Bugün Hamas
ilerici, Barış Yıldırım gibi liberaller gericidir. O, “Büyük Kötülük, Küçük
Kötülük”[1] yazısını İsrail propagandasına ait faaliyetler kapsamında yazıyor.
Önündeki çanak kadar düşünüp onun kadar konuşabiliyor.
Yazının her cümlesinde Aksa Tufanı’nın yol açtığı
şiddet karşısında duyulan korku hissediliyor. Havaya uçan her Merkava’da bu
gizli ve açık liberallerin ödleri de patlıyor. Bu devrimci şiddetin burayı
dönüştürmesine, bu topraklara tesir ve sirayet etmesine izin vermemek adına
“Hamas’a hayır, Filistin’e evet” kervanına dâhil oluyor.[2]
“Gerici Hamas”ın “siviller”e yönelik şiddetini
kınayarak, birilerinin gözüne girmeye, birilerinin de gözünden çıkmamaya
çalışıyor. Tasfiye sürecine hizmet ediyor.
Ezilenin elindeki silâh konusunda uyarıda bulunurken,
onu silâhsızlandırmayı, silâhı ahlakın konusu kılıp kırmayı düşünüyor. Çünkü
ona göre silâh, teori gibi ahlaka da izin vermiyor.
“Bu
tasfiye işlemi dâhilinde Barış, doğalında, ‘Cephe’ kavramını da askeri
anlamından soyutlayıp kitleci reformist bir anlamda yorumluyor. Bu da çökertme
operasyonunun parçası. Röportajının kimi yerlerinde ‘askeri olanın teoriyle
ilişkisi olamayacağına’ dair imada bulunması da bu operasyonun bir gereği. Zira
bu yaklaşımıyla teoriyi silâhsızlandırıyor, silâhı teorisizleştiriyor.”[3]
Barış Yıldırım, klavyesinin başına her geçtiğinde
kitle-silâh karşıtlığına dair laflar dizmeye mecbur. Bu sayede para kazandığını
iyi biliyor. “Kitle siyaseti” derken kastettiği, ucuz ve yavan şarkılarını
pazarlama yönteminden başka bir şey değil. Mesele, bugün solda bunun prim
yapıyor olması. O, kitleden kaçan, ondan tiksinen ve nefret eden bir liberal.
* * *
“Twitter personaları”, havada asılı, steril, soyut
olgular değil. Bugün siyaset âlemi Twitter’dan ibaret olduğu için bu isimler,
dokunulmaz ve kutsal kabul ediliyorlar. “Bir Twitter’ımız var, oraya da
politikayı, devrimi, sınıfı ve kavgayı sokmayın, huzurumuzu bozmayın!”
deniliyor. Girilen her yeri sınıf mücadelelerinden azade kılma sözü veriliyor
birilerine. Sonra da o personalar, bot hesaplar, kutsal ve dokunulmaz ilân
ediliyor.
Bu tür sosyal medya ortamları ve dayandıkları
algoritmalar, efendilerce kontrol ediliyor. “Kullanıcının ürettiği içerik
akışı, platformun sahiplerince tasnif ediliyor, öncelikli görülenler öne
alınıyor, bazı içerikler filtreleniyor.”[4] Görünürlük arttıkça içerik toprağa
gömülüyor. İmaj, hakikate küfrediyor.
Twitter’da solun aklı ve pratiği, egemenlerin nabzına
uygun hâle geliyor. Bu anlamda, o kutsal ve dokunulmaz kabul edilen
“personalar” şahsında, esasında perde gerisindeki sınıfsal-politik yönelime
müdahale ediliyor, sınıfsal çıkarlar açığa vuruluyor. Hakikatin perdesi
yırtılıyor.
Bu “personalar”, efendilerin düdüğünü öttürmeye
mecburlar. Onlara bu görevleri karşılığı, bireysel bir hale, kutsal bir zırh
armağan ediliyor. Dokunulmaz kılınıyor. Oğuzhan Uğur gibi askeriye
yetiştirmeleri yönetiyor âlemi. Herkes, giderek ona benziyor. Biraz hümanizm
biraz da adalet edebiyatına bulandırılmış, sızlanma dolu cümleler sıralanıyor.
Kitle, lime lime ediliyor, birilerinin arkasına diziliyor. Kitle, o dizildiği
kişilerin birer kâhya veya bekçi olduklarını bilmiyor. Twitter’da kâhya ve
bekçi olduğunuzu ispatladığınız ölçüde büyümenize izin veriliyor.
Kutsal kabul edilen “Twitter personaları”na
dokunulmamasını isteyenlere şu söylenmeli: belirli dinamikleri, yönelimleri ve
seyri kişiler şahsında okumak, kimi vakit mücadeleyi o kişiler şahsında
yürütmek gerekiyor. Zira tam da bu zorunluluk gereği, tarihimizde Dönek
Kautsky ve Anti-Dühring diye kitaplar var. Demek ki birilerinin
ağzının tadı bozulmak, huzuru kaçırılmak zorunda!
* * *
Barış Yıldırım gibi kişiler, 7 Ekim saldırısının
yaşandığı, dünyanın sarsıldığı günlerde o sebeple Filistin yerine sinema
yazıları yazıyor. Çünkü onun çeviri işi aldığı Heinrich Böll Vakfı, İsrail’i
eleştirmiş Yahudi bir yazara verdiği ödülü geri çekiyor. Barış gibiler, “huzur
bozulmasın, çeviriden gelemeyen paraları Twitter personası olarak elde edeyim”
diye düşündüğü, “kardeşim, Jahrein bile ayda 60.000 kazanıyormuş!” dediği için
bireyin ve Twitter ortamının kutsiyetine sesleniyor. Bizim eleştirimizi o kutsal
bireyleri toplayıp onları üzerimize salarak savuşturmaya çalışıyor. Herkes,
Twitter’da huzurlu huzurlu politikmiş gibi yapıp takipçi kovaladığı için, doğal
olarak Barış’ın yanına hizalanıyor.
Barış, bizim eleştirimize Fatih Ürek gibi cevap
yetiştirmeye mecbur. Verdiği cevapta, “ben Twitter’ı şov alanı olarak
kullanıyorum. Geyik yapıyorum. İnsanları kandırıyorum. Takipçi peşindeyim”
diyor. Ürek gibi o da bize, “Ben öyle ünlüyüm ki bu İştirakî, bana
saldırıp ünlenmenin derdinde” iddiasında bulunuyor. Asıl derdinin
devrim-sosyalizm değil, ün ve itibar olduğu net bir biçimde görülüyor. Mesele,
onu pohpohlayanlarda, ona verilen payelerde.
* * *
Marksist değil, Hanaarendtçi olan Barış Yıldırım’ın inandığının aksine
“İsrailli sivil” diye bir şey yok. İşgalcilik, işgalciler ve onlara karşı verilen onurlu
mücadele var. O, yazısında, İsrail’in belirlediği ideolojik iklim dâhilinde
gevezelik ediyor. Bu sebeple, İsrail’in Amerika ve Avrupa eliyle inşa edilmiş
askeri garnizon devleti olduğu gerçeğinin üzerinden atlıyor.
İsrail’e ayak basan herkes, ömür boyu askerlik
yapacağını, asker olacağını, gasp edilen köyleri bekleyeceğini, üç beş mülk
sahibine kâhyalık yapacağını iyi biliyor. Barış gibi liberaller, bu
“militarizm”e tek laf etmiyorlar. Onları “sivillik” denilen halenin ve kutsal
örtünün ardına saklamaya çalışıyorlar. “Sömürgeleştirmenin, medenileştirme
misyonunun parçası” olduğuna gizliden gizliye inanıyorlar. Onun gibiler
şahsında esas olarak kâhyalık ve bekçilik konuşuyor.
Bahsi edilen askeri bilinç, Tony Cliff’inden Jerry
Seinfeld’e kadar birçok kişide mevcut. Hepsi de kibutz denilen askeri
birliklerde eğitim görmüşler. Bu eğitim; yağma, talan, gasp ve zulüm üzerine
kurulu. Ayrıca, İngiliz-Amerikan kontrgerilla talimnamelerinde halk kitlelerini
kontrol altına alma veya ezme gibi başlıklar üzerinde duruluyor. Liberaller,
askerin “sivil” denilen kesimleri de savaşın parçası kıldığı gerçeğini
görmezden geliyorlar. Onları dolaylı olarak aklıyorlar. Misal, HDP’li gençler,
bir mahallede eylem yaptıklarında, oradaki taksi durağında bulunan şoförler o
gençleri linç ediyorlar. Çünkü bu ülkenin kontrgerillası basit bir aygıt değil.
Muhtarlarından şoförlerine, birçok kesimi örgütlüyor, devreye sokuyor.
Bu “sivil” hassasiyetinin bir tezahürü de bugün
sosyalistlerin kendilerini “yurttaş” olarak tanımlamaları, o müphem ve soyut
yurttaş olgusuna seslenmeleri. Zira Civil, kentliyi, barbar olmayanı,
yurttaşı ifade ediyor.[5] O yurttaşa, medeniye ve kentliye göre kendisini inşa
edip ona seslendikçe, efendilere daha fazla uşak oluyorlar. Kâhyalığı ve
bekçiliği kökleştiriyorlar. Sonra da çıkıp “ama o kâhya ve bekçi sivil, ona
zarar veremezsin. Twitter’da ona laf edemezsin” diyorlar. Ezenler, kendi
hukukları ve ahlakları ile ilerliyorlar. Kâhyalar ve bekçiler, kendilerine özel
hukuk talep ediyorlar. Bunun için ezilene, halka, işçi sınıfına vuruyorlar.
* * *
İçteki liberaller, Hamas’ı, Hamas’ta vücud bulan
kolektif mücadeleyi destekleyemezler. Onlar, içten içe İsrail’den yana saf
tutarlar. AKP eleştirileri, İsrail destekçiliğinin örtüsüdür. O liberaller,
Birleşmiş Milletler, Körfez şeyhleri, AB kurulları ve AKP gibi yalandan göz
yaşı dökerler. Perde gerisinde İsrail meşru görülür ve desteklenir. Zülfü
Livaneli’nin dostu Barış Yıldırım’ın siyaseti budur. O, Tel Aviv’de Zelda gibi
konser verme hayali kurar. O kapıları kapatmak istemez. Nasıl olsa bu ülkede
BDS hareketi, Siyonizmi eleştirenin antisemitist olduğuna inananların
güdümündedir.
Hanaarendtçi Barış’ın hocası Hanna Arendt de “esasen
şiddeti ezilene yasak etme derdindedir.”[6] Barış da gerici Hamas’ın elinden
siyaset imkânını almak için çalışma sözü veriyor. Arendt, siyahîlerin şiddetini
törpülemenin, Barış da Filistinlilerin şiddetinin ülkede karşılık üretmesi
ihtimalini ortadan kaldırmanın derdinde. O, rahat rahat, Twitter’ında siyaset
yapmayı ama bir yandan da Halk Bankası’nın kültür dergisine yazdığı yazıyla
övünebilmeyi, bu övünmeye hiç laf edilmemesini istiyor. O, kültür dergisine
banka camlarını kıracak cümleler yazılamaz, Barış, bunu çok iyi biliyor.
* * *
Devleti görene, gözetene, kendisini oradan kurana
“sağcı”; burjuvaziyi görene, gözetene, kendisini oradan kurana “solcu” deniliyor.
Barış Yıldırım, bu solculukla düşünüp konuşuyor. Oradan ekmek bulduğunu iyi
biliyor, o ekmeğin sahiplerine kulluk ediyor.
Orhan Gökdemir abisi, solu şu şekilde tanımlıyor: “Bu
ülkede gericiliğe, şeyhliğe, ağalığa, kapitalizme, emperyalizme direnmek her
zaman solun işidir.”[7] Bu cümlenin ardında, bir vakitler Fethullahçıların
ekmeğini yemiş Orhan Gökdemir saklı. O nedenle, kavgadan ve iktidar
mücadelesinden değil, pasif bir ifade olarak “direnmek”ten söz ediliyor.
Direnenlerin bir kısmı dileniyor.
Bu metafizik tanım uyarınca Orhan Gökdemir’in ve Barış
Yıldırım’ın solu, ancak burjuvazi emrettiği takdirde, gericiliğe, şeyhliğe,
ağalığa, kapitalizme ve emperyalizme “direniyor”. Yeri geldiğinde, emir gereği,
onlarla ittifak yapabiliyor. Barış Yıldırım ve Orhan Gökdemir gibi solcular,
“emperyalizmin ve siyonizmin medenileştirme misyonu” dışında düşünemezler,
konuşamazlar. Bu kâhyalara ve bekçilere bu gerçek bir biçimde öğretildi.
Barış Yıldırım’ın bahsi edilen yazısında, esas olarak
Kürd’e yönelik garezi, Müslümana yönelik düşmanlığı konuşuyor. Kürd, Filistin’e
destek vermedi diye ona destek veriyormuş gibi, yalandan poz kesiyor,
Müslüman’ın Hamas şahsında güç kazanmasına ise diş biliyor. Dine ve millete
yönelik düşmanlıkla tanımladığı liberal solculuğunun çanağı boşalmasın diye
uğraşıyor.
* * *
Metafizik sol ve solculuk tanımlarına gene metafizik
“kötülük” tanımları eşlik ediyor.[8] Liberal solcular, her fırsatta, sınıfsal
varlığı, varoluşunun sınıfsallığı sorgulanmasın diye bu türden havada asılı,
steril, metafizik kavramların gölgesine sığınıyorlar.
“Büyük kötülüğü yıkacağız” diyen kişi liberaldir.
Marksizm gömleğini üzerine geçirse bile düz liberaldir. Onun “küçük kötülük”
dediği ise din ve millettir. Küçük kötülükle mücadelede büyük kötülükle
ortaklaşmaya mecburdur. Bu ayrımı o ortaklaşma için yapıyordur.
Kendi yüce tanrısal bireyliğini dinin ve milletin
karşısına çıkartan birey, solu, oradan da hızını alamayıp, Marksizmi bu bireyin
çıkarlarına göre tarif etmek ister. Birey; sınıf, tarih ve devrim dışıdır.
Dolayısıyla, düşmanı olan din ve millet de öyle olmalıdır. Din, millet ve her
türden politik mücadele, sınıf dışı bir yerden karşılanmak, anlaşılmak
zorundadır. Birey, sınıfsal, tarihsel ve politik varlığının sorgulanmasına asla
izin vermez.
“Kötülük” derken, iyiliği de tarif eder, ama bu tarif,
hiçbir şekilde burjuvazinin birikiminden, sınıfsal varlığından, tarihinden ve
devriminden bağımsız değildir. İyilik, tümüyle burjuvazi ölçütüne göre tarif
edilir, gerçeklik, buna göre tasnife tabi tutulur. Ömrü boyunca bu idealizmle
mücadele etmiş olan Marksizm, liberalizmin sol içindeki ajanlarınca tasfiyeye
kurban gider.
Yazısında kullandığı “Halt” kelimesi, Arapçada “iki
şeyi karıştırmak” anlamına geliyor. Türkçede daha çok “uygunsuz iş” anlamında
kullanılıyor. Yazısında kullandığı biçimiyle “Halt” kelimesi, her iki anlamıyla
da Barış’ı gayet iyi özetliyor. O da Marksizme dair bilgi kırıntısını liberal
gevezeliklerle harmanlıyor. Bu uygunsuz karışımı herkese yedirebileceğini
sanıyor. O da sosyalist hareketin tağşiş edilme sürecinin somut bir tezahürü.
Bu kuzu postuna bürünmüş liberal bireylerin tasfiyeci pratikleri karşısında her
daim tetikte olmak gerekiyor.
Eren Balkır
30 Aralık 2023
Dipnotlar:
[1] Barış Yıldırım, “Büyük Kötülük, Küçük Kötülük”, 13 Ekim 2023, Sendika.
[2] Eren Balkır, “Kerrar”, 4 Kasım 2023, İştiraki.
[3] Eren Balkır, “Saraylara Barış, Kulübelere Savaş”,
11 Temmuz 2023, İştiraki.
[4] Zeynep Tufekci, Twitter and Tear Gas: The Power
and Fragility of Networked Protest, Yale University Press, 2017, s. 154.
[5] “Civil”, OED.
[6] Eren Balkır, “Karakol”, 19 Aralık 2020, İştiraki.
[7] Orhan Gökdemir, “Molla Halid Bulvarı’nın
Kadersizleri”, 16 Aralık 2023, Sol.
[8] Mehmet Karaoğlu, “Fatih Yaşlı Neden Gericidir?”,
23 Ekim 2018, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder