Yukarıda
da ifade ettiğimiz biçimiyle, Mustafa Kemal, 1920 yılının Temmuz ayının
ortalarında Yeşil Ordu liderlerinden faaliyetlerini askıya almalarını istedi.
Tam da bu talimattan sonra Büyük Meclis içerisinde, sonrasında “Halk Zümresi”
adını alacak olan Halk Fırkası teşkil edildi. Böylelikle Yeşil Ordu, meclis içi
muhalefet dâhilinde saklanacak ve kendisini meydana getirecek imkânı buldu.
Teşkilât içerisindeki belirli unsurlar, bu dışarıdan dayatılmış legalleşme
adımına karşı çıkıp, Eskişehir’e çekildiler. Burada ilgili unsurlar, Çerkes
Ethem ve gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya gazetesi etrafında toplaştılar.
Ağustos
ayının başlarında gayriresmi parlamento grubu olarak Halk Partisi, seksen ilâ
yüz civarında vekile sahipti. Bu rakam, o dönemde mecliste bulunan toplam
vekillerin dörtte birini aşmaktaydı.[1] Ayrıca Mustafa Kemal’in destekçilerinden
ayrı duran bu grup, Büyük Meclis içerisinde en büyük grubu meydana
getirmişti.[2] Halk Partisi, esas olarak gizliden gizliye Enver ve Talat
paşalara sadık olan eski İttihatçılardan ve Mustafa Kemal’in orta yolcu
seçeneklerine karşı çıkan radikal unsurlardan oluşuyordu. Gruba iki ay önce
Yeşil Ordu’nun kuruluşunda yer almış olan Eyüp Sabri, Dr. Adnan, Şeyh Servet,
Yunus Nadi, Hakkı Behiç, Nâzım Bey gibi isimler liderlik ediyordu.
Kuruluşundan
itibaren Halk Fırkası, kendisini Yeşil Ordu’nun devamcısı olarak takdim etti.
Ağustos ayı boyunca Eyüp Sabri grubun matbu hâldeki programını Gizli İstihbarat
Servisi’ne çalışan bir muhbire verdi. Bu program, esasen Yeşil Ordu programının
birkaç yeri tashih edilmiş hâliydi. Eskişehir milletvekili, bu tashih işlemi
dâhilinde “Yeşil Ordu” ibaresini “Halk Partisi” ile değiştirmişti.[3]
Halk
Partisi de öğreti düzeyinde tıpkı Yeşil Ordu gibi Bolşevizmden, İslam’dan ve
Panasyacılıktan mürekkep bir politik hattı takip ediyordu. Eyüp Sabri, hatta
bir seferinde Bolşevizmin tüm sonuçlarıyla birlikte benimsenmesi gerektiğini
söylemişti.[4] Dönemin koşulları dâhilinde Bolşevizme yönelik sempati içeren bu
türden ifadelerle karşılaşmak, kimseyi şaşırtmamalı.
İstanbul
hükümeti Sevr Anlaşması’nı yeni imzalamış, millet yıkım süreciyle yüzleşmişti.
Birçokları o dönemde emperyalist güçlere karşı gerçekleştirilen büyük bir halk
ayaklanması anlamında Bolşevizme yüzlerin çevrilmesinin yegâne çıkış yolu
olduğuna inanıyordu. Feslerine kızıl kokartlar iliştirip sokaklarda dolaşmanın
moda hâlini aldığı bu dönemde halktaki ilgi Büyük Meclis’te de karşılık buldu
ve vekiller, Sovyet Cumhuriyeti ile ittifak çağrısında bulundular.
Halk
Zümresi’nin önemli liderlerinden olan Şeyh Servet, milletvekillerini Doğu’da
yeni bir hayatın doğduğu, Batı dünyasına karşı yürütülen cihat için
Bolşeviklerle birleşmeleri gerektiği konusunda ikna etmekte pek sıkıntı
yaşamıyordu. Bolşevik öğretinin detaylarına dahi girmeden Şeyh Servet, vekil
arkadaşlarına İslam’ın iki temel ilkesini, zekâtı ve cömertliği anımsatıyor, bu
iki ilkenin Bolşevizmde bulunabileceğini söylüyordu. Tıpkı Kureyş kabilesinin
en zengini olan Ebubekir’in tüm servetini ümmete teslim etmesinde olduğu gibi
Bolşevikler de sadece insanlığın en dezavantajlı sınıflarını yoksulluktan
kurtarmayı dert edinmiş insanlardı.[5]
Halk
Zümresi’nin yayın organı Anadolu’da Yeni Gün gazetesi de diğer sol
yayınlarla benzer konular üzerinde duruyordu. İlk başta İstanbul’da çıkartılan,
başında İzmir milletvekili Yunus Nadi’nin bulunduğu gazete, 10 Ağustos 1920’de
Ankara’da yayın hayatına başladı.[6] İlk sayısından itibaren belirli çizgiyi
takip etti. Dünya devriminden yana duran yığınla makalenin yazarı Yunus Nadi,
sürekli Asyalı Türklere ve Müslümanlara Bolşevizm bayrağı altında birleşme çağrısı
yapıyordu.[7] 16 Ağustos’tan itibaren Yeni Gün gazetesinde Bolşevik
sefiri, Bolşevizmin tarihini yazmaya başladı. Aynı dönemde muğlâk ifadelerle de
olsa Yunus Nadi Anadolu’da bir “halk hükümeti”nin kurulması gerektiğini
söylemekteydi. Bu hükümet, “toplumsal devrim”i geliştirecek, ama bir yandan da
milletin özgül yanlarını hesaba katacaktı.
Halk
Zümresi, meclis içerisinde Mustafa Kemal’in karşısında duran bir muhalefet
grubu olarak teşkil edilmişti. Üyelerinin amacı, meclis başkanlığı konusunda
eldeki politik seçenekleri çoğaltmak, bir yandan da Mustafa Kemal’in
diktatörlük dürtülerini dizginlemekti. Halk Zümresi ile Mustafa Kemal arasındaki
ilk ciddi kapışma, Eylül başında yapılan içişleri bakanlığı seçiminde
gerçekleşti.[8]
Önceki
bakan Hakkı Behiç, Halk Zümresi’nin önemli liderlerinden birisiydi. Behiç, meclisin
güvenini kazanamadığı için Ağustos ortasında istifa etmek zorunda kaldı. Halk
Zümresi, ülke genelinde yürütülen tüm politik faaliyetlerin denetlenmesi gibi
önemli işlevlere sahip olan bu bakanlığın elinden kayıp gitmesini istemiyordu. Bu
nedenle Hakkı Behiç’in yerine bir başka önemli lideri Nâzım Bey’i aday
gösterdi. Mecliste yapılan seçimde 19 Mayıs 1919’da Samsun’a Mustafa Kemal ile
birlikte inen subaylardan olan Refet Bey yenildi. 4 Eylül 1920’de Nâzım Bey’i içişleri
bakanı seçtirmek suretiyle Halk Zümresi gücünü ispatlamış oldu.
Mustafa
Kemal, bu durumdan hiç hoşlanmadı. Kendisine en sert şekilde muhalefet eden bir
ismin içişleri bakanı olmasını kabullenemeyen Mustafa Kemal, Nâzım Bey’in
adaylığına onay vermedi. Mecliste yapılan gizli bir oturumda Nâzım Bey’in “şüpheli”
bir karakter olduğu, “yabancı güçlerin çıkarları” adına casusluk yaptığı
üzerinde duruldu, bu sebeple onun ülkenin tüm idari mekanizmasının başına
getirilmesinin mümkün olamayacağı söylendi.[9] O dönemde Ankara’da olan Çerkes
Ethem’den yeni bakanın istifasını alması istendi. Kuvvayı Seyyare’nin lideri,
biraz da gönülsüzce gidip Nâzım Bey’e “tebriklerini iletmeyi” kabul etti.[10] 6
Eylül günü bakan, sağlığını bahane ederek istifa etti.
Aynı
dönemde Mustafa Kemal ile Halk Zümresi arasındaki kavga, zamanla anayasa ile
ilgili olarak yürütülen teorik tartışmayla başka bir boyuta taşındı. 1908 Jöntürk
Devrimi sonrası yeniden biçimlendirilmiş olan 1876 Anayasası, 1920 yılının politik
gerçekleriyle örtüşmemekteydi. Revize edilmesinin şart olduğu açıktı. Ayrıca
İstanbul’un iktidarına isyan eden Büyük Millet Meclisi’nin yürütmesindeki
isimler, kendi ayakları üzerinde duran, kendi ideolojik temellerine sahip,
idari yapıları olan, hukuki yapıya kavuşmuş bir hükümetin varlığını ilân etme
ihtiyacı duyuyorlardı.
Anayasa
tartışması, Mayıs 1920’de birkaç kanun tasarısı üzerinden başladı.[11] Eylül
başına doğru yeni kanun tasarıları ve öneriler gündeme geldi. Tartışmanın itici
gücü, onun yönünü tayin eden, ta başından beri Halk Zümresi’ydi. 8 Eylül günü
grubun liderleri daha da ileri giderek, Yunus Nadi’nin çıkarttığı Anadolu’da
Yeni Gün gazetesinde önerdikleri tüm reformları içeren programı yayımladılar,
böylelikle, gelecekte Anadolu’da tesis edilecek devletin niteliğinin ne olacağı
sorusuna net bir cevap vermiş oldular.
Eski
anayasanın dayandığı önemli temellerden olan padişahın yetkisinin karşısına bu
yeni program[12] halkın egemenliği ilkesi ile çıktı. “İnsanlığın asli
senatörleri” olarak görülen kafa ve kol işçileri, iktidarın gerçek sahipleri
olarak takdim ediliyorlardı. Metni hazırlayanlar, ayrıca “İslam’ın kutsal
kaideleri”nin rehberliğinde hareket edildiği iddiasında idiler. Bu anlamda Batı’nın
kötülükleri ve zulmüne karşı verilen mücadele, Hakkın yolunda yürümekle
mümkündü.
Halk
Zümresi’ne göre, ülkede yeni kurulacak toplumsal yapı, yüzyılın
gerekliliklerini dikkate almalı ve kardeşlik ülküsü üzerine inşa edilmeliydi. Süreç
içerisinde Halk Zümresi, yabancı kapitalistlere bahşedilen tekel olma
imkânlarını ve imtiyazları mahkûm etti ve bunları ortadan kaldıracağını
söyledi. İktidarın farklı kısımlarının nasıl teşkil edileceği konusunda bir
dizi anayasa maddesi kaleme alındı. Ülke idaresi konusunda program, kamusal
hayatın tüm düzeylerinde demokratik meclisler üzerine kurulu, kapsamlı bir sistemi
savunmaktaydı. Bu noktada toplumsal reformlara öncelikli bir yer ayrıldı. Halk
Zümresi, başka şeylerin yanında, alkolizmle ve suçla mücadele edilmesi, eğitimin
ücretsiz ve zorunlu olması, toprağın ihtiyaç sahibi köylülere dağıtılması,
vergi muafiyeti gibi politikalardan yana tutum sergilemekteydi.
Yirmi
sekiz maddeden oluşan metnin, meclisin onayına sunulmak için kaleme alındığı
belliydi. Ancak Mustafa Kemal, bu türden “devrimci” seçenekler konusunda halkın
huzurunda yürütülecek bir tartışmanın milliyetçi hareketi Anadolu’nun gözünde
itibarsızlaştıracağını düşünüyordu. Ona göre, Halk Zümresi’nin liderleri ne
pahasına olursa olsun bu adımı atma konusunda ısrarcı olmamalı, bu konuda
onlara mani olunmalıydı. Ama gene de mevcut duruma uyumlu hareket edilmesi
gerekmekteydi. Bu anlamda hükümet, meclisin sol kanadından kopmamak zorundaydı.
Üstelik bu sol kanat, son içişleri bakanı seçiminde hükümetin adayından daha
fazla oy almıştı.
Mustafa
Kemal, sürece ustalıkla müdahale etti. 18 Eylül 1920 günü, Halk Zümresi’nin
programının tartışma için milletvekillerine teslim edilmesinden önce, meclise
kendi programını sundu. Bu metin[13] Halk Zümresi’nin hazırladığı tasarıdaki
birçok fikri içermekte, ama bu fikirleri nispeten daha az kışkırtıcı olan bir
dille aktarmaktaydı. Örneğin “Sovyet” sözcüğüne atıfta bulunan “Şura” yerine yıkıcı
bir içeriği bulunmayan “Meclis” kelimesi kullanılmaktaydı. Aynı şekilde, halkın
egemenliği anlayışının yerini nispeten daha soyut olan ve ancak dönemin politik
dili içerisinde anlam kazanabilen milletin egemenliği anlayışı alıyordu. Ayrıca
Halk Zümresi programı, Osmanlı padişahı denilen sorununu ortadan kaldırmayı
öngörürken, Mustafa Kemal’in programı, meclisin ana hedefinin Müttefik
Kuvvetler’in “tutsağı” olduğu düşünülen Sultan’ın-Halife’nin serbest kalmasını
sağlamak olduğunu, bu hedefe ulaşıldığı vakit, kutsal kabul edilen sultanlık ve
hilafet kurumunun anayasa çerçevesinde muhafaza edileceğini söylüyordu.
Halk
Zümresi üyeleri, uzlaşmak zorunda kaldılar. Kendi fikirlerinden ilhamla
hazırlanmış bir programa karşı çıkmaları için ortada hiçbir sebep yoktu.
Mustafa Kemal’in dayattığı biçim ve terminoloji, uzlaşmazlık zeminini tümüyle
ortadan kaldırıyordu. Sultan ve Halife ile ilgili maddeler de tartışmaya gerek
görüldü. Neticede grubun birçok üyesi hâlen daha padişahlığa bağlı isimlerdi.
Mustafa Kemal’in hazırladığı taslak, böylelikle onaylandı ve anayasanın nihai hâlini
hazırlayacak olan komisyona iletildi.[14] Halk Zümresi, Nâzım Bey’i içişleri
bakanı seçtiremediği seçimden birkaç gün sonra girdiği ikinci savaştan da
yenilgiyle çıktı.
Ardı
ardına alınan bu yenilgiler, grubun liderlerini daha ihtiyatlı olmaya sevk
etti. Nâzım Bey, Şeyh Servet gibi isimler muhalif bir çizgiyi tercih ederlerken,
Hakkı Behiç ve Yunus Nadi uzlaşmaya veya en azından konumlarını az da olsa
değiştirmeye karar verdiler.
Örneğin
Yunus Nadi, eskiden Sovyet yanlısı bir tutum içerisindeyken, artık ülkenin
toplumsal gerçeklerini temel alan bir “Türk sosyalizmi” fikrini savunmaktaydı.
Eylül ayının sonlarında Yunus Nadi, Anadolu’da Yeni Gün gazetesindeki
köşesinde Seyyare-i Yeni Dünya ile sert bir polemiğe girdi ve bu gazetenin
Bolşevizmi kayıtsız şartsız kabul edişini ağır bir dille eleştirdi. Arif Oruç’un
çıkarttığı Yeni Dünya ise cevabında, Anadolu’da Yeni Gün gazetesinin
Komintern’in ilânı ile ilgili metni sansürlemekle suçladı. “Üçüncü
Enternasyonal ve Biz” başlıklı makalesinde[15] Yunus Nadi, gazetesinin
Komintern’in yayın organı olmadığını, amacının sadece Türk halkına hizmet etmek
olduğunu söyledi. Yazıda Eskişehir’deki “genç yoldaşlar” dünya devrimi oyunu “oynamak”la,
boş sözlerle oyalanmakla suçlanmaktaydı. Yunus Nadi’ye göre Bolşevizm, ancak
Rusya bağlamında ele alınıp anlaşılabilecek bir şeydi. Türkler, taklitlerden
sakınmak zorundaydı. Ayrıca devrimci Rusya’nın ortaya koyduğu tecrübe, bir
milletin kaderini bir gecede değiştirmeye çalışmanın hayalcilik olduğunu ortaya
koymaktaydı. Ruslar ve Türkler kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele
veriyorlardı, ama Türkiye’nin çaresini sadece kendisinin bulacağı kendi özel
sorunları vardı.
Ekim
ayının başlarında Anadolu’da Yeni Gün gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya’ya
yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. Gazete, Yeni Dünya’yı “paçavra”,
yayın yönetmeni Arif Oruç’u ise düzenbaz olarak nitelendiriyordu.[16] Bu saldırılar,
esasen önemli bir dönemde gerçekleştirilmekteydi: ilgili dönemde Halk Zümresi,
Bolşevizmden kurtulma konusunda gerekli kıvama getirilmişti. Bu saldırılarda
Bolşevizm karşıtı herhangi bir ifadeye yer verilmiyor, bu konuda kapalı bir dil
kullanılıyordu. Muarızlarıyla girdiği uzun münakaşada Anadolu’da Yeni Gün,
Yunus Nadi ve arkadaşları, daha çok hareketlerinin Türk oluşuna vurgu yapıyor,
böylelikle kendilerinin Sovyet Cumhuriyeti’nden tümüyle bağımsız olduklarını ifade
ediyorlardı.
Ama
gene de bu “Türk sosyalizmi”nin ne olduğu sorusuna net bir cevap verilmiyordu. Bu
görevi sonrasında Ali İhsan Bey isimli, İstanbul’daki mecliste yer almış eski
bir İttihatçı milletvekili üstlendi. Ali İhsan Bey görüşlerini 12 Ekim günü Anadolu’da
Yeni Gün gazetesinde aktarma imkânı buldu.[17] Gazete okurlarına “Türk Karl
Marx” olarak takdim edilen Ali İhsan Bey, esas olarak Türk toplumundaki
yapıların Batı toplumundaki yapılarla kıyaslanamayacağını, kapitalist
ülkelerdeki toplumsal sınıfların Türkiye’de bulunmadığını söylüyordu. Tarihsel süreç
içerisinde Türk halkı, hem Osmanlı bürokrasisi ve askerî kadroların hem de Batılı
büyük güçlerin öncülük ettiği kapitalizmin ve emperyalizmin sömürüsüne maruz kalmıştı.
Birbirini besleyen bu çifte sömürüye karşı mücadele edilmesi gerekmekteydi. Ali
İhsan Bey’e göre “egemen sınıf”ı, yani bürokrasiyi ortadan kaldırmak için iktidar,
doğrudan işçilere teslim edilmeliydi. Ülkenin iç meseleleri konusunda sorumluluk
alacak, görev üstlenecek bir işçi sınıfının olmadığı koşullarda, işkolu esasına
dayanan temsilî bir sistem inşa edilmeliydi. Mesleklere göre inşa edilmiş
politik ve toplumsal hayata ılımlı bir reformizm eşlik etmeli, özel sektörde
sermaye birikimine izin verilmeliydi. Ali İhsan Bey’e göre, üretim
kooperatifleri yoluyla kaynaklar millileştirilmeli ve toplumsallaştırılmalıydı.
Anadolu’da
Yeni Gün gazetesinin “komünist” olarak tanımladığı bu program, dönemin
kimi siyasetçilerini epey etkiledi. Ali İhsan Bey’in fikirleri, Ankara hükümetinin
yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesince benimsendi. Bu gazetenin
23 Ekim tarihli nüshasında yayımlanan bir makalede[18], hükümetin işçileri dokuz
büyük meslek grubuna (köylüler, tüccarlar, gemiciler, madenciler, inşaat
işçileri, uzmanlar, memurlar ve askeriye) göre tasnif etmeyi ve ülkedeki
toplumsal ve politik hayatın yönetimini bu gruplara vermeyi planladığından
bahsedilmekteydi. Makalenin yazarının iddiasına göre, bu, Bolşevizme doğru
atılmış ilk adımdı.
Toplumun
tarım, emek, askerî, iş, bilim ve lonca dernekleri gibi şirket gruplarınca,
ortak çıkarlar temelinde örgütlenmesini savunan korporatizm kaynaklı bu türden
adımlara Pantürkizm eğilimi aşikâr olan üyelerin çalışmaları eşlik etti.
Örneğin Anadolu’da Yeni Gün gazetesinin en önemli yazarlarından biri
olan Mahmud Esad’ın tespitine göre “Türk komünizmi”nin esas amacı, Türk
milletini birleştirmekti. Esad, bu tezini aktarmak için “Yeşil Elma” başlıklı
uzun bir makale kaleme aldı. Makale, 20 Ekim 1920 günü yayımlandı.[19] Makalenin
adı, Türklerin ilerlemek zorunda oldukları nihai hedefe verilen ad olan “Kızıl
Elma” efsanesine atıfta bulunmaktaydı.[20] Mahmud Esad’ın kafa karışıklığının
ürünü olan açıklamalarına göre “yeşil elma” ilk adımı ifade ediyordu: bu
anlamda önce Asya halkları, komünizm ve İslam bayrağı altında toplanacaklardı. Ancak
burada komünizm bir ülküyü değil, aracı ifade etmekteydi. Mahmud Esad’a göre, “Türk’ün
ülküsü, kızıl elma”ydı, Türk milletinin birliğiydi. Aynı söyleme o dönemde Pantürkizmin
sözcülerinden olan Ziya Gökalp’in dilinde ve üslubunda da rastlamak mümkündü.[21]
Ali
İhsan Bey’in ve Mahmud Esad’ın makaleleri, tam da “resmi” Türkiye Komünist
Partisi’nin kurulduğu dönemde yayımlandı. Bazı Sovyet gözlemcilerinin Mahmud
Esad’ın makalesine atıfla “Yeşil Elma Partisi”[22] adını verdikleri bu teşkilât,
Halk Zümresi’nin birçok “aşırı sol” üyesini örgütledi. Meclis içerisindeki muhalefet
grubu olarak Halk Zümresi, Ocak 1921’in ortalarına dek varlığını sürdürdü.
Grubun
dağılmasının ana sebeplerinden biri, grubun içerisinde yer alan bazı
milletvekillerinin Çerkes Ethem isyanına destek sunmasıydı. 8 Ocak günü,
düzenli ordu birliklerinin Çerkes Ethem’e bağlı Kuvvayı Seyyare birliklerine
son darbeyi indirmesi sonrası Mustafa Kemal, meclis kürsüsünde hem Ethem’i hem
de komünizm fikrini yayanları suçlayan bir konuşma yaptı.[23] Bu uyarı, suçlananları
epey rahatsız etti. Baskıların ağırlığı kısa süre içerisinde hissedildi. Yeşil
Ordu hareketine iştirak etmiş olan milletvekilleri, Bolşeviklere destek sunan
fikirler dile getirmiş olanlar, “Türk komünizmi” fikrini savunanlar, işkence ve
zulümden kaçma umuduyla bir yerlere saklanmaktan başka bir çare bulamadılar.
Öte yandan, Halk Zümresi’nin tasfiyesi, Büyük Millet Meclisi’nin itaatini tek
başına güvence altına almaya yetecek bir adım değildi. Yeni anayasanın 20 Ocak
1921’de yürürlüğe girmesiyle birlikte muhalefet de yeniden yapılandırıldı. Bu sefer
söz konusu yapılandırma işlemi, muhafazakâr tercihlere (Sultan’ın ve Halife’nin
şahsiyetine sadakat, İslam’a sadakat, Osmanlı monarşisine ait kurumlara sadakat)
temelinde gerçekleştirildi.
Paul Dumont
Meudon,
1977
Kaynak
Dipnotlar:
[1] FO 371/5171, 19 Ağustos 1920 tarihli rapor. Bu rapora göre Halk Fırkası
meclisteki 390 milletvekilinin 105’ine sahipti.
[2]
Discours du Ghazi Moustafa Kemal Président de la République turque içerisinde,
s. 471. Nutuk’ta Mustafa Kemal şu gruplardan bahsediyor: dayanışma
grubu, bağımsızlık grubu, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti grubu, halk grubu, reform
grubu. Bu anlamda meclis homojen bir yapı arz etmiyordu. Hükümet bir anda
azınlık durumuna düşebilme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
[3]
FO 371/5171.
[4]
A.g.e.
[5]
FO 371/5178, Ağustos 1920, s. 210-213. Bu konuşma, Türk-Sovyet ilişkileri ile
ilgili olarak yürütülen tartışma dâhilinde, 14 Ağustos 1920 günü yapıldı. Halk
Zümresi Sovyet Cumhuriyeti ile bir an önce anlaşma imzalanmasını istiyordu. O
uzun konuşmasında Mustafa Kemal, Anadolu’nun Bolşevikleşmesinin söz konusu bile
olmadığını, Rusya ile anlaşmanın milli bağımsızlık düzleminde yapılacağını
söyledi. Bkz.: R. N. İleri, Atatürk ve Komünizm, İstanbul, 1970, s.
130-143.
[6]
Ö. S. Coşar, a.g.e., s. 178.
[7]
Yunus Nadi’nin bazı makaleleri şu kitapta yeniden yayımlandı: A. Cerrahoğlu, Türkiye’de
Sosyalizmin Tarihine Katkı. Ayrıca bkz.: İngiliz Dışişleri Bakanlığı
Arşivleri, özellikle FO 371/5171, Eylül 1920 ve FO 371/6497, Ekim 1920.
[8]
O günlerde bakanlar meclis tarafından doğrudan ve tek tek seçilmekteydi. Kasım
ayından itibaren meclis başkanının kendi adayını belirlediği, milletvekillerinin
bu tercihe onay verdikleri usule geçildi (Sayı 47 4 Kasım 1920).
[9]
Discours ["Nutuk"], a.g.e., 400-402.
[10]
Çerkes Ethem’in Hatıraları, s. 103-105.
[11]
2 Mayıs 1920 tarihli “idari konsey üyelerinin atanması kanunu”; Sultan ve
Halife’nin yetkilerini sınırlandırmayı amaçlayan 13 Mayıs 1920 tarihli kanun
tasarısı; Aynı konuyu ele alan 6 Temmuz 1920 tarihli kanun tasarısı. 1921
Anayasası’nın hazırlanışı konusunda bkz.: Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli,
dördüncü baskı, İstanbul, 1968, s. 493-502.
[12]
Bu programın metni şurada bulunabilir: Mete Tunçay, Mesai. Halk Şuralar Fırkası
Programı 1920, Ankara, 1972, s. 107-110. Ayrıca bkz.: A. Cerrahoğlu, a.g.e.,
s. 373-376.
[13]
Bkz.: İsmail Arar, Atatürk’ün Halkçılık Programı, İstanbul, 1963, s.
33-38.
[14]
M. Tunçay, Mesai, s. 25-26. Halk Zümresi’nin önde gelen üyelerinden biri
olan Yunus Nadi, bu komisyonun başına getirildi. Yunus Nadi anayasanın son
hâlinin oluşturulmasında önemli bir rol oynadı.
[15]
Anadolu’da Yeni Gün, 27 Eylül 1920. Ayrıca bkz.: A. Cerrahoğlu, a.g.e.,
s. 386-390.
[16]
Anadolu’da Yeni Gün, 3 Ekim 1920, aktaran: A. Cerrahoğlu, a.g.e.,
s. 390-391.
[17]
Ali İhsan Bey’in tezlerinin özeti şurada: Cerrahoğlu, a.g.e. 398-413. Ayrıca
bkz.: M. Pavlovic, Revoljucionnaja Turcija [“Devrimci Türkiye”], Moskova,
1921, s. 113.
[18]
F. Kandemir, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi, s. 119-120; FO
371/5172, 16 Aralık 1920 tarihli rapor, s. 55.
[19]
M. Pavlovic, kitabının 110. sayfasında bu makaleden uzun bir alıntı yapıyor.
[20]
İlk başta “Kızıl Elma” Roma’daki Aziz Peter Kilisesi’nin bakır kubbesini ifade
ediyordu. On üçüncü yüzyılın sonundan itibaren Türk savaşçılar başka hedeflere
yöneldiler. Yirminci yüzyılın başlarında Panturanistler “Kızıl Elma”nın Orta
Asya’da olduğunu söylediler.
[21]
1913’te Ziya Gökalp Türk Yurdu isimli dergide “Kızıl Elma” isimli bir şiir
kaleme aldı. Büyük olasılıkla Mahmud Esad makalesine başlık seçerken bu şiirden
esinlendi.
[22]
Bkz.: M. Pavlovic, a.g.e., s. 110. “Yeşil Elma Partisi” ifadesinin
kaynağı şu çalışma: W. Z. Laqueur, Communism and Nationalism in the Middle
East, New York, 1956, s. 209.
[23] Bkz.: R. N. İleri, a.g.e., s. 218-219.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder