12
Eylül darbesinin bittiği günlerde İstanbul’da düzenlenen erkek karşıtı feminist
panellerden bu yana geçen 35 yılda inşa edilen tek parti, birey partisidir.
Kitaplardan, videolardan ve politik geleneklerin tarihinden elde edilen bilgilerle kişiler kendi partisini kuruyor, bu tarihe tanıklık ederek bugüne gelenler de buna dâhil.
Bireylerin kurduğu ayrı ayrı partilerin genel özellikleri birbirine benziyor. Kendisini bir parti olarak gören birey, yapı özelliği taşıyan politik çevreleri eleştirerek onlara ideolojik ve pratik konularda akıl veriyor. Sosyalistliği çevrenin kendisine duyduğu saygı, güven ve donanım sanıyor. Bu çevresel algı üzerinden de yapılara “Bakın, benim gibi yaparsanız, gelişip ilerlersiniz!” uyarısında bulunuyor çünkü tek kişilik partisi adına konuşuyor. Bu birey kurgusunun aşılması ideolojik ikna gücünün geliştirilmesiyle mümkündür.
Kolektifsiz bireylerin kendini bir parti gibi görmesi, solun en önemli
ideolojik bunalımlarından biridir.
Bu
birey tipinin ikinci türü, tek kişilik eylemci profilidir. Aynı biçimde, tek
kişilik parti olma özelliği taşıdığından kolektiften kopuktur. Kolektiflerin
eylemlerindedir ama hiçbir kolektifin parçası değildir. Aşırı şüphecilik,
temkinlilik ve güven arayışı sürekli kendini korumaya dönen bir hâl aldığından,
kolektif hareket ve ilişki biçimi bertaraf edilir. Yaşamak istediği
"ben" ile mevcut yaşamı arasında açılan uçurum gerginliğe ve
anarşizme yol açar.
Partilerin
de bireyleri vardır. Bu partiler de kolektif olduğunu savunur fakat bireyler
toplamının partisidir. Hesap verirlik ve verilebilirlik yoktur. Dayandığı taban
ve insan yapısı, küçük burjuva muhalefeti ve güvencesi üzerinedir.
Mevcut
sosyalist partiler bireyler toplamından ibarettir. Bu partilerin sosyalist
düzen iddiası retorikten öteye geçemez. Yazılarını okuduğunuzda, sosyalizme
geçişi sağlayacak bir durumun yaşandığı sanılır. Bireyin duygu dünyasına
siyaset geliştirince egemenlerin hiçbir baskısına maruz kalmazlar. Parti
büroları ve yayınları açıktır, istedikleri etkinlikleri yapmaları için alan
serbestiyeti vardır.
Ohal
gelir, canları yanmaz, 19 Aralık gelir zarar görmezler. Akademisyenlerine
Avrupa yolu açıktır. Öğretmenleri bar açar adı dayanışma olur, bar ortağı
sendika genel merkezinde yer alır. İşçiyi liberalleştirirler. En nihayetinde bu
yapılar halkı sevmez, bireyi severler.
Bu
bireyler, Orta Anadolu’yu, Karadeniz’i, Doğu Anadolu’yu sevmez; bireyler
toplamı partiler de bu bölgelerde yer almaz. Bir ülke düşünün, bu kadar çok sol
yapı olsun ama Batı’nın büyükşehirleri dışında hiçbir yerde olmasın: Erzurum,
Sivas, Konya “gerici”; Karadeniz “sağcı”. Kırk dört yıldır gidilmeyen bölgeler.
Buna rağmen en iyi sosyalist parti oldukları yönündeki iddia...
Sonuç
olarak, bireyin partisi ve partinin bireyleri aşılmak zorunda. Bu başarılmazsa,
yeni Gezi’ler yaşansa bile daha da ağır baskılar gelecektir. Gezi gibi Haziran’a
dönmeyen milyonluk kitlesel eylemler, egemenlere sadece tecrübe kazandırır.
Kürt
Milliyetçiliği
Çıkış
tarihi itibariyle önce Kürt sol yapılarını şiddet kullanarak bölgeden elimine
eden, ardından diğer sol yapılara pusu kuran, kendi halkını feodal şiddetle
dizginlemeye çalışıp “gerekirse tavuklarına kadar yok edin” denilen köylerde
katliama imza atıp çocuklara kadar katleden, Eğitsenli ve diğer öğretmenleri
okullarının ve evlerinin önünde köy meydanında kurşuna dizen, defalarca köy ve
kent meydanlarında katliam yapan, emperyalistler isterse yürüttükleri
mücadeleyi bırakacaklarını Jerusalem Post'a açıklayan, Sovyetler’e
baştan beri karşı olduklarını ve Marksizmin bir moda olduğunu söyleyen, “ekoloji
mücadelesi” dedikten sonra yanına aldığı solla orman yakan, emperyalist askeri
paktların müdahale edip Kürtleri özgürleştirmesini savunan bir çevre,
pragmatist, milliyetçi ve güvensizdir.
Sadece
solu değil, Müslüm Yücel özelinde görüleceği gibi, söylemedikleri her şeyi
söylettikten sonra bir günde kendi insanını bile tasfiye eder, vazgeçemeyeceği
hiçbir ilke ve değer yoktur. Tüm bu kangrene dönüşmüş sorunları bilimsel
şekilde dile getirip Kürt halkına ve bedellerine zarar verdiklerini belirttiğinizde
“Kemalist, ulusalcı, şoven” ilan edilirsiniz.
Bizim
böyle bir kaygımız yok. Bilâkis, Kürt milliyetçilerinin kadın sorununa bakışı,
tek tipçi siyaset anlayışı ve sınıfsal duruma uzaklığı Kemalistlikle
açıklanabilir, hatta doğrudan Mustafa Kemal övgüsü yapan, son 10 yıldır CHP’ye
çalışıp onlar için oy isteyenler Kürt milliyetçileridir.
Eleştiri
yapanları şoven ve Kemalist diyerek eleştiriyi bastırmak çarpıtmadan ibarettir.
Ezilen ulus milliyetçiliği diye bir masumlaştırma doğru bir yöntem değildir. En
baştan beri bir kurgu işlemektedir. Muhataplar da bunu inkâr etmiyor.
Ülke
solunun en zayıf olduğu alanlardan biri de sosyolojidir. Solun sosyolojisini
konuştuğumuz gibi Kürt’ün sosyolojisini de konuşmak zorundayız ama en baştan
belirtelim, Kürt’ün en büyük talihsizliği, feodal yapıların elinde geri bir
siyasete mahkûm edilmesidir. Başta sosyalist hat çizdiğini iddia ederek halkla
kurulan ilişkilerin ve zorbalıkla Kürt soluna uygulanan şiddetin ve siyaset
yasağının ardından elde edilen güç ve tarih bugün sona gelmiş olup siyaseten
yaşanan iflasın temel nedeni egemenlerin baskısıyla açıklanamaz.
İdeolojik
gerileme ve sapma, politik kazanımsızlığı beraberinde getirir. Yeni Gezi
örneğini verdiğimiz gibi, bu aşamadan sonra Kürt milliyetçiliğinin ödeyeceği
hiçbir bedelin Kürt halkına katkısı olamaz çünkü ortada halk adına konulmuş bir
hedef yok, ideoloji yok.
Bugün
Kürt halkı ile onun CHP’sini birbirinden ayıramayan, kendine siyaset yasağı
konulan bölge illerinde sadece seçime girebilme şartı için büro açabilen,
geçmişte pusuya düşürülen insanını gazetede bile anamayan, sanki bu insanlar
hiç yaşamamış gibi tarihi toprağa gömen, vekil ve sendika koltuğu pazarlığını “emekçilerin
çıkarı” diye kavramlaştırıp Kürt milliyetçilerinden medet uman, değerlere
gerçeklestirilen hiçbir saldırıda ses çıkarmayan sol çevrelerin Kürt halkının
daha da feodalleşmesine katkı sunduğu ve emek mücadelesine zarar verdiği
gerçeği yadsınamaz.
Bedel
ödemiş olmak, zafer kazanılacağı anlamına gelmez, doğru ideolojiyle kurulmayan
hegemonya sadece nicelik ifade eder. Bugün Kürt halkının feodal yapısını ve
gittikçe milliyetçileşmesini, gençliğinin hem milliyetçileşip hem de dejenere
olmasını metropollerden anlamak ve okumak mümkün. Ülkücü hareket biçiminin
izdüşümlerine rastlanıyor. Tek olduğunda otoriteyle iyi geçinmeye çalışan “müdürüm,
amirim” gibi hitapları kullanmakta beis görmeyen fakat kitlesel olduğunda önce
sola saldıran ve solu tehdit eden bir yapı inşa edildi.
Bir
apartmanda bir mahallede bir çalışma ortamında nicel bir sayıya ulaşıldığında
en temel kolektif disiplini, saygıyı ve halkın kendi kurallarını aşmayı güç
gösterisi ve kendini savunmak kabul eden kesim maalesef ki muhafazakâr Kürtler
değil, doğrudan partili kesim. Bu noktaya gelinmesinde Kürt halkı da hiçbir
halk gibi suçlu değildir, onları yetiştirmeyen siyaset suçludur.
İHD
insan haklarının sınıfsal olduğu gerçeğinin üzerini örtüp insan kavramından
sadece Kürt'ü anladığından, sendikalar anti demokratik uygulamadan sadece
kayyumu anladığından, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda hiçbir bedel
ödemeyen TTB sadece radikal demokrasi partisi için bedel ödemeyi tercih
ettiğinden Kürt halkı bu feodalitenin ve milliyetçiliğin makası arasında
bırakılıyor.
Aynı
TTB’nin başkanı Yeni Yaşam’daki yazıda “örnek aydın” diye sayılmıyor,
sorun bundan ibaret. Taksim’e yürümek için çağırdığı işçi emekçileri gaza
boğdurmak için kaçan TTB’nin Kürt halkına zerre faydası olamaz. Avrupa
ilişkilerini sağlam tutmaya çalışan TTB için Kürt sadece bir gerekçe.
Kürt
halkı da radikal demokratlar için bir gerekçe. Kürdün mafyalaşması,
çeteleşmesi, müteahhitleşip arazilere çökmesi, bar-meyhane-pavyon işletmesi,
solun kurduğu mahallelerde torbacılık yapması, gürültüyle kendini göstermesi
onlar için sorun değil. Öyle ya bir oy çok önemli.
Gazi’deki
torbacıya kendi partilisi olduğu için sahip çıkılır ama aynı torbacılar soluğu
egemenin aracında alır. Sorun, bu insanları aforoz etmeyen Kürt
milliyetçilerinde. Bu çeteleşmeye ve mafyalaşmaya “Kürt işadamı” adı altında
yol verenler onlar. Kürt halkına ideoloji yüklemek gibi bir hedefleri olamaz.
İtiraz
olarak Türk halkındaki durum çok mu iç açıcı. Hayır değil, fakat Türk halkının
peşinden gittiği sol hareketler onu yarı yolda bıraktı çünkü sol, halkı
sevmiyor. Türk halkının öyle bir siyasi partisi olsaydı, onu eleştirmemek
milliyetçilik şovenlik yapmak olurdu.
Milliyetçiliğin
başka bir siyasi uygulaması da şu: Bölge illerinde sadece kamu görevlilerinin
karıştığı tacizlerde sokağa iniliyor, batıdaki kadınlar kız kardeş olarak kabul
ediliyor, bölgede yaşanan diğer taciz vakalarında ses çıkarılmıyor çünkü ulusal
onur kabul edilip üstü örtülüyor. Bu çevrenin kadın bilimi (jineoloji) iddiası,
sadece seküler Kürt kadını yetiştirmeden ibarettir.
Türk
ve Kürt, kendi CHP’lerinden kurtulmadığı sürece nice Geziler nice Liceler olsa
da iki halk da bu siyasetler yüzünden kaybedecek.
Sendikalar
Esas
olarak işçi sınıfını ideolojik, politik, ekonomik haklar konusunda sınıfsız bir
düzene hazırlaması gereken sendikalar, bugün birer sivil toplum kuruluşu
olmaktan öteye geçemiyor. Her biri de siyasi parti gibi hareket edip gündem
takibi yapıyor. İşçiyi emeğiyle değil, vereceği aidatla ve bireyliğiyle
görüyor. 27 Mayıs’ı ilerici görenler, bu darbeyle lokavtın burjuvaziye
verildiğini, ilk işveren sendikasının kurulmasının yolunu açtığını görmek
istemiyor.
Kamu
emekçisinin sendika aidatını egemenlerin ödediği yerde sendikacılıktan
bahsedilemez. Aynı ücreti toplayıp egemenlerin hesabına geri yatırarak bir
eyleme girişmeyen anlayış sendikacılık yapamaz, sendika bürokratı olurlar,
boyunlarına taktıkları akreditasyon kartını emperyalizm verir.
Politik
Bilinçsizlik Olarak Egemen ve Halk Alerjisi
Solun
ve radikal demokratların egemen alerjisi, gerçeği görmenin önündeki en büyük
engeldir. Bu alerji, Adnan Oktarcılardan doğuştan göz kapaklığı düşüklüğü olan
bir kişiye işkence raporu vermeye kadar varır. Öyle ki aynı alerji, sağ
muhafazakâr kesimin kafa yapısını, yaşam biçimini, hareket özelliğini tanımayı
bile kabul etmeyecek kadar politik bağnazlık üretilir. Hamas ve Lübnan
Hizbullah'ı özelinde Müslüman direnirse “bebek katili” ilan edilir, İsrail
halkının -çocuklar dışarıda bırakıldığında- işgalci olduğu kabul edilmez. İsrail’in
katlettiği bebekler için sokağa inmeyenler ama “Hamas” der, lojmana saldıranlar,
bebek tabutlu cenazenin çıkmasına neden olur ama o demokrasi ve ezilenin
mücadelesi olur.
Bu
sol Türk ve Müslüman'a uzaktır, onlara göre biri ırkçı, diğeri gericidir.
Lübnan Hizbullah’ı bar ve meyhane açsaydı, ilerici olurdu. Aksa Tufanı’nın
başladığı günkü müzik festivalini Hamas düzenlese ilerici olurdu. İşgal ve
terör devletinin bulunduğu bir ülkede müzik festivaline gitmek, orada
güneşlenmek ve alkol almak sol için “ilericilik” olur. Halk alerjisi!
Yanlış
ya da eleştirilsin ama Şii Hizbullah’ın da Sünni Hamas’ın savaşçılarının da motivasyon
kaynağı vatan ve din uğruna ölünce cennete gitmek. Asıl sorun şu, solun emekçi
halk sınıflarına vereceği bir inanç kalmadı. İnanç ve savaşma iradesi
arasındaki ilişkiyi mevcut solun anlaması mümkün değil. Aynı şekilde, milli
mücadele yıllarında ölen askerin-halkın bedeliyle kendine tarih yaratan
Kemalistler, o insanların da aynı motivasyonla savaştığını kabul etmek
istemeyip kahramanı tek kişi olarak gördüğünden bugün Filistin ve Lübnan
direnişine “geri, gerici” diye bakıyor. Alerji dine değil, asıl alerji, inanca,
fedaya, bedele. Kandan, terden, kirden arındırılmış birey kurgusu. O yüzden,
eleştirilere getirilen dil eleştirisi de gerekçeden ibaret.
Sonuç
olarak, bireyin partisinin, partinin bireyinin, emperyalizmin işbirlikçisi Kürt
milliyetçiliğinin, daha bir boykotu düzenleyemeyen ülke solunun bize hiçbir
gereği yok. Erzincan’da, Trabzon’da, Konya’da ve Çukurova’da olmayan sol, zaten
olmamış demektir.
Bugünkü
reformistlerin de Kürt halkının da geçmişteki bedellerine her zaman sahip
çıkacağız. Bu bedellerin üstüne siyaset kuranlara saygı duymak zorunda değiliz.
Feodalizm, reformizm ve milliyetçilik, hiçbir halka eşitlik ve özgürlük
getirmez. Kürt için değil Kürt milliyetçileri için politika yapanlar bilmeli ki
sizin bu hareket için araçsallık dışında bir değeriniz yok.
Kendi
hareketimizi inşa etmek ve onu değerlerin üzerine bina etmek zorundayız.
S. Adalı
30
Eylül 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder