Bir
belgeselde görüldüğü üzere, İsrail’deki yerleşimciler örgütü başkanı, krizdeki
devlet adına, kitlesini topluyor, bir vapura bindiriyor, Gazze açıklarında
dolaşan vapurdan şehri gösterip, “burası yakında bizim olacak!” diyor. Burada
efendilerin uşağı olanlar, bu büyüme, ilerleme ve gelişme eğilimine alkış
tutuyorlar. “Geri, yobaz, ilkel Araplardan kurtulursak, Ortadoğu Avrupa olur”
diyorlar.
Bugün
Ayşe Hür ve Eren Keskin gibiler, bundan başka bir şey söylemiyorlar. Ya yüz yıl
öncesinin İngiliz sömürgeciliğine ya da Amerikan mandacılığına bağlanıyorlar.
Ayşe Hür, İsrail’de pısırıklıktan kurtulmuş, artık ezik olmayan Yahudi olduğunu
bu uşaklığı üzerinden söylüyor. Oysa İsrail’de Yahudi yok, Siyonist var ve
Siyonizm, kendisini tüm faşist pratiği içselleştirmiş bir emperyalist proje
olarak var ediyor.
Bugün
Gazze açıklarında gezen vapurla 5 Ekim öğretmenler gününde Eğitim Sen’in
Marmara’da ve Ege’de dolaştırdığı kokteylli vapur arasındaki ideolojik bağı
görmek gerekiyor.[1] Eğitim Sen, 28 Şubat sürecinde komutanların “bize 3.000
kişilik liste yollayın, bunları öğretmen kadrosuna alalım” dediği yapı. O 28
Şubat’ı yapan komutan, darbeyi İsrail için yaptıklarını söylüyor.
Eğitim
Sen’de aktif olan örgütün şefi, 12 Eylül’ün “şeriatçı bir darbe”[2] olduğunu
söylerken, o 28 Şubat paşasının 12 Eylül’de önünde diz çöktüğü Kenan Evren’in
yaveri olduğu gerçeğini gizliyor. O Eğitim Sen vapuru, “gerici, yobaz, barbar
denizini yara yara ilerlediğini” sanıyor. Efendilere, tekellere ve burjuvaziye
yol açıyor. Bunu ilerleme, gelişme ve büyüme adına yapıyor. Orta sınıfın
duygularını okşuyor.
İngiliz
sömürgesi ve Amerikan mandası olmak isteyenlere bir de bu sömürgeciliğin veya
mandacılığın kılıfı olarak “Osmanlı” olmak isteyen sağcılar ekleniyor.
“Osmanlı”, sömürgeyi ve mandayı örtbas eden kılıf olarak iş görüyor.
Ezileni-sömürüleni efendilerin projesine kul-köle etmek için uğraşan sağcılar,
Osmanlı’daki mandacılığı ve sömürgeciliği gizlemek için türlü manevralar
yapıyorlar. Bir avuç ezenin ve sömürenin iktidarı için sömürgeciliğe ve
mandacılığa hizmet ediyorlar.
Bunların
İHA imalatçısı, “yıllar önce şirketlerine İsrail’in ortak olmak istediğini”
söylüyor. Ama birkaç gün sonra aynı şirketin İsrail’le bir silâh fuarında
ortaklaşa çalıştığı görülüyor. Demek ki o İHA’lar, emperyalist-Siyonist proje
için imal ediliyorlar. Ama yoksul emekçiler, o İHA’ların ve askeri teknolojinin
sömürge ve manda olmaktan kurtulmanın fırsatı ve imkânı olduğuna ikna edilmeye
çalışılıyorlar. Ezen-sömüren, ezileni-sömürüleni kendisine kul-köle etmek için
uğraşıyor.
Bu
sağcılar, Lübnan ve Filistin meselesini hep devletin ve sermayelerinin âli
menfaatleri ölçüsünde ele alabiliyorlar. Çağrı cihazları patlıyor, hemen “iyi
ki yerli ürünlerimizi imal etmişiz” diyorlar. Duyan da İsrail’le savaşma
niyetleri var sanır!
Bu
sağcıların devleti Suriye’de iç savaş sürecini körüklediğinde, aynı sağcılar,
“yıllar önce ülkenin servetine, iktidarına ortak olacaktık. Hama’da isyan
ettik. Bize ait olanı istiyoruz” diyenlere destek verdiler. Yağmaya, gaspa ve
talana ortak olmak istediler. Bugün İmamoğlu’nun danışmanıyla birlikte “NATO
silâhları Suriye’ye gönderilsin” dediler. Suriye’deki fabrikaları yağmaladılar.
İşgücünü sömürdüler.
Ezen-sömüren,
bir azınlık güç olarak, projelerine ve hedeflerine ortak bulmaya mecbur. Sağda
da solda da daha çok bu ortak bulma çalışmasına hizmet eden uşakların sesi
çıkıyor. Suriye yağmasına Sünni kesim kul-köle edilmeye çalışıldı. Onlara
“sizin fakirliğinizin sebebi Suriye’deki rejim, saldırın!” denildi.
Ayşe
Hür’deki İran, Eren Keskin’deki Arap düşmanlığına bir de Şia düşmanlığı
eklendi. Tüm halk düşmanları, bir kavşakta buluştular. O kavşak, emperyalizmin
ve Siyonizmin kontrolündeydi.
Bu
Sünni sağcılar, ABD ve NATO eliyle yürüyen işgal harekâtına, yağma ve
ganimetten pay almak için destek oldular. İngilizlerin desteğiyle kurulmuş film
şirketlerine Hz. Ömer’i anlattırdılar. O dizide “ilk Müslümanlardan biri,
cemaate konuşma yapıyor, ‘ileride İran’ı ve daha birçok yeri alacağız’ diyordu.
Bu cümlenin öznesi ise Araplardı. İran’ın alınacağı, üstelik onu fethedecek
olan Hz. Ömer’in dizisinde, önceden haber edilmiş oluyordu böylece.”[3] Dizinin
arkasında BAE ve İngilizler vardı.
Bu
işgal, sömürgecilik ve köleleştirme operasyonuna efendiler, Sünni bireyleri
örgütlediler. Kendi bireyciliklerine ve liberalizmlerine Sünnilik gömleği
giydiren bu kişiler, cepheye sürüldüler. “Özellikle on yıl içinde devletle
organik ve örtülü ödenekten beslenen ilişkiler geliştirmiş bazı İslamî
kesimler, Suriye’de katledilen ‘insanların masumiyeti” perdesi arkasına sığınıp
savaş borazanlığı”[4] yaptılar. “Kendi saflarında ölenleri ‘insan’, diğer
tarafın askerlerini ‘hayvan’ olarak” takdim ettiler. “Bunun için gerekli
argümanları, halkların direniş hareketlerini bastırmak amacıyla, günbegün
geliştirilen kontrgerilla talimnamelerinden” öğrendiler.
Sünni
sağcılar, yalan söylediler, söylüyorlar. Bu sebeple, bugün hakikati haykırmak
gerekiyor: Hizbullah, Suriye’de “Müslüman” öldürmedi, ezilen halkları katleden,
ülkeyi yağmalayan emperyalistlere uşaklık eden paralı askerleri öldürdü. Bir
halkı ve ülkeyi savundu. “Komutan’ın yasını tutuyoruz” diyen Ebu Ubeyde, köyünü
kurtardığı için Hz. İsa yanında Nasrallah resmine selam duran Hristiyan, onun
mektubunu besteleyip söyleyen Hristiyan şarkıcı, bu yalanı faş ediyor.
Bir
zamanlar Ali Şeriati’nin ismini gasp etmek için onun adıyla site kurmuş olan,
oradan “ünlenen” Bülent Şahin Erdeğer, editörü olduğu kanaldaki programda önce
Suud, sonra “bize ne Filistin’den, yaşasın İsrail!” diyen Fatih Altaylı
parasıyla biriktirdiği vücut yağlarını ve cehaletini teşhir ediyor. Ali Şeriati
ile Ebu Zerr arasındaki bağ kesme çabası sebebiyle beslenen bu zat[5], Ebu
Zerr’in zengin olduğunu, ona dair hikâyelere inanılmaması gerektiğini söyleyen,
dümdüz bir liberal.
“Direniş
Ekseni”nin hikâye olduğunu söyleyen Erdeğer, çıktığı programda, Siyonist
hasbaranın elemanı olarak konuşuyor. Programın diğer konukları da aynı Siyonist
akılla konuşuyorlar. İsrail’in katliamlarını ellerini ovuşturarak, sevinç dolu
yüz ifadeleriyle anlatıyorlar. Mehmet Akif Ersoy gibi Altaylı elemanları,
İsrail’in ne kadar büyük ve ne kadar yenilmez bir güç olduğunu anlatıp
duruyorlar.
Aşağıdaki
isimlerin katıldığı programdaki konuklardan biri, dil sürçmesiyle “İsrail”
yerine “biz” diyor. Bir diğeri, Lübnan’ın bittiğini, öldüğünü söylüyor,
buradan, “İsrail gelirse mamur olur, gelişir, Beyrut, yeniden Doğu’nun Paris’i
hâline gelir” imasında bulunuyor. Güney Lübnan’ın zengin tarım arazilerinin
Hizbullah’ın elinde olduğu bilgisi de aynı yağmacı anlayış üzerinden
paylaşılıyor. Konuşmalarında gözlerin nerelere, kimler adına dikildiği bir bir
görülüyor. Herkes, görevini ifa ediyor.
Yazar sıfatıyla programa katılan kişi, Mossad ajanı edasıyla dolaştığı coğrafyayı, ancak bağlı olduğu gücün geliştirebileceğini söylüyor. Bu gelişimin ölçüsü ise emperyalist Batı’nın birey kurgusu. Batı’nın birey kurgusunu Kürt’ün, Sünni’nin, Türk’ün veya muhtelif kimliklerin rengine bulamak, o gerçeği gizlemiyor. Teknolojik üstünlük, bunlarda bir yanılsamaya yol açıyor.
Bu emperyalizm-Siyonizm uşakları, halkların iradesindeki imanı fazla küçümsüyorlar. Mezarlarını kazıyorlar. Halktan kopup ona düşman oldukça, biçarelikleriyle güce biat ediyorlar. Gözleri ve kalpleri mühürleniyor. O mühürle, her ağızlarını açtıklarında Siyonist efendilerine dilek ve temennilerini iletiyorlar.
Batılı birey kurgusuna uşaklık edenlerin hepsinde de aynı düşmanlaştırma çabası var. Köleci, sömürgeci ve işgalci Batılı birey adına, o bireyin tekamülü ve refahı önündeki engel olarak görülen Şiilere savaş açıyorlar.
Konuklardan biri, hızını
alamıyor, “ya Ortadoğu’da petrol zengini sahalarda da hep Şiiler oturuyor”
diyor. O Şiilerin işçiliğine, sömürüldüğüne hiç değinmiyor. Bu tür laflarla
Sünni olanı ve Kürt olanı, köleleştirme, işgal ve sömürgecilik pratiklerine
ortak ve asker kılmaya çalışıyorlar. Onları Netanyahu’nun elindeki lanetli şer
güçlerine karşı lütuflandırılmış, nimete vakıf kılınmış, hayırlı güçlere
bağlamak için uğraşıyorlar. Hayırla şer arasındaki ayrımı, doğudan batıya akacak enerji, ticaret,
lojistik yolları tayin ediyor.
Mezhebinden,
ırkından, milletinden bağımsız olarak, Mukavemet Ekseni, bu köleleştirme, işgal
ve sömürgecilik pratiğiyle savaşıyor. Asıl bu pratiğe odaklanmak gerekiyor.
Nasrallah, bu kavganın şehitler kervanına katılmıştır. Yardım da zafer de
şahıslarda değil, Allah’ın izniyle, kolektif devrimci kavganın kendisindedir.
Eren Balkır
30
Eylül 2024
Dipnotlar:
[1] S. Adalı, “Kızıl Karanfiller ve Beyaz Ritüeller”, 28 Eylül 2024, İştiraki.
[2]
Eren Balkır, “Medusa”, 15 Ekim 2020, İştiraki.
[3]
Eren Balkır, “Ümmetin Birliği”, 23 Temmuz 2012, İştiraki.
[4]
Eren Balkır, “Suriye'de Hegemonya ve Neoliberal Vizyon”, 18 Ekim 2012, İştiraki.
[5] Eren Balkır, “Ebu Zerr Kimin Yoldaşı?”, 14 Ağustos 2010, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder