Pages

16 Eylül 2022

Anadolu’da Muhalif Akımlar: Halk Zümresi


Yukarıda da ifade ettiğimiz biçimiyle, Mustafa Kemal, 1920 yılının Temmuz ayının ortalarında Yeşil Ordu liderlerinden faaliyetlerini askıya almalarını istedi. Tam da bu talimattan sonra Büyük Meclis içerisinde, sonrasında “Halk Zümresi” adını alacak olan Halk Fırkası teşkil edildi. Böylelikle Yeşil Ordu, meclis içi muhalefet dâhilinde saklanacak ve kendisini meydana getirecek imkânı buldu. Teşkilât içerisindeki belirli unsurlar, bu dışarıdan dayatılmış legalleşme adımına karşı çıkıp, Eskişehir’e çekildiler. Burada ilgili unsurlar, Çerkes Ethem ve gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya gazetesi etrafında toplaştılar.

Ağustos ayının başlarında gayriresmi parlamento grubu olarak Halk Partisi, seksen ilâ yüz civarında vekile sahipti. Bu rakam, o dönemde mecliste bulunan toplam vekillerin dörtte birini aşmaktaydı.[1] Ayrıca Mustafa Kemal’in destekçilerinden ayrı duran bu grup, Büyük Meclis içerisinde en büyük grubu meydana getirmişti.[2] Halk Partisi, esas olarak gizliden gizliye Enver ve Talat paşalara sadık olan eski İttihatçılardan ve Mustafa Kemal’in orta yolcu seçeneklerine karşı çıkan radikal unsurlardan oluşuyordu. Gruba iki ay önce Yeşil Ordu’nun kuruluşunda yer almış olan Eyüp Sabri, Dr. Adnan, Şeyh Servet, Yunus Nadi, Hakkı Behiç, Nâzım Bey gibi isimler liderlik ediyordu.

Kuruluşundan itibaren Halk Fırkası, kendisini Yeşil Ordu’nun devamcısı olarak takdim etti. Ağustos ayı boyunca Eyüp Sabri grubun matbu hâldeki programını Gizli İstihbarat Servisi’ne çalışan bir muhbire verdi. Bu program, esasen Yeşil Ordu programının birkaç yeri tashih edilmiş hâliydi. Eskişehir milletvekili, bu tashih işlemi dâhilinde “Yeşil Ordu” ibaresini “Halk Partisi” ile değiştirmişti.[3]

Halk Partisi de öğreti düzeyinde tıpkı Yeşil Ordu gibi Bolşevizmden, İslam’dan ve Panasyacılıktan mürekkep bir politik hattı takip ediyordu. Eyüp Sabri, hatta bir seferinde Bolşevizmin tüm sonuçlarıyla birlikte benimsenmesi gerektiğini söylemişti.[4] Dönemin koşulları dâhilinde Bolşevizme yönelik sempati içeren bu türden ifadelerle karşılaşmak, kimseyi şaşırtmamalı.

İstanbul hükümeti Sevr Anlaşması’nı yeni imzalamış, millet yıkım süreciyle yüzleşmişti. Birçokları o dönemde emperyalist güçlere karşı gerçekleştirilen büyük bir halk ayaklanması anlamında Bolşevizme yüzlerin çevrilmesinin yegâne çıkış yolu olduğuna inanıyordu. Feslerine kızıl kokartlar iliştirip sokaklarda dolaşmanın moda hâlini aldığı bu dönemde halktaki ilgi Büyük Meclis’te de karşılık buldu ve vekiller, Sovyet Cumhuriyeti ile ittifak çağrısında bulundular.

Halk Zümresi’nin önemli liderlerinden olan Şeyh Servet, milletvekillerini Doğu’da yeni bir hayatın doğduğu, Batı dünyasına karşı yürütülen cihat için Bolşeviklerle birleşmeleri gerektiği konusunda ikna etmekte pek sıkıntı yaşamıyordu. Bolşevik öğretinin detaylarına dahi girmeden Şeyh Servet, vekil arkadaşlarına İslam’ın iki temel ilkesini, zekâtı ve cömertliği anımsatıyor, bu iki ilkenin Bolşevizmde bulunabileceğini söylüyordu. Tıpkı Kureyş kabilesinin en zengini olan Ebubekir’in tüm servetini ümmete teslim etmesinde olduğu gibi Bolşevikler de sadece insanlığın en dezavantajlı sınıflarını yoksulluktan kurtarmayı dert edinmiş insanlardı.[5]

Halk Zümresi’nin yayın organı Anadolu’da Yeni Gün gazetesi de diğer sol yayınlarla benzer konular üzerinde duruyordu. İlk başta İstanbul’da çıkartılan, başında İzmir milletvekili Yunus Nadi’nin bulunduğu gazete, 10 Ağustos 1920’de Ankara’da yayın hayatına başladı.[6] İlk sayısından itibaren belirli çizgiyi takip etti. Dünya devriminden yana duran yığınla makalenin yazarı Yunus Nadi, sürekli Asyalı Türklere ve Müslümanlara Bolşevizm bayrağı altında birleşme çağrısı yapıyordu.[7] 16 Ağustos’tan itibaren Yeni Gün gazetesinde Bolşevik sefiri, Bolşevizmin tarihini yazmaya başladı. Aynı dönemde muğlâk ifadelerle de olsa Yunus Nadi Anadolu’da bir “halk hükümeti”nin kurulması gerektiğini söylemekteydi. Bu hükümet, “toplumsal devrim”i geliştirecek, ama bir yandan da milletin özgül yanlarını hesaba katacaktı.

Halk Zümresi, meclis içerisinde Mustafa Kemal’in karşısında duran bir muhalefet grubu olarak teşkil edilmişti. Üyelerinin amacı, meclis başkanlığı konusunda eldeki politik seçenekleri çoğaltmak, bir yandan da Mustafa Kemal’in diktatörlük dürtülerini dizginlemekti. Halk Zümresi ile Mustafa Kemal arasındaki ilk ciddi kapışma, Eylül başında yapılan içişleri bakanlığı seçiminde gerçekleşti.[8]

Önceki bakan Hakkı Behiç, Halk Zümresi’nin önemli liderlerinden birisiydi. Behiç, meclisin güvenini kazanamadığı için Ağustos ortasında istifa etmek zorunda kaldı. Halk Zümresi, ülke genelinde yürütülen tüm politik faaliyetlerin denetlenmesi gibi önemli işlevlere sahip olan bu bakanlığın elinden kayıp gitmesini istemiyordu. Bu nedenle Hakkı Behiç’in yerine bir başka önemli lideri Nâzım Bey’i aday gösterdi. Mecliste yapılan seçimde 19 Mayıs 1919’da Samsun’a Mustafa Kemal ile birlikte inen subaylardan olan Refet Bey yenildi. 4 Eylül 1920’de Nâzım Bey’i içişleri bakanı seçtirmek suretiyle Halk Zümresi gücünü ispatlamış oldu.

Mustafa Kemal, bu durumdan hiç hoşlanmadı. Kendisine en sert şekilde muhalefet eden bir ismin içişleri bakanı olmasını kabullenemeyen Mustafa Kemal, Nâzım Bey’in adaylığına onay vermedi. Mecliste yapılan gizli bir oturumda Nâzım Bey’in “şüpheli” bir karakter olduğu, “yabancı güçlerin çıkarları” adına casusluk yaptığı üzerinde duruldu, bu sebeple onun ülkenin tüm idari mekanizmasının başına getirilmesinin mümkün olamayacağı söylendi.[9] O dönemde Ankara’da olan Çerkes Ethem’den yeni bakanın istifasını alması istendi. Kuvvayı Seyyare’nin lideri, biraz da gönülsüzce gidip Nâzım Bey’e “tebriklerini iletmeyi” kabul etti.[10] 6 Eylül günü bakan, sağlığını bahane ederek istifa etti.

Aynı dönemde Mustafa Kemal ile Halk Zümresi arasındaki kavga, zamanla anayasa ile ilgili olarak yürütülen teorik tartışmayla başka bir boyuta taşındı. 1908 Jöntürk Devrimi sonrası yeniden biçimlendirilmiş olan 1876 Anayasası, 1920 yılının politik gerçekleriyle örtüşmemekteydi. Revize edilmesinin şart olduğu açıktı. Ayrıca İstanbul’un iktidarına isyan eden Büyük Millet Meclisi’nin yürütmesindeki isimler, kendi ayakları üzerinde duran, kendi ideolojik temellerine sahip, idari yapıları olan, hukuki yapıya kavuşmuş bir hükümetin varlığını ilân etme ihtiyacı duyuyorlardı.

Anayasa tartışması, Mayıs 1920’de birkaç kanun tasarısı üzerinden başladı.[11] Eylül başına doğru yeni kanun tasarıları ve öneriler gündeme geldi. Tartışmanın itici gücü, onun yönünü tayin eden, ta başından beri Halk Zümresi’ydi. 8 Eylül günü grubun liderleri daha da ileri giderek, Yunus Nadi’nin çıkarttığı Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde önerdikleri tüm reformları içeren programı yayımladılar, böylelikle, gelecekte Anadolu’da tesis edilecek devletin niteliğinin ne olacağı sorusuna net bir cevap vermiş oldular.

Eski anayasanın dayandığı önemli temellerden olan padişahın yetkisinin karşısına bu yeni program[12] halkın egemenliği ilkesi ile çıktı. “İnsanlığın asli senatörleri” olarak görülen kafa ve kol işçileri, iktidarın gerçek sahipleri olarak takdim ediliyorlardı. Metni hazırlayanlar, ayrıca “İslam’ın kutsal kaideleri”nin rehberliğinde hareket edildiği iddiasında idiler. Bu anlamda Batı’nın kötülükleri ve zulmüne karşı verilen mücadele, Hakkın yolunda yürümekle mümkündü.

Halk Zümresi’ne göre, ülkede yeni kurulacak toplumsal yapı, yüzyılın gerekliliklerini dikkate almalı ve kardeşlik ülküsü üzerine inşa edilmeliydi. Süreç içerisinde Halk Zümresi, yabancı kapitalistlere bahşedilen tekel olma imkânlarını ve imtiyazları mahkûm etti ve bunları ortadan kaldıracağını söyledi. İktidarın farklı kısımlarının nasıl teşkil edileceği konusunda bir dizi anayasa maddesi kaleme alındı. Ülke idaresi konusunda program, kamusal hayatın tüm düzeylerinde demokratik meclisler üzerine kurulu, kapsamlı bir sistemi savunmaktaydı. Bu noktada toplumsal reformlara öncelikli bir yer ayrıldı. Halk Zümresi, başka şeylerin yanında, alkolizmle ve suçla mücadele edilmesi, eğitimin ücretsiz ve zorunlu olması, toprağın ihtiyaç sahibi köylülere dağıtılması, vergi muafiyeti gibi politikalardan yana tutum sergilemekteydi.

Yirmi sekiz maddeden oluşan metnin, meclisin onayına sunulmak için kaleme alındığı belliydi. Ancak Mustafa Kemal, bu türden “devrimci” seçenekler konusunda halkın huzurunda yürütülecek bir tartışmanın milliyetçi hareketi Anadolu’nun gözünde itibarsızlaştıracağını düşünüyordu. Ona göre, Halk Zümresi’nin liderleri ne pahasına olursa olsun bu adımı atma konusunda ısrarcı olmamalı, bu konuda onlara mani olunmalıydı. Ama gene de mevcut duruma uyumlu hareket edilmesi gerekmekteydi. Bu anlamda hükümet, meclisin sol kanadından kopmamak zorundaydı. Üstelik bu sol kanat, son içişleri bakanı seçiminde hükümetin adayından daha fazla oy almıştı.

Mustafa Kemal, sürece ustalıkla müdahale etti. 18 Eylül 1920 günü, Halk Zümresi’nin programının tartışma için milletvekillerine teslim edilmesinden önce, meclise kendi programını sundu. Bu metin[13] Halk Zümresi’nin hazırladığı tasarıdaki birçok fikri içermekte, ama bu fikirleri nispeten daha az kışkırtıcı olan bir dille aktarmaktaydı. Örneğin “Sovyet” sözcüğüne atıfta bulunan “Şura” yerine yıkıcı bir içeriği bulunmayan “Meclis” kelimesi kullanılmaktaydı. Aynı şekilde, halkın egemenliği anlayışının yerini nispeten daha soyut olan ve ancak dönemin politik dili içerisinde anlam kazanabilen milletin egemenliği anlayışı alıyordu. Ayrıca Halk Zümresi programı, Osmanlı padişahı denilen sorununu ortadan kaldırmayı öngörürken, Mustafa Kemal’in programı, meclisin ana hedefinin Müttefik Kuvvetler’in “tutsağı” olduğu düşünülen Sultan’ın-Halife’nin serbest kalmasını sağlamak olduğunu, bu hedefe ulaşıldığı vakit, kutsal kabul edilen sultanlık ve hilafet kurumunun anayasa çerçevesinde muhafaza edileceğini söylüyordu.

Halk Zümresi üyeleri, uzlaşmak zorunda kaldılar. Kendi fikirlerinden ilhamla hazırlanmış bir programa karşı çıkmaları için ortada hiçbir sebep yoktu. Mustafa Kemal’in dayattığı biçim ve terminoloji, uzlaşmazlık zeminini tümüyle ortadan kaldırıyordu. Sultan ve Halife ile ilgili maddeler de tartışmaya gerek görüldü. Neticede grubun birçok üyesi hâlen daha padişahlığa bağlı isimlerdi. Mustafa Kemal’in hazırladığı taslak, böylelikle onaylandı ve anayasanın nihai hâlini hazırlayacak olan komisyona iletildi.[14] Halk Zümresi, Nâzım Bey’i içişleri bakanı seçtiremediği seçimden birkaç gün sonra girdiği ikinci savaştan da yenilgiyle çıktı.

Ardı ardına alınan bu yenilgiler, grubun liderlerini daha ihtiyatlı olmaya sevk etti. Nâzım Bey, Şeyh Servet gibi isimler muhalif bir çizgiyi tercih ederlerken, Hakkı Behiç ve Yunus Nadi uzlaşmaya veya en azından konumlarını az da olsa değiştirmeye karar verdiler.

Örneğin Yunus Nadi, eskiden Sovyet yanlısı bir tutum içerisindeyken, artık ülkenin toplumsal gerçeklerini temel alan bir “Türk sosyalizmi” fikrini savunmaktaydı. Eylül ayının sonlarında Yunus Nadi, Anadolu’da Yeni Gün gazetesindeki köşesinde Seyyare-i Yeni Dünya ile sert bir polemiğe girdi ve bu gazetenin Bolşevizmi kayıtsız şartsız kabul edişini ağır bir dille eleştirdi. Arif Oruç’un çıkarttığı Yeni Dünya ise cevabında, Anadolu’da Yeni Gün gazetesinin Komintern’in ilânı ile ilgili metni sansürlemekle suçladı. “Üçüncü Enternasyonal ve Biz” başlıklı makalesinde[15] Yunus Nadi, gazetesinin Komintern’in yayın organı olmadığını, amacının sadece Türk halkına hizmet etmek olduğunu söyledi. Yazıda Eskişehir’deki “genç yoldaşlar” dünya devrimi oyunu “oynamak”la, boş sözlerle oyalanmakla suçlanmaktaydı. Yunus Nadi’ye göre Bolşevizm, ancak Rusya bağlamında ele alınıp anlaşılabilecek bir şeydi. Türkler, taklitlerden sakınmak zorundaydı. Ayrıca devrimci Rusya’nın ortaya koyduğu tecrübe, bir milletin kaderini bir gecede değiştirmeye çalışmanın hayalcilik olduğunu ortaya koymaktaydı. Ruslar ve Türkler kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele veriyorlardı, ama Türkiye’nin çaresini sadece kendisinin bulacağı kendi özel sorunları vardı.

Ekim ayının başlarında Anadolu’da Yeni Gün gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya’ya yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. Gazete, Yeni Dünya’yı “paçavra”, yayın yönetmeni Arif Oruç’u ise düzenbaz olarak nitelendiriyordu.[16] Bu saldırılar, esasen önemli bir dönemde gerçekleştirilmekteydi: ilgili dönemde Halk Zümresi, Bolşevizmden kurtulma konusunda gerekli kıvama getirilmişti. Bu saldırılarda Bolşevizm karşıtı herhangi bir ifadeye yer verilmiyor, bu konuda kapalı bir dil kullanılıyordu. Muarızlarıyla girdiği uzun münakaşada Anadolu’da Yeni Gün, Yunus Nadi ve arkadaşları, daha çok hareketlerinin Türk oluşuna vurgu yapıyor, böylelikle kendilerinin Sovyet Cumhuriyeti’nden tümüyle bağımsız olduklarını ifade ediyorlardı.

Ama gene de bu “Türk sosyalizmi”nin ne olduğu sorusuna net bir cevap verilmiyordu. Bu görevi sonrasında Ali İhsan Bey isimli, İstanbul’daki mecliste yer almış eski bir İttihatçı milletvekili üstlendi. Ali İhsan Bey görüşlerini 12 Ekim günü Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde aktarma imkânı buldu.[17] Gazete okurlarına “Türk Karl Marx” olarak takdim edilen Ali İhsan Bey, esas olarak Türk toplumundaki yapıların Batı toplumundaki yapılarla kıyaslanamayacağını, kapitalist ülkelerdeki toplumsal sınıfların Türkiye’de bulunmadığını söylüyordu. Tarihsel süreç içerisinde Türk halkı, hem Osmanlı bürokrasisi ve askerî kadroların hem de Batılı büyük güçlerin öncülük ettiği kapitalizmin ve emperyalizmin sömürüsüne maruz kalmıştı. Birbirini besleyen bu çifte sömürüye karşı mücadele edilmesi gerekmekteydi. Ali İhsan Bey’e göre “egemen sınıf”ı, yani bürokrasiyi ortadan kaldırmak için iktidar, doğrudan işçilere teslim edilmeliydi. Ülkenin iç meseleleri konusunda sorumluluk alacak, görev üstlenecek bir işçi sınıfının olmadığı koşullarda, işkolu esasına dayanan temsilî bir sistem inşa edilmeliydi. Mesleklere göre inşa edilmiş politik ve toplumsal hayata ılımlı bir reformizm eşlik etmeli, özel sektörde sermaye birikimine izin verilmeliydi. Ali İhsan Bey’e göre, üretim kooperatifleri yoluyla kaynaklar millileştirilmeli ve toplumsallaştırılmalıydı.

Anadolu’da Yeni Gün gazetesinin “komünist” olarak tanımladığı bu program, dönemin kimi siyasetçilerini epey etkiledi. Ali İhsan Bey’in fikirleri, Ankara hükümetinin yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesince benimsendi. Bu gazetenin 23 Ekim tarihli nüshasında yayımlanan bir makalede[18], hükümetin işçileri dokuz büyük meslek grubuna (köylüler, tüccarlar, gemiciler, madenciler, inşaat işçileri, uzmanlar, memurlar ve askeriye) göre tasnif etmeyi ve ülkedeki toplumsal ve politik hayatın yönetimini bu gruplara vermeyi planladığından bahsedilmekteydi. Makalenin yazarının iddiasına göre, bu, Bolşevizme doğru atılmış ilk adımdı.

Toplumun tarım, emek, askerî, iş, bilim ve lonca dernekleri gibi şirket gruplarınca, ortak çıkarlar temelinde örgütlenmesini savunan korporatizm kaynaklı bu türden adımlara Pantürkizm eğilimi aşikâr olan üyelerin çalışmaları eşlik etti. Örneğin Anadolu’da Yeni Gün gazetesinin en önemli yazarlarından biri olan Mahmud Esad’ın tespitine göre “Türk komünizmi”nin esas amacı, Türk milletini birleştirmekti. Esad, bu tezini aktarmak için “Yeşil Elma” başlıklı uzun bir makale kaleme aldı. Makale, 20 Ekim 1920 günü yayımlandı.[19] Makalenin adı, Türklerin ilerlemek zorunda oldukları nihai hedefe verilen ad olan “Kızıl Elma” efsanesine atıfta bulunmaktaydı.[20] Mahmud Esad’ın kafa karışıklığının ürünü olan açıklamalarına göre “yeşil elma” ilk adımı ifade ediyordu: bu anlamda önce Asya halkları, komünizm ve İslam bayrağı altında toplanacaklardı. Ancak burada komünizm bir ülküyü değil, aracı ifade etmekteydi. Mahmud Esad’a göre, “Türk’ün ülküsü, kızıl elma”ydı, Türk milletinin birliğiydi. Aynı söyleme o dönemde Pantürkizmin sözcülerinden olan Ziya Gökalp’in dilinde ve üslubunda da rastlamak mümkündü.[21]

Ali İhsan Bey’in ve Mahmud Esad’ın makaleleri, tam da “resmi” Türkiye Komünist Partisi’nin kurulduğu dönemde yayımlandı. Bazı Sovyet gözlemcilerinin Mahmud Esad’ın makalesine atıfla “Yeşil Elma Partisi”[22] adını verdikleri bu teşkilât, Halk Zümresi’nin birçok “aşırı sol” üyesini örgütledi. Meclis içerisindeki muhalefet grubu olarak Halk Zümresi, Ocak 1921’in ortalarına dek varlığını sürdürdü.

Grubun dağılmasının ana sebeplerinden biri, grubun içerisinde yer alan bazı milletvekillerinin Çerkes Ethem isyanına destek sunmasıydı. 8 Ocak günü, düzenli ordu birliklerinin Çerkes Ethem’e bağlı Kuvvayı Seyyare birliklerine son darbeyi indirmesi sonrası Mustafa Kemal, meclis kürsüsünde hem Ethem’i hem de komünizm fikrini yayanları suçlayan bir konuşma yaptı.[23] Bu uyarı, suçlananları epey rahatsız etti. Baskıların ağırlığı kısa süre içerisinde hissedildi. Yeşil Ordu hareketine iştirak etmiş olan milletvekilleri, Bolşeviklere destek sunan fikirler dile getirmiş olanlar, “Türk komünizmi” fikrini savunanlar, işkence ve zulümden kaçma umuduyla bir yerlere saklanmaktan başka bir çare bulamadılar. Öte yandan, Halk Zümresi’nin tasfiyesi, Büyük Millet Meclisi’nin itaatini tek başına güvence altına almaya yetecek bir adım değildi. Yeni anayasanın 20 Ocak 1921’de yürürlüğe girmesiyle birlikte muhalefet de yeniden yapılandırıldı. Bu sefer söz konusu yapılandırma işlemi, muhafazakâr tercihlere (Sultan’ın ve Halife’nin şahsiyetine sadakat, İslam’a sadakat, Osmanlı monarşisine ait kurumlara sadakat) temelinde gerçekleştirildi.

Paul Dumont
Meudon, 1977
Kaynak

Dipnotlar:
[1] FO 371/5171, 19 Ağustos 1920 tarihli rapor. Bu rapora göre Halk Fırkası meclisteki 390 milletvekilinin 105’ine sahipti.

[2] Discours du Ghazi Moustafa Kemal Président de la République turque içerisinde, s. 471. Nutuk’ta Mustafa Kemal şu gruplardan bahsediyor: dayanışma grubu, bağımsızlık grubu, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti grubu, halk grubu, reform grubu. Bu anlamda meclis homojen bir yapı arz etmiyordu. Hükümet bir anda azınlık durumuna düşebilme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.

[3] FO 371/5171.

[4] A.g.e.

[5] FO 371/5178, Ağustos 1920, s. 210-213. Bu konuşma, Türk-Sovyet ilişkileri ile ilgili olarak yürütülen tartışma dâhilinde, 14 Ağustos 1920 günü yapıldı. Halk Zümresi Sovyet Cumhuriyeti ile bir an önce anlaşma imzalanmasını istiyordu. O uzun konuşmasında Mustafa Kemal, Anadolu’nun Bolşevikleşmesinin söz konusu bile olmadığını, Rusya ile anlaşmanın milli bağımsızlık düzleminde yapılacağını söyledi. Bkz.: R. N. İleri, Atatürk ve Komünizm, İstanbul, 1970, s. 130-143.

[6] Ö. S. Coşar, a.g.e., s. 178.

[7] Yunus Nadi’nin bazı makaleleri şu kitapta yeniden yayımlandı: A. Cerrahoğlu, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı. Ayrıca bkz.: İngiliz Dışişleri Bakanlığı Arşivleri, özellikle FO 371/5171, Eylül 1920 ve FO 371/6497, Ekim 1920.

[8] O günlerde bakanlar meclis tarafından doğrudan ve tek tek seçilmekteydi. Kasım ayından itibaren meclis başkanının kendi adayını belirlediği, milletvekillerinin bu tercihe onay verdikleri usule geçildi (Sayı 47 4 Kasım 1920).

[9] Discours ["Nutuk"], a.g.e., 400-402.

[10] Çerkes Ethem’in Hatıraları, s. 103-105.

[11] 2 Mayıs 1920 tarihli “idari konsey üyelerinin atanması kanunu”; Sultan ve Halife’nin yetkilerini sınırlandırmayı amaçlayan 13 Mayıs 1920 tarihli kanun tasarısı; Aynı konuyu ele alan 6 Temmuz 1920 tarihli kanun tasarısı. 1921 Anayasası’nın hazırlanışı konusunda bkz.: Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, dördüncü baskı, İstanbul, 1968, s. 493-502.

[12] Bu programın metni şurada bulunabilir: Mete Tunçay, Mesai. Halk Şuralar Fırkası Programı 1920, Ankara, 1972, s. 107-110. Ayrıca bkz.: A. Cerrahoğlu, a.g.e., s. 373-376.

[13] Bkz.: İsmail Arar, Atatürk’ün Halkçılık Programı, İstanbul, 1963, s. 33-38.

[14] M. Tunçay, Mesai, s. 25-26. Halk Zümresi’nin önde gelen üyelerinden biri olan Yunus Nadi, bu komisyonun başına getirildi. Yunus Nadi anayasanın son hâlinin oluşturulmasında önemli bir rol oynadı.

[15] Anadolu’da Yeni Gün, 27 Eylül 1920. Ayrıca bkz.: A. Cerrahoğlu, a.g.e., s. 386-390.

[16] Anadolu’da Yeni Gün, 3 Ekim 1920, aktaran: A. Cerrahoğlu, a.g.e., s. 390-391.

[17] Ali İhsan Bey’in tezlerinin özeti şurada: Cerrahoğlu, a.g.e. 398-413. Ayrıca bkz.: M. Pavlovic, Revoljucionnaja Turcija [“Devrimci Türkiye”], Moskova, 1921, s. 113.

[18] F. Kandemir, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi, s. 119-120; FO 371/5172, 16 Aralık 1920 tarihli rapor, s. 55.

[19] M. Pavlovic, kitabının 110. sayfasında bu makaleden uzun bir alıntı yapıyor.

[20] İlk başta “Kızıl Elma” Roma’daki Aziz Peter Kilisesi’nin bakır kubbesini ifade ediyordu. On üçüncü yüzyılın sonundan itibaren Türk savaşçılar başka hedeflere yöneldiler. Yirminci yüzyılın başlarında Panturanistler “Kızıl Elma”nın Orta Asya’da olduğunu söylediler.

[21] 1913’te Ziya Gökalp Türk Yurdu isimli dergide “Kızıl Elma” isimli bir şiir kaleme aldı. Büyük olasılıkla Mahmud Esad makalesine başlık seçerken bu şiirden esinlendi.

[22] Bkz.: M. Pavlovic, a.g.e., s. 110. “Yeşil Elma Partisi” ifadesinin kaynağı şu çalışma: W. Z. Laqueur, Communism and Nationalism in the Middle East, New York, 1956, s. 209.

[23] Bkz.: R. N. İleri, a.g.e., s. 218-219.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder