İmkânsız Devrim:
1920-1921’de Anadolu’da Muhalif Akımlar
Bağımsızlık
mücadelesinin başlarında komünizmin Anadolu’da sahip olduğu etkiye dair net bir
değerlendirmede bulunmak güç. Bu konuda diplomatik ilişkilerde yer alan
insanların hazırladığı raporlar ve basın üzerinden bilebildiğimiz tek şey, o
dönemde Anadolu’da Rusya’da yaşanan olayların ve Ekim Devrimi ardındaki
fikirlerin beğeniyle karşılanmış olduğu. Trabzon, Samsun, Rize, Hopa gibi bazı
Karadeniz limanları yanında, Bursa ve Eskişehir gibi iç bölgelerde yer alan
“sanayi” kentlerinin Sovyet Cumhuriyeti’ne ve sunduğu görüşlere özel olarak
destek sunduğu anlaşılıyor.[1]
1920
1 Mayıs’ı, eskiden Pontus olarak adlandırılan bölgedeki kimi sahil kentlerinde
kutlandı. Trabzon’da “alt sınıf”a mensup yüzlerce insan, kortej oluşturup kente
yürüyüş düzenledi. Yürüyüş esnasında Lenin ve Enver Paşa’nın adları haykırıldı,
İngilizlere ve Yunanlılara lanet okundu.[2] Aynı dönemde Bursa’da Millet
Yolu isimli gazete, halka Bolşevizm ilkelerini anlatıyor, köylüleri toprak
ağalarının elindeki mala mülke el koyup ortaklaşa kullanma konusunda harekete
geçirmeye çalışıyordu.[3]
Peki
Anadolu’da Bolşeviklere ve fikirlerine yönelik beğeniye eşlik eden somut bir
komünist varlığından söz edebilir miyiz? Maalesef bu konuyla ilgili elimizde
bulunan veriler, net bir şey söylemiyor. Bolşevik tehlikesini abartma eğiliminde
olan Batı ülkelerine ait elçilikler, her yanda Moskova’nın parasıyla dolaşan
insanlardan başka bir şey görmüyor. 1920 tarihli diplomatik raporlarsa,
Karadeniz’deki tüm limanlarda Sovyet tipi teşkilâtların varlığına işaret
ediyorlar.[4]
Bazı
belgelere göre, komünist propagandistler sadece (1919 yılının sonunda Mustafa
Kemal’in gelişiyle birlikte Anadolu’daki direnişin merkezine hâline gelen)
Ankara’da değil, ayrıca Eskişehir’de, bunun yanında, Bandırma[5], Bayburt ve
Gümüşhane[6] gibi küçük birkaç yerleşim yerinde faaliyet yürütüyorlardı.
Bakû’deki TKP lideri Mustafa Suphi’ye göre, 1920 yılı itibarıyla teşkilâtının
Zonguldak, Trabzon ve Rize’de şubeleri, Doğu Anadolu’da, bilhassa Erzurum ve
Sivas’ta sempatizanları vardı.[7] Peki ama ülke genelinde komünistler kaç
kişilerdi? Bu konuda elimizde sadece ufak kimi ipuçları var.
Bu
dönemde Yeşil Ordu gibi prestijli teşkilâtların elinde çok az militan mevcut.
Bu tür örgütler, tüm unsurlar bir araya getirildiklerinde, toplamda muhtemelen
ancak birkaç yüz kişiden oluşuyorlar.[8]
Yıkıcı
fikirleri yayan insanlar arasında Bolşeviklerin serbest bıraktığı çok sayıda
savaş tutsağı, ayrıca Almanya’daki Spartakist ayaklanmaya tanıklık etmiş olan
Türk işçi ve öğrenciler bulunuyor.[9] Fakat üyelerin büyük bir kısmı, eski
İttihat Terakki Partisi üyelerinden ve farklı eğilimlere mensup aydınlardan
oluşuyor. Sosyalizm veya komünizm konusunda net bir fikre sahip olmayan bu
insanlar, bu doktrinlerin ancak Türkiye’deki antiemperyalist mücadele
bağlamında kullanılabileceğini düşünüyorlar. Birçoğu, Bolşevizmin Anadolu’da
tesis edilmesi fikrini benimsemiyor. Bu insanların iddiasına göre, kendileri
İslam’a ve milli ruha aykırı olan her şeyi kapı dışarı etmiş olan “Türk tipi”
sosyalizme bağlılar ve sadece Müttefik Kuvvetler’i ürkütmekle ilgileniyorlar.
1920 yılı boyunca komünistler, Büyük Güçler’in emperyalist faaliyetlerine mani
olacak bir görüş dâhilinde, Sovyet Cumhuriyeti ile Türkiye’nin liderliğinde bir
Doğu ülkeleri bloğu inşa etme fikrini savunuyorlar.
Dönemin
öne çıkan politik simaları içerisindeki önemli bir kesim için mesele, Mustafa
Kemal’den uzaklaşmak ve onu soldan kuşatmak. Bu sebeple meclis içerisinde grup
oluşturan Halk Zümresi, son tahlilde herhangi bir doktrin etrafında
birleşmemiş, sadece huzursuz olan isimleri bir araya getiren bir birlik. İçinde
Pantürkistler, kendisini sosyalist olarak niteleyen vekiller, ayrıca Mustafa
Kemal’in kişisel iktidarına karşı çıkan milliyetçiler bulunuyor. O dönemde
Anadolu solunu asıl güçlü kılan da esas olarak tüm halkı kuşatacak bir niteliği
haiz olması.
Anadolu’da
faal olan muhtelif “komünist “teşkilâtların tarihi konusunda bugün bile hâlâ
çok az şey biliyoruz. Son yıllarda Türkiye’de ve ABD’de[10] meseleyi ele alan
çalışmalar ve araştırmalar, birçok sorunu gidermekten uzak. Hepsinde, örgütlerin
niteliği ve kronoloji konusunda belirgin bir kafa karışıklığı mevcut. Bunun bir
nedeni de birinci el kaynakların yokluğu. Elimizde sadece birkaç risale, birkaç
gazete kupürü, iki üç çarpıcı açıklamadan başka bir şey yok.[11]
Mesela
bugün Trabzon, Rize veya Bandırma’daki teşkilâtlara dair ne biliyoruz?
Neredeyse hiçbir şey. Onlara sadece laf arasında değinmekle yetiniyoruz.
Elimizdeki kaynakların büyük bir kısmı, bize sadece Ankara ve Eskişehir’de
zirveye ulaşmış olan harekete dair bilgiler veriyor. Dolayısıyla, mecburen biz
de bu makalede bu şehirlerde kurulmuş olan Yeşil Ordu, Halk Zümresi, Türk
Komünist Partisi ve Halkın Komünist Partisi’ne ağırlık vereceğiz.
Yeşil Ordu
Yeşil
Ordu, Büyük Millet Meclisi’nin açılışından kısa bir süre sonra, muhtemelen
Mayıs 1920’de kuruldu.[12] O dönemde birçokları, onun Anadolu direnişini
kurtaracak gerçek bir ordu olduğuna inanıyorlardı. Ekim Devrimi sonrası
İslam’ın rengi olan yeşil, eski Rus İmparatorluğu’nda yaşayan birçok Müslüman
örgüt tarafından sembol olarak tercih edilmişti. Yeşil Ordu milisleri, Enver
Paşa’nın üvey kardeşi Nuri Paşa komutasında Transkafkasya’da savaştılar, Eylül
1918’de Bakû’nün alınmasında rol oynadılar.[13] Söylentiye göre, Bolşeviklerin
silâhlandırıp bir Türk generalinin komutasına verdiği (bu generalin Enver Paşa
olduğu söyleniyordu) bu Müslüman birlikler, kısa bir süre sonra Anadolu’ya
girdiler.[14]
Askerlerinin
moralini yükseltmek isteyen milliyetçi liderler, bu tür söylentileri boşa
düşürecek bir yaklaşım içerisine girmediler. Bilâkis, bu liderler, ilgili
kanaate arka çıktılar. Hatta Mayıs 1920’de Doğu ordusu komutanı Kâzım
Karabekir, Yeşil Ordu adına Erzurumlu kırk kadar gençten oluşan bir süvari
birliğini Ankara’ya gönderdi. Yeşil sancak altında yürüyen bu birliğe ülke
genelinde vatanı kurtaracak güçlerin kısa süre içerisinde geleceği bilgisini
ilân etme görevi verildi.[15]
Gelgelelim,
Ankara Yeşil Ordusu’nun Türkiye’yi kurtarmak geleceği söylenen Müslüman
askerlerle bir alakası yoktu. Bu teşkilât, daha çok Anadolu’da milliyetçi
harekete karşı olan, onun yenilmesini isteyen, “gerici” güçlere karşı
örgütlenmeyi asli hedef belirlemiş, ılımlı çizgideki küçük bir gizli
teşkilâttı.[16] Teşkilâtın kurucularının danıştığı Mustafa Kemal, onları bu
teşkilâtı kurma konusunda teşvik etti ve kuruluş konusunda yeşil ışık
yaktı.[17]
Yeşil
Ordu’nun merkez komitesini Mustafa Kemal’in 1927 tarihli o ünlü Nutuk’unda
“yakın yoldaşlarım” dediği on dört isim meydana getiriyordu.[18] Bu isimler
arasında Maliye Bakanı Hakkı Behiç, Sağlık Bakanı Adnan ve aralarında, burada
özel olarak anmak durumunda olduğumuz Eskişehir milletvekili Eyüp Sabri, Tokat
milletvekili Nâzım, Muğla milletvekili Yunus Nadi ve Bursa milletvekili
Servet’in yer aldığı bir grup milletvekili bulunuyordu.[19] Bu merkez
komitesine ek olarak teşkilât, 1920 yılının yaz başında Eskişehir’de bir şube
meydana getirdi. Bunlara özellikle Bursa gibi şehirlerdeki komitelerin kuruluşu
eşlik etti.[20]
Yukarıda
belirttiğimiz gibi, Yeşil Ordu, İstanbul hükümetinin yürüttüğü milliyetçi
hareket karşıtı propagandayla mücadele etmek için kuruldu.[21] 1920 yılının
başından itibaren bu propaganda, esas olarak dinî argümanlar üzerine inşa
edildi: zira milliyetçi hareket, Bolşeviklerle ilişkileri sebebiyle kâfirlikle
suçlanıyordu. Bu anlamda Yeşil Ordu, kamuoyu nezdinde Bolşeviklerle kurulan
ittifakın İslamî kaidelerle çelişmediğini ispatlama işini üstlendi. Neticede
kurulduğu günden itibaren teşkilât, Bolşevik yanlısı ve Müslüman bir çizgiyi
benimsedi.
O
günlerde Yeşil Ordu’nun genel sekreteri Hakkı Behiç’in sosyalizme meyli
olduğunu bilmeyen yoktu. Tokat milletvekili Nâzım Bey de aynı öğretiden
etkilenmiş bir isimdi. Dolayısıyla, büyük olasılıkla hareketi komünist yola bu
iki isim soktu. Onlara sosyalizmin Kur’an’da mevcut olduğunu söyleyen Bursa
milletvekili Şeyh Servet ve İstanbul’da öğrenci iken Marksist düşünceyle temas
kurmuş olan eski kaymakam Vakkas Ferid yardımcı oldu. Yeşil Ordu’nun diğer
üyeleri, ya eski İttihatçı ya da iyi birer milliyetçiydi. Bunlar, Hakkı Behiç
ve Nâzım Bey ile birlikte hareket ettiler. Talat Paşa’nın dostu, ünlü İttihatçı
Eyüp Sabri gibi isimler daha da ileri giderek, Ağustos 1920’de ülkede
Bolşevizmin acilen benimsenmesi çağrısında bulundular.[22]
Haziran
ayının ortalarında Yeşil Ordu üyeleri, kitlelerini genişletmek adına bir dizi
belge yayımladılar.[23] Teşkilâtın liderleri, bir beyanname, bir talimatname ve
bir de nizamname hazırladılar. Bu belgeler üzerinden insan örgütlemeyi
amaçlayan Yeşil Ordu, resmi planda İslamî sosyalizmden yana duran bir konum alıyordu.
Beyanname, Köylüler, çiftçiler, bağcılar,
bahçeciler, kunduracılar, yemeniciler, duvarcılar, marangozlar, arabacılara,
tüm emekçilere, bürokrasiden, büyük toprak ağalarından ve en genel manada
zenginlerden oluşan sömürücülere karşı ayaklanma çağrısı yapıyordu. Beyanname
devamında, Rusya’da yaşanan olayları örnek olarak aktarıyordu. Eşitliğin ve
kardeşliğin hüküm süreceği “yeni dünya”nın doğuşunu ilân ediyordu. Yaşanan
devrim, sadece yoksulluğu değil, hırsızlığı, yalanları, asalaklığı, rüşveti ve
dolandırıcılığı da ortadan kaldırıyordu.
Aynı
konular Talimatname’de de karşımıza çıkıyor. Ama bu
ikinci belgeye daha çok Asya’nın birliğini savunan ideoloji damgasını vuruyor.
Talimatname’de dile getirildiği biçimiyle, “Yeşil Ordu’nun nihai hedefi, Asya
halklarının samimi bir birliğidir. Asya Asyalılarındır. Bu şiar, Yeşil Ordu’nun
sancağında da yazılıdır.”[24]
Peki
bu Batı emperyalizminin karşısına çıkartılan Pan-Asyacılık, Asya’nın birliği
ideolojisi, Panturancı milliyetçiliğe benziyor mu? Yeşil Ordu’yu teşkil eden
kadrolar dikkate alındığında, bu soru boş bir soru değil.
O
dönem önemli bir olay yaşanıyor ve Komintern’in 1920’de düzenlediği ikinci
kongrede Lenin “Pan-Asyacı hareketleri ve benzeri akımları” mahkûm ediyor,
onların “Türk ve Japon emperyalizminin çıkarlarına hizmet ettiği konusunda
şüphelerin bulunduğunu” söylüyor.[25]
Talimatname’ye
göre Yeşil Ordu, sadece işçilere (kafa ve kol işçilerine) açıktı. Toprak
ağalarına, büyük tüccarlara, tefecilere ve komisyonculara kapılar kapalıydı.
Teşkilâta yeni giren üyeler, ona sadık kalacaklarına ve emirlere itaat
edeceklerine dair yemin ediyorlardı. Üyelerin öğrendikleri sırları ifşa
etmemeleri gerekiyordu. Dönekler ve teşkilât disiplinini ihlal edenler, ölüm
cezasına çarptırılmakla tehdit ediliyorlardı. Her ne kadar şiddetten uzak dursa
da teşkilât manga, takım ve müfrezeler hâlinde, askerî esaslara göre
kurulmuştu. Her bir “savaşçı”nın bir tüfeği, üç yüz mermisi olmak zorundaydı.
Ama bu kâğıt üzerinde böyleydi, bu bahsi edilen proje, hiçbir zaman
gerçekleştirilemedi.
Teşkilâtın
en önemli görevlerinden biri, Bolşevik karşıtı propagandayla mücadeleydi.
Burjuvazinin açgözlülüğü ve hasisliğiyle mücadele eden teşkilât, sadece
sosyalizme bağlanmanın yetmeyeceğini, İslamî kaidelerin de uygulanması
gerektiğini düşünüyordu. Yeşil Ordu üyeleri fitre ve zekât topluyor, bunları
“artık işgücüne sahip olmayanlar”a dağıtıyordu.
Yeşil
Ordu’nun kaleme alıp dağıttığı üçüncü metin olan Nizamname, teşkilâtın sosyalist
tercihlerine dair bir dizi detay sunuyor. Yeşil Ordu, burjuvazinin elinde
bulunan sermayenin birikme sürecine karşı çıkıyor, özel mülkiyetin
kaldırılmasından yana olduğunu ilân ediyordu. Bir yandan da teşkilât halka
kadınların ortak kılınmayacağına dair güvence vermek zorunda kalıyordu.
Yeşil
Ordu, aile hayatına saygılı olduğunu, İslam’ın toplumsal ilkelerinden
ayrılmayacağını her fırsatta ifade etti. Neticede Batılı emperyalistler,
Asya’dan İslam adına kovuluyorlardı. İnsanlığın saadeti teşkilâtın yüce tuttuğu
ülküydü. Teşkilâta göre bu saadet, ancak İslamî kardeşliğin yeşil bayrağı ile
kızıl bayrağın birliği ile mümkündü.
Peki
Yeşil Ordu üyeleri, bu İslamî komünist dili ciddiye alıyorlar mıydı? Bu, Hakkı
Behiç, Nâzım Bey, Vakkas Ferid ve Şeyh Servet gibi bazı isimler için geçerli
bir durumdu. Fakat teşkilâtın ardındaki diğer birçok isim, onlar kadar samimi
değildi. Bunların asli amacı, dinî çevrelerde görülen Bolşevik karşıtı tavra
karşı koymak ve Anadolu’yu Rusya ile yakınlaşma fikrine hazır hâle getirmekti.
Bazı
politik isimlere göre Yeşil Ordu, aynı zamanda Mustafa Kemal’e yönelik “sol”
muhalefeti meydana getirmek için uygulamaya sokulacak planın başlangıç noktası
idi. Yeşil Ordu’nun kurulduğu dönemde Anadolu direnişinin lideri olan Mustafa
Kemal, bu türden manevraları tüm yönleriyle kavrayamıyor, bu düzlemde, Hakkı
Behiç ve yoldaşlarına destek sunuyordu. Mustafa Kemal, çevrilen dümeni ancak Yeşil
Ordu faaliyetlerinin gizli yönünün açığa çıktığı 1920 yılının yaz döneminin
ortalarında fark edebildi.
Mustafa
Kemal’in Yeşil Ordu’dan kopmasının asıl sebebi, muhtemelen Çerkes Ethem’in
teşkilâtın üyesi olmasıydı. Çerkes Ethem, Batı Anadolu’daki Salihli bölgesinde
bulunan büyük gerilla birliklerinin lideriydi. Geçmişte Ethem, Ankara
hükümetine, Anzavur’a bağlı milliyetçi hareket karşıtı çetelerin tasfiye
edilmesi yanında, Düzce ve Balıkesir isyanlarını bastırılması gibi birçok
hizmette bulunmuş bir isimdi.[26]
Haziran
1920’de Mustafa Kemal, Çerkes Ethem’i Yozgat’ta patlak veren Çapanoğlu isyanını
bastırmakla görevlendirdi.[27] Milliyetçilerin Anadolu direnişinin gerçek
kahramanı olarak gördüğü Ethem, zamanla Ankara hükümetini küçük görmeye ve ona
saldırmaya başladı. İlk Yozgat ayaklanmasını (Haziran 1920’nin sonunda)
bastırdıktan sonra, nüfuzu meclis içerisinde giderek artmakta olan Çerkes
Ethem, Mustafa Kemal için tehlike arz eden bir hasım hâline geldi.
Muhtemelen
Haziran sonuna doğru veya Temmuz ayının başında, Ankara’ya gerçekleştirdiği bir
ziyarette[28] Çerkes Ethem Yeşil Ordu’ya katıldı. Ağabeyleri, Saruhan (Manisa)
milletvekili Reşit Bey ve Yüzbaşı Tevfik Bey gibi isimlerin yönettiği gizli
dernek, Kemalist iktidarın temellerini yıkmayı amaç edinmiş, sağlam bir savaş
makinesine dönüştü. Bu tehlikeyle yüzleşen Mustafa Kemal, hemen cevap verdi.
Yeşil Ordu içerisindeki kimi unsurların kendisine karşı komplo kurduğuna ikna
olur olmaz, Hakkı Behiç’le bir araya geldi ve kendisinden bu teşkilâtı
dağıtmasını istemesini söyledi.[29]
Hakkı
Behiç’in itirazlarına rağmen, Ankara’daki merkezî komite üyeleri talimat
karşısında boyun eğdiler. Teşkilâtın faaliyetleri geçici süre askıya alındı. Fakat
kısa süre önce kurulan Eskişehir şubesi kontrolü ele aldı.[30]
Bu
şubenin başında, Sivrihisar’daki bir ortaokulun müdürlüğünü yapan Behram Lütfi
ve gazetecilik yapan Mustafa Nuri bulunuyordu.[31] İçkiye zafiyeti bulunan
Mustafa Nuri, bilhassa sarhoş olduğu anlarda Bolşevizme sempatisini dile
getiren bir isimdi.
İki
adam tarafından kurulan teşkilât, sırtını içerisinde İsmail Hakkı’nın komuta
ettiği “Bolşevik” taburunun da bulunduğu, Ethem’e bağlı askerlere, aynı zamanda
Eskişehir proletaryasının belirli kesimlerine dayıyordu. Kemalist askerî
sanayiinin önemli merkezlerinden biri olan bu şehir, 1920 baharından beri
Başkurt Cumhuriyeti’nin Anadolu’daki temsilcisi Şerif Manatov’un karargâhı
hâline gelmişti.[32]
İngiliz
Dışişleri Bakanlığı’na ait raporlara göre, burada sosyalizm dersleri veren
Manatov, bir yandan da şehrin önde gelen isimlerini içeren küçük bir ekip
meydana getirmişti.[33] Büyük olasılıkla, Bolşeviklere bağlı olarak propaganda
faaliyeti yürüten Manatov’un örgütlediği bu ekibin önemli bir kısmı, aynı
zamanda Eskişehir’deki Yeşil Ordu şubesine de bağlıydı.
Kısa
süre içerisinde Eskişehir, ajitasyon faaliyetlerinin faal bir merkezi hâline
geldi. Çerkes Ethem, bu şehirde Anadolu’daki en modern matbaalardan birini
kurdu. Çok geçmeden Ethem, kendi gazetesini çıkartmaya başladı. Mustafa Nuri
tarafından Ağustos ayının sonlarına doğru çıkartılan ilk yayın organının adı Arkadaş’tı.[34]
13 Eylül günü bu gazetenin yerini Mustafa Nuri ve Arif Oruç tarafından idare
edilen Seyyare-i Yeni Dünya gazetesi aldı. Sosyalist fikirlere meyilli
olan Arif Oruç, gazeteci olarak katıldığı bu süreçte çıkan gazeteye İslamî Bolşevizm
rengini çaldı. Aslında gazete, esas olarak Ethem’in kişisel propagandasına
tahsis edilmiş bir yayındı.[35]
O
dönem için büyük bir rakam olan üç bin civarında satış rakamına ulaşan Seyyare-i
Yeni Dünya’nın yanı sıra Yeşil Ordu’nun Eskişehir şubesi, bir yandan bir
dizi broşür ve bildiri dağıttı. Şeyh Servet’in Asr-ı Saadet’ten Bir Yaprak
isimli kitabı bu şehirde yayımlandı. Niyeti, Yeşil Ordu militanlarına hareketi
destekleyen argümanlar sunmak olan kitabın yayımlanmasındaki amaç, dinsel-teolojik
yönlerini ortaya koymak suretiyle, Bolşevizmin ilkelerinin İslam’ın ilkeleriyle
bir olduğunu ispatlamaktı.[36]
Mustafa
Kemal, bu coşkuya bigâne kalamadı. Çerkes Ethem’deki ve arkadaşlarındaki Bolşevizm
yönelimine mani olmak gibi bir derdi yoktu. Ama bir yandan da yaklaşık üç bin
askeri içeren Ethem’e bağlı düzensiz birliklerin Kemalist iktidara karşı
gelmesi ve onu tehlikeye sokması gibi bir durum söz konusuydu. Ayrıca o dönemde
Ankara Hükümeti’nin gayriresmi yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye’ye nazaran
daha iyi koşullarda basılmakta olan Seyyare-i Yeni Dünya Ethem’in elinde
giderek daha da güçlü bir silâha dönüşüyordu. Mustafa Kemal, henüz Anadolu’nun gözünde
önemli bir yere gelmeyi başaramamıştı (hatta 1920 yılı içerisinde yaşanan
milliyetçi hareket karşıtı isyanlar, bu bölgede daha yapılacak çok şeyin olduğunu
ortaya koyuyordu.) Seyyare-i Yeni Dünya’nın Ethem ve askerlerinden yana
olan propaganda faaliyetinin Mustafa Kemal’in itibarına zarar vermesi
muhtemeldi.
Bu
sebeple, hızla ve kararlılıkla hareket edilmesi gerekiyordu. Eylül ayının
başlarında sorun yaratanların siyasi yasaklı ilân edilmesini ve hapis cezasına
çarptırılmasını öngören kanunlar çıkartıldı.[37] Eylül ayının sonuna doğru Mustafa
Kemal, bir süre önce Ankara’daki faaliyetlerine yeniden başlayan Yeşil Ordu
liderlerini toplayıp teşkilâtı bir an önce dağıtmalarını emretti.[38] 4 Ekim’de
dernekler kanunu değiştirilerek, hükümete devletin güvenliği için tehlike arz
eden teşkilâtları yasaklama hakkını verdi.[39]
Ama
bir yandan da Şerif Manatov üzerinden Yeşil Ordu’ya destek olan Bolşeviklerin
gücendirilmemesi gerekiyordu. Teşkilât, tam da Ankara hükümetinin Sovyet
Cumhuriyeti’yle ilişkilerinin hassas bir aşamaya geçiş yaptığı bir dönemde
kapatıldı. Dolayısıyla bu hamle, Türk-Rus ilişkilerini ve iki ülke arasındaki
yakınlaşma sürecini riske atacak bir gelişmeydi.[40] Ayrıca Yeşil Ordu
içerisindeki Sovyet desteğine güvenen Bolşevik militanların teşkilâtın kapatılmasına
ve faaliyetlerini gizli olarak sürdüreceklerine hiç şüphe yoktu. Bu aşamada
resmi bir komünist partisinin kurulması fikri gündeme geldi. Bu hamle sayesinde
yıkıcı olan tüm unsurlar bir araya getirilecek, ayrıca partinin inşasıyla
Sovyet Rusya’ya iyi niyet gösterisinde bulunulacaktı.
Resmi
Türkiye Komünist Partisi, 18 Ekim 1920’de kuruldu. Başında Hakkı Behiç gibi
eski Yeşil Ordu liderlerinden kimi isimler vardı. Artık vakit Ethem’i ve
Eskişehir’deki destekçilerini etkisizleştirmenin vaktiydi. Yeni teşkilâtın
kurulmasından kısa bir süre sonra Mustafa Kemal, Ethem’le bir araya geldi ve
kibarca kendisinden partiye katılmasını, gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya’nın
merkezini Ankara’ya taşımasını istedi. Tabii bu süreçte matbaa da Ankara’ya
taşınacaktı.[41]
Ethem’in
bu isteğe nasıl cevap verdiğini bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, Kasım ayının
ortalarında Eskişehir’deki matbaanın sökülüp Ankara’ya taşındığı.[42]
Aralarında Arif Oruç’un da bulunduğu, Seyyare-i Yeni Dünya’yı çıkartan
ekibin bir bölümü yeni kurulan resmi TKP’ye katıldı. Görebildiğimiz kadarıyla,
Moskova’yla ilişkili olan kişinin kendisi olması gerektiğine inanan Ethem de
partiye katılmaya karar verdi, bir yandan da yeraltında faal olan kimi
unsurlarla birlikte hükümete karşı kurduğu komplonun gerçekleşmesi için
faaliyetlerine devam etti.
Seyyare-i
Yeni Dünya’nın Ankara’ya taşınması sonrası gazete, Hakkı Behiç’in emrine
verildi. Bir süre gazete, yeni kurulan resmi TKP’nin yayın organı olarak iş
gördü. Cumartesi hariç her gün çıkan (bu anlamda haftada sadece üç basılan Hâkimiyet-i
Milliye gazetesine göre belirgin bir üstünlüğü bulunan) Seyyare-i Yeni
Dünya’nın gazete adının altına “Türkiye’nin Komünist Gazetesi” yazısı
iliştirildi. Birkaç sayısında gazete (ki bugün elimizde 22 Kasım 1920 tarihinden
sonra yayımlanan nüshaları var) Ethem’in askerlerinin kahramanlıklarına
odaklandı. Gazetedeki Bolşevik yanlısı eğilim, Sovyet Rusya ile ilişkili,
politik ve toplumsal durum, savaş bildirileri gibi bir dizi konuyla alakalı haberde
karşılık buldu. Yayın yönetmenlerinin elinden çıkan makalelere yer verildi. Bu makalelerin
altında ya Hakkı Behiç’in ya da Arif Oruç’un imzası bulunuyor, genelde de politik
haberlerle ilgili oluyordu. Neticede bu pek de yıkıcı olmayan gazete, “yoldaş”
Ethem’e sadakatini korudu.
İhtiyatlı
bir tutum içerisinde olan Mustafa Kemal, aşama aşama ilerledi, zira meclis
içerisinde büyük bir muhalefet grubu vardı ve her adımında bu grubu hesaba
katmak zorundaydı. İlk başta Mustafa Kemal, Yeşil Ordu’yu lağv etti. Sonra Ethem’i
resmi TKP’ye bağladı, onun gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya’yı Ankara’ya
taşımasını sağladı. Ethem’in bu hamleyi, Anadolu’nun gözünde kendisini daha da itibarlı
kılacak, olumlu bir gelişme olarak gördüğüne inanmak için elimizde birçok sebep
var. İktidarı elinde bulunduran Mustafa Kemal’in önünde atacağı tek bir adım
kalmıştı, o da hasmını güçlü kılan Kuvvayı Seyyare birliklerini yok etmek.
Kasım
sonuna doğru Mustafa Kemal, Ethem’in askerlerini düzenli orduya katılmaya
zorlamak için bir dizi tedbir aldı.[43] Ethem ve ağabeyleri Saruhan
milletvekili Reşit Bey ve Yüzbaşı Tevfik Bey isyan etmemekten yana tavır
aldılar, ama asla teslim olmayacaklarını söylediler. Ethem’in birçok destekçisinin
bulunduğu mecliste (neredeyse vekillerin dörtte biri ona bağlıydı) iki tarafın
birbirini tehdit ettiği atışmalar, girilen tartışmalar, konuşma süreci Aralık
ayı boyunca devam etti. Ama isyancı birliklerin etrafındaki çember giderek
daralıyordu. Kısa süre sonra Ethem, harekete geçirecek başka bir gücü
olmadığını görünce, Arif Oruç’un yeğeni Nizamettin Nazif üzerinden Eskişehir
bölgesinde “Bolşevik” isyanın fitilini ateşledi.[44] Ayrıca nispeten daha
gerçekçi bir adım dâhilinde Kemalist askerlerin naklini durdurmak adına,
demiryolu işçilerinin greve gitmesini sağladı.[45] Öte yandan, ağabeyi Reşit Bey,
düzenli orduya bağlı subayları ve erleri rüşvetle satın alacak provokatörleri
sahaya sürdü.[46] Ama bu türden tedbirler, hiçbir işe yaramadı. İsmet Paşa’nın
örgütlediği ve yeniden yapılandırdığı Kemalist askerlerin daha güçlü oldukları
görüldü.
26
Aralık günü Mustafa Kemal, ne tür bir bahaneyle olursa olsun, gelişigüzel er
toplanmasına yasak getirildi. Metinde bu yasağı ihlal edenlerin Büyük Millet
Meclisi Hükümeti’nin güvenliğini tehlikeye sokma suçuyla yargılanacağı
söylenmekteydi. Bu bildiri, Seyyare-i Yeni Dünya’nın 29 Aralık tarihli
nüshasında yer aldı. Ertesi gün gazete ismini değiştirdi ve “Seyyare” kelimesi
kaldırıldı. Yeni Dünya, artık Kuvvayı Seyyare’nin yayın organı değildi. O
günden sonra Ethem’in adı hiç anılmadı. Gazetedeki görevlerine devam eden Arif
Oruç ve Hakkı Behiç, “komünist dünya” ile ilgili makalelerin sayısını artırdı.
Her
ne kadar hiç ümit vaat etmeyen bir duruma sürüklenmiş olsa da Ethem, Mustafa
Kemal’in ültimatomuna teslim olmayı reddetti. Son anına kadar halkın kendisine
destek vermek adına ayaklanacağını ümit etti. Muhtemelen bir yandan da Ekim
ayının başında Ankara’ya gelen Bolşevik elçilik heyetinin sürece müdahale
edeceği beklentisi içerisine girdi.[47] Fakat o beklenen halk ayaklanması
gerçekleşmedi, ayrıca Ruslar da isyancılara yardım eli uzatmadılar. Ocak ayının
başlarında her yandan kuşatma altında bulunan Ethem’in askerleri terhis edildi.
Bazı birlikler, düzenli orduya katıldılar. Son muharebeler, 5 Ocak günü Gediz’de
cereyan etti. Yenilgiyi kabul eden Ethem ve ağabeyleri, bazı destekçileriyle
birlikte kaçmayı başardılar ve gidip Yunanistan’a sığındılar. Bu ihanet, neticede
Yunanlılar için sıra dışı ve beklenmedik bir gelişmeydi.
Zafer,
Mustafa Kemal’in olmuştu. Bu aşamada o çok önemsediği adımlarından birini atma
imkânı buldu ve gidip Yeni Dünya matbaasına el koydu. Matbaa, Mustafa
Kemal’e ait olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin emrine verildi. Ocak
ayının sonuna doğru Yeni Dünya yayın faaliyetini durdurdu, makineler
yakındaki bir binaya taşındı. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin yayını da
birkaç gün kesintiye uğradı. Fakat 6 Şubat 1921 günü Ankara Hükümeti’nin gayriresmi
yayın organı yeniden satışa sunuldu. O günden sonra haftada üç gün
yayınlanabildi, üstelik gazete nüshaları elle basılmaktaydı. Artık yeni bir
günlük gazeteyi çıkartmanın vakti gelmişti. Yeni matbaada makineler gayet güzel
işliyorlardı.[48]
Paul Dumont
Meudon,
1977
Kaynak
Dipnotlar:
[1] İngiliz Dışişleri Bakanlığı Arşivleri (aktaran: FO) 371/5171, s. 108-109. Ağustos
1920 tarihli olan bu rapor, Bakû’de çıkan Yeni Dünya gazetesinde Dr. Rumni
imzasıyla yayımlanmış bir makaleyi analiz ediyor. Dr. Rumni’ye göre, komünist
partisi yanlısı teşkilâtlara tüm Karadeniz sahili boyunca, ayrıca Bayburt ve Gümüşhane’de
rastlanmaktaydı. Bursa ve Eskişehir konusunda ise en ilginç veriyi şu yayın
temin ediyor: FO 371/5170, Temmuz 1920, s. 74 sonrası ve FO 371/5178, 12
Ağustos 1920 tarihli rapor, s. 123.
[2]
Trabzon’daki Fransız konsolosu Lépissier’nin 4 Mayıs 1920’de gönderdiği telgraf,
Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivleri (AMAEF), seri E, Levant 1918-1929, Türkiye,
91.
[3]
FO 37I/5I70. s. 96.
[4]
Örneğin Fransız Cumhuriyeti’nin Kafkasya’da görevli yüksek komiseri A.
Chevalley, Quai d'Orsay gazetesinin 17 Aralık 1920 tarihli nüshasında
şunları söylüyor: Batum’dan yola çıkıp Zonguldak (Ereğli yakınları), Samsun,
Ordu, Giresun ve Trabzon’da karşınıza çıkan manzara gösteriyor ki Tiflis’teki Jöntürkler
varlıklarını inkâr etseler de tüm Karadeniz limanlarına Sovyet ruhu erişmiş
durumdadır. Her yerde asıl otoriteye miçolar, taş ustaları, dok işçileri ve gemiciler,
yani bu bölgenin en sert işlerini yapan, en dalgalı hayatı yaşayan kesimleri
sahip.” (AMAEF, seri E, Levant 1918-1929, Türkiye, 95) Chevalley’nin tespitinin
gerçekte bir karşılığı var. Ama bu meslek birlikleri komiserin düşündüğünün
aksine sovyete denk düşmüyor. Bunlar aslında esnaf birlikleri ve gerçekten de
çok güçlüler. Öte yandan, Rusya sahili ile Karadeniz sahili arasında silâh
kaçıranlarda belirli bir Sovyet ruhundan söz etmek mümkün. Trabzon gibi sahil
kentlerinin Birinci Dünya Savaşı süresince Rus ordusunun işgali altında kaldığı
unutulmamalı. 1917’de bu askerlerce kurulan sovyetlerin yerel halk içerisinde
yıkıcı fikirleri yaymış olma ihtimali mevcut. Bu konuyla ilgili olarak bkz.: A.
M. Šamsutdinov, “Oktjabr'skaja revoljucija i nacional'no-osvoboditel'noe
dviženie v Turcii. 1919-1922” [“Ekim Devrimi ve Türkiye’de Ulusal Kurtuluş
Hareketi, 1919-1922”] Velikij Oktjabr’ i národy Vostoka içinde [“Büyük
Ekim ve Doğu Halkları”], yayın yönetmeni A. A. Gruber, Moskova, 1957, s. 385.
Ayrıca bkz.: Ahmed Refik, Kafkas Yolunda (Istanbul, 1919, s. 21) isimli
kitabında, Bolşevik propagandacıların Trabzon’da halka kızıl bayrak dağıttığını
söylüyor.
[5]
FO 371/5178, Mayıs 1920, s. 78. Bandırma teşkilâtı Affan Hikmet tarafından,
muhtemelen 1919 başlarında kuruldu. Affan Hikmet Türkiye Halk İştirakiyyun
Fırkası’na katıldı ve Kilikya İşçi Birliği kurucuları arasında yer aldı. Bu
isim konusunda bkz.: D. Şişmanof, Türkiye'de İşçi ve Sosyalist Hareketi,
Sofya, 1965, s. 84.
[6]
FO 371/5171, s. 109. Bu belgede Bakû’de yayımlanan Yeni Dünya gazetesinin
birinci sayısında çıkmış Dr. Rumni’ye ait makaleden alıntı yapılıyor.
[7]
Bkz.: Mustafa Suphi, “Faaliyetin Dört Cephesi”, Suphi’nin kaleminden çıkmış
metinleri bir araya toplamış olan Türkiye’nin Mazlum Amele ve Rençberlerine
isimli çalışma, İstanbul, 1976, s. 35-36.
[8]
Elimizde net bir sayı yok. Ama gene de TKP’nin 10 Eylül 1920’de Bakû’de düzenlediği
birinci kongrenin 45 delegeyi bir araya getirdiğini, bunların 13’ünün Türkiye’den
geldiğini biliyoruz. Bu 13 kişi 41 partili tarafından yetkilendirilmişti.
Konuyla ilgili olarak bkz.: İbrahim Topçuoğlu, Neden 2 Sosyalist Partisi,
1946. TKP Kuruluşu ve Mücadelesinin Tarihi. 1914-1960, İstanbul, 1976, I, s.
74. Tabii bu noktada Yeşil Ordu militanları ve Ankara’da kurulan resmi TKP’nin
üyeleri de hesaba katılmalı. Yeşil Ordu’nun gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya’nın 3.000
basıldığı biliniyor. Ama bu, okurlarının tümünün Yeşil Ordu üyesi olduğu
anlamına gelmiyor. İleride de göreceğimiz üzere, gerçekte bu gazete, halk
kitlelerine hitap eden, Bolşevikleri ikna etmekle pek ilgilenmeyen, tuhaf bir
yayın. Burada ayrıca Ocak 1921’deki büyük antikomünist tasfiye işlemi dâhilinde
öldürülen insan sayısının 15 olduğunu belirtelim.
[9]
Eylül 1920’de Mustafa Suphi Bakû’de bir araya gelmiş olan yoldaşlarına gerekli
şekilde bilinçlendirilmiş olan 349 eski savaş tutsağının Türkiye’ye geri
döndüğünü söylüyor. Bkz.: M. Suphi, a.g.e., s. 41. Spartakistler
konusunda özellikle bkz.: G. S. Harris, The Origins of Communism in Turkey,
Stanford, 1967, s. 36.
[10]
G. S. Harris (a.g.e.) ciddiyetle kaleme alınmış ve iyi araştırılmış genel
bir görüş sunuyor. Rus tarafıyla ilgili olarak bizim esas olarak şu isimlerden
yararlanmamız gerekiyor: A. D. Noviçev, S. I. Kuznecova, R. P. Kornenko ve A.
M. Samsutdinov. Türkçe kaynakça son on yıldır sürekli zenginleştirildi. En ilginç
araştırmalar şunlar: Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar. 1908-1925,
Ankara, 2. Baskı, 1967; Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler,
Ankara, 1967; A. Cerrahoğlu, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, İstanbul,
1975.
[11]
En ilginç kaynaklar arasında ilk sırada, Mayıs 1921’de Ankara’da görülen Yeşil
Ordu liderlerinin yargılandığı davanın oturumlarından bahsetmek gerekiyor. 1962’de
tarih dergisi Yakın Tarihimiz’de yayımlanan bu metinler, 1920’de Ankara’da
kurulmuş olan muhtelif sol örgütlerin yapıları ve hedefleri konusuna ışık
tutuyor. Elimizde ayrıca Seyyare-i Yeni Dünya ile Emek gazetelerinin birkaç
sayısı var. Emek, Halk Komünist Partisi’nin yayın organıydı. Elimizde az bir
kısmı bulunan bu materyallerin yanında Hâkimiyet-i Milliye ile Anadolu’da Yeni
Gün gazetelerinin de önemli bir kaynak olduğunu söylemek gerekiyor. Hâkimiyet-i
Milliye, Ankara Hükümeti’nin gayriresmi yayın organıydı. Türk gazeteciliğinin en
önemli isimlerinden biri olan Yunus Nadi’nin çıkarttığı Anadolu’da Yeni Gün ise
bir süre Halk Zümresi’nin, meclisteki sol grubun sözcüsü olarak iş gördü.
[12]
Bu tarihi şu çalışma veriyor: Gotthard Jaschke, “Kommunismus und Islam im
turkischen Befreiungskriege”, Die Welt des Islams, Sayı 20, 1938, s.
112. Türkçesi: İştiraki.
[13]
Nuri Paşa’nın Transkafkasya’da oynadığı rol konusunda bkz.: Yusuf Hikmet Bayur,
Türk İnkilâbı Tarihi, Ankara, 1967, III (4), s. 209 ve sonrası; W.E.D.
Allen ve P. Muratoff, Caucasian Battlefields, Cambridge, 1953, s.
478-480.
[14]
28 Ocak 1920 gibi erken bir tarihte İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen
bir raporda adı “Yeşil Ordu” olan bir gönüllü ordusunun Dağıstan’da
kurulduğundan bahsediliyor. Nuri Paşa ve Enver Paşa bu girişimin ardındaki
isimler (FO 371/5165, s. 102). Oysa bildiğimiz kadarıyla bu dönemde Enver Almanya’da.
[15]
Bu konuyla ilgili olarak Kâzım Karabekir’in hatıratına bakılabilir: İstiklâl
Harbimiz, 2. Baskı İstanbul, 1969, s. 683. Bahsi edilen “Yeşil Ordu”
Ağustos başına kadar Ankara’ya ulaşmadı. Şehre gelişi Hâkimiyet-i Milliye
gazetesinin 2 Ağustos 1920 tarihli nüshasında duyuruluyor.
[16]
Bolşeviklerin Tealiyi İslam Cemiyeti etrafında toplanmış din adamlarına yönelik
saldırıları 1920 yılının başında başladı. Burada şu çalışmaya atıfta
bulunuluyor: Mete Tunçay , a.g.e., s. 77.
[17]
Mustafa Kemal, Discours du Ghazi Moustafa Kemal Président de
la République
turque. Ekim 1927, Leipzig, 1929, s. 375-376. Bu hikâye, Yeşil Ordu’nun
kökenleri ile ilgili bir detayı içeriyor. Fakat Mustafa Kemal burada sadece
olayların resmi yüzünü aktarıyor.
[18]
A.g.e.
[19]
Yeşil Ordu merkez komitesinin diğer üyeleri şunlardı: Hüsrev Sami (Eskişehir
milletvekili), İbrahim Süreyya (Eskişehir), Reşit (Saruhan), Sırrı (İzmit),
Mustafa (Dersim), Hamdi Namık (İzmit ), Muhittin Baha (Bursa). Komitede ayrıca
muhtemelen ileride cumhurbaşkanı olacak olan Mahmut Celal Bayar da bulunuyor. M.
Tunçay, a.g.e., s. 77.
[20]
Bunu Mayıs 1921’de gerçekleşen Yeşil Ordu davası esnasında Tokat milletvekili Nâzım
Bey’in açıklamalarından öğreniyoruz. Bu ifadeler bir dizi çalışmanın içerisinde
yer aldı: Örneğin: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 156-157.
[21]
Mustafa Kemal, Yeşil Ordu’nun kuruluşunu şu şekilde izah ediyor: Bu sebeple
Osmanlı ordusunun bakayası denilebilecek olan o tarihlerdeki yorgun ve bezgin
ve yeni inkılap mefkûresine göre yetiştirilmemiş kıtalar ile inkılabı başarmak
hususundaki müşkülat, hissedilir bir derecede idi. Orduyu yeni zihniyete göre
şuurlu bir hale getirmenin, o günlerin şartları içinde pek müşkül olacağı
zehabı vardı. Dolayısıyla talep olunan vasıflara sahip, şuurlu kimselerden
güzide ve inkılap için güvenilir teşkilat yapmak fikri bazı zevatta hâkim
olmaya başladı.” [Discours du Ghazi Moustafa Kemal, a.g.e.] Bu
metinden de anlaşılacağı üzere ilk başta Yeşil Ordu kendisini Kemalist devrimin
öncüsü olarak takdim etmişti.
[22]
19 Ağustos 1920 tarihli gizli istihbarat servisi raporu, FO 371/5171, s. 49.
[23]
Tarihi, Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanan Baytar Salih’in açıklamasından
öğreniyoruz. Bkz.: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 175. Yeşil Ordu’nun
hazırladığı Beyanname, Talimatname ve Nizamname bir dizi çalışmada yer aldı.
Örneğin bkz.: F. Kandemir, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi, İstanbul,
s.d., s. 148-151, 155-157; “Yeşil Ordu Cemiyeti”, Yakın Tarihimiz, Sayı 3,
1962, s. 71; Sayı 4, 1962, s. 104; Sayı 8, 1962, s. 234-235; F. Tevetoğlu, a.g.e.,
s. 148-153.
[24]
Talimatname’nin ikinci maddesi için bkz.: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 149.
[25]
Lenin’in millet ve sömürge meselesine dair tezleri, aktaran: H. Carrère
d'Encausse ve S. Schram, Le marxisme et l'Asie. 1853-1964, 2. Baskı,
Paris, 1970, s. 202. Japon milliyetçiliği konusunda bkz.:. Prof. Delmer Brown, Nationalism
in Japan, Berkeley, 1955.
[26]
Kemalist devrimin tarihini ele alan çalışmalar, Ankara Hükümeti’ne yönelik
direniş hareketleri konusunda genelde ketum bir tutum takınıyorlar. Türkçede
yayınlanmış ve konuyu en net biçimde aktaran bir çalışma için bkz.: General K.
Esengin, Milli Mücadelede Hıyanet Yarışı, Ankara, 1969. Anzavur ayaklanması,
Nisan 1920’de Ethem tarafından bastırıldı. Düzce ve Balıkesir ayaklanmaları ise
Mayıs sonuna dek devam etti.
[27]
Çapanoğlu, Yozgat vilayetinin eski bir ağalarından biriydi. Adamları Mayıs 1920
ortalarında harekete geçtiler. Şehirde sükunet ancak yılın sonunda
sağlanabildi.
[28]
Discours du Ghazi Moustafa Kemal, a.g.e., s. 376. Ethem, 20 Haziran 1920
günü Ankara’dan ayrıldı. Şehre 12 Temmuz 1920’de yeniden ayak bastı. Bkz.: K.
Esengin, a.g.e., s. 142-146.
[29]
Discours du Ghazi Moustafa Kemal, a.g.e., s. 378. Ayrıca Yeşil Ordu
davası tutanaklarına, bilhassa Yunus Nadi’nin tanıklığına bakınız (F. Tevetoğlu,
a.g.e., s. 162).
[30]
Eskişehir şubesinin, Haziran 1920’de kurulduğunu anlıyoruz. En azından Ankara
İstiklâl Mahkemesi’nde Vakkas Ferid’in ifadesinden bunu anlıyoruz. Dava
süresince Vakkas Ferid Eskişehirli militanların Ramazan tatilleri (29 Haziran 1920)
süresince temas kurduklarını söylüyor. Bkz.: F. Tevetoğlu, a.g.e., s.
173.
[31]
Yeşil Ordu davası tutanakları. Özellikle Nâzım Bey’in açıklamalarına bakılabilir.
Aktaran: A.g.e., s. 157.
[32]
Manatov konusunda bkz.: A.g.e., s. 162.
[33]
FO 371/5170. Temmuz 1920, s. 75.
[34]
G.S. Harris, a.g.e., s. 78; A. D. Noviçev, Kresťjanstvo Turcii v nove
j šee vremja [“Modern Çağda Türk Köylüsü”], Moskova, 1959, s. 35.
[35]
Ankara’daki Milli Kütüphane’de Seyyare-i Yeni Dünya’nın sadece bir sayısı var (11
Ekim 1920’de Eskişehir’de basılmış olan 32. sayısı). Bu sayıda da sosyalizme
veya komünizme dair herhangi bir ize rastlanmıyor.
[36]
FO 371/5178, 12 Ağustos 1920 tarihli rapor, s. 127.
[37]
G. S. Harris, a.g.e., s. 80.
[38]
Nâzım Bey’in İstiklâl Mahkemesi’ndeki ifadesi (F. Tevetoğlu, a.g.e., s.
158).
[39]
G.S. Harris, a.g.e.
[40]
Sovyet Cumhuriyeti ve Ankara Hükümeti Transkafkasya bölgesindeki toprakların nasıl
taksim edileceği konusunda bir anlaşmaya varamıyorlar. Eylül 1920’nin
sonlarında Kâzım Karabekir’e bağlı askerler, Ermenistan’a saldırıyorlar. Olayların
seyri itibarıyla, Türk-Sovyet çatışmasının yaşanma ihtimali artıyor.
[41]
Çerkes Ethem’in Hatıraları, İstanbul, 1962, s. 108-109.
[42]
A. E. Güran, Ankara’da basılmış Seyyare-i Yeni Dünya gazetesinin birkaç
sayısını bulup yayımladı. Bkz.: Kuvvay-i Seyyare'den Kuvvay-i Milliye'ye
Yeni Dünya, İstanbul, 1976. Yeni Dünya konusunda ayrıca bkz.: Ö . S.
Coşar, Milli Mücadele Basını, İstanbul, s.d., s. 127-129.
[43]
Olaylara dair detaylı bir değerlendirmeyi Nutuk’ta bulmak mümkün: a.g.e.,
s. 408-435.
[44]
F. Kandemir, a.g.e., s. 181; G. S. Harris, a.g.e., s. 87.
[45]
A.g.e.
[46]
Discours du Ghazi Moustafa Kemal, a.g.e., s. 425.
[47]
başkanlığını Upmal-Angarski’nin yaptığı heyet Ankara’ya 4 Ekim’de geldi. Bkz.: G.
Jaeshke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Ankara, 1970, I, s. 123.
[48] Ö. S. Coşar, a.g.e., s. 129-130.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder