İki
binlerin başlarında Pentagon kaynaklı askerî teori çalışmalarında esas üzerinde
durulan hususlardan biri şehir savaşları, diğeri de hibrit savaşlardır. 2015
yılıyla birlikte başlayan hendek savaşlarını bu bağlamda ele almak gerekir.
Aynı
dönemde TRT için yapılan bir belgeselde bir tuğgeneral, “amacımız, PKK’yi
şehirlere çekip açığa çıkarmaktı. Tuzağa düştüler” diyor. Açığa çıkarma
meselesi, AKP eliyle Müslümanlara yönelik yürütülen genel operasyon bağlamında
da ele alınmalıdır.
Aynı
kurmay aklının parçası olan bir başka tuğgenerale IŞİD soruluyor, o da pisliği,
çöpü yok etmek için çukura atılan köpek leşi hikâyesini aktarıyor, IŞİD’in o
leş olduğunu söylüyor.[1] Dert, buradaki tehditleri açığa çıkartıp yok
etmektir. İslamcı tehdidin içindeki unsurlar, topluca çukura atılmışlardır.
İki
binlerin başlarında Avrupa Birliği kapsamında, orduların demokratikleştirilmesi
meselesi tartışılmış, genel çerçeve belirlenmiş, ilgili çalışmayı Türkiye’ye
tercüme eden ve uyarlayan isimler, 15 Temmuz sonrası hapse atılmış, ama o
hazırladıkları rapor uygulamaya konulmuştur. Dar koridorlara hapsedilmiş,
bürokratikleşmiş kurmay aklı, demokratikleşme sayesinde toplumun sinir
uçlarıyla bağ kurma imkânı bulmuştur.
Yıllarca
militarizm eleştirisi yapan Alman Yeşilleri, ordunun yürüttüğü halkla ilişkiler
çalışması dâhilinde, tam da bu sebeple, “Alman devletinin değerlerini dünya
genelinde savunduklarını” düşündükleri orduya katılıp bir hafta askerî eğitim
almışlardır.[2] Liberalizmin iliklerine işlemiş sömürgecilik ve askerîlik,
görülmelidir.
Tüm
bunlar olup biterken sosyalist hareket, CHP gölgesine, onun koltuk altına
sığındığı için herkese hükümete (cambaza) bakmalarını söylüyor. Ona göre,
hükümet eleştirilmeli, devlet eleştirilmemelidir. Devletin Suriye, Libya,
Yunanistan, Ermenistan bağlamında öne çıkarttığı emeller incelenmiyor, tüm
bunlar, bir avuç kişinin kişisel hırsları üzerinden ele alınıyor, Erdoğan ve
ailesinin özel çıkarları bağlamında değerlendiriliyor. Oysa bu türden
gelişmelerde devletin elini görmek gerekir. Son yapılan gözaltılar, sis bombası
olarak ele alınmalıdır.
* * *
Doksanlarda
Fethullah Gülen bir vaazında küçük burjuvalara seslenir ve özünde onlara, “siz
ne yaparsanız yapın, hangi günahı işlerseniz işleyin, tüm günahlarınız,
suçlarınız benim hesabıma yazılacak” der. Küçük burjuvanın ruhunu ve elini
rahatlatmak isteyen bu cümle, Gülen’in kişisel hesabının, kişisel planının veya
kişisel kavgasının bir sonucu değildir. Gülen gibi isimlerin kişisel hesabı,
planı veya kavgası olamaz.
Gülen’in
küçük burjuvaların sırtındaki yükü almak, o sırtı sıvazlamak, o küçük
burjuvaları rahatlatmak istemesinin sebebi, devletin ve sermayenin yeni
dönemdeki ihtiyaçları uyarınca girdiği yolda aranmalıdır. “Neoliberalizm”
olarak kodlanan dönemde devlet bir açıdan daraltılmakta ama öte yandan STK’lar,
vakıflar, dernekler, popüler isimler üzerinden o kendisini yeniden
örgütlemektedir.
Dolayısıyla
bugün yardımların belirli bir isim üzerinden yapılması, kampanyaların,
yarışmaların belirli bir isimle yürütülmesi, bu gerçekle alakalıdır. Gördüğümüz
isimler, devlete örgütlüdür, onun emriyle hareket ederler. Devlet, pop
şarkıcılarını bile örgütler. Dün Saray’a giden şarkıcı, bir seçimde İmamoğlu’na
destek açıklar. Bunlara şaşırmamak gerekir.
* * *
Muharrem
İnce bir seçim mitinginde, “ben seksen bin doktorun, Erdoğan seksen milyonun
adayı” demiştir.[3] Genel rol paylaşımını gayet iyi özetleyen bu cümle üzerinde
durulmalıdır. CHP koltuğu altına sığınmak, sosyalist hareketin küçük
burjuvaziye örgütlendiğinin göstergesidir.
Doksanlarla
birlikte küçük burjuvazinin devlete örgütlenme süreci hızlanmıştır. Solun,
sosyalist hareketin tüm iç gerilimleri, tartışmaları bu örgütlenme süreciyle
alakalıdır. Bugün küçük burjuvazi, Konuşanlar programından öğrendiğimiz
kadarıyla, kendi özel sohbetlerinde bokunun renginden, diriliğinden,
kalitesinden bahsetmektedir. Onun için yoksullar, ezilenler ve halk, o boktan
bile değersizdir.
Küçük
burjuvazi de laikleşmiştir. Laikleşme, yoksulları, işçileri de içerecek
biçimde, bireyi aşan her şeyi düşmanlaştırmak, onların sorumluluğundan
kurtulmak demektir.
Genel
anlamda küçük burjuvazi, hükümet eleştirisine örgütleniyor, bağlanıyor, devlet
bu sayede aklanıp yüceliyor, dolayısıyla küçük burjuvazi, o yücelmeyle birlikte
kendisinin de yüceldiğini düşünüyor, devlete daha fazla bağlanıyor. “Gerici
yobaz Bedevi cahiller”in yönettiğini düşündüğü ülke, onun hakkıdır. O
kurmuştur, onun sayesinde varolacaktır, tapu ona aittir.
Küçük
burjuvazinin hükümet eleştirisi eleştirilmeden yol alınamaz. Devletin bugünü
dünüyle birlikte ele alınmalıdır. Küçük burjuvazi, devleti temize çekmekte,
AKP’yi bu işlem için gerekli unsur olarak kullanmaktadır.
* * *
AKP’nin
Ermeni-Azeri savaşına dâhil olmasını içeriyi yönetememesi, krizi unutturmak
istemesi üzerinden analiz etmek, tümüyle körlüktür. CHP’nin koltuk altına
sığınan sosyalistler, yönetim, idare, yüksek siyaset düzlemine kilitlenmiş,
giderek bir CHP memuru gibi düşünüp hareket eder hâle gelmişlerdir. Her mesele
sınırsız-sınıfsız düzleme atılmakta, oradan ele alınmakta, bu noktada CHP öne
çıkartılmaktadır.
CHP,
sosyalist hareket içerisindeki küçük burjuva “ajanlar”ın öne çıkmasının, suyun
başına geçmesinin sebebidir. O ajanların sosyalistlere “yönetemiyorsunuz,
gidin!” dedirtebilmesi, gerçekten utanç vericidir. Mesele, belirli bireylerin
yönetme kabiliyetine sahip olup olmamasının çok ötesindedir. Sonuçta bugün
başta Demirtaş, Kaftancıoğlu, Kemal Okuyan, Özgür Özel, Oğuzhan Müftüoğlu dahi
olsa, aynı şeyleri yapacaktı, bu görülmelidir!
HDP’lilere
yönelik son operasyonda sosyalist hareketin tepkisini en iyi Canan Kaftancıoğlu
özetlemiştir. Kobanê eylemleriyle ilgili operasyonda bir Kobanê eylemi süreci
yaşanmasın diye saniyesinde bir tweet atılmış, herkes onunla oyalanmış, bu
tweette Kaftancıoğlu kurtuluş yolunu göstermiştir: Seçim!
Oysa
kurallarını ve sınırlarını devletin belirlediği bir kutuya bir kişi olarak
atılan bir pusula, hiçbir şeyi değiştiremez. Değiştireceğine inanmak, küçük
burjuvanın kendi yanılsamasıdır. Kurtuluş, kolektif davada ve o davanın
kolektif mücadelesinde aranmalıdır. Kaftancıoğlu, bu tweet’iyle gerekli yerlere
devlet adına mesajını iletmekte, bireylere “taşkınlık yapmayın, olaylara
karışmayın!” talimatı vermektedir. O, bu sebeple il başkanıdır.
Devletin
işleyişi dâhilinde CHP ve AKP, el ele kol koladır. Küçük burjuvazi, bu işleyişe
itiraz edemez. O, 2010’a kadar Kemalizmin demokratlaşmasını, 2010’dan sonra
demokratların Kemalistleşmesini istemekten başka bir şey yapamaz. Onun görevi,
“demokrasiyi ve rejimi kurtarmak”tır.[4] Küçük burjuvazi, devletten de
sermayeden de vazgeçemez. Demokrasinin ve rejimin sınırsız ve sınıfsız olduğu
fikrini yaymakla görevlidir. Onun öfkesi, kahvenin dökülmesi ve kabızlıkla
sınırlıdır!
* * *
“Kapitalist
ekonomi küçük burjuvaziyle sürekli kaçamaklı konuşur. Onun üyelerinin hem
sırtını sıvazlar hem de onların burnunu sürter.”[5] Küçük burjuvazinin görevi,
“yukarıdaki on binin toplumsal güvenliğini ve gücünü artırmaktır.”[6]
“Küçük
burjuvayı iki şey tehdit eder: sermayedeki yoğunlaşma, devrimci proletaryanın
güçlenmesi.”[7] Türkiye’de de devlet, küçük burjuvanın sırtını sıvazlamaya,
bazen burnunu sürtmeye mecburdur. İlki CHP’nin, ikincisi AKP’nin işidir.
Devlet,
tek dümene, tek gemiye ve tek rotaya bağlı hâle gelince ortaya çıkacak
gerilimleri kontrol altına almanın ve onları yumuşatmanın bir yolu olarak küçük
burjuvaziye rol bahşedilmiştir. Dümen, gemi ve rota konusunda oluşan gerilimde
küçük burjuvaziye tüm muhalefet alanı terk edilmiştir. Bu anlamda küçük
burjuvaların sızlanmalarına fazla anlam yüklenmemelidir. Yapılması gereken
başka şeyler vardır, olmalıdır.
Yukarıdaki
yoğunlaşma, tekleşme karşıtı eylemlilik süreci ve bu noktada küçük burjuvazinin
kendi varlığını satma çabası, proletaryanın öfkeli eylemine karşı önlemleri de
içermektedir. Küçük burjuvazi yukarının basıncına karşı hareket ederken, kendi
bünyesinde aşağıya yönelik baskıyı da örgütler. Neticede muhalefetin küçük
burjuvaya teslim edilmesi, devletin bir operasyonudur.
Eren Balkır
2 Ekim 2020
Dipnotlar:
[1]
Eren Balkır, “Sözümüz Meclisten Dışarı, 5 Kasım 2015, İştirakî.
[2]
Johannes Stern, “Cem Özdemir ve Tobias Lindner”, 17 Haziran 2019, İştirakî.
[3]
Eren Balkır, “Perde Gerisi”, 23 Haziran 2018, İştirakî.
[4]
Oya Baydar, “Uyan Ey Muhalefet”, 27 Eylül 2020, T24.
[5]
Matthew Beaumont, “Küçük Burjuva Sosyalizmi”, 4 Temmuz 2019, İştirakî.
[6]
Karl Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, Sol Yay., 1999, s.549.
[7] Matthew Beaumont, a.g.m.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder