Pages

22 Temmuz 2024

Komiser

Yüz küsur yıl önce Ekim Devrimi’nin Müslüman halklar komiserliği, yani bakanlığı vardı. Komünist hareket, Kafkasya ve Türkistan coğrafyasında Müslüman direnişçilerle ve halkla ilişki kurabiliyor, Doğu’nun Müslümanlarına seslenen bildiriler kaleme alabiliyor, emperyalizme karşı ezilen halkları örgütleyebiliyordu.

Bugün gördüğünüz komünistler, kuzu postundaki kurtlardır. “Kuzu postundaki kurt” simgesini kullanan Fabyusçuların soyundandır.[1] Devlet ve sermaye, onlara böyle olmayı emretmiş, bu kadar solculuk yapma izni vermiştir.

Bu komünistler, en fazla “Müslüman halkla mücadele komiseri” olabilirler. Burada “Komiser” “Bakan” değil, “Emniyet Amiri” anlamındadır. Çünkü bu komiserler, bizzat sermayenin devletinin kadrolu elemanlarıdırlar. 

Misal, TTB’nin başına geçen isim, pandemide sermaye adına çobanlık görevini ifa eden, onca ölümde ve baskıda imzası olan kişi de aynı soydan. Bunlar sermayeye-tekellere dost, halka düşmandır.

Nereye baksanız onları görürsünüz, hangi taşı kaldırsanız onlar çıkarlar. Bunlar, sovyet bakanlığının komiserlikle karıştırılmasının sonucu. Bugün komünist hareket, sovyetin, Ekim’in ve devrimin değil, devlete örgütlü komiserlerin oyuncağıdır. O, devletten ve sermayeden gelen emirle hareket eder.

Yapacağı gazetecilik de pandemide olduğu gibi, sermaye ve devlet adına çalıp, halka korku vermek ve onu korkuya, sonrasında da efendilerine kul etmektir.

TKP, bir gencin köyünün girişindeki direğe astığı Fenerbahçe bayrağını “Alevi köyünün karşısına IŞİD bayrağı asıldı” diye haber yapan, birkaç Alevi’yi korkuya kul edip örgütleyebileceğini sanandır. Bunların her şeyi yalandır.

Dün “mülteciler yoldaşımız, işçi sınıfının parçası, onları örgütleyeceğiz, devrim yapacağız” derler, sonra birileri, “devlette işler değişti, mülteciyle ilgili politikamızı revize ettik, Esad’la görüşme zemini oluşturuluyor, siz de görüşlerinizi değiştirin” derler, çıkar TKP CEO’su, “göçmen romantizmi”nden dem vurur. Aynı CEO 15 Temmuz darbesinde Erdoğan'a destek olur. Dün AB’yi savunmak için mülteciyi kucaklarmış gibi yapar, bugün devletin geri gönderme politikası adına devleti korumak için mülteci bile olamayan sığınmacıya saldırır. Bu, komünist parti değil, Ortadoğu halklarıyla mücadele komiserliğidir.

Sömürgeci burjuva bir devlet olarak Fransız devleti, Cezayir’i sömürür, katleder, buranın insanları Fransa’ya akın eder. Onları disipline ve terbiye etmek için laiklik sopası sallanır. Devlet, hemen aydınları örgütler, kurumları bu kara kitleye karşı bileyler. Laiklik Gözlemevi diye bir yapı oluşturulur. O yoksul Cezayirlilere hücum edilir.

Aynı gözlemevi pratiği, devletin bir uygulaması olarak, burada “Laikliğe Karşı İşlenen Suçlar” biçimini alır. Yeni doğan çocuğunun kulağına ezan okuyan adam, şaşırdığı bir olay karşısında “Allah Allah” diyen kişi, Cuma günü namaza duran esnaf, “Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle” oğluna kız isteyen baba vs. suçlular listesine alınır. Bu kriminalizasyon çabası, burjuvazinin emri, devletin uygulamasıdır.

Neticede solu iç emperyalizm yönetmektedir. Gerektiğinde o iç emperyalizm, komünist partisine “biraz esnek ol, başörtülü bir kadını belediye başkanı veya milletvekili adayı yap artık” der, o da yapar. Ama bu “siyasi simge”yi kullanmak nedense “Laikliğe Karşı İşlenmiş Suçlar” kapsamına girmez. 

Burjuva hukukuyla hareket edene ve burjuva felsefesiyle düşünenlere “komünist” yaftası yapıştırılır. O yafta söküldüğünde alttaki sosyal demokrasi ve liberalizm görülür.

Bugün Fransız solu seçimde zafer kazanmıştır. Zafer, biraz da Le Pen’in “başörtüsünü yasaklayacağız” açıklamasının etkisiyle sandığa koşan Müslümanların eyleminin bir sonucuydu. Orada dindar insanları kıyımdan geçiren, aynı modeli Türkiye’de uygulayacağını söyleyen Fuşeci Orhan Gökdemir[2], bu gerçek karşısında dilsizdir. Çeşitli videolarda Müslümanların Le Pen’e öfkesi Gökdemir ve partisini de keser. Gökdemir ve Le Pen, yan yanadır, aynı burjuva geleneğe bağlıdır. Müslüman düşmanıdır. Sömürgecidir.

Bugün asıl üzerinde durulması gereken, komünist harekete karşı işlenen suçlardır. Bu listenin en başına TKP yazılmalıdır. Şimdilerde bu şirketin CEO’su, “emek-sermaye” çelişkisinden söz ediyorsa, bilinsin ki onu silikleştirmek için uğraşıyordur.

Parti, Fransız seçimlerini “bir oy Macron’a, bir oy TKP’ye” mantığıyla okuma eğilimindedir. Sağcılaşma meselesini liberal burjuvaziyle yan yana, onunla birlikte okumaya mecburdur. “Affedersiniz ya bu mülteci sorununun işçi sınıfı ve ekonomiyle bir alakası varmış, biz daha önce görememişiz” demek zorundadır.

Her taşın altından çıkan, Fethullahçı medyanın gülü Orhan Gökdemir’in bir tvitinde takipçisine verdiği cevap, her şeyi açıklar. Orada takipçi, mealen, “Alkol diyorsun ama AKP’den önce Tekirdağ’da iki rakı fabrikası varken şimdi 18 tane var” der. Bunun üzerine Gökdemir, “Biz her şeyi biliriz. Bu da sınıfsal. Şeriat, zengin için değil yoksul için” cevabını verir.


Gökdemir ve partisi, esasında Müslümana ve ona dair her türden imgeye, yoksulluğu, yoksulun direncini, varlığını ve itiraz etme ihtimalini anıştırdığı için karşıdır. Emperyalizmin gözüyle bu coğrafyaya bakmaya alıştıkları, sırtları bu sebeple sıvazlandığı, bu yüzden parti kurup eğlenmelerine fırsat verildiği için Müslümana saldırıp dururlar. Müslümanla mücadele komiserleri olarak, kendi benzerlerini örgütlemeye çalışırlar. 

Gökdemir, kendisini seminer için çağıran gençleri “bana bir otel ayarlayamadınız mı, ben bu öğrenci evinde kalacak adam mıyım?” diye azarlayandır. Onun zihniyetini bu küçük burjuvalık tayin eder. 

Dün yetiştirdiği tilmizleri, şakirtleri (sosyaliz.morg) bugün “mesleğinizi, küçük burjuva hâlinizi, çıkarlarınızı teori ve pratiğin merkezine koyuyorsunuz” eleştirimize, “iyi de sen de yoksulluğunu merkeze koyuyorsun” cevabını vermektedir. Gökdemir yetiştirmesi bu kişilerin yoksul düşmanı olduğu açıktır. Bunlar Gökdemir abileri gibi "işçi sınıfı öldü" diyenlerdir.

Kendisini var eden benmerkezciliği ve kibriyle Gökdemir, tipik bir liberal gibi, siyasetini ve ideolojisini inşa ettiği rakı sofrasındaki arkadaşlarını “oğlum bakın ileride bu sofrayı kuramayacaksınız. Biz olmazsak şeriat gelecek!” diye kandırmayı siyaset zanneder. Bu siyaseti sürekli satar. Bunun çeşitli mahfillerde, boğaz kıyısında, tatil yerlerinde, belediye salonlarında, burjuva mekânlarında para getirdiğini iyi bilir. Dünyalığını biriktiren, solu tecimsel bir meseleye indirgeyen her solcu gibi Müslüman düşmanlığını paraya tahvil eder. Müslümana yoksulluğu çağrıştırdığı için saldırır. Bu saldırı, burjuvazinin emridir.

Partisi ve kendisi, Lukaşçıdır. Georg Lukacs, “Marksist ateizmin kafası karışık bir karikatürü” olduğunu söylediği dindar ateizm için şu değerlendirmeyi yapar: “Dindar ateizm, kapitalist toplumda yalnızlaştırılmış olan bireyle ilgili felsefi-dini tartışmanın bir ürünüdür.”[3] 

Gökdemir ve partisi, halka değil, bireyi merkeze alan özel halkaya bağlıdır. Ondaki ateizm, halka düşmanlık etmek, bireysel özgürlüğünü yüceye yerleştirmek için vardır.

Reklâmını yapmak için kendisiyle gerçekleştirilen bir röportajında başucu kitabının Christopher Caudwell’in Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler isimli çalışması olduğunu söyleyen Gökdemir[4], yalanı iş edinmiştir. Gökdemir’in tıpkı kitabı yayımlayan, onu yalan yanlış tercüme eden yayınevi çevresi gibi kitaptan hiçbir şey anlamadığı, anlasa bile, ona hiçbir şekilde sahip çıkamayacağı açıktır. Çünkü Gökdemir ve partisi, Caudwell’in kitabında eleştirdiği Bernard Shaw gibi isimlerin çizgisindedir. Gökdemir, daha kitabın başında eleştirilen Bernard Shaw’un; partisi Fabyusçuluğun güncel karikatürüdür.

“Eski anarşist, vejetaryen ve Fabyusçu bir isim olarak Shaw, son demde sosyal faşist oldu. Bu hâliyle bir ütopik sosyalist olması, tabii ki kaçınılmaz.”[5]

Caudwell, Gökdemir ve partisinin ömrü boyunca savunduğu burjuva kültürü ve burjuva siyasetinin bir yalan üzerine kurulu olduğunu, özgürlük fikrinin ardındaki yalanı ifşa eden isimdir. “Emekçilerin aklını özgürleştirmek için laiklik; insanın özgürleşmesi için sosyalizm şart” diyen aklın burjuvalığını ifşa eden Caudwell, “burjuvayı, yoksulluğun vahşileştirdiği, cahil ve akıl dışı olan işçiye tercih edenler”i eleştirir. “Akıl” ve “İnsan” kurgusunun burjuva niteliğini sorgular. Siyaseti, ideolojiyi ve teoriyi, kendi ben-merkezinden, birey odağından kuranlara saldırır.

Dolayısıyla, “bilim ve sanat düzleminde benliği ve varlığı inceden inceye yanan ateşe atmak” gerektiğini söyleyen, bunun somut ispatı olarak, kendisini İspanya’daki yangının orta yerine fırlatıp atan Caudwell’in kitabı, hiçbir şekilde hep “ben de ben!” diyen Gökdemir’in başucu kitabı olamaz.

Esasında Gökdemir, kendisine ve partisine yönelecek eleştirilerin tüm kaynaklarını kurutmaya yemin etmiştir. Caudwell’in kitabına bu nedenle değinmektedir. Onu mülk edinip etkisiz kılmanın derdindedir.

Bu kişiler, özel halkalarında, kendi liberal, bencil, kibirli dünyalarına uygun bir solculuk tanımlayıp kendi kum havuzlarında oynayarak ömür tüketmektedirler. Komünist harekete karşı işlenen bir suç da bu tasfiyeciliktir.

“Shaw, o zekâsı sayesinde, salt düşünme pratiğiyle, toplumun yardımı olmaksızın, tüm bilgiye hâkim olabileceğini düşünmek gibi bir kibre kapılır.”[6]

Bu kibirle hareket eden, her dediğini doğa yasası zanneden Yalçın Küçük’ün çakması bir isim olarak Gökdemir, kırk yıldır her taşın altında çıkmaktadır. Birbiriyle alakası olmayan, kavgalı olan bir dizi örgütün yayın organında, hem de en tepede onun ismine rastlanır. Toplumsal Kurtuluş, Gerçek, Teori ve Politika, Aydınlık, Sorun, Fabrika vs. Bu durumun kimseyi rahatsız etmemiş olması, kaygı vericidir.


Caudwell’in Shaw için kullandığı ifade, Gökdemir için de geçerlidir: O, solun “entelektüel aristokrat”ıdır. Sol, küçük burjuva hâliyle, bu aristokrasiye âşıktır. Kırk yıldır suyun başında olan Gökdemir, nedense sınıfın örgütsüzlüğünden, toplumun çürümüşlüğünden şikâyet eder. Ama nasıl oluyorsa kendi küçük burjuva bireyliği, sütten çıkmış ak kaşıktır. O, örgütsüz ve çürümüş olamaz! Kırk yılda ona hiçbir şey olmamıştır. Kırk yıl içerisinde o örgütsüzlük ve çürümüşlük konusunda hiçbir şey yapmamıştır. O, ne işçileşir ne de devrimcileşir.

“Görüldüğü üzere Shaw’un idealize ettiği, yücelttiği dünya, komünizmin dünyası değil, tıpkı Wells’in dünyası gibi, yoksul, kafası karışık işçilere rehberlik eden aydın Samuray’ın yönettiği dünyadır. Bu, esasında faşizmin dünyasıdır. Özgürlüğün doğası konusunda yanlış bir görüşe sahip olan burjuva aydınları, bu anlayışlarının özünde olan çelişkiler sebebiyle özgürlüğün karşıtı olan faşizme sürüklenirler.”[7]

Emekçi halka, yoksula, Müslüman kılıfı altında, Avrupalı bir faşist gibi saldıran Gökdemir, özgürlük sevdalısıdır. Oysa onun bahsini ettiği “özgürlük, proletarya değil, burjuvazi için ilâçtır.”[8] Bu yalanı kitlelere satan hâliyle o, “saray soytarısı”dır. Bu gerçeği gizlemek için “insanları aşağılık varlıklar olarak görür.”

“Shaw, burjuva sınıfının tüm o zekiliğiyle yıkılmaya, işçilerinse tüm o aptallıklarıyla eskinin yıkıntıları üzerine yeni bir uygarlık inşa etme sürecinde pratikte yaratıcı bir rol oynamaya yazgılı olduğunu göremez. İşçi ve burjuva arasında tercih yapma zorunluluğuyla yüzleştiğinde, ardındaki o parlak burjuva kültürüyle Shaw, burjuvayı yoksulluğun vahşileştirdiği, cahil ve akıl dışı olan işçiye tercih eder.”[9]

Shaw ve Gökdemir, “sembolik düzeyde, suçluluk duyan, kendisine güvenini yitirmiş burjuva aklını simgeler.” Bu tür isimler, “özgürlük” derken her daim burjuvaların özgürlüğünü kastederler. Din düşmanlıkları, burjuvaya uşaklıklarının kılıfıdır.

“Peygamber olsan yurttaşlık karşısında değeri yoktur”[10] demesinin nedeni, bu uşaklıktır. Peygamber şahsında susturduğu, sömürülenin ve ezilenin burjuvaya ve onun kurgusu, cisimleşmiş hâli olarak yurttaşa halel getirecek, burjuva iktidarına zarar verecek her türden eylem imkânıdır. Bu solcular, burjuvaziye hizmet etmekten başka bir şey yapamazlar. Bu hizmet dâhilinde sosyalizmi, burjuvazinin ilerlemesi, mevzi kazanması, güçlenmesi olarak tarif ederler. Kendisini burjuva iktidarı, mevzii ve birikimiyle tarif eden “sosyalizm”, reddedilmelidir. Proletaryasız sosyalizm kurguları, mücadelenin ateşine atılmalıdır.

Eren Balkır
10 Temmuz 2024

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Kuzu Postlu Kurt”, 13 Haziran 2020, İştiraki.

[2] Eren Balkır, “Elips”, 20 Eylül 2016, İştiraki.

[3] Georg Lukacs, The Culture of People’s Democracy: Hungarian Essays on Literature, Art, and Democratic Transition, 1945-1948, Yayına Hz. ve Çeviren: Tyrus Miller, Brill, 2013, s. 207.

[4] Özkan Öztaş, “Sahaflar Çarşısı”, 16 Haziran 2024, Sol.

[5] Christopher Caudwell, “George Bernard Shaw”, Studies in a Dying Culture içinde, 1938, MIA.

[6] A.g.e.

[7] A.g.e.

[8] A.g.e.

[9] A.g.e.

[10] Orhan Gökdemir, “Ezcacı Neşe’nin Hesabı”, 29 Haziran 2024, Sol.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder