Pages

02 Ekim 2020

Tek


İki binlerin başlarında Pentagon kaynaklı askerî teori çalışmalarında esas üzerinde durulan hususlardan biri şehir savaşları, diğeri de hibrit savaşlardır. 2015 yılıyla birlikte başlayan hendek savaşlarını bu bağlamda ele almak gerekir.

Aynı dönemde TRT için yapılan bir belgeselde bir tuğgeneral, “amacımız, PKK’yi şehirlere çekip açığa çıkarmaktı. Tuzağa düştüler” diyor. Açığa çıkarma meselesi, AKP eliyle Müslümanlara yönelik yürütülen genel operasyon bağlamında da ele alınmalıdır.

Aynı kurmay aklının parçası olan bir başka tuğgenerale IŞİD soruluyor, o da pisliği, çöpü yok etmek için çukura atılan köpek leşi hikâyesini aktarıyor, IŞİD’in o leş olduğunu söylüyor.[1] Dert, buradaki tehditleri açığa çıkartıp yok etmektir. İslamcı tehdidin içindeki unsurlar, topluca çukura atılmışlardır.

İki binlerin başlarında Avrupa Birliği kapsamında, orduların demokratikleştirilmesi meselesi tartışılmış, genel çerçeve belirlenmiş, ilgili çalışmayı Türkiye’ye tercüme eden ve uyarlayan isimler, 15 Temmuz sonrası hapse atılmış, ama o hazırladıkları rapor uygulamaya konulmuştur. Dar koridorlara hapsedilmiş, bürokratikleşmiş kurmay aklı, demokratikleşme sayesinde toplumun sinir uçlarıyla bağ kurma imkânı bulmuştur.

Yıllarca militarizm eleştirisi yapan Alman Yeşilleri, ordunun yürüttüğü halkla ilişkiler çalışması dâhilinde, tam da bu sebeple, “Alman devletinin değerlerini dünya genelinde savunduklarını” düşündükleri orduya katılıp bir hafta askerî eğitim almışlardır.[2] Liberalizmin iliklerine işlemiş sömürgecilik ve askerîlik, görülmelidir.

Tüm bunlar olup biterken sosyalist hareket, CHP gölgesine, onun koltuk altına sığındığı için herkese hükümete (cambaza) bakmalarını söylüyor. Ona göre, hükümet eleştirilmeli, devlet eleştirilmemelidir. Devletin Suriye, Libya, Yunanistan, Ermenistan bağlamında öne çıkarttığı emeller incelenmiyor, tüm bunlar, bir avuç kişinin kişisel hırsları üzerinden ele alınıyor, Erdoğan ve ailesinin özel çıkarları bağlamında değerlendiriliyor. Oysa bu türden gelişmelerde devletin elini görmek gerekir. Son yapılan gözaltılar, sis bombası olarak ele alınmalıdır.

* * *

Doksanlarda Fethullah Gülen bir vaazında küçük burjuvalara seslenir ve özünde onlara, “siz ne yaparsanız yapın, hangi günahı işlerseniz işleyin, tüm günahlarınız, suçlarınız benim hesabıma yazılacak” der. Küçük burjuvanın ruhunu ve elini rahatlatmak isteyen bu cümle, Gülen’in kişisel hesabının, kişisel planının veya kişisel kavgasının bir sonucu değildir. Gülen gibi isimlerin kişisel hesabı, planı veya kavgası olamaz.

Gülen’in küçük burjuvaların sırtındaki yükü almak, o sırtı sıvazlamak, o küçük burjuvaları rahatlatmak istemesinin sebebi, devletin ve sermayenin yeni dönemdeki ihtiyaçları uyarınca girdiği yolda aranmalıdır. “Neoliberalizm” olarak kodlanan dönemde devlet bir açıdan daraltılmakta ama öte yandan STK’lar, vakıflar, dernekler, popüler isimler üzerinden o kendisini yeniden örgütlemektedir.

Dolayısıyla bugün yardımların belirli bir isim üzerinden yapılması, kampanyaların, yarışmaların belirli bir isimle yürütülmesi, bu gerçekle alakalıdır. Gördüğümüz isimler, devlete örgütlüdür, onun emriyle hareket ederler. Devlet, pop şarkıcılarını bile örgütler. Dün Saray’a giden şarkıcı, bir seçimde İmamoğlu’na destek açıklar. Bunlara şaşırmamak gerekir.

* * *

Muharrem İnce bir seçim mitinginde, “ben seksen bin doktorun, Erdoğan seksen milyonun adayı” demiştir.[3] Genel rol paylaşımını gayet iyi özetleyen bu cümle üzerinde durulmalıdır. CHP koltuğu altına sığınmak, sosyalist hareketin küçük burjuvaziye örgütlendiğinin göstergesidir.

Doksanlarla birlikte küçük burjuvazinin devlete örgütlenme süreci hızlanmıştır. Solun, sosyalist hareketin tüm iç gerilimleri, tartışmaları bu örgütlenme süreciyle alakalıdır. Bugün küçük burjuvazi, Konuşanlar programından öğrendiğimiz kadarıyla, kendi özel sohbetlerinde bokunun renginden, diriliğinden, kalitesinden bahsetmektedir. Onun için yoksullar, ezilenler ve halk, o boktan bile değersizdir.

Küçük burjuvazi de laikleşmiştir. Laikleşme, yoksulları, işçileri de içerecek biçimde, bireyi aşan her şeyi düşmanlaştırmak, onların sorumluluğundan kurtulmak demektir.

Genel anlamda küçük burjuvazi, hükümet eleştirisine örgütleniyor, bağlanıyor, devlet bu sayede aklanıp yüceliyor, dolayısıyla küçük burjuvazi, o yücelmeyle birlikte kendisinin de yüceldiğini düşünüyor, devlete daha fazla bağlanıyor. “Gerici yobaz Bedevi cahiller”in yönettiğini düşündüğü ülke, onun hakkıdır. O kurmuştur, onun sayesinde varolacaktır, tapu ona aittir.

Küçük burjuvazinin hükümet eleştirisi eleştirilmeden yol alınamaz. Devletin bugünü dünüyle birlikte ele alınmalıdır. Küçük burjuvazi, devleti temize çekmekte, AKP’yi bu işlem için gerekli unsur olarak kullanmaktadır.

* * *

AKP’nin Ermeni-Azeri savaşına dâhil olmasını içeriyi yönetememesi, krizi unutturmak istemesi üzerinden analiz etmek, tümüyle körlüktür. CHP’nin koltuk altına sığınan sosyalistler, yönetim, idare, yüksek siyaset düzlemine kilitlenmiş, giderek bir CHP memuru gibi düşünüp hareket eder hâle gelmişlerdir. Her mesele sınırsız-sınıfsız düzleme atılmakta, oradan ele alınmakta, bu noktada CHP öne çıkartılmaktadır. 

CHP, sosyalist hareket içerisindeki küçük burjuva “ajanlar”ın öne çıkmasının, suyun başına geçmesinin sebebidir. O ajanların sosyalistlere “yönetemiyorsunuz, gidin!” dedirtebilmesi, gerçekten utanç vericidir. Mesele, belirli bireylerin yönetme kabiliyetine sahip olup olmamasının çok ötesindedir. Sonuçta bugün başta Demirtaş, Kaftancıoğlu, Kemal Okuyan, Özgür Özel, Oğuzhan Müftüoğlu dahi olsa, aynı şeyleri yapacaktı, bu görülmelidir!

HDP’lilere yönelik son operasyonda sosyalist hareketin tepkisini en iyi Canan Kaftancıoğlu özetlemiştir. Kobanê eylemleriyle ilgili operasyonda bir Kobanê eylemi süreci yaşanmasın diye saniyesinde bir tweet atılmış, herkes onunla oyalanmış, bu tweette Kaftancıoğlu kurtuluş yolunu göstermiştir: Seçim!

Oysa kurallarını ve sınırlarını devletin belirlediği bir kutuya bir kişi olarak atılan bir pusula, hiçbir şeyi değiştiremez. Değiştireceğine inanmak, küçük burjuvanın kendi yanılsamasıdır. Kurtuluş, kolektif davada ve o davanın kolektif mücadelesinde aranmalıdır. Kaftancıoğlu, bu tweet’iyle gerekli yerlere devlet adına mesajını iletmekte, bireylere “taşkınlık yapmayın, olaylara karışmayın!” talimatı vermektedir. O, bu sebeple il başkanıdır.

Devletin işleyişi dâhilinde CHP ve AKP, el ele kol koladır. Küçük burjuvazi, bu işleyişe itiraz edemez. O, 2010’a kadar Kemalizmin demokratlaşmasını, 2010’dan sonra demokratların Kemalistleşmesini istemekten başka bir şey yapamaz. Onun görevi, “demokrasiyi ve rejimi kurtarmak”tır.[4] Küçük burjuvazi, devletten de sermayeden de vazgeçemez. Demokrasinin ve rejimin sınırsız ve sınıfsız olduğu fikrini yaymakla görevlidir. Onun öfkesi, kahvenin dökülmesi ve kabızlıkla sınırlıdır!

* * *

“Kapitalist ekonomi küçük burjuvaziyle sürekli kaçamaklı konuşur. Onun üyelerinin hem sırtını sıvazlar hem de onların burnunu sürter.”[5] Küçük burjuvazinin görevi, “yukarıdaki on binin toplumsal güvenliğini ve gücünü artırmaktır.”[6]

“Küçük burjuvayı iki şey tehdit eder: sermayedeki yoğunlaşma, devrimci proletaryanın güçlenmesi.”[7] Türkiye’de de devlet, küçük burjuvanın sırtını sıvazlamaya, bazen burnunu sürtmeye mecburdur. İlki CHP’nin, ikincisi AKP’nin işidir.

Devlet, tek dümene, tek gemiye ve tek rotaya bağlı hâle gelince ortaya çıkacak gerilimleri kontrol altına almanın ve onları yumuşatmanın bir yolu olarak küçük burjuvaziye rol bahşedilmiştir. Dümen, gemi ve rota konusunda oluşan gerilimde küçük burjuvaziye tüm muhalefet alanı terk edilmiştir. Bu anlamda küçük burjuvaların sızlanmalarına fazla anlam yüklenmemelidir. Yapılması gereken başka şeyler vardır, olmalıdır.

Yukarıdaki yoğunlaşma, tekleşme karşıtı eylemlilik süreci ve bu noktada küçük burjuvazinin kendi varlığını satma çabası, proletaryanın öfkeli eylemine karşı önlemleri de içermektedir. Küçük burjuvazi yukarının basıncına karşı hareket ederken, kendi bünyesinde aşağıya yönelik baskıyı da örgütler. Neticede muhalefetin küçük burjuvaya teslim edilmesi, devletin bir operasyonudur.

Eren Balkır
2 Ekim 2020

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Sözümüz Meclisten Dışarı, 5 Kasım 2015, İştirakî.

[2] Johannes Stern, “Cem Özdemir ve Tobias Lindner”, 17 Haziran 2019, İştirakî.

[3] Eren Balkır, “Perde Gerisi”, 23 Haziran 2018, İştirakî.

[4] Oya Baydar, “Uyan Ey Muhalefet”, 27 Eylül 2020, T24.

[5] Matthew Beaumont, “Küçük Burjuva Sosyalizmi”, 4 Temmuz 2019, İştirakî.

[6] Karl Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, Sol Yay., 1999, s.549.

[7] Matthew Beaumont, a.g.m.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder