“Proletarya
diktatörlüğü gibi kavramlar burjuvaziyi örseleyip eziyor. Ezilenlerden yanayız,
burjuvaya dostuz” diyen bir solculuk, boy gösteriyor. Ezilen müphemleştirilip,
içi boş bir kavrama dönüştürülüyor. Apolitizm ve antipolitizm, politikayı ele
geçiriyor. Buradan tanımlanan ezileni işçinin karşısına yerleştiren solculuk,
“İşçiler sanılandan daha sağcı” türü laflar veya Murathan Mungan’ın alaycı bir
ifadeyle dile getirdiği, “kitabevi çalışanı Enis Batur’u bilmiyor” serzenişi
üzerinden meşrulaştırılıyor. Bu arada şunu söylemek gerekiyor: bir işçinin Enis
Batur’u bilmemesi önemli bir gösterge ve hayırlı bir durum.
İlerici
Sendikalar Konfederasyonu Birleşik Metal İş Sendikası toplu sözleşme uzmanı
İrfan Kaygısız[1], tam da bu noktada solun yüreğine su, yoluna gül serpiyor, Avrupa’dan
gelen paralar adına, o solun kimlikçi faaliyetine gerekli kılıfı örüyor. “Zaten
işçiden bir halt olmaz” buyuruyor. Üstelik bu lafı “işçi sınıfının önderi”
olarak ediyor. Ama bunu söyleyen kişi, neden sendika koltuğunda oturduğu
sorusunu cevaplamıyor. İşçilerin sağcılaşmasına mani olacak bir şey yapmayan,
işçilerin soldan uzaklaşmasına neden olacak işlere imza atan, işçilerin farklı
ideolojik tepkilere örgütlenmesi için gerekli yolu döşeyen Kaygısız gibi
sendika teknokratları, sendika ağalarının değirmenine su taşıyorlar. İşçi satma
operasyonları için gerekli zemini döşüyorlar.
AB’ye
ve emperyalizme bağımlı, işçiden kopmuş, STK’laşmış sendikal birlikteliklerin
bölge ajanları olarak faaliyet yürütenlerin tek derdi, işçi aidatları. Artık
“işçi” gibi tiksindirici bir ifadeyi kullanmıyorlar, onlardan söz ederken
“sendika üyesi” tabirine başvuruyorlar. Üye de zaten aidatı kadar değerli ve
onunla tanımlı! İşçinin başka bir politik-ideolojik anlamı bulunmuyor.
“Sağcılaşmış
işçi sınıfı” yerine, herkesi kimlikle ve ben(cil)likle inşa olunmuş bireysel
öznelere örgütlemeye çalışan Kaygısız, seçim öncesi CHP ve Millet İttifakı’na
verilen desteği güya eleştiriyor, ama o desteğin parçası oluşuna dair tek bir
özeleştiri sunmuyor. Neticede TÜSİAD’la Türkiye Yüzyılı çalıştayları düzenleyen
bir derneğin yöneticisinden başka bir söz zaten işitilemezdi.
Bugün
sol, işçi sınıfından çekilmesini, ona sırtına dönmesini teorik-ideolojik kılıfa
büründürmeye mecbur. Murathan Mungan, o nedenle işçiye hakaret ediyor, Cihan
Tuğal isimli liberal, o nedenle “Leninist sağ”dan dem vuruyor, Kaygısız gibi
sendika memurları, işçi sınıfına bu nedenle “sağcı faşist” diyor. Belki de
işçiler, sol sol olmadığı için “sağ”a örgütleniyorlar. Pandemi döneminde
yanında olmayana değil, olana oy veriyorlar.
Demokrasi
bilincini sınıf bilincinin üzerine koyanların hangi sınıfa hizmet ettiklerini
belki de işçiler, sınıfsal sezgileriyle görüyorlar. Köşe başlarını, suyun
başını tutmuş kişilerin, seçimde alınan yenilgiyi, yaşanan hezimeti
sorgulamamalarının sebebini, başka konuların gündeme gelmesine mani olmak için
uğraştıklarını anlıyorlar.
Seçimden
önce “halkımız mühür kırıyor, örsün üzerinde kılıç döver gibi demokrasi
dövüyor” diyen, demokrasi bilincini sınıf bilincinin üzerine koyan bu yandaki
isim (Kansu Yıldırım), sonrasında, seçim yenilgisi ardından, hiçbir şey
olmamış, örgütüyle birlikte CHP’cilik yapmamış gibi, ikinci tviti atabiliyor.
Teorinin
(akademinin), ideolojinin (medyanın) ve politikanın (meclisin) karakollarına
uygun isimler yerleştiriliyor. Üstelik bu isimler, birkaç ay sonraki belediye
seçimlerinde yeniden CHP bayrağı sallayacaklar.
“Süreç içerisinde işi gücü
teoriden, ideolojiden ve politikadan geçinmek olan kadrolar devşiriyorlar.
Bunları o karakollara yerleştiriyorlar. Karakola hesap vermeyen tek bir söze ve
eyleme izin verilmiyor. ‘Sözden dışlananlar’a kendi cümlelerini ezberletiyorlar.
Derdin ve öfkenin dili kesilip atılıyor.”[2]
Örneğin
aşağıdaki isim de son on yıldır “Türkiye, 2008 krizinde İzlanda gibi batacak,
çökecek, bitecek, bu son kriz çok fena!” deyip duran, sahip olduğu şöhretini bu
tür cümleleri ısıtıp ısıtıp satarak elde etmiş olan biri. Şimdi aşağıdaki
cümleyi, hiç utanmadan, sarf edebiliyor.
Çünkü
İrfan Kaygısız’ın sendikasında danışman, eğitmen gibi roller üstlenmiş Gaye
Yılmaz, ülkenin tek çözümünün “IMF” olduğunu, emekçilerin acı reçeteyi içmesi
gerektiğini söylüyor. Çünkü AKP, koşullar gereği, Altılı Masa’nın ve CHP’nin
“yap” dediklerini yapıyor, “kullan” dediği isimleri kullanıyor. CHP ve ona
bağlı sosyalistler, AKP için rıza imal ediyorlar. Kayıtsız şartsız
desteklenmesi gereken isimler, ekonominin başına getiriliyor. Sola,
küreselci-ulusalcı geriliminde, küreselcilerin koltuk altına sığınıp, onlarla
yol aldığında kurtuluşun geleceği yalanını satmak düşüyor.
Kaygısız
röportajında, “Türkiye sosyalist hareketi bakımından işçi sınıfının
örgütlenmesinde yeni modeller çıkarmak gibi sorundan önce işçi sınıfı ile
fiziksel bir temas kurma sorunu var” buyuruyor. Yıllardır sendikacılık yapan bu
zatın o temasın neden kurulamadığı sorusuna cevap verebilmesi mümkün değil.
Çünkü o, “deniz içre balık, içimizdeki akrep!” O çanaktan besleniyor. Eski
solcu olduğu için temassızlığın sebebini en fazla 12 Eylül’e bağlayabiliyor.
Aradan geçen 43 yılın hesabını verme gereği tabii ki duymuyor.
Kaygısız,
“AKP ve MHP, işçi sınıfının içinde toplumun genelinden daha fazla oranda
desteğe sahiptir. […] Mesela ‘metal fırtına’ olarak adlandırılan metal
sektöründe yaşanan direnişler döneminde Reno işçileri, hiçbir solcuyu direnişe
yaklaştırmamışlardı” tespitinde bulunuyor. Kaygısız gibi sendika memurları, “O
partiler o desteğe neden sahip, o Reno işçileri, solcuları direnişe neden
yaklaştırmadılar” sorularına asla cevap veremezler. Ayrıca şunu belirtmek
gerekiyor: Reno işçilerinin Kaygısız gibi küçük burjuva solcuları yanlarına
yanaştırmamaları, sanılanın aksine, önemli bir gösterge ve hayırlı bir
durumdur!
Çünkü
“Sendikalar, işçilerin demokrasi bilinci, sınıf bilinci edinmesinde rol
oynayamıyor” diyen biri, işçi sınıfına ve sınıf bilincine düşmandır. Ayrıca
“Hanehalkı ortalaması Doğu bölgelerinde 4,6’ya kadar yükselmektedir” diyen,
özünde “bu Kürtler çok ürüyor!” diyen biri, Kürt düşmanıdır. Bu
tür düşmanlıklar kastidir, alenidir, çünkü bir yerlere mesaj
verilmektedir. Kaygısızlar için işçi sınıfı, yorumlanacak üç beş anket verisi
ve istatistiki rakamdan ibarettir. Masabaşı işlerinde “devletin ve sermayenin kontrolüne
girmiş sendikalar”ın çalışanlarının kariyerleri için kullandıkları basit bir
araçtır.
“Yoksulluk
sınırı açıklamaları dört kişilik aileyi temel alıyor” tespitini aktaran
Kaygısız, o lubunyacılığıyla, feministliğiyle ve yeşilciliğiyle aileye de
düşmandır. Bu tür solcular, aile temelli ücret tespiti gibi prangalardan
kurtulmak isteyen kapitalistlere hizmet etmekle yükümlüdürler. Herkese temel
gelir yalanına örgütlüdürler.
Britanya,
Hollanda, ABD bayrağının indirilip LGBT bayrağının göndere çekildiği,
askerlerin, Pentagon’un ve NATO’nun Pride yürüyüşüne selam durdukları, trans
amirallerin yüksek kademelere taşındığı, Amerikan dış siyasetinin merkezine
lubunyacılığın yerleştirildiği koşullarda, lubunya ideolojisinin “ezilen
ideolojisi” olamayacağı açıktır. Bugün Ukraynalıların düzenlediği Onur
yürüyüşünde faşist Bandera marşları söylenmektedir.[3] Yıllar önce Ukraynalı
sendikacılara düzenlenen saldırıda Femen hareketinin lideri, faşistlere destek
sunabilmiştir. Bunlar, sol şahsında örgütlenen yeni ideolojilerin geçmişin
SA’ları olduğunu ortaya koyan örneklerdir. Bilindiği gibi, lubunyacılık,
çevrecilik ve vegancılık, faşist hareket içerisinde güçlü ideolojik
yönelimlerdir. Bu yönelimlerin teorik kaynağı ise öjenizm ve üstinsancı
düşüncedir. Sol, bugün bu düşüncenin hamili, efendilerinin hamalıdır.
“Oraya, devletin öldüğü o
yere bakın kardeşlerim! Onu, gökkuşağını ve üstinsana uzanan köprüleri görmüyor
musunuz?”[4]
İrfan
Kaygısız gibi solcular, küreselcilerin, Hatay ve İzmir’de birlikte projeler
yürüttüğü ajanların iğvasına kapıldığı için, o gökkuşağının üstinsanın,
kendisini üstinsan gören küresel oligarşinin bayrağı olduğunu söylemezler. O
gökkuşağıyla sarhoşa dönen solcular, altından geçtiklerinde, hiç ter ve kan
dökmeden, altın çağa geçeceklerine inanıyorlar. O Hollandalı askerlerin kimlere
hizmet ettiklerini sorgulamıyorlar. Başörtüsünü yasaklayan Kürt asıllı liberal
Hollanda milletvekilinin kavalının peşine takılıyorlar.
Belki
de kendisini üstinsan gören oligarşi, Niçeci teorideki gökkuşağını bayrak
hâline getiriyor. O oligarşinin kaygısız solcuları, oligarşiye hizmetin bedeli
olarak, işçiyle, halkla, ezilenle bağlarını kopartmak zorunda kalıyorlar. Belki
de o işçi mahallelerindeki işçiler, o nedenle solculardan uzaklaşıyorlar. Çünkü
aslında sol, işçilerden uzaklaşıyor. Sol, giderek, yapay zekâ üzerinden “işçi”
denilen pislikten kurtulacağı, efendilerin özel nüfusunun parçası olacağı günün
hayali kuruyor. Cinsiyet ayrımını, doğa-insan ayrımını, aile türü
birliktelikleri oligarşinin eli rahatlasın diye, aşıyor.
Eskiden
“on milyonluk sınıfsız imtiyazsız, seçkin bireylerden oluşan, kaynaşmış
kitle”nin güttüğü sol, doksanlarda Sovyet ve Ekim çentiğinin silinmesi
ardından, hiç sorun yaşamadan, oligarşinin işaret ettiği “iki yüz milyonluk
sınıfsız, seçkin bireylerden oluşan, imtiyazsız kaynaşmış kitle”ye
bağlanıyor.[5] Onun emrine giriyor.
Solcular,
o kitlenin parçası olabilmek için daha fazla lubunya, daha fazla feminizm, daha
fazla vegan, daha fazla çevrecilik diye bağırmak zorunda kalıyorlar. Dünün en
işçicileri, otonomcular, o dönemde “dünyayı emperyalizmin altında ezilenlerin
değil, onun tepesindeki kişilerin gözüyle anlatan”, “Davos’ta toplaşan paralı
efendilerin huzurunu bozmayacak” kitapları bu dönüşüm gereği yazıyorlar.[6]
Sol
da sağ da kitleyi “güdülecek koyun” olarak görüyor. Solun dışarıdan yaptığını
sağ, içeriden yapıyor: Kitlenin devrimciliği heba ediliyor. Solcular,
cumhuriyetin eski versiyonunda olduğu gibi bugün de yoksulu, ezileni ve işçiyi
sağa bırakıyorlar.
O
nedenle Kaygısız, hem “Bugün işe alımlar var” diyor, hem de “işçilerin
işsizliğin arttığı dönemde eyleme başvurmadığını” söylüyor. “Demek ki bugün
işçi eylemleri olmalı, peki ama neden yok?” sorusuna ise bir cevap vermiyor.
Sendikasının eylemlerden kaçışını, sınıfın direncini kırışını hiç sorgulamıyor.
Çünkü maaşlı elemanı olduğu sendikası, TÜSİAD’la birlikte Türkiye Yüzyılı
Çalıştayı düzenliyor. Basın hürriyeti anlayışını gazeteciye “bir daha gelme
lan!” diyerek ortaya koyan bu sendika, bu tür çıkışları bir yerlere mesaj
vermek, bir yerlere işmar etmek için yapıyor. Özel olduğunu, özele kulluk
edebileceğini birilerine ispatlamaya çalışıyor.
“Ekoloji
meselesi, sendikal alanın daha kolay angaje olabileceği bir gündem aslında”
diyen Kaygısız, işçileri oligarşinin, AB kurulları, NATO karargâhları ve
Birleşmiş Milletler bürolarında tartıştığı planlara kul köle etmek için uğraşma
sözü veriyor. Bayrağı gökkuşağı olan oligarşi, kendi kaygısız solcularını imal
edip sahaya sürüyor. Sınıf, derdi ve öfkesiyle, bu kaygısız solcuları başından
attığı vakit devrimcileşiyor.
Eren Balkır
30
Haziran 2023
Dipnotlar:
[1] Cemil Aksu, “İrfan Kaygısız: İşçi Sınıfı, Toplumun Genelinden Daha
Sağcı”, 26 Haziran 2023, Politika. İngilizce çevirisine, kendisini
batıya sunuş biçimine bakılacak olursa, o sendikal örgütlenmenin adı DİSK
değil, İSK!
[2]
Eren Balkır, “Karakol”, 19 Aralık 2020, İştiraki.
[3]
Erkin Öncan, “Babamız Bandera”, 28 Haziran 2023, Twitter.
[4]
Friedrich Nietzsche, Thus Spoke Zarathustra, Yayına Hz.: Adrian Del Caro
ve Robert Pippin, 2006, s. 36.
[5]
Eren Balkır, “Mahşerin Üç Atlısı”, 10 Mart 2021, İştiraki.
[6] Atilio A. Boron, Empire & Imperialism: A Critical Reading of Michael Hardt and Antonio Negri, Zed Books, 2005, s. 23 ve 24. Türkçesi: İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder