Pages

08 Temmuz 2023

Oligarşinin Kaygısız Solculuğu


“Proletarya diktatörlüğü gibi kavramlar burjuvaziyi örseleyip eziyor. Ezilenlerden yanayız, burjuvaya dostuz” diyen bir solculuk, boy gösteriyor. Ezilen müphemleştirilip, içi boş bir kavrama dönüştürülüyor. Apolitizm ve antipolitizm, politikayı ele geçiriyor. Buradan tanımlanan ezileni işçinin karşısına yerleştiren solculuk, “İşçiler sanılandan daha sağcı” türü laflar veya Murathan Mungan’ın alaycı bir ifadeyle dile getirdiği, “kitabevi çalışanı Enis Batur’u bilmiyor” serzenişi üzerinden meşrulaştırılıyor. Bu arada şunu söylemek gerekiyor: bir işçinin Enis Batur’u bilmemesi önemli bir gösterge ve hayırlı bir durum.

İlerici Sendikalar Konfederasyonu Birleşik Metal İş Sendikası toplu sözleşme uzmanı İrfan Kaygısız[1], tam da bu noktada solun yüreğine su, yoluna gül serpiyor, Avrupa’dan gelen paralar adına, o solun kimlikçi faaliyetine gerekli kılıfı örüyor. “Zaten işçiden bir halt olmaz” buyuruyor. Üstelik bu lafı “işçi sınıfının önderi” olarak ediyor. Ama bunu söyleyen kişi, neden sendika koltuğunda oturduğu sorusunu cevaplamıyor. İşçilerin sağcılaşmasına mani olacak bir şey yapmayan, işçilerin soldan uzaklaşmasına neden olacak işlere imza atan, işçilerin farklı ideolojik tepkilere örgütlenmesi için gerekli yolu döşeyen Kaygısız gibi sendika teknokratları, sendika ağalarının değirmenine su taşıyorlar. İşçi satma operasyonları için gerekli zemini döşüyorlar.

AB’ye ve emperyalizme bağımlı, işçiden kopmuş, STK’laşmış sendikal birlikteliklerin bölge ajanları olarak faaliyet yürütenlerin tek derdi, işçi aidatları. Artık “işçi” gibi tiksindirici bir ifadeyi kullanmıyorlar, onlardan söz ederken “sendika üyesi” tabirine başvuruyorlar. Üye de zaten aidatı kadar değerli ve onunla tanımlı! İşçinin başka bir politik-ideolojik anlamı bulunmuyor.

“Sağcılaşmış işçi sınıfı” yerine, herkesi kimlikle ve ben(cil)likle inşa olunmuş bireysel öznelere örgütlemeye çalışan Kaygısız, seçim öncesi CHP ve Millet İttifakı’na verilen desteği güya eleştiriyor, ama o desteğin parçası oluşuna dair tek bir özeleştiri sunmuyor. Neticede TÜSİAD’la Türkiye Yüzyılı çalıştayları düzenleyen bir derneğin yöneticisinden başka bir söz zaten işitilemezdi.

Bugün sol, işçi sınıfından çekilmesini, ona sırtına dönmesini teorik-ideolojik kılıfa büründürmeye mecbur. Murathan Mungan, o nedenle işçiye hakaret ediyor, Cihan Tuğal isimli liberal, o nedenle “Leninist sağ”dan dem vuruyor, Kaygısız gibi sendika memurları, işçi sınıfına bu nedenle “sağcı faşist” diyor. Belki de işçiler, sol sol olmadığı için “sağ”a örgütleniyorlar. Pandemi döneminde yanında olmayana değil, olana oy veriyorlar.

Demokrasi bilincini sınıf bilincinin üzerine koyanların hangi sınıfa hizmet ettiklerini belki de işçiler, sınıfsal sezgileriyle görüyorlar. Köşe başlarını, suyun başını tutmuş kişilerin, seçimde alınan yenilgiyi, yaşanan hezimeti sorgulamamalarının sebebini, başka konuların gündeme gelmesine mani olmak için uğraştıklarını anlıyorlar.

Seçimden önce “halkımız mühür kırıyor, örsün üzerinde kılıç döver gibi demokrasi dövüyor” diyen, demokrasi bilincini sınıf bilincinin üzerine koyan bu yandaki isim (Kansu Yıldırım), sonrasında, seçim yenilgisi ardından, hiçbir şey olmamış, örgütüyle birlikte CHP’cilik yapmamış gibi, ikinci tviti atabiliyor.

Teorinin (akademinin), ideolojinin (medyanın) ve politikanın (meclisin) karakollarına uygun isimler yerleştiriliyor. Üstelik bu isimler, birkaç ay sonraki belediye seçimlerinde yeniden CHP bayrağı sallayacaklar.

“Süreç içerisinde işi gücü teoriden, ideolojiden ve politikadan geçinmek olan kadrolar devşiriyorlar. Bunları o karakollara yerleştiriyorlar. Karakola hesap vermeyen tek bir söze ve eyleme izin verilmiyor. ‘Sözden dışlananlar’a kendi cümlelerini ezberletiyorlar. Derdin ve öfkenin dili kesilip atılıyor.”[2]

Örneğin aşağıdaki isim de son on yıldır “Türkiye, 2008 krizinde İzlanda gibi batacak, çökecek, bitecek, bu son kriz çok fena!” deyip duran, sahip olduğu şöhretini bu tür cümleleri ısıtıp ısıtıp satarak elde etmiş olan biri. Şimdi aşağıdaki cümleyi, hiç utanmadan, sarf edebiliyor.


Çünkü İrfan Kaygısız’ın sendikasında danışman, eğitmen gibi roller üstlenmiş Gaye Yılmaz, ülkenin tek çözümünün “IMF” olduğunu, emekçilerin acı reçeteyi içmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü AKP, koşullar gereği, Altılı Masa’nın ve CHP’nin “yap” dediklerini yapıyor, “kullan” dediği isimleri kullanıyor. CHP ve ona bağlı sosyalistler, AKP için rıza imal ediyorlar. Kayıtsız şartsız desteklenmesi gereken isimler, ekonominin başına getiriliyor. Sola, küreselci-ulusalcı geriliminde, küreselcilerin koltuk altına sığınıp, onlarla yol aldığında kurtuluşun geleceği yalanını satmak düşüyor. 

Kaygısız röportajında, “Türkiye sosyalist hareketi bakımından işçi sınıfının örgütlenmesinde yeni modeller çıkarmak gibi sorundan önce işçi sınıfı ile fiziksel bir temas kurma sorunu var” buyuruyor. Yıllardır sendikacılık yapan bu zatın o temasın neden kurulamadığı sorusuna cevap verebilmesi mümkün değil. Çünkü o, “deniz içre balık, içimizdeki akrep!” O çanaktan besleniyor. Eski solcu olduğu için temassızlığın sebebini en fazla 12 Eylül’e bağlayabiliyor. Aradan geçen 43 yılın hesabını verme gereği tabii ki duymuyor.

Kaygısız, “AKP ve MHP, işçi sınıfının içinde toplumun genelinden daha fazla oranda desteğe sahiptir. […] Mesela ‘metal fırtına’ olarak adlandırılan metal sektöründe yaşanan direnişler döneminde Reno işçileri, hiçbir solcuyu direnişe yaklaştırmamışlardı” tespitinde bulunuyor. Kaygısız gibi sendika memurları, “O partiler o desteğe neden sahip, o Reno işçileri, solcuları direnişe neden yaklaştırmadılar” sorularına asla cevap veremezler. Ayrıca şunu belirtmek gerekiyor: Reno işçilerinin Kaygısız gibi küçük burjuva solcuları yanlarına yanaştırmamaları, sanılanın aksine, önemli bir gösterge ve hayırlı bir durumdur!

Çünkü “Sendikalar, işçilerin demokrasi bilinci, sınıf bilinci edinmesinde rol oynayamıyor” diyen biri, işçi sınıfına ve sınıf bilincine düşmandır. Ayrıca “Hanehalkı ortalaması Doğu bölgelerinde 4,6’ya kadar yükselmektedir” diyen, özünde “bu Kürtler çok ürüyor!” diyen biri, Kürt düşmanıdır. Bu tür düşmanlıklar kastidir, alenidir, çünkü bir yerlere mesaj verilmektedir. Kaygısızlar için işçi sınıfı, yorumlanacak üç beş anket verisi ve istatistiki rakamdan ibarettir. Masabaşı işlerinde “devletin ve sermayenin kontrolüne girmiş sendikalar”ın çalışanlarının kariyerleri için kullandıkları basit bir araçtır.

“Yoksulluk sınırı açıklamaları dört kişilik aileyi temel alıyor” tespitini aktaran Kaygısız, o lubunyacılığıyla, feministliğiyle ve yeşilciliğiyle aileye de düşmandır. Bu tür solcular, aile temelli ücret tespiti gibi prangalardan kurtulmak isteyen kapitalistlere hizmet etmekle yükümlüdürler. Herkese temel gelir yalanına örgütlüdürler.

Britanya, Hollanda, ABD bayrağının indirilip LGBT bayrağının göndere çekildiği, askerlerin, Pentagon’un ve NATO’nun Pride yürüyüşüne selam durdukları, trans amirallerin yüksek kademelere taşındığı, Amerikan dış siyasetinin merkezine lubunyacılığın yerleştirildiği koşullarda, lubunya ideolojisinin “ezilen ideolojisi” olamayacağı açıktır. Bugün Ukraynalıların düzenlediği Onur yürüyüşünde faşist Bandera marşları söylenmektedir.[3] Yıllar önce Ukraynalı sendikacılara düzenlenen saldırıda Femen hareketinin lideri, faşistlere destek sunabilmiştir. Bunlar, sol şahsında örgütlenen yeni ideolojilerin geçmişin SA’ları olduğunu ortaya koyan örneklerdir. Bilindiği gibi, lubunyacılık, çevrecilik ve vegancılık, faşist hareket içerisinde güçlü ideolojik yönelimlerdir. Bu yönelimlerin teorik kaynağı ise öjenizm ve üstinsancı düşüncedir. Sol, bugün bu düşüncenin hamili, efendilerinin hamalıdır.

“Oraya, devletin öldüğü o yere bakın kardeşlerim! Onu, gökkuşağını ve üstinsana uzanan köprüleri görmüyor musunuz?”[4]

İrfan Kaygısız gibi solcular, küreselcilerin, Hatay ve İzmir’de birlikte projeler yürüttüğü ajanların iğvasına kapıldığı için, o gökkuşağının üstinsanın, kendisini üstinsan gören küresel oligarşinin bayrağı olduğunu söylemezler. O gökkuşağıyla sarhoşa dönen solcular, altından geçtiklerinde, hiç ter ve kan dökmeden, altın çağa geçeceklerine inanıyorlar. O Hollandalı askerlerin kimlere hizmet ettiklerini sorgulamıyorlar. Başörtüsünü yasaklayan Kürt asıllı liberal Hollanda milletvekilinin kavalının peşine takılıyorlar.

Belki de kendisini üstinsan gören oligarşi, Niçeci teorideki gökkuşağını bayrak hâline getiriyor. O oligarşinin kaygısız solcuları, oligarşiye hizmetin bedeli olarak, işçiyle, halkla, ezilenle bağlarını kopartmak zorunda kalıyorlar. Belki de o işçi mahallelerindeki işçiler, o nedenle solculardan uzaklaşıyorlar. Çünkü aslında sol, işçilerden uzaklaşıyor. Sol, giderek, yapay zekâ üzerinden “işçi” denilen pislikten kurtulacağı, efendilerin özel nüfusunun parçası olacağı günün hayali kuruyor. Cinsiyet ayrımını, doğa-insan ayrımını, aile türü birliktelikleri oligarşinin eli rahatlasın diye, aşıyor. 

Eskiden “on milyonluk sınıfsız imtiyazsız, seçkin bireylerden oluşan, kaynaşmış kitle”nin güttüğü sol, doksanlarda Sovyet ve Ekim çentiğinin silinmesi ardından, hiç sorun yaşamadan, oligarşinin işaret ettiği “iki yüz milyonluk sınıfsız, seçkin bireylerden oluşan, imtiyazsız kaynaşmış kitle”ye bağlanıyor.[5] Onun emrine giriyor.

Solcular, o kitlenin parçası olabilmek için daha fazla lubunya, daha fazla feminizm, daha fazla vegan, daha fazla çevrecilik diye bağırmak zorunda kalıyorlar. Dünün en işçicileri, otonomcular, o dönemde “dünyayı emperyalizmin altında ezilenlerin değil, onun tepesindeki kişilerin gözüyle anlatan”, “Davos’ta toplaşan paralı efendilerin huzurunu bozmayacak” kitapları bu dönüşüm gereği yazıyorlar.[6]

Sol da sağ da kitleyi “güdülecek koyun” olarak görüyor. Solun dışarıdan yaptığını sağ, içeriden yapıyor: Kitlenin devrimciliği heba ediliyor. Solcular, cumhuriyetin eski versiyonunda olduğu gibi bugün de yoksulu, ezileni ve işçiyi sağa bırakıyorlar.

O nedenle Kaygısız, hem “Bugün işe alımlar var” diyor, hem de “işçilerin işsizliğin arttığı dönemde eyleme başvurmadığını” söylüyor. “Demek ki bugün işçi eylemleri olmalı, peki ama neden yok?” sorusuna ise bir cevap vermiyor. Sendikasının eylemlerden kaçışını, sınıfın direncini kırışını hiç sorgulamıyor. Çünkü maaşlı elemanı olduğu sendikası, TÜSİAD’la birlikte Türkiye Yüzyılı Çalıştayı düzenliyor. Basın hürriyeti anlayışını gazeteciye “bir daha gelme lan!” diyerek ortaya koyan bu sendika, bu tür çıkışları bir yerlere mesaj vermek, bir yerlere işmar etmek için yapıyor. Özel olduğunu, özele kulluk edebileceğini birilerine ispatlamaya çalışıyor.

“Ekoloji meselesi, sendikal alanın daha kolay angaje olabileceği bir gündem aslında” diyen Kaygısız, işçileri oligarşinin, AB kurulları, NATO karargâhları ve Birleşmiş Milletler bürolarında tartıştığı planlara kul köle etmek için uğraşma sözü veriyor. Bayrağı gökkuşağı olan oligarşi, kendi kaygısız solcularını imal edip sahaya sürüyor. Sınıf, derdi ve öfkesiyle, bu kaygısız solcuları başından attığı vakit devrimcileşiyor.

Eren Balkır
30 Haziran 2023

Dipnotlar:
[1] Cemil Aksu, “İrfan Kaygısız: İşçi Sınıfı, Toplumun Genelinden Daha Sağcı”, 26 Haziran 2023, Politika. İngilizce çevirisine, kendisini batıya sunuş biçimine bakılacak olursa, o sendikal örgütlenmenin adı DİSK değil, İSK!

[2] Eren Balkır, “Karakol”, 19 Aralık 2020, İştiraki.

[3] Erkin Öncan, “Babamız Bandera”, 28 Haziran 2023, Twitter.

[4] Friedrich Nietzsche, Thus Spoke Zarathustra, Yayına Hz.: Adrian Del Caro ve Robert Pippin, 2006, s. 36.

[5] Eren Balkır, “Mahşerin Üç Atlısı”, 10 Mart 2021, İştiraki.

[6] Atilio A. Boron, Empire & Imperialism: A Critical Reading of Michael Hardt and Antonio Negri, Zed Books, 2005, s. 23 ve 24. Türkçesi: İştiraki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder