Pages

02 Ocak 2024

Halt

Bugün Hamas ilerici, Barış Yıldırım gibi liberaller gericidir. O, “Büyük Kötülük, Küçük Kötülük”[1] yazısını İsrail propagandasına ait faaliyetler kapsamında yazıyor. Önündeki çanak kadar düşünüp onun kadar konuşabiliyor.

Yazının her cümlesinde Aksa Tufanı’nın yol açtığı şiddet karşısında duyulan korku hissediliyor. Havaya uçan her Merkava’da bu gizli ve açık liberallerin ödleri de patlıyor. Bu devrimci şiddetin burayı dönüştürmesine, bu topraklara tesir ve sirayet etmesine izin vermemek adına “Hamas’a hayır, Filistin’e evet” kervanına dâhil oluyor.[2]

“Gerici Hamas”ın “siviller”e yönelik şiddetini kınayarak, birilerinin gözüne girmeye, birilerinin de gözünden çıkmamaya çalışıyor. Tasfiye sürecine hizmet ediyor.

Ezilenin elindeki silâh konusunda uyarıda bulunurken, onu silâhsızlandırmayı, silâhı ahlakın konusu kılıp kırmayı düşünüyor. Çünkü ona göre silâh, teori gibi ahlaka da izin vermiyor.

“Bu tasfiye işlemi dâhilinde Barış, doğalında, ‘Cephe’ kavramını da askeri anlamından soyutlayıp kitleci reformist bir anlamda yorumluyor. Bu da çökertme operasyonunun parçası. Röportajının kimi yerlerinde ‘askeri olanın teoriyle ilişkisi olamayacağına’ dair imada bulunması da bu operasyonun bir gereği. Zira bu yaklaşımıyla teoriyi silâhsızlandırıyor, silâhı teorisizleştiriyor.”[3]

Barış Yıldırım, klavyesinin başına her geçtiğinde kitle-silâh karşıtlığına dair laflar dizmeye mecbur. Bu sayede para kazandığını iyi biliyor. “Kitle siyaseti” derken kastettiği, ucuz ve yavan şarkılarını pazarlama yönteminden başka bir şey değil. Mesele, bugün solda bunun prim yapıyor olması. O, kitleden kaçan, ondan tiksinen ve nefret eden bir liberal.

* * *

“Twitter personaları”, havada asılı, steril, soyut olgular değil. Bugün siyaset âlemi Twitter’dan ibaret olduğu için bu isimler, dokunulmaz ve kutsal kabul ediliyorlar. “Bir Twitter’ımız var, oraya da politikayı, devrimi, sınıfı ve kavgayı sokmayın, huzurumuzu bozmayın!” deniliyor. Girilen her yeri sınıf mücadelelerinden azade kılma sözü veriliyor birilerine. Sonra da o personalar, bot hesaplar, kutsal ve dokunulmaz ilân ediliyor.

Bu tür sosyal medya ortamları ve dayandıkları algoritmalar, efendilerce kontrol ediliyor. “Kullanıcının ürettiği içerik akışı, platformun sahiplerince tasnif ediliyor, öncelikli görülenler öne alınıyor, bazı içerikler filtreleniyor.”[4] Görünürlük arttıkça içerik toprağa gömülüyor. İmaj, hakikate küfrediyor.

Twitter’da solun aklı ve pratiği, egemenlerin nabzına uygun hâle geliyor. Bu anlamda, o kutsal ve dokunulmaz kabul edilen “personalar” şahsında, esasında perde gerisindeki sınıfsal-politik yönelime müdahale ediliyor, sınıfsal çıkarlar açığa vuruluyor. Hakikatin perdesi yırtılıyor.

Bu “personalar”, efendilerin düdüğünü öttürmeye mecburlar. Onlara bu görevleri karşılığı, bireysel bir hale, kutsal bir zırh armağan ediliyor. Dokunulmaz kılınıyor. Oğuzhan Uğur gibi askeriye yetiştirmeleri yönetiyor âlemi. Herkes, giderek ona benziyor. Biraz hümanizm biraz da adalet edebiyatına bulandırılmış, sızlanma dolu cümleler sıralanıyor. Kitle, lime lime ediliyor, birilerinin arkasına diziliyor. Kitle, o dizildiği kişilerin birer kâhya veya bekçi olduklarını bilmiyor. Twitter’da kâhya ve bekçi olduğunuzu ispatladığınız ölçüde büyümenize izin veriliyor.

Kutsal kabul edilen “Twitter personaları”na dokunulmamasını isteyenlere şu söylenmeli: belirli dinamikleri, yönelimleri ve seyri kişiler şahsında okumak, kimi vakit mücadeleyi o kişiler şahsında yürütmek gerekiyor. Zira tam da bu zorunluluk gereği, tarihimizde Dönek Kautsky ve Anti-Dühring diye kitaplar var. Demek ki birilerinin ağzının tadı bozulmak, huzuru kaçırılmak zorunda!

* * *

Barış Yıldırım gibi kişiler, 7 Ekim saldırısının yaşandığı, dünyanın sarsıldığı günlerde o sebeple Filistin yerine sinema yazıları yazıyor. Çünkü onun çeviri işi aldığı Heinrich Böll Vakfı, İsrail’i eleştirmiş Yahudi bir yazara verdiği ödülü geri çekiyor. Barış gibiler, “huzur bozulmasın, çeviriden gelemeyen paraları Twitter personası olarak elde edeyim” diye düşündüğü, “kardeşim, Jahrein bile ayda 60.000 kazanıyormuş!” dediği için bireyin ve Twitter ortamının kutsiyetine sesleniyor. Bizim eleştirimizi o kutsal bireyleri toplayıp onları üzerimize salarak savuşturmaya çalışıyor. Herkes, Twitter’da huzurlu huzurlu politikmiş gibi yapıp takipçi kovaladığı için, doğal olarak Barış’ın yanına hizalanıyor.

Barış, bizim eleştirimize Fatih Ürek gibi cevap yetiştirmeye mecbur. Verdiği cevapta, “ben Twitter’ı şov alanı olarak kullanıyorum. Geyik yapıyorum. İnsanları kandırıyorum. Takipçi peşindeyim” diyor. Ürek gibi o da bize, “Ben öyle ünlüyüm ki bu İştirakî, bana saldırıp ünlenmenin derdinde” iddiasında bulunuyor. Asıl derdinin devrim-sosyalizm değil, ün ve itibar olduğu net bir biçimde görülüyor. Mesele, onu pohpohlayanlarda, ona verilen payelerde.

* * *


Marksist değil, Hanaarendtçi olan Barış Yıldırım’ın inandığının aksine “İsrailli sivil” diye bir şey yok. İşgalcilik, işgalciler ve onlara karşı verilen onurlu mücadele var. O, yazısında, İsrail’in belirlediği ideolojik iklim dâhilinde gevezelik ediyor. Bu sebeple, İsrail’in Amerika ve Avrupa eliyle inşa edilmiş askeri garnizon devleti olduğu gerçeğinin üzerinden atlıyor.

İsrail’e ayak basan herkes, ömür boyu askerlik yapacağını, asker olacağını, gasp edilen köyleri bekleyeceğini, üç beş mülk sahibine kâhyalık yapacağını iyi biliyor. Barış gibi liberaller, bu “militarizm”e tek laf etmiyorlar. Onları “sivillik” denilen halenin ve kutsal örtünün ardına saklamaya çalışıyorlar. “Sömürgeleştirmenin, medenileştirme misyonunun parçası” olduğuna gizliden gizliye inanıyorlar. Onun gibiler şahsında esas olarak kâhyalık ve bekçilik konuşuyor.

Bahsi edilen askeri bilinç, Tony Cliff’inden Jerry Seinfeld’e kadar birçok kişide mevcut. Hepsi de kibutz denilen askeri birliklerde eğitim görmüşler. Bu eğitim; yağma, talan, gasp ve zulüm üzerine kurulu. Ayrıca, İngiliz-Amerikan kontrgerilla talimnamelerinde halk kitlelerini kontrol altına alma veya ezme gibi başlıklar üzerinde duruluyor. Liberaller, askerin “sivil” denilen kesimleri de savaşın parçası kıldığı gerçeğini görmezden geliyorlar. Onları dolaylı olarak aklıyorlar. Misal, HDP’li gençler, bir mahallede eylem yaptıklarında, oradaki taksi durağında bulunan şoförler o gençleri linç ediyorlar. Çünkü bu ülkenin kontrgerillası basit bir aygıt değil. Muhtarlarından şoförlerine, birçok kesimi örgütlüyor, devreye sokuyor.

Bu “sivil” hassasiyetinin bir tezahürü de bugün sosyalistlerin kendilerini “yurttaş” olarak tanımlamaları, o müphem ve soyut yurttaş olgusuna seslenmeleri. Zira Civil, kentliyi, barbar olmayanı, yurttaşı ifade ediyor.[5] O yurttaşa, medeniye ve kentliye göre kendisini inşa edip ona seslendikçe, efendilere daha fazla uşak oluyorlar. Kâhyalığı ve bekçiliği kökleştiriyorlar. Sonra da çıkıp “ama o kâhya ve bekçi sivil, ona zarar veremezsin. Twitter’da ona laf edemezsin” diyorlar. Ezenler, kendi hukukları ve ahlakları ile ilerliyorlar. Kâhyalar ve bekçiler, kendilerine özel hukuk talep ediyorlar. Bunun için ezilene, halka, işçi sınıfına vuruyorlar.

* * *

İçteki liberaller, Hamas’ı, Hamas’ta vücud bulan kolektif mücadeleyi destekleyemezler. Onlar, içten içe İsrail’den yana saf tutarlar. AKP eleştirileri, İsrail destekçiliğinin örtüsüdür. O liberaller, Birleşmiş Milletler, Körfez şeyhleri, AB kurulları ve AKP gibi yalandan göz yaşı dökerler. Perde gerisinde İsrail meşru görülür ve desteklenir. Zülfü Livaneli’nin dostu Barış Yıldırım’ın siyaseti budur. O, Tel Aviv’de Zelda gibi konser verme hayali kurar. O kapıları kapatmak istemez. Nasıl olsa bu ülkede BDS hareketi, Siyonizmi eleştirenin antisemitist olduğuna inananların güdümündedir.

Hanaarendtçi Barış’ın hocası Hanna Arendt de “esasen şiddeti ezilene yasak etme derdindedir.”[6] Barış da gerici Hamas’ın elinden siyaset imkânını almak için çalışma sözü veriyor. Arendt, siyahîlerin şiddetini törpülemenin, Barış da Filistinlilerin şiddetinin ülkede karşılık üretmesi ihtimalini ortadan kaldırmanın derdinde. O, rahat rahat, Twitter’ında siyaset yapmayı ama bir yandan da Halk Bankası’nın kültür dergisine yazdığı yazıyla övünebilmeyi, bu övünmeye hiç laf edilmemesini istiyor. O, kültür dergisine banka camlarını kıracak cümleler yazılamaz, Barış, bunu çok iyi biliyor.

* * *

Devleti görene, gözetene, kendisini oradan kurana “sağcı”; burjuvaziyi görene, gözetene, kendisini oradan kurana “solcu” deniliyor. Barış Yıldırım, bu solculukla düşünüp konuşuyor. Oradan ekmek bulduğunu iyi biliyor, o ekmeğin sahiplerine kulluk ediyor.

Orhan Gökdemir abisi, solu şu şekilde tanımlıyor: “Bu ülkede gericiliğe, şeyhliğe, ağalığa, kapitalizme, emperyalizme direnmek her zaman solun işidir.”[7] Bu cümlenin ardında, bir vakitler Fethullahçıların ekmeğini yemiş Orhan Gökdemir saklı. O nedenle, kavgadan ve iktidar mücadelesinden değil, pasif bir ifade olarak “direnmek”ten söz ediliyor. Direnenlerin bir kısmı dileniyor.

Bu metafizik tanım uyarınca Orhan Gökdemir’in ve Barış Yıldırım’ın solu, ancak burjuvazi emrettiği takdirde, gericiliğe, şeyhliğe, ağalığa, kapitalizme ve emperyalizme “direniyor”. Yeri geldiğinde, emir gereği, onlarla ittifak yapabiliyor. Barış Yıldırım ve Orhan Gökdemir gibi solcular, “emperyalizmin ve siyonizmin medenileştirme misyonu” dışında düşünemezler, konuşamazlar. Bu kâhyalara ve bekçilere bu gerçek bir biçimde öğretildi.

Barış Yıldırım’ın bahsi edilen yazısında, esas olarak Kürd’e yönelik garezi, Müslümana yönelik düşmanlığı konuşuyor. Kürd, Filistin’e destek vermedi diye ona destek veriyormuş gibi, yalandan poz kesiyor, Müslüman’ın Hamas şahsında güç kazanmasına ise diş biliyor. Dine ve millete yönelik düşmanlıkla tanımladığı liberal solculuğunun çanağı boşalmasın diye uğraşıyor.

* * *

Metafizik sol ve solculuk tanımlarına gene metafizik “kötülük” tanımları eşlik ediyor.[8] Liberal solcular, her fırsatta, sınıfsal varlığı, varoluşunun sınıfsallığı sorgulanmasın diye bu türden havada asılı, steril, metafizik kavramların gölgesine sığınıyorlar.

“Büyük kötülüğü yıkacağız” diyen kişi liberaldir. Marksizm gömleğini üzerine geçirse bile düz liberaldir. Onun “küçük kötülük” dediği ise din ve millettir. Küçük kötülükle mücadelede büyük kötülükle ortaklaşmaya mecburdur. Bu ayrımı o ortaklaşma için yapıyordur.

Kendi yüce tanrısal bireyliğini dinin ve milletin karşısına çıkartan birey, solu, oradan da hızını alamayıp, Marksizmi bu bireyin çıkarlarına göre tarif etmek ister. Birey; sınıf, tarih ve devrim dışıdır. Dolayısıyla, düşmanı olan din ve millet de öyle olmalıdır. Din, millet ve her türden politik mücadele, sınıf dışı bir yerden karşılanmak, anlaşılmak zorundadır. Birey, sınıfsal, tarihsel ve politik varlığının sorgulanmasına asla izin vermez.

“Kötülük” derken, iyiliği de tarif eder, ama bu tarif, hiçbir şekilde burjuvazinin birikiminden, sınıfsal varlığından, tarihinden ve devriminden bağımsız değildir. İyilik, tümüyle burjuvazi ölçütüne göre tarif edilir, gerçeklik, buna göre tasnife tabi tutulur. Ömrü boyunca bu idealizmle mücadele etmiş olan Marksizm, liberalizmin sol içindeki ajanlarınca tasfiyeye kurban gider.

Yazısında kullandığı “Halt” kelimesi, Arapçada “iki şeyi karıştırmak” anlamına geliyor. Türkçede daha çok “uygunsuz iş” anlamında kullanılıyor. Yazısında kullandığı biçimiyle “Halt” kelimesi, her iki anlamıyla da Barış’ı gayet iyi özetliyor. O da Marksizme dair bilgi kırıntısını liberal gevezeliklerle harmanlıyor. Bu uygunsuz karışımı herkese yedirebileceğini sanıyor. O da sosyalist hareketin tağşiş edilme sürecinin somut bir tezahürü. Bu kuzu postuna bürünmüş liberal bireylerin tasfiyeci pratikleri karşısında her daim tetikte olmak gerekiyor.

Eren Balkır
30 Aralık 2023

Dipnotlar:
[1] Barış Yıldırım, “Büyük Kötülük, Küçük Kötülük”, 13 Ekim 2023, Sendika.

[2] Eren Balkır, “Kerrar”, 4 Kasım 2023, İştiraki.

[3] Eren Balkır, “Saraylara Barış, Kulübelere Savaş”, 11 Temmuz 2023, İştiraki.

[4] Zeynep Tufekci, Twitter and Tear Gas: The Power and Fragility of Networked Protest, Yale University Press, 2017, s. 154.

[5] “Civil”, OED.

[6] Eren Balkır, “Karakol”, 19 Aralık 2020, İştiraki.

[7] Orhan Gökdemir, “Molla Halid Bulvarı’nın Kadersizleri”, 16 Aralık 2023, Sol.

[8] Mehmet Karaoğlu, “Fatih Yaşlı Neden Gericidir?”, 23 Ekim 2018, İştiraki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder