bölgelerde bulunan “geri kalmış milliyetler” arasında yürütülecek devrimci çalışmanın yüzleştiği engeller üzerinde durdu. Mektubun sonunda ise Galiyev, Doğu’da gerçekleştirilecek devrimle ilgili tarihselci anlayışları karşıya atan özgün yaklaşımını aktarıyordu:

“Devrim süresince geri kalmış milliyetler arasında şahsen yürüttüğüm çalışmalardan edindiğim tecrübe ışığında ulaştığım sonuç şudur: ülkenin Doğu sınırları boyunca uzanan topraklarda devrim, düz bir çizgiyi takip ederek gelişmeyecek, hatta zigzaglar dahi çizerek ilerlemeyecek, bu devrim, kopuk kopuk ilerleme kaydedecektir.”[20]

İmparatorluğun bu sınır boylarında devrim, zamansal boyutta ancak kopuk kopuk ilerleyebilir. Bu devrim, sıçramalarla ve kopuşlarla maluldür. Bazen toprağın altında sessizce ilerler ve aniden ortaya çıkar. Bu devrim anlayışı, akla C. L. R. James’in Antiller’deki tarihsel sürece ilişkin tarifini getiriyor. James bu süreci, atılımların, yükselişlerin ve felâketlerin damgasını vurduğu, koordinatlarının belirlenmesinin güç olduğu bir dizi akıntıya tanık olunan bir süreç” olarak tarif etmektedir.[21]

Galiyev’in Ölümü ve Sömürgecilik Sonrası Döneme Bıraktığı Miras

Galiyev’in ricasına olumsuz cevap verildi. Partiye bir daha alınmadı. Sonrasında tümüyle yeni bir strateji benimseyerek Sovyet iktidarından koptu. Bu anlamda, belirli bir açıdan bakıldığında, o, “karşı-devrimci bir strateji” benimsemişti. Artık düşman, sadece emperyalist ülkelerdeki burjuvalar değil, bir bütün olarak “sanayi toplumu”ydu ve Sovyetler Birliği de bu toplumun parçasıydı.

1923-1928 arası dönemde yaşadıkları ve yaptıkları konusunda çok az bilgiye sahibiz. Bu döneme ilişkin olarak sadece Türk Halkının Gelişiminin Sosyolojik, Politik, Ekonomik ve Kültürel Temellerine Dair Düşünceler başlıklı, Tatar dilinde kaleme alınmış bir program yazdığını biliyoruz.[22] Program kayıp, ama bazı Sovyet çalışmalarında ondan yapılan alıntılara rastlanıyor.

Galiyev’in Sovyet iktidarından ve Bolşevizmden kopuşu, diyalektik materyalizmi Avrupalı köklerinden kopartma girişiminde karşılık buldu. Doğulu köklerden, bilhassa Moğollardan beslenen bu yeni geliştirdiği anlayışı “enerjik materyalizm” olarak adlandırdı. Bilgi ve teori düzleminde Avrupa’yı merkezden çıkartma girişimi, daha genel bir ideolojik ve stratejik kopuşun parçası olabildiği ölçüde anlamlı hâle gelebiliyordu.

Galiyev, “ezilenlerin müşterek cephesi” anlayışını geliştirdi. Bu anlayış, esasen “Müslüman toplumundaki tüm sınıfları bir araya getiriyor, büyük burjuvaziyi ve feodal toprak ağalarını dışlıyor, ayrıca söz konusu cephenin “geleneksel ümmet fikri”yle birleşmesini öngörüyordu.[23]

Nispeten daha radikal bir tarz dâhilinde Galiyev, “sömürülen kapitalist” anlayışı yerine “azgelişmiş sanayi” üzerinde duruyor, düşmanın sadece emperyalist ülkelerdeki burjuvaziden ibaret olmadığını, Sovyetler Birliği dâhil tüm sanayileşmiş toplumu içerdiğini söylüyordu.[24]

“Rusya’da sosyalist devrimin tasfiye olacağı sürecin devasının bulunmadığını” düşünen Galiyev, bu tasfiye sürecine Büyük Rus şovenizminin yoğunlaştığı, genelde Müslüman halklara Batı’nın zulmettiği sürecin eşlik edeceğini söylüyordu. Bu durumdan kaçınmanın tek bir yolu vardı, o da Avrupalı güçler üzerinde azgelişmiş sömürgeler dünyasının hegemonyasını tesis etmek[25], onun ifadesiyle, “sanayileşmiş metropoller karşısında yarı sömürge ve sömürge ülkelerin diktatörlüğünü kurmak”tı.[26] Sömürgeler Enternasyonali, tam da bu sebeple kurulmalıydı. Ona göre bu enternasyonal, “komünist olacak, ama Üçüncü Enternasyonal’den bağımsız hareket edecek, hatta ona karşı çıkacak”tı. Bu enternasyonalin merkezinde ise Doğu Sosyalist Partisi’nin öncülük ettiği, Rusya toprakları üzerinde kurulacak, Turan Cumhuriyeti adını alacak olan o büyük Türk devleti duracaktı.[27]

Galiyev, bu belirlediği görevler doğrultusunda gizli yürüttüğü çalışmalara 1928’de ikinci kez tutuklanana dek devam etti. 28 Temmuz 1930 günü idam cezasına çarptırıldı, fakat 1931 yılının başlarında bu ceza on yıl sürecek sürgün cezası olarak hafifletildi. 1934’te serbest kalan Galiyev, 1937’de yeniden tutuklandı, 1939’da tekrar idam cezasına çarptırıldı. En nihayetinde, 28 Ocak 1940 günü kurşuna dizildi.[28] Böylelikle emperyalist merkezlerde sosyalist devrimin, imparatorluğun sınır boylarında sömürgecilik karşıtı devrimin aynı süreç dâhilinde gerçekleşeceğini söyleyen görüşün ortaya koyduğu o muazzam deneyim son buldu. Fakat Sultangaliyev geride, izleri genelde Müslüman âleminde özelde Cezayir’de sömürgelikten kurtuluş süreci ile sosyalizm arasında bağ kurmaya çalışan bir dizi devrimci üzerinden takip edilebilecek önemli bir miras bıraktı. Bu miras, bugün sadece sömürgelerde ve eski sömürgelerde değil, ayrıca sömürgecilik sonrası dönemde eskinin emperyalist merkezlerinde de dikkatle incelenmeyi ve yeniden yapılandırılmayı bekliyor.[29]

Matthieu Renault
23 Mart 2015
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Frantz Fanon, The Wretched of the Earth, Çev. Constance Farrington (New York: Grove Press, 1968), s. 40, çeviri değiştirildi.

[2] Arif Dirlik, “Mao Zedong and ‘Chinese Marxism,’” Marxism Beyond Marxism, Yayına Hz.: Saree Makdisi, Cesare Cesarino ve Rebecca E. Karl (New York: Routledge, 1996), 144.

[3] “Proletarya diktatörlüğünün tek bir ülkede kurulduğu koşullarda kültürler biçimde milli ve içerikte sosyalist yapılar olarak öne çıkacak, bu sebeple, proletaryanın tüm dünyada zafer kazandığı, sosyalizmin sıradan hayatın parçası hâline geldiği koşullarda bu kültürler ortak bir dille birlikte hem içerikte hem de biçimde sosyalist olan tek bir kültür içerisinde kaynaşacaklar.” J.V. Stalin, Marksizm i natsional’no-kolonial’nyi vopros, (Moskova, 1934), s. 195. Aktaran: Marina Frolova-Walker, “‘National in Form, Socialist in Content’: Musical Nation-Building in the Soviet Republics” Journal of the American Musicological Society 51.2 (1998), s. 334.

[4] Leon Trotsky, Stalin: An Appraisal of the Man and His Influence (New York: Harper and Brothers Publishers, 1946), s. 417.

[5] Burada ben, esas olarak Fransızcaya şu çalışmada tercüme edilmiş olan, Galiyev’e ait makalelerden istifade ediyorum: Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Les mouvements nationaux chez les musulmans de Russie: Le « sultangaliévisme » au Tatarstan. (Paris ve Lahey, Mouton & Co, 1960). Ayrıca başka çalışmalardan da yararlanıyorum. Bennigsen ve Quelquejay’nin yukarıda bahsini ettiğim kitabına ek olarak bir şu çalışmaları var: Sultan Galiev, le père de la révolution tiers-mondiste: « Les inconnus de l’histoire » (Paris: Fayard, 1986); Bennigsen ayrıca Galiyev’in eserleri içerisinde yer alan üç çalışmanın çevirisini içeren İngilizce yayımlanmış kitabın yazarlarından birisi: Alexandre Bennigsen ve S. Enders Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union (Şikago: University of Chicago Press, 1979); ayrıca bkz.: Maxime Rodinson, “Sultan-Galiev: A Forgotten Precursor,” Marxism and the Muslim World içinde, çev. Jean Matthews (Londra: Zed Press, 1979). Son olarak, bir de benim nadiren atıfta bulunduğum, Rusça, belli ölçüde Tatarca yayımlanmış yazılarından olan çalışma var. 1989 tarihli bu kitap dikkatli bir yorumlama ve inceleme çabasını talep ediyor: Mirsaid Sultan-Galiev, Izbrannyje troudy (Kazan: Gasyr, 1998).

[6] “Deuxième Congrès des Organisations Communiste des Peuples d’Orient : Résolution sur la Question d’Orient,” Mirsaid Sultan Galiyev’in sunumu, Žizn’ nacional’nostej (“Milliyetlerin Hayatı”) Sayı 46 (54), 7 (20) Aralık 1919, Sayı 47 (55), 14 (27) Aralık 1919, şu çalışmada yeniden paylaşıldı: Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le « sultangaliévisme » au Tatarstan, a.g.e., s. 214.

[7] Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay, Sultan Galiev, le père de la révolution tiers-mondiste, a.g.e., s. 123. Ayrıca bkz.: Mirsaid Sultan-Galiev, “The Tartars and the October Revolution,” Žizn’ nacional’nostej 24 (122), 1921, yeniden paylaşıldığı çalışma: Bennigsen ve Wimbush, a.g.e., s. 138-144.

[8] Mirsaid Sultangaliyev’den aktaran: Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le « sultangaliévisme » au Tatarstan, s. 105.

[9] A.g.e., s. 106.

[10] Mirsaid Sultan-Galiev, “The Methods of Antireligious Propaganda among the Muslims,” Žizn’ nacional’nostej, 29 (127) ve 20(128), 1921, yeniden paylaşıldığı çalışma: Bennigsen ve Wimbush, a.g.e., s. 147.

[11] Mirsaid Sultan-Galiev, “The Social Revolution and the East,” Žizn’ nacional’nostej, 38 (46), 1919, 39 (47) 1919, 42 (50), 1919, Bennigsen ve Wimbush, a.g.e., s. 131.

[12] A.g.e., s. 136.

[13] Bkz.: Ian Birchall, “Un moment d’espoir: le congres de Baku 1920,” Contretemps, 2012.

[14] Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le « sultangaliévisme » au Tatarstan, s., 139-140.

[15] Giorgi Safarov, Kolonial’naja revolucija (“Sömürge Devrimi”). Opyt Turkestana, Gosudarstvennoe izdatel’stvo, 1921, yeniden yayımlayan: Society for Central Asian Studies, Oxford, 1985. Lenin, Safarov’u 1920’de Kazakistan’a gönderdi. Burada amaç, yerli halka Rus sömürgecilerin elindeki toprakların tahsis edilmesi üzerinden iki kesim arasındaki eşitsizlikleri ortadan kaldırmaktı. Bu adımdan kısa bir süre önce Lenin “sömürgeci zihniyetle ve Rus sömürgeciliğiyle malul Türkistanlı komünistleri” Moskova’ya çağırdı. Bkz.: Jean-Jacques Marie, “Quelques divagations,” Les Cahiers du monde ouvrier, Sayı 46, Nisan-Mayıs-Haziran 2010, s. 143. Lenin’in “son mücadele”si, esasen Rus şovenizmine, Stalin’e ve Gürcü meselesinde ona müttefik olan isimlere karşı yürütülen mücadeleden ibaretti; Bkz.: Moshe Lewin, Lenin’s Last Struggle, çev. A.M. Sheridan Smith (New York: Random House, 1968); ayrıca bkz.: Lenin’in sağlığının izin verdiği bir sırada, Aralık 1922’de yazdırdığı, fakat 1956’ya dek yayımlanmayan “Milliyetler veya Özerkleşme Meselesi” başlıklı makale.

[16] Stalin’in “Sultangaliyev meselesi”yle ilgili yorumlarını da içeren, konferansta yaptığı açıklamaların İngilizce versiyonu şu Toplu Eserler’inde yer alıyor: “Fourth Conference of the Central Committee of the R.C.P. (B.) with Responsible Workers of the National Republics and Regions,” Works içinde, Cilt. 5 (Moskova: Foreign Language Publishing House, 1953), s. 297-348. Konferansın bilhassa Galiyev ve Trotskiy’nin benzer cümleler kurduğu konuşmaları içeren bölümünün steno kaydı, 1992’de Rusça olarak yayımlandı: Tajny nacional’noj politiki CK RKP. Stenografičeskij otčet sekretnogo IV soveščanija CK RKP, 1923 g. (Moskova: INSAN, 1992).

[17] Mirsaid Sultan-Galiev, “Avtobiografičeskij očerk “Kto ja ?”: Pis’mo členam Central’noj kontrol’noj komissii, kopija – I.V. Stalinu i L.D. Trockomu. 23 maja 1923” (“Otobiyografik makale “Ben Kimim?”: Parti Merkezi Kontrol Komisyonu üyelerine mektup, Stalin’e ve Trotskiy’e gönderilen nüsha, 23 Mayıs 1923) Izbrannye trudy içinde, s. 446-509.

[18] A.g.e.

[19] Edward Said, Culture and Imperialism (New York: Vintage, 1994), s. 279.

[20] Mirsaid Sultan-Galiev, “Zajavlenie v Central’nuju kontrol’nuju komissiju RKP (b) s pros’boj o vosstanovlenii v partii. 8 sentjabrja 1924 g.” (“Merkezi Kontrol Komisyonu’na hitaben kaleme alınmış, partiye yeniden giriş isteğini içeren 8 Eylül 1924 tarihli mektup) Izbrannye trudy, 516-522. Periode.

[21] C.L.R. James, “From Toussaint L’Ouverture to Fidel Castro,” The Black Jacobins: Toussaint L’Ouverture and the San Domingo Revolution içinde, (New York: Vintage Books, 1989), s. 391.

[22] Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay, Sultan Galiev, le père de la révolution tiers-mondiste, s. 221. Bennigsen ve Quelquejay, ayrıca “Sultan Galiyev’in teorilerinden doğrudan ilham alan bir dizi değerlendirmeyi içeren gizli Türk Erk Partisi’nin programı”ndan bahsediyor (a.g.e., 224).

[23] Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le « sultangaliévisme » au Tatarstan, s. 105.

[24] A.g.e., s. 103.

[25] A.g.e., s. 180.

[26] Sultangaliyev’den akt.: Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le « sultangaliévisme » au Tatarstan, s. 180.

[27] Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le « sultangaliévisme » au Tatarstan, s. 180.

[28] Bkz.: “Sultan Galiev,” Cahiers du mouvement ouvrier, 19 (Aralık 2002-Ocak 2003), s. 88.

[29] Cezayir’in bağımsız olması sonrası ülkenin ilk cumhurbaşkanı olan Ahmed Ben Bella’nın dediğine göre, kendisi Galiyev’in düşüncelerinden, bilhassa onun “sömürgeler enternasyonali” fikrinden etkilenmiş. Bunun dışında, Galiyev, Sultan Galiev ou la rupture des stocks adında bir roman kaleme alan Habib Tengur’un da önemsediği bir isim. Tengur, çalışmasında Galiyev’in şair Sergey Yesenin’in dostu olduğunu söylüyor (Habid Tengour, Sultan Galiev ou la rupture des stocks (Paris: Sindbad, 1985).