Giriş:
Marksizm ve Milliyetçilik
1961
tarihli Yeryüzünün Lanetlileri kitabında Frantz Fanon, “Marksist
analizin kapsamı, sömürge sorunuyla yüzleşmek zorunda kaldığımız her durumda,
az da olsa genişletilmek zorundadır” diyordu.[1]
Fanon’un dile getirdiği bu görüş, Dipeş Çakrabarti’nin Avrupa’nın “taşralaştırılması” dediği, sömürgecilik sonrası döneme ait sorunsala dair yeni bir inceleme için bize mükemmel bir çıkış noktası sunuyor.
Madunluk, sömürgecilik sonrası dönem ve sömürgelikten kurtulma meselelerini ele alan çalışmalarda karşımıza, çapraşık niteliği sebebiyle anlam belirsizliklerine sebep olan bu Avrupa’nın taşralaştırılması ile ilgili iki bir birbirine benzemez ve rakip anlayış çıkıyor.
Bu çalışmalarda, bir yanda bu taşralaştırma meselesini tikelleştirme
ile aynı anlamda kullanan, dolayısıyla aslında genelde “Avrupamerkezci Avrupa
düşüncesi”nin, özelde ise Marksist düşüncenin görecelikçi bir düşünce haline getirilmesinden bahseden anlayış, diğer yanda ise hakiki evrenselleşme imkânı için gerekli koşul
olarak, teorinin sınırlarını Avrupa’nın ötesine taşımanın şart olduğundan dem
vuran ve taşralaşmayı kapsamı genişletmek olarak anlayan anlayış duruyor.
Postkolonyal
eleştirinin muarrızları, bugüne dek iki biçime sahip olan taşralaştırma
işleminin görecelikleştirmeyle ilgili biçimine karşı çıktılar ve bu biçimi,
sömürgecilik karşıtı düşünceden ve özgürlük mücadelelerinden kopulduğuna dair
bir emare olarak gördüler. Ama öte yandan söz konusu isimler, kapsamın
genişletilmesi veya sınırların Avrupa’nın ötesine çekilmesi meselesine pek
eğilmediler. Oysa bu biçim de genelde sömürgecilik karşıtı düşüncede, özelde
sömürgecilik karşıtı Marksizmde derin köklere sahip bir fikri esas almaktaydı.
Sömürgecilik
karşıtlığından postkolonyal eleştiriye yönelik tarihsel-epistemolojik geçişe ve
aradaki ayrıma temel teşkil eden süreklilikleri ve kopuşları izah ederken bu
soykütüğü, geriye doğru farklı şekillerde takip edilebilir. Ben, burada
Marksizmin millileşmesi sorunu ele alacağım.
Bu
mesele, genelde Marksizmi belirli özel koşullara uyarlama meselesi olarak ele
alınıyor. Ama bu yaklaşım, Gramsci ve C. L. R. James’in ortaya koyduğu
biçimiyle, bu türden bir millileştirme girişiminin teorik ve pratik çeviri
süreci ile ilişkili olduğu yolun o karmaşıklığını açıklamıyor. Bu konuda
verilebilecek en ünlü örnek, hâlen daha Mao Zedung’un Marksizmi
“Çinlileştirmesi”dir. Bu konuda Arif Dirlik’in şu tespiti, postkolonyal
çalışmalara yöneltilmiş en sert eleştiridir:
“Bir lider olarak Mao’nun
en güçlü yanlarından biri, onun Marksist kavramları Çinceye tercüme edebilme
becerisidir. Başka bir ifadeyle, Mao, ‘Marksizmi halkın diline tercüme
etmiştir’.”[2]
Burada
bahsi edilen, Marksizmin millileşmesi sürecinin, Stalin’in “biçimde milli,
içerikte sosyalist” formülüne indirgenemeyeceğini söylemek gerekmektedir.[3]
Ben,
burada önce Sovyet Rusya’da, sonra SSCB’de 1917’de başlayıp yirmili yılların
sonunda sona eren dönemde gelişen, pek fazla bilinmeyen “Müslüman milli
komünizm” tecrübesiyle ilgileniyorum. Bu tecrübeye ışık tutmak, üç sebepten
ötürü önem arz ediyor:
1.
İsimden de anlaşılacağı üzere, “Müslüman komünizmi”nin, Sovyet örneğinde
karşımıza çıkan “beyaz Avrupai kökler”e sahip özgürlükçü hareketlerle bu fikri
kendi politik iddialarıyla farklı şekilde ilişkilendiren gruplar ve İslam
arasındaki ilişkiler meselesini gündeme getiriyor oluşu.
2.
Rus imparatorluğunun merkezinde gelişen devrimci süreçle uyumlu ilerleyen
antiemperyalist ve özgürlükçü hareketle tanışma imkânı sunması. Bu, herkesin
bildiği, bir başka örneğini on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda yaşanan geçiş
süreci dâhilinde Fransa ve Haiti’deki devrimler arasında varolan bağda
gördüğümüz önemli bir tarihsel durum aslında.
3.
“Metropol”ün, büyük emperyalist ülkelerin çektiği sınırlar dâhilinde gelişen
“sömürge devrimi” meselesini ele alması. Burada bir istisnai olma meselesi
değil, bir sınır meselesi söz konusu. Öyle ki küresel emperyalizm bağlamında
Avrupa dışı milliyetçilik, hiçbir zaman imparatorluğa “dışsal” bir şey değil,
bilâkis bu milliyetçilik, imparatorluğun çektiği kalıcı sınıra tabi.
Dolayısıyla,
Avrupa’nın taşralaştırılması, merkezden çıkartılması meselesini, genelde
Marksizmin özelde Bolşevizmin millileştirilmesi olarak düşündüğümüzde,
Marksizm-Leninizmin karşısında hayal âleminde onu değiştirmesi veya göreceli
kılması mümkün olmayan bir radikal ötekiyi çıkartmış olmuyoruz. Bu tür bir
düşüncede mesele, Bolşevizmin teorik ve pratik alanda yüzleştiği sınırları
idrak edip, onun Marksizmin Rusya’ya tercüme edilmesiyle ilgili pratiğin, başka
bir ifadeyle, Marksizmin kapsama alanının genişletilmesi çabasının bir ürünü
olduğunu görmek. Bu genişletme çabası, doğalında Bolşevizmin imparatorluğun
sınırlarından başlayarak yeniden düşünüldüğü açıklama tarzlarını şart koşuyor.
Burada
Müslüman milli komünizmi bütünüyle değerlendirmeye tabi tuttuğum iddiasında
değilim. Bu çalışmada ben, daha çok önemli bir sima olarak, Tatar Bolşevik,
aydın ve militan Mirsaid Sultangaliyev’le ilgileniyorum. O, ilk tutuklandığında
Trotskiy’nin 1923’te “Sultangaliyev’in tutuklanışını hatırlıyor musun? […] O,
partinin Stalin’in girişimiyle tutuklanan ilk önde gelen üyesiydi. […] İşte
Stalin’in dişine kan o an değdi”[4] dediği, Kamenev’in bize aktardığı sözde
ismi belirli bir vurguyla anılan kişi.
Burada
her şeyi ta başından aktarmak gerekiyor.[5]
Sultangaliyev
ve Müslüman Milli Komünizmin Gelişimi
Sultangaliyev,
1892’de Başkurdistan’da yoksul bir ailenin içine doğdu. 1907’de milliyetçi ve
devrimci fikirlerin buluşma noktası olan Kazan öğretmen okuluna girdi. Sonraki
yıllarda gazetecilik faaliyetlerinde bulunan Galiyev, Müslüman milliyetçi
harekete katıldı. Şubat Devrimi’nden birkaç ay sonra Moskova’da düzenlenen Tüm
Müslümanlar Konferansına katıldı ve Tüm Rusya Müslümanları Şurası Sekreteri
seçildi. Haziran 1917’de Bolşevik Parti’ye girdi. Ekim ayı içerisinde Kazan
askeri devrim komitesine giren Galiyev, başka sorumluluklar üstlenmenin
yanında, Müslüman Askeri Koleji’nin başına getirildi. Ardından, Halkın
Milliyetler Komiserliği içerisinde bir süre Stalin’le birlikte çalıştı. Bu
yıllarda Galiyev’in çalışmalarında üç ana stratejik yönelim veya eğilim ortaya
çıktı:
1.
Müslüman Kızıl Ordusu’nun, kendi ifadesiyle, “Doğulu Proleterlerin Kızıl
Ordusu”nun kurulması.[6] Bennigsen ve Quelquejay’nin de ifade ettiği biçimiyle,
Sultangaliyev, Mao’dan yıllar önce bu türden bir ordunun itici devrimci güç,
proletaryanın bulunmadığı yerlerde onun yerini alacak, gerçek manada örgütlü,
hiyerarşik ve alabildiğine politize olmuş bir ‘toplumsal sınıf’ olarak tahayyül
etmişti.”[7]
2.
Rus şovenizminin o köklü geçmişi dikkate alındığında, Müslüman devrimci
hareketin Rusların öncülük ettikleri örgütlere katılması durumunda riske
girecek olan, bu harekete ait özerkliği koruyabilecek bir Müslüman Komünist
Partisi’nin kurulup geliştirilmesi.
3.
Sovyet Rusya sınırları içerisinde büyük bir Tatar-Başkurt Cumhuriyeti
kurulmasına yönelik olarak ortaya konulan, geçmişi Sovyet Devrimi’nden çok daha
önceye dayanan çabalar.
Aynı
dönemde Galiyev, ayrıca Müslüman komünizminin teorik ve ideolojik temellerini
şu üç başlık üzerinden dile getiriyordu:
1.
Toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiler, bu ilişkilere bağlı olarak, toplumsal
devrimle milli devrim arasındaki ilişkiler. Galiyev, Tatar proletaryasının
bulunmadığı koşullarda Müslümanların toplumsal yapısının homojen olduğunu
ısrarla dile getiriyordu. Ona göre, devrimin ilk aşamalarında hareketin
liderleri, küçük burjuva geçmişe sahip devrimciler arasından seçilmeliydi.
Lenin’in ezen milletler-ezilen milletler ayrımını anımsatan Galiyev,
“ezilenlerin ezenlerden intikam alması çağrısı”nda bulunuyor, “tüm
sömürgeleştirilmiş Müslüman halkların proleter halklar olduklarını”
söylüyordu.[8]
2.
Sosyalist devrimle İslam arasındaki ilişkiler. Galiyev’e göre, “dünyadaki diğer
tüm dinler gibi İslam da yok olmaya mahkûmdu.”[9] Ama aynı zamanda o, dünyadaki
büyük dinler içerisinde en genci olması sebebiyle, İslam’ın sahip olduğu nüfuz
bakımından en dayanıklı ve en güçlü din olduğunu söylüyordu. Galiyev, ayrıca
İslam şeriatının çalışma ve ticaret konusunda eğitimi zorunlu kılmak, toprak,
orman ve su üzerinde özel mülkiyet haklarını redde tabi tutmak gibi kimi olumlu
yönleri barındırdığı iddiasındaydı. Buna ek olarak, İslam’ın özgün ve ayrıksı
olmasını son yüzyıl içerisinde tüm Müslüman dünyasının Batı Avrupa emperyalizmi
eliyle sömürülmüş olmasına bağlıyordu. Dolayısıyla İslam, “hâlen daha
savunulması gereken bir ezilen dindi.”[10] Süreklilik arz eden bu türden bir
zulüm, Müslümanlar arasında köklü dayanışma duygularına ayrıca güçlü bir
özgürleşme arzusuna yol açmaktaydı. Galiyev’e göre, komünistler, “İslam’ı
ortadan kaldırma gayreti içerisinde olmamalı, bunun yerine, bu dinin manevi
boyutundan kurtulup Marksistleşmesi için çalışmalıydı.”
3.
Bolşevik Devrim’in ihraç edilmesi ya da Galiyev’in ifadesiyle, “devrimci
enerjinin Rusya sınırlarının ötesine aktarılması.” Galiyev’e göre, devrimin
kapsama alanı genişletilmeli, hem içteki muhtevası hem de dıştaki tezahürleri
derinleştirilmeli.”[11]
Bu
noktada genişlemenin yönü meselesi gündeme geliyor. Hindistanlı M. N. Roy gibi
diğer Avrupalı olmayan Marksistler gibi Galiyev de devrimin öncelikleri
sıralamasının terse çevrilmesini ve önceliğin Doğu’da gerçekleştirilecek
devrime verilmesini öneriyor. Bu fikri dillendirenler, Batı’da devrimin
başarısının, Doğu’da yaşanacak devrime bağlı olduğu görüşünde değiller,
Doğu’daki devrimin Batı Avrupa’da devrimci enerjinin azaldığı koşulları
aşabileceği üzerinde duruyorlar.
Galiyev’e
göre, Doğu’da gerçekleştirilecek bir sömürgecilik karşıtı devrim, Avrupa
devrimi ve dünya devrimi için önkoşul olarak görülmeli, dolayısıyla, “Doğu’nun
devrimi için önce bu iki devrim gerçekleşmeli” koşulu öne sürülmemeli.
“Doğu’dan
mahrum kalıp Hindistan’ı, Afganistan’ı, İran’ı, Asya ve Afrika’daki diğer
sömürgeleri yitirince Batı emperyalizmi silinip gidecek, doğal ölümüyle
yüzleşecek.”[12]
Galiyev,
Rusya’daki Müslüman komünistlerin Doğu’da Sovyet devriminin propagandasını en
iyi şekilde yapacak vasıflara sahip oldukları düşüncesinde. Bu düzlemde
Galiyev, devrimci faaliyetlerin merkezsiz kılınmasını istiyor, Bolşevik
liderlerden Rusya’nın sınır boylarında yer alan topraklarda yaşayan halkları
Doğu’da gerçekleşecek devrimin asli kaynağı olarak belirlemelerini talep
ediyor. Başka bir ifadeyle, Galiyev, imparatorluğun periferisinde gelişen
milliyetçiliğin, enternasyonalizmin küresel ölçekte ihtiyaç duyduğu yenilenme
sürecinin önemli bir koşulu olduğunu söylüyor.
Fakat
Müslüman komünistlerle Sovyet liderleri arasında, iç savaşın dayattığı
taleplerle yakından bağlantılı bir gelişme olarak kurulan ittifak, hızla
bozuluyor. 1918 sonrası Müslüman Komünist Partisi, Bolşevik Partisi’ne bağlı
Müslüman seksiyonu hâline getiriliyor. Tatar-Başkurt cumhuriyetini kurma vaadi,
zamanla unutuluyor. Galiyev, istenmeyen adam hâline geliyor. 1920’de Bakû’de
düzenlenen, kendisinin örgütlenme sürecine bizzat katkıda bulunduğu Doğu
Halkları Kurultayı’na katılmıyor. Genelde ifade edildiği biçimiyle, bu
kurultay, Sovyet iktidarı ile Doğu’da özgürlük için mücadele eden
antiemperyalist hareketler arasında kısa süreliğine açığa çıkan yakınlığın
tezahürü. Ama Zinovyev’in “İngiliz ve Fransız kapitalistlerine karşı yaptığı
cihad çağrısı”nda simgeleşen bu umut kapısı, uzun süre açık kalamıyor.[13]
Umudunu
devrimin Doğu’da yayılmasına bağlamış olan Müslüman komünistler, toplumsal
devrimin milli devrimle eşzamanlı olarak gerçekleşmesi, hareketin liderlerinin
radikal burjuvazi yerine yoksul köylülük içerisinden seçilmesi, ayrıca Batı’da
gerçekleşecek proleter devrimin sömürge devrimi karşısında mutlak öncelikli
kabul edilmesi gerektiğini söyleyenlerce kenara itildiler.[14]
Galiyev’e
göre, bu itirazlar, dünya devrimi anlayışının zaferine giden yolu göstermek
şöyle dursun, esasında o, her zaman güvensizlikle ve korkuyla yaklaştığı,
zihniyetini ve uygulamalarını Çarlık imparatorluğundan miras almış olan Rus
komünistleri içerisinde su başlarını tutmak için mücadele eden Büyük Rus
şovenizminin zafere ulaştığının deliliydi. Bu Çarlık döneminden miras kalmış
olan zihniyeti ve uygulamaları, 1921 tarihli Sömürge Devrimi isimli
kitabında Giorgi Safarov da eleştirmekteydi.[15]
Komplolar
ve Yeniden Dillendirilen Düşünceler
Galiyev’in
itibarsızlaştırılması süreci 1923’te başladı. Partinin 25 Nisan 1923’te
düzenlediği 12. kongresini takip eden birkaç hafta içerisinde (4 Mayıs’ta)
Galiyev, Moskova’da tutuklandı ve partiden atıldı. Rusya içinde ve dışında
komünistlerle ve komünist olmayan çevrelerle yürüttüğü yeraltı faaliyeti
üzerinden Doğu’da devrim sürecini örgütleme çabası içerisinde olduğu için
“komplo kurmak”la suçlanıyordu. Bu dönemde Galiyev, Ahmed Zeki Velidov’la, Orta
Asya’da ise Basmacı hareketiyle çalışma yürütmüştü.[16] Bu suçlama ile birlikte
“Sultan Galiyevcilik”le bağlantılı olan herkesin baskılarla yüzleştiği kapsamlı
bir harekât başlatıldı.
Mayıs
1923’ten başlayıp 1924 yılının sonuna dek devam eden süreçte partiye bağladığı
umudun suya düştüğünü gören Galiyev, marjinalleştirildi. Ama hâlen daha
Sovyetler içindeki devrimci faaliyetler dâhilinde önemli görülen bir isimdi. Bu
dönemde birkaç ay kaldığı hapishanede kendi hayat hikâyesini içeren bir mektup
yazıp bunu Stalin ve Trotskiy’e gönderdi. Mektup, Galiyev’in dünya devrimiyle ilgili
tezlerini içeriyordu:
“Düşünceme göre,
sömürgelerde ve yarı-sömürgelerde kurtuluş hareketi ile emperyalist
merkezlerdeki devrimci işçi hareketi arasında kopartılması mümkün olmayan,
güçlü bağlar mevcut, dolayısıyla, beynelmilel bir sosyalist devrimin elde
edeceği gerçek başarının teminatının, bu ikisi arasındaki uyumu esas alan
bileşim olduğuna inanıyorum.”[17]
Galiyev’e
göre, dünya devriminin gerçekleşebilmesinin yegâne koşulu, Doğu’daki sömürge
karşıtı devrimlerle Avrupa’daki toplumsal devrimlerin birleşmesi, kaynaşması,
dolaşıma girmesi, birbirlerini karşılıklı olarak yoğunlaştırması, ama buna
karşın, her iki tarafın özerkliğini bir biçimde korumasıydı. Ona göre, böylesi
bir durum, Rusya sınırları içerisinde oluşmuştu:
“Rus Devrimi’nin başarısı,
haklı olarak, bir yandan Rus proletaryasının çıkarları ile diğer yandan sınır
boylarındaki sömürge halkların milli ve sınıfsal kurtuluş hareketleri arasında
tesis edilecek, uyumu esas alan ittifak üzerinden izah ediliyor. Bu anlamda,
Rusya, dünya devriminin deneyimleneceği o büyük sahanın sahip olduğu tüm
vasıfları bağrında taşıyor.”[18]
Bu,
oldukça çarpıcı ve özgün bir tez. Bu tezi, Edward Said’in alıntıladığı, Fransa
ve Haiti’de cereyan olayları birlikte ele alan Siyahi Jakobenler kitabında
C. L. R. James de dillendiriyor.[19]
8
Eylül 1924’te partinin Merkezi Komisyon’una gönderdiği mektupta Galiyev,
partiye yeniden alınmasına ilişkin isteğini aktardı. “Suç”unu itiraf eden
Galiyev, kendisinin aslında Büyük Rus şovenizmi denilen olguya karşı tepkisini
dile getirdiğini söyledi. Devamında Galiyev, devrimden önce komünist fikirlerin
hiç bilinmediği bölgelerde bulunan “geri kalmış milliyetler” arasında
yürütülecek devrimci çalışmanın yüzleştiği engeller üzerinde durdu. Mektubun
sonunda ise Galiyev, Doğu’da gerçekleştirilecek devrimle ilgili tarihselci
anlayışları karşıya atan özgün yaklaşımını aktarıyordu:
“Devrim süresince geri
kalmış milliyetler arasında şahsen yürüttüğüm çalışmalardan edindiğim tecrübe
ışığında ulaştığım sonuç şudur: ülkenin Doğu sınırları boyunca uzanan
topraklarda devrim, düz bir çizgiyi takip ederek gelişmeyecek, hatta zigzaglar
dahi çizerek ilerlemeyecek, bu devrim, kopuk kopuk ilerleme kaydedecektir.”[20]
İmparatorluğun
bu sınır boylarında devrim, zamansal boyutta ancak kopuk kopuk ilerleyebilir.
Bu devrim, sıçramalarla ve kopuşlarla maluldür. Bazen toprağın altında sessizce
ilerler ve aniden ortaya çıkar. Bu devrim anlayışı, akla C. L. R. James’in
Antiller’deki tarihsel sürece ilişkin tarifini getiriyor. James bu süreci,
atılımların, yükselişlerin ve felâketlerin damgasını vurduğu, koordinatlarının
belirlenmesinin güç olduğu bir dizi akıntıya tanık olunan bir süreç” olarak
tarif etmektedir.[21]
Galiyev’in
Ölümü ve Sömürgecilik Sonrası Döneme Bıraktığı Miras
Galiyev’in
ricasına olumsuz cevap verildi. Partiye bir daha alınmadı. Sonrasında tümüyle
yeni bir strateji benimseyerek Sovyet iktidarından koptu. Bu anlamda, belirli
bir açıdan bakıldığında, o, “karşı-devrimci bir strateji” benimsemişti. Artık
düşman, sadece emperyalist ülkelerdeki burjuvalar değil, bir bütün olarak
“sanayi toplumu”ydu ve Sovyetler Birliği de bu toplumun parçasıydı.
1923-1928
arası dönemde yaşadıkları ve yaptıkları konusunda çok az bilgiye sahibiz. Bu
döneme ilişkin olarak sadece Türk Halkının Gelişiminin Sosyolojik, Politik,
Ekonomik ve Kültürel Temellerine Dair Düşünceler başlıklı, Tatar dilinde
kaleme alınmış bir program yazdığını biliyoruz.[22] Program kayıp, ama bazı
Sovyet çalışmalarında ondan yapılan alıntılara rastlanıyor.
Galiyev’in
Sovyet iktidarından ve Bolşevizmden kopuşu, diyalektik materyalizmi Avrupalı
köklerinden kopartma girişiminde karşılık buldu. Doğulu köklerden, bilhassa
Moğollardan beslenen bu yeni geliştirdiği anlayışı “enerjik materyalizm” olarak
adlandırdı. Bilgi ve teori düzleminde Avrupa’yı merkezden çıkartma girişimi,
daha genel bir ideolojik ve stratejik kopuşun parçası olabildiği ölçüde anlamlı
hâle gelebiliyordu.
Galiyev,
“ezilenlerin müşterek cephesi” anlayışını geliştirdi. Bu anlayış, esasen
“Müslüman toplumundaki tüm sınıfları bir araya getiriyor, büyük burjuvaziyi ve
feodal toprak ağalarını dışlıyor, ayrıca söz konusu cephenin “geleneksel ümmet
fikri”yle birleşmesini öngörüyordu.[23]
Nispeten
daha radikal bir tarz dâhilinde Galiyev, “sömürülen kapitalist” anlayışı yerine
“azgelişmiş sanayi” üzerinde duruyor, düşmanın sadece emperyalist ülkelerdeki
burjuvaziden ibaret olmadığını, Sovyetler Birliği dâhil tüm sanayileşmiş
toplumu içerdiğini söylüyordu.[24]
“Rusya’da
sosyalist devrimin tasfiye olacağı sürecin devasının bulunmadığını” düşünen
Galiyev, bu tasfiye sürecine Büyük Rus şovenizminin yoğunlaştığı, genelde
Müslüman halklara Batı’nın zulmettiği sürecin eşlik edeceğini söylüyordu. Bu
durumdan kaçınmanın tek bir yolu vardı, o da Avrupalı güçler üzerinde
azgelişmiş sömürgeler dünyasının hegemonyasını tesis etmek[25], onun
ifadesiyle, “sanayileşmiş metropoller karşısında yarı sömürge ve sömürge
ülkelerin diktatörlüğünü kurmak”tı.[26] Sömürgeler Enternasyonali, tam da bu
sebeple kurulmalıydı. Ona göre bu enternasyonal, “komünist olacak, ama Üçüncü
Enternasyonal’den bağımsız hareket edecek, hatta ona karşı çıkacak”tı. Bu
enternasyonalin merkezinde ise Doğu Sosyalist Partisi’nin öncülük ettiği, Rusya
toprakları üzerinde kurulacak, Turan Cumhuriyeti adını alacak olan o büyük Türk
devleti duracaktı.[27]
Galiyev,
bu belirlediği görevler doğrultusunda gizli yürüttüğü çalışmalara 1928’de
ikinci kez tutuklanana dek devam etti. 28 Temmuz 1930 günü idam cezasına
çarptırıldı, fakat 1931 yılının başlarında bu ceza on yıl sürecek sürgün cezası
olarak hafifletildi. 1934’te serbest kalan Galiyev, 1937’de yeniden tutuklandı,
1939’da tekrar idam cezasına çarptırıldı. En nihayetinde, 28 Ocak 1940 günü
kurşuna dizildi.[28] Böylelikle emperyalist merkezlerde sosyalist devrimin,
imparatorluğun sınır boylarında sömürgecilik karşıtı devrimin aynı süreç
dâhilinde gerçekleşeceğini söyleyen görüşün ortaya koyduğu o muazzam deneyim
son buldu. Fakat Sultangaliyev geride, izleri genelde Müslüman âleminde özelde
Cezayir’de sömürgelikten kurtuluş süreci ile sosyalizm arasında bağ kurmaya
çalışan bir dizi devrimci üzerinden takip edilebilecek önemli bir miras
bıraktı. Bu miras, bugün sadece sömürgelerde ve eski sömürgelerde değil, ayrıca
sömürgecilik sonrası dönemde eskinin emperyalist merkezlerinde de dikkatle
incelenmeyi ve yeniden yapılandırılmayı bekliyor.[29]
Matthieu Renault
23
Mart 2015
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Frantz Fanon, The Wretched of the Earth, Çev. Constance Farrington
(New York: Grove Press, 1968), s. 40, çeviri değiştirildi.
[2]
Arif Dirlik, “Mao Zedong and ‘Chinese Marxism,’” Marxism Beyond Marxism,
Yayına Hz.: Saree Makdisi, Cesare Cesarino ve Rebecca E. Karl (New York:
Routledge, 1996), 144.
[3]
“Proletarya diktatörlüğünün tek bir ülkede kurulduğu koşullarda kültürler
biçimde milli ve içerikte sosyalist yapılar olarak öne çıkacak, bu sebeple,
proletaryanın tüm dünyada zafer kazandığı, sosyalizmin sıradan hayatın parçası
hâline geldiği koşullarda bu kültürler ortak bir dille birlikte hem içerikte
hem de biçimde sosyalist olan tek bir kültür içerisinde kaynaşacaklar.” J.V.
Stalin, Marksizm i natsional’no-kolonial’nyi vopros, (Moskova, 1934), s.
195. Aktaran: Marina Frolova-Walker, “‘National in Form, Socialist in Content’:
Musical Nation-Building in the Soviet Republics” Journal of the American
Musicological Society 51.2 (1998), s. 334.
[4]
Leon Trotsky, Stalin: An Appraisal of the Man and His Influence (New
York: Harper and Brothers Publishers, 1946), s. 417.
[5]
Burada ben, esas olarak Fransızcaya şu çalışmada tercüme edilmiş olan,
Galiyev’e ait makalelerden istifade ediyorum: Alexandre Bennigsen ve Chantal
Quelquejay, Les mouvements nationaux chez les musulmans de Russie: Le «
sultangaliévisme » au Tatarstan. (Paris ve Lahey, Mouton & Co, 1960).
Ayrıca başka çalışmalardan da yararlanıyorum. Bennigsen ve Quelquejay’nin
yukarıda bahsini ettiğim kitabına ek olarak bir şu çalışmaları var: Sultan
Galiev, le père de la révolution tiers-mondiste: « Les inconnus de
l’histoire » (Paris: Fayard, 1986); Bennigsen ayrıca Galiyev’in eserleri
içerisinde yer alan üç çalışmanın çevirisini içeren İngilizce yayımlanmış
kitabın yazarlarından birisi: Alexandre Bennigsen ve S. Enders Wimbush, Muslim
National Communism in the Soviet Union (Şikago: University of Chicago
Press, 1979); ayrıca bkz.: Maxime Rodinson, “Sultan-Galiev: A Forgotten
Precursor,” Marxism and the Muslim World içinde, çev. Jean Matthews
(Londra: Zed Press, 1979). Son olarak, bir de benim nadiren atıfta bulunduğum,
Rusça, belli ölçüde Tatarca yayımlanmış yazılarından olan çalışma var. 1989
tarihli bu kitap dikkatli bir yorumlama ve inceleme çabasını talep ediyor:
Mirsaid Sultan-Galiev, Izbrannyje troudy (Kazan: Gasyr, 1998).
[6]
“Deuxième Congrès des Organisations Communiste des Peuples d’Orient :
Résolution sur la Question d’Orient,” Mirsaid Sultan Galiyev’in sunumu, Žizn’
nacional’nostej (“Milliyetlerin Hayatı”) Sayı 46 (54), 7 (20) Aralık 1919,
Sayı 47 (55), 14 (27) Aralık 1919, şu çalışmada yeniden paylaşıldı: Alexandre
Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le « sultangaliévisme » au Tatarstan, a.g.e.,
s. 214.
[7]
Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay, Sultan Galiev, le père
de la révolution tiers-mondiste, a.g.e., s. 123. Ayrıca bkz.:
Mirsaid Sultan-Galiev, “The Tartars and the October Revolution,” Žizn’
nacional’nostej 24 (122), 1921, yeniden paylaşıldığı çalışma: Bennigsen ve
Wimbush, a.g.e., s. 138-144.
[8]
Mirsaid Sultangaliyev’den aktaran: Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le
« sultangaliévisme » au Tatarstan, s. 105.
[9]
A.g.e., s. 106.
[10]
Mirsaid Sultan-Galiev, “The Methods of Antireligious Propaganda among the
Muslims,” Žizn’ nacional’nostej, 29 (127) ve 20(128), 1921,
yeniden paylaşıldığı çalışma: Bennigsen ve Wimbush, a.g.e., s. 147.
[11]
Mirsaid Sultan-Galiev, “The Social Revolution and the East,” Žizn’
nacional’nostej, 38 (46), 1919, 39 (47) 1919, 42 (50), 1919, Bennigsen ve
Wimbush, a.g.e., s. 131.
[12]
A.g.e., s. 136.
[13]
Bkz.: Ian Birchall, “Un moment d’espoir: le congres de Baku 1920,” Contretemps, 2012.
[14]
Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le « sultangaliévisme » au
Tatarstan, s., 139-140.
[15]
Giorgi Safarov, Kolonial’naja revolucija (“Sömürge Devrimi”). Opyt
Turkestana, Gosudarstvennoe izdatel’stvo, 1921, yeniden yayımlayan: Society for
Central Asian Studies, Oxford, 1985. Lenin, Safarov’u 1920’de Kazakistan’a
gönderdi. Burada amaç, yerli halka Rus sömürgecilerin elindeki toprakların
tahsis edilmesi üzerinden iki kesim arasındaki eşitsizlikleri ortadan
kaldırmaktı. Bu adımdan kısa bir süre önce Lenin “sömürgeci zihniyetle ve Rus
sömürgeciliğiyle malul Türkistanlı komünistleri” Moskova’ya çağırdı. Bkz.:
Jean-Jacques Marie, “Quelques divagations,” Les Cahiers du monde ouvrier,
Sayı 46, Nisan-Mayıs-Haziran 2010, s. 143. Lenin’in “son mücadele”si, esasen
Rus şovenizmine, Stalin’e ve Gürcü meselesinde ona müttefik olan isimlere karşı
yürütülen mücadeleden ibaretti; Bkz.: Moshe Lewin, Lenin’s Last Struggle,
çev. A.M. Sheridan Smith (New York: Random House, 1968); ayrıca bkz.: Lenin’in
sağlığının izin verdiği bir sırada, Aralık 1922’de yazdırdığı, fakat 1956’ya
dek yayımlanmayan “Milliyetler veya Özerkleşme Meselesi” başlıklı makale.
[16]
Stalin’in “Sultangaliyev meselesi”yle ilgili yorumlarını da içeren, konferansta
yaptığı açıklamaların İngilizce versiyonu şu Toplu Eserler’inde yer
alıyor: “Fourth Conference of the Central Committee of the R.C.P. (B.) with
Responsible Workers of the National Republics and Regions,” Works içinde, Cilt. 5 (Moskova: Foreign
Language Publishing House, 1953), s. 297-348. Konferansın bilhassa Galiyev ve
Trotskiy’nin benzer cümleler kurduğu konuşmaları içeren bölümünün steno kaydı,
1992’de Rusça olarak yayımlandı: Tajny nacional’noj politiki CK RKP.
Stenografičeskij otčet sekretnogo IV soveščanija CK RKP, 1923 g. (Moskova:
INSAN, 1992).
[17]
Mirsaid Sultan-Galiev, “Avtobiografičeskij očerk “Kto ja ?”: Pis’mo členam
Central’noj kontrol’noj komissii, kopija – I.V. Stalinu i L.D. Trockomu. 23
maja 1923” (“Otobiyografik makale “Ben Kimim?”: Parti Merkezi Kontrol Komisyonu
üyelerine mektup, Stalin’e ve Trotskiy’e gönderilen nüsha, 23 Mayıs 1923) Izbrannye
trudy içinde, s. 446-509.
[18]
A.g.e.
[19]
Edward Said, Culture and Imperialism (New York: Vintage, 1994), s. 279.
[20]
Mirsaid Sultan-Galiev, “Zajavlenie v Central’nuju kontrol’nuju komissiju RKP
(b) s pros’boj o vosstanovlenii v partii. 8 sentjabrja 1924 g.” (“Merkezi
Kontrol Komisyonu’na hitaben kaleme alınmış, partiye yeniden giriş isteğini
içeren 8 Eylül 1924 tarihli mektup) Izbrannye trudy, 516-522. Periode.
[21]
C.L.R. James, “From Toussaint L’Ouverture to Fidel Castro,” The Black
Jacobins: Toussaint L’Ouverture and the San Domingo Revolution içinde, (New
York: Vintage Books, 1989), s. 391.
[22]
Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay, Sultan Galiev, le père
de la révolution tiers-mondiste, s. 221. Bennigsen ve Quelquejay, ayrıca
“Sultan Galiyev’in teorilerinden doğrudan ilham alan bir dizi değerlendirmeyi
içeren gizli Türk Erk Partisi’nin programı”ndan bahsediyor (a.g.e.,
224).
[23]
Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le « sultangaliévisme » au
Tatarstan, s. 105.
[24]
A.g.e., s. 103.
[25]
A.g.e., s. 180.
[26]
Sultangaliyev’den akt.: Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le «
sultangaliévisme » au Tatarstan, s. 180.
[27]
Alexandre Bennigsen ve Chantal Quelquejay, Le « sultangaliévisme » au
Tatarstan, s. 180.
[28]
Bkz.: “Sultan Galiev,” Cahiers du mouvement ouvrier, 19 (Aralık
2002-Ocak 2003), s. 88.
[29]
Cezayir’in bağımsız olması sonrası ülkenin ilk cumhurbaşkanı olan Ahmed Ben
Bella’nın dediğine göre, kendisi Galiyev’in düşüncelerinden, bilhassa onun
“sömürgeler enternasyonali” fikrinden etkilenmiş. Bunun dışında, Galiyev, Sultan
Galiev ou la rupture des stocks adında bir roman kaleme alan Habib
Tengur’un da önemsediği bir isim. Tengur, çalışmasında Galiyev’in şair Sergey
Yesenin’in dostu olduğunu söylüyor (Habid Tengour, Sultan Galiev ou la
rupture des stocks (Paris: Sindbad, 1985).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder