Dindar
ve hoşgörülü bir isim olarak Gandi, yakın tarihin en önemli isimlerinden
biridir. Onun düşünceleri, sadece üç yüz yirmi milyon Hindu’yu etkilemedi. Tüm Asya,
onun düşünceleriyle harekete geçti, hatta o düşünceler Avrupa’da bile karşılık
buldular. Batı’nın hâlinden memnun olmayan ve yüzünü Doğu’ya dönen Romain
Rolland, onun için bir kitap kaleme aldı. Avrupa basını, bugün Gandi’nin hayat
hikâyesini büyük bir merakla inceliyor.
Gandi’nin
hayatının en önemli kısmı 1919’da başladı. Büyük savaş sonrası dönemde Gandi, özgürlük
hareketinin başına geçti. O güne dek Gandi, Büyük Britanya’ya büyük bir sadakatle
hizmet etmiş bir isimdi. Savaş sırasında İngilizlerle işbirliği kurdu. Hindistan,
müttefiklerin davasına önemli katkılar sundu. İngiltere, hâkimiyeti altındaki
ülkelere haklarını verme vaadinde bulundu. Ama savaşın ardından İngiltere,
verdiği sözü unuttu. Wilson’ın gündeme getirdiği halkların kendi kaderini tayin
hakkına sırtını döndü. O dönemde Hindistan’daki idareyi yüzeysel kimi müdahalelerle
reforma tabi tutan İngiltere, Hindu halkına yönetimde tali ve önemsiz bir pay
verdi. Bunun üzerine Hindu halkı, şikayetlerini dile getirmeye başlayınca,
İngiltere, bu itirazları sıkıyönetimle ve kanla bastırdı. İngilizlerin
kalleşliği karşısında Gandi, onlara yönelik tavrını değiştirdi ve o güne dek
gerçek sandığı yalanlara sırtını döndü.
Bu
süreçte Hindistan, İngilizlere başkaldırdı ve özerklik talep etti. Tilak ölünce
milliyetçi hareketin liderliği Gandi’nin eline geçti. O, halkını dininden
aldığı güçle yönetti. Halkına önderlik etme yükümlülüğünü kabul eden Gandi,
onun İngilizlerden kopmasını sağladı, eski işbirliğine son verdi. O, silâhlı
ayaklanma fikrine karşıydı. Görüşüne göre, mücadelede kullanılacak araçlar,
amaçlar kadar iyi ve ahlaklı olmalıydı.
Gandi,
İngilizlerin silâhlarının karşısına ruhun ve sevginin direnişiyle çıkılması
gerektiğini düşünüyordu. Gandi’nin o güçlü dinsel söylemi, Hindu ruhunu mistik
bir anlayış ve tutkuyla ateşledi. Mahatma Gandi, yöntemini zaman içerisinde şekillendirdi.
Onu ilmek ilmek örüp halka kabul ettirdi. Hindulardan liseleri ve
üniversiteleri terk etmelerini isteyen Gandi, İngilizlerin elindeki devlet
kurumlarına ve mahkemelere sırtlarını dönmelerini, haddar denilen
kıyafetlerini elle dokuyup giymelerini, İngiliz kumaşını bile reddetmelerini
talep etti. Gandi’nin önderliğinde Hindistan, “çıkrığın şarkısı”nı dinlemeye
başladı. Bombay’da lanetli ve şeytani görülen İngiliz kumaşları yakıldı.
İngilizlerle
işbirliği fikrini reddetme üzerine kurulu taktik, başka sonuçlara da yol açtı.
Sivil itaatsizlik eylemleri dâhilinde halk vergi vermemeye başladı. Hindistan’da
o son ayaklanma eli kulağındaydı. Bazı şiddet eylemlerine tanık olunduğu
süreçte bu hata karşısında öfkelenen Gandi, sivil itaatsizlik emrini
yürürlükten bir süreliğine kaldırdı ve kendisini cezalandırdı. Ona göre, halkı satyagrahayı,
sevginin ve ruhun gücünü kullanma konusunda henüz eğitimsizdi.
Hindular,
reislerine itaat ettiler. Fakat gerilimin iyice tırmandığı, mücadelenin iyice
harrlandığı anda alınan bu geri çekilme kararı, devrimci dalgayı kırdı. Hareket,
kendi kendisini tüketti ve hiç cenk alanına çıkmadan yenildi. İhanetlere ve nifaklara
tanıklık etti. Gandi bu dönemde hapse atıldı. Mahatma, hareketin güçsüzleşmesinden
kısa bir süre önce lider kadrosundan ayrıldı.
Aralık
1923 tarihli Hindistan Ulusal Kongresi ile birlikte Gandicilik zayıflamaya
başladı. Bu kongrede İngilizlerle işbirliği içine girmeme fikri üzerine kurulu
devrimci eğilim, zafer elde etti. Ama bu süreçte ilgili hareket, karşısında
Gandici taktiklere karşı çıkan, Hint burjuvazisini kendisine uyumlu kılmak için
bizzat İngiltere tarafından kurulmuş konseylere katılma fikrini savunan sağcı
ve revizyonist bir eğilimi buldu. Bir yandan da söz konusu kongrede Gandicilikten
kopmuş, sosyalist hareketten ilhamını alan yeni bir devrimci akım ortaya çıktı.
Avrupa’daki Hindu öğrencilerin ve göçmenlerin başını çektiği bu hareketin
programı, Hindistan’ın Britanya İmparatorluğu’ndan tümüyle ayrılması, toprak
üzerindeki feodal mülkiyetin kaldırılması, dolaylı vergilerin alınmaması,
madenlerin, demiryollarının ve telgraf işletmesi gibi kamu kurumlarının
millileştirilmesi, devletin büyük sanayinin yönetimine müdahale etmesi, modern
bir çalışma kanunun çıkartılması gibi öneriler içermekteydi.
Sonrasında
bu ayrışma hattı derinleşti. Sınıfı gören iki büyük hizip ortaya çıktı. İngiliz
hakimiyetinin en fazla çilesine çeken, koruyucu kanunların koruması altında
olmadığı için en yoğun biçimde sömürülen proletarya, devrimci eğilimin peşinden
gitti. Yoksul ve mütevazı halk, Gandi’ye ve devrime bağlı kaldı. Bombay gibi
şehirlerde sanayi proletaryası sendikalar içinde örgütlendi. Diğer yandan sağcı
eğilim, zengin kastlardan, parsilerden, tüccarlardan ve toprak sahiplerinden
destek buldu.
İngilizlerle
işbirliği kurmayı reddeden hareketi Hindu aristokrasisi ve burjuvazisi sabote
etti. Ekonomik gerçeklikle çelişen bu hareket, dirhem dirhem zayıfladı. İngiliz
kumaşına yönelik boykot ve kendi çıkrığında ip eğirme önerisi, ciddi bir
karşılık bulmadı. Zanaatkârlar, mekanik sanayi ile rekabete giremediler. Hindistan
halkı, İngiliz proletaryasını işsizliği artırıp pazar kaybına yol açarak, öfkelendirmek
istemedi. Hindistan’ın ulusal davası, neticede İngiltere’deki işçi partisinin
desteğine muhtaçtı. Diğer yandan, istifa eden memurlar büyük ölçüde görevlerine
döndüler. Böylelikle işbirliğini reddeden siyasetin tüm tezahürleri zamanla
silindi.
Ramsay
MacDonald liderliğinde kurulan İşçi Partisi hükümeti, Gandi’yi affedip onu hapisten
çıkarttı. Gandi, hapisten çıktığında, milliyetçi hareketin dağıldığına ve iyice
zayıfladığına tanıklık etti. Kısa süre önce, Eylül 1923’te Delhi’de olağanüstü
toplantı düzenleyen Ulusal Kongre’deki çoğunluk, liderliğini C. R. Das’ın
üstlendiği Swaraj Partisi’ne destek sunduğunu açıklamıştı. Bu partinin programını
kaleme alanlar, İngilizlerin elindeki ülkelere verilen hakların Hindistan’a
verilmesini kâfi görüyor, esas olarak Hindu kapitalizmine somut ve sağlam
güvenceler verilmesiyle ilgileniyorlardı.
Bugün
Hindu milliyetçiliğine Gandi yön vermiyor, dizginler artık onun elinde değil.
Ayaklanma önerisini sürekli dillendiren aşırı sol da İngilizlerle işbirliği
arzusu içerisinde olan sağ da artık Gandi’ye itaat etmiyor. Ona destek çıkanların
sayısı iyice azaldı. Ama gene de politik lider olarak eskisi gibi otoriteye
sahip olmasa da Gandi, o zahid ve aziz kimliğiyle eski itibarını bir şekilde
muhafaza ediyor. Bir gazeteci, bugünlerde farklı ırklara mensup insanların Asya’nın
birçok bölgesinden Mahatma’yı ziyarete geldiğini yazıyor. Merasime, protokole
gerek kalmadan, kapısını çalan herkes Gandi’yle görüşüyor. Evinin civarında
toplanan yüzlerce Hindu, ona yakın olmanın mutluluğunu yaşıyor.
Mahatma’nın
hayatı, böylesine doğal bir çekim gücüne sahip. Ortaya koyduğu eserler, politikadan
çok ahlak ve dinle ilgili. Rabindranath Tagore’la gerçekleştirdiği sohbette
Mahatma, politikayı dinle tanıştırmak niyetinde olduğunu söylüyor. İngilizlerle
işbirliği kurmama siyaseti de ahlaki kaygılar üzerinden biçimlenmiş bir
siyaset. Gandi, aslında Hindistan’ın özgürlüğü mücadelesinin lideri değil, dini
bir hareketin havarisi.
Hindistan’ın
özgürlüğü onu pek ilgilendirmiyor, özgürlük, onun tutkulu olduğu ikinci şey. Bu
konuda acelesi yok. O, her şeyden önce, Hinduların ruhunu arındırıp yüceltmek
istiyor. Her ne kadar zihniyeti kısmen Avrupa kültürüyle beslenmiş olsa da Mahatma,
Batı medeniyetini reddediyor. Ondaki materyalizmden, kirden ve duygusallıktan tiksiniyor.
Makineden Ruskin ve Tolstoy gibi okuyup sevdiği yazarlar kadar nefret ediyor. Ona
göre makine, “şeytani” Batı medeniyetine ait bir simge. Bu sebeple, makineci
görüşün ülkesinde filizlenmesini, insanları etkilemesini istemiyor. Ona göre
makine, Batılı fikirlerin ajanı. Hindistan’ın psikolojisinin Avrupalı eğitime
uyuşmadığına inanıyor. Ama öte yandan Gandi, ülkesinin başka halkların da
kullanabileceği iyi bir ahlak üretebilmesini umut ediyor. Özünde Hinduluğun
olduğu Hindistan, ona göre, tüm dünyaya kendisindeki disiplini kazandırabilir.
Muhammedileri ve Hinduları kardeş kılıp paryaları kurtardığında, Hindistan, o
yüce amaçları ve yürüttüğü faaliyetleriyle muazzam bir politik ve toplumsal
öneme sahip olabilir. Onun tüm fikirleri, esas olarak din kaynaklı.
Gandi,
kendisini “pratik idealist” olarak nitelendiriyor. Henri Barbusse ise onu
gerçek devrimci olarak görüyor. Hatta Barbusse, devamında şunu söylüyor: “O, müesses
politik ve toplumsal düzene karşı. Farklı bir düzen istiyor. Pratik araçlarla
bu ülküye ulaşmak için uğraşıyor.” Devamında Barbusse, ütopyacının gerçek bir
devrimci olmadığını, ama fikirlerinin yıkıcı olduğunu söylüyor. Tanımı gerçekten
mükemmel. Fakat öte yandan Barbusse, “Lenin, Gandi’nin yerinde olsaydı, onun
gibi konuşur, onun gibi hareket ederdi” diyor. İşte bu tespiti temelsiz. Çünkü
Lenin, eylemci ve gerçekçi bir isim. Oysa Gandi, pratik bir idealist. Hindistan’ın
yegâne kurtuluş yolunun işbirliğini ve şiddeti reddeden siyasetten geçtiğini
söyleyen görüş, henüz ispatlanmış bir görüş değil.
Hindu
milliyetçiliğinin eski lideri Tilak, ayaklanma yöntemine dudak büken bir isim
değildi. Romain Rolland’ın kanaatine göre, dâhilere özgü yönlerini övdüğü Tilak,
Rus devrimcileriyle anlaşma içerisine girebilecek biriydi. Oysa o, Gandi kadar
Asyalı, Gandi kadar Hindu idi. Bu anlamda, Barbusse’nin iddiasına karşı
dillendirilen ve Lenin’in savaştan istifade edip Hindistan’ı özgürleştirmek
için uğraşacağını, Hinduların ayaklanma yolunda ilerleyişine asla mani
olmayacağını söyleyen iddianın sağlam temellere dayandığını görmek gerekiyor.
Ahlakçı
bir mizacın etkisi altında olan Gandi, özgürlüğü halkı kadar ihtiyaç gören bir
isim değil. Ama öte yandan Gandi, gücünü dini vaazlarından çok o dinin kölelik
ve açlık konusunda Hindulara sunduğu çözümden alıyor.
İşbirliğini
reddeden yaklaşım, bir dizi yanılsamayla malul. Bunlardan biri de ortaçağa atıfta
bulunan ve Hindistan’ı ekonomik anlamda canlandırma hedefi üzerinde duran yanılsama.
Öfkenin tek başına bir halkın toplumsal meselesini çözüme kavuşturma kudreti
yok. “Hindistan daha önce böyle mi yaşıyordu?” diye soran Gandi’nin bu
yaklaşımı tarihle çelişiyor ve alabildiğine çocukça. Bir insanın ilerleme
meselesine şüpheyle yaklaşmasının, ona güvenmemesinin bir önemi yok. Neticede ilerlemeyi
terse döndürmek imkânsız. Bir ülkeye makineler geldikten sonra onun
kullanılmasına kimse mani olamaz. Batı medeniyetinin Hindistan’a sızmasının
karşısında kimse duramaz. Tagore, Gandi ile girdiği polemikte, “bugün sorun tüm
dünyayı ilgilendiriyor. Kimse başkalarından kendisini ayrıştırarak sağlıklı
olamaz. Ya hep birlikte kurtulacağız ya da yok olacağız” derken haklı.
Batı materyalizmi karşıtı tespitler abartılı. Batı’nın insanı, tefekküre ve vecd içindeki ruha değer veren insanların dile getirdiği kadar yavan ve dar fikirli değil. Materyalist toplum anlayışına dayanmalarına karşın sosyalizm ve sendikalizm göründüğü kadar materyalist değildir. İki akım da çoğunluğun çıkarlarına dayanır, ama bir yandan da hayatı yüceltip onurlandırır. Batılılar, kendi tarzlarında mistik ve dindar kişilerdir. Zaten devrimci ruh dindar bir ruh değil midir? Batı’da dinselliğin gökten yere indirildiğinden bahsedilir. Onu harekete geçiren unsurlar ilahi değil, insanî ve toplumsaldır. Semavi değil, dünyevi varoluşa aittir.
Şiddetin
reddi, şiddetten daha romantik. Hindistan, İngiliz burjuvazisinin kendisine
özgürlük vermesini sadece o ahlaki silâhlarla sağlayamaz. Her zaman olduğu gibi
bugün de o dürüst İngiliz hâkimleri, satyagrahayı ve işbirliğini
reddeden görüşün savunucularını dürüst bir yaklaşımla tanıyacak, ama onlara
altı yıl hapis cezası vermeye devam edeceklerdir. Ne yazık ki oruç tutarak
devrim yapılmaz. Dünyanın her yerinde devrimciler, şiddetin çilesini çekme ile şiddete
başvurma arasında tercihte bulunmak zorunda kaldılar. Ruhun ve aklın zorun
komutasına girmesini istemeyenler, zoru aklın ve ruhun komutasına vermeye
mecburdurlar.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder