Yeşil
Ordu içinden çıkan Halk Zümresi, sonrasında bağrından 18 Ekim 1920 günü Türkiye
Komünist Partisi’ni çıkarttı. Mustafa Kemal’le anlaşarak, hatta görünüşe göre
onun talimatıyla kurulan bu teşkilâtın başında, ekseriyeti Halk Zümresi’nden
gelen otuz civarı kişiden oluşan bir merkezî komite vardı. Parti liderleri
arasında Eyüp Sabri, Yunus Nadi, Ali İhsan ve Mahmud Esad gibi aşina olduğumuz
isimler yer alıyordu. Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa, Fevzi Paşa, Albay İsmet
gibi yüksek rütbeli subayların da partiye üye olmalarını istedi.[1]
Muhtemelen
Çerkes Ethem de bu teşkilâtın üyesi. En azından bir süre onun içinde yer aldı.
Ekim ayının sonunda Mustafa Kemal, kendisinden gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya’yı
Ankara’ya taşımasını ve yeni kurulan komünist partisine katılmasını istedi.
Bugün Ethem’in hangi koşullarda yeni partiye katıldığını bilmiyoruz. Buna
mecbur mu kaldı? Yoksa Mustafa Kemal’in davetine icabet etmesinin amaçlarına
hizmet edeceğini mi düşündü? Muhtemelen ikincisi iddia doğru.
Kasım
ayının ortasında Seyyare-i Yeni Dünya Ankara’ya taşındı ve partinin
yayın organı hâline geldi. Gazetede çıkan ve kendisiyle ilgili olumlu görüşler
sunan makalelerin de ortaya koyduğu biçimiyle, gazetenin kontrolü hâlen daha
Ethem’deydi.
Parti
genel sekreteri, geçmişte Yeşil Ordu içerisinde önemli bir isim olan Hakkı
Behiç’ti. Daha önce maliye ve dâhiliyede çalışmış olan Hakkı Behiç, solcu
olarak biliniyordu. Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı olan Behiç, Meclis’in
açıldığı günden itibaren milliyetçi hareketin “devrimci” kanadı içerisinde yer
aldı ve hareketi bir öğretiyle kuşandırmak için çalıştı. Kendi iddiasına göre
Behiç, ılımlı sosyalistti ve sosyalizmin Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygun hâle
getirilmesini savunuyordu. Ama aynı zamanda Behiç, milliyetçi görüşe ve ondan
daha az olmak üzere, İslam’a da bağlı bir isimdi. Marksist sınıf mücadelesini
dogma olarak görüp ona karşı çıkan Behiç, Türkiye’nin sosyal adalete
ekonomideki kilit sektörlerin devlet kontrolüne alınması, zanaatkârların ve
küçük ölçekli sanayi üretiminin büyük kapitalist girişimlerle girecekleri
rekabette korunması, lüks ürünlerin yasaklanması, tüketici kooperatiflerinin
kurulması gibi geçici bir dizi reformlar üzerinden kavuşabileceğine inanıyordu.
Birçok çağdaşı gibi Behiç de Ekim Devrimi’ni hayranlıkla anıyordu, fakat gene
de Bolşeviklerin sosyalizm modelinin Türkiye’ye uygun düşmediğine inanıyordu.
Ama ilginç bir yaklaşım dâhilinde Üçüncü Enternasyonal’in kuruluş süreci
içerisinde yer alınması gerektiğini düşünüyordu.[2]
Her
ne kadar belirli hesaplamalar dâhilinde Mustafa Kemal’e hasım olan Çerkes
Ethem, Eyüp Sabri gibi isimleri bir araya getirmiş olsa da Hakkı Behiç’in
komünist partisi, esasen bir muhalefet partisi değildi. Aksine bu parti, milli
hükümetin stratejisine destek sunmak için kurulmuştu. Yeşil Ordu da aynı amaç
doğrultusunda, ondan birkaç ay önce inşa edilmişti. Fakat Yeşil Ordu, süreç
içerisinde yavaş yavaş yıkıcı bir yapı hâline gelmiş, buna karşılık, Türkiye
Komünist Partisi, Kemalist hükümete hep sadık kalmıştı. Halk Zümresi içerisinde
yer alan Nâzım Bey ve Şeyh Servet gibi muhalif isimler, yeni teşkilâta
katılmayı reddettiler. Yeni partinin lider kadrosu içerisinde yer alan Hakkı
Behiç, Yunus Nadi ve Mahmud Esad, Halk Zümresi’nin milliyetçi harekete sadık
isimleriydi. Sezgileri güçlü politikacılar olarak bu kişiler, Halk Zümresi’nin
uçuruma sürüklendiğini gördüler. Mecliste 1920 güzünde yaşanan ilk kavgada
hızla milliyetçi iktidara meylettiler ve Mustafa Kemal’e bağlı olduklarını
ortaya koydular.
18
Ekim’de kurulan partinin ana amacı, komünist hareketin yeraltında, bilhassa
Çerkes Ethem çevresinde yer alan şüpheli isimler arasında gelişme kaydetmesine
mani olmaktı. Ekim ayının sonunda İçişleri Bakanlığı bir talimat yayınlayarak,
gerekli izinleri almamış olan komünist örgütlerin faaliyetlerini yasakladı ve
onlara yeni kurulan partiyi işaret etti.[3] 26 Ekim 1920’de Ali Fuat Paşa’ya
gönderdiği bir mektupta Hakkı Behiç, artık sadece resmi parti belgesi olan
kişilerin Bolşevik ve komünist olma hakkına sahip olabileceğini söylüyordu.[4]
Solcu
militanlar, “Anadolu komünizmi” adına, kendilerindeki özgün politik yönelimlerden
vazgeçmeye davet edildiler. Hakkı Behiç’in partisini destekleyen Mustafa Kemal’in
gazetesi Hâkimiyet-i Milliye’ye göre, Türkiye’ye uygun düşen yegâne
öğreti, komünizmin bu özgül biçimiydi. Bolşeviklerin Rusya’da yaptıkları gibi
Anadolu’da bir proletarya diktatörlüğü kurulamazdı. Gerçekte Türk toplumundaki
tüm katmanlar, aynı zulme, Batı emperyalizminin zulmüne maruz kalıyorlardı.
Ülkenin toplumsal yapılarını altüst edip yabancı kapitalistlerin açgözlülüğü
karşısında halkı aynı fikrin etrafında bir araya getirmek mümkün değildi.[5] Hâkimiyet-i
Milliye, ayrıca Anadolu komünizmine milletin “üst katman”ının öncülük
etmesi gerektiğini söylüyordu, çünkü Türk halk kitleleri, kendi kaderlerini
çizecek durumda değildi.[6]
Aynı
fikir, farklı bir motivasyon üzerinden, Ekim ayının sonunda Mustafa Kemal’in
Ali Fuad Paşa’ya gönderdiği telgrafta da karşımıza çıkıyor.[7] Telgrafın amacı,
Batı Cephesi komutanını Hakkı Behiç’in kurduğu teşkilâtın merkez komitesine
atandığı konusunda bilgilendirmekti. Büyük Millet Meclisi başkanı, bu telgrafta
komünist akımın “ordunun başındaki komutanların kontrolünde olmasını” istediğini
söylüyordu. Bu manevranın amacı, asker sovyetlerinin oluşmasına ve askerler
arasında yıkıcı fikirlerin yayılmasına mani olmaktı. Mustafa Kemal’in
açıklamasına göre komünist partisi, anarşiyi ve ayrışmayı ülkeye taşıyan, dış
kaynaklı muhtelif akımların etkisini kırmak için kurulmuştu. Ama onun aklında,
birilerini aldatmak için kurulmuş bir teşkilât yoktu. Hakkı Behiç ve yoldaşları,
ülkede “komünist” fikirlerin yayılması görevini üstlendiler. Ama Ali Fuad Paşa’ya
gönderdiği telgrafta Mustafa Kemal, hareketin ideolojik tercihlerinin en
nihayetinde milletin yapılacak propagandaya vereceği tepkiye bağlı olduğunu söylüyordu.
Peki
Hakkı Behiç ve ekibi, komünist etiketini sahipleniyor muydu? Onlardaki ılımlı
reformizm, muhtemelen sosyalizme yönelik atıflarla örtüşen bir çizgiyi ifade
ediyordu. Peki bu, öğreti düzeyinde çocukça bir yaklaşımın ürünü müydü? Terminolojiye
dair meselelere kayıtsızlar mıydı? Muhtemelen öylelerdi. Ne olursa olsun,
pratiklerinden görebildiğimiz şu: bu ekibin amacı, “aşırı unsurlar”ın altındaki
toprağı kaydırmak ve milli bağımsızlık için tehdit teşkil edecek rakip bir partinin
kurulmasına mani olmaktı. Başka bir mesele daha vardı. Ekim ayının başında Upmal-Angarski’nin
bulunduğu bir Sovyet heyeti Ankara’ya geldi. Heyet başkanı, Ankara’ya gelmezden
önce Erzurum’a uğramış, burada buluştuğu Kâzım Karabekir’e Anadolu’da harekete
öncülük eden unsurların ülkede komünist propagandaya mani olmamaları
tavsiyesinde bulundu.[8] Ayrıca zaten hareketin öncüleri, komünist propagandaya
mani olmak için gerekli tedbirleri almayı uygun görmüyorlardı. Peki TKP’nin
kurulmasıyla Moskova heyeti başkanının önerilerine uygun hareket edildiğini
söyleyebilir miyiz?
TKP’nin
kurulması, belli ölçüde konjonktürel bir manevra olarak görülmeli. Bu manevranın
amacı da Sovyet Cumhuriyeti’nin gönderdiği heyet üzerinde iyi bir izlenim bırakmaktı.
Neticede Ekim ayının başından itibaren milliyetçi hareketin elindeki basında
komünizm yanlısı makalelerin daha fazla yer bulması, Upmal-Angarski’nin Ankara
ziyaretiyle yakından bağlantılı bir gelişmeydi.[9]
Parti
programına muhtemelen Kasım ayının ilk yarısında son hâli verildi.[10] İlginç
olan şu ki bu partinin programı ilhamını Eylül ayının başında Halk Zümresi’nin
yayımladığı programdan alıyordu. Her iki programda da ülkedeki ekonomik,
toplumsal ve kültürel hayatın gelişimiyle ilgili ortaklaşan bir dizi öneriye
rastlıyoruz. Tek yenilik, hareketin içerideki işleyişine daha fazla yer
veriliyor olması (yeni program, insan örgütleme, hücrelerin yapısı, bütçenin
yönetilmesi gibi hususların üzerinde daha çok duruyor.) Programın önemli gördüğü
bir diğer mesele de merkez komitesinin örgütsel yapısıydı. Otuz kişiden oluşan
komite, beş alt bölüme ayrılmıştı. Kırsalla ilgili meselelere tahsis edilmiş
olan ilk bölümün görevi, “köylünün mutlu olması”nı sağlamak ve ekilebilir
arazileri millileştirmekti. İkinci bölüm, sanayi ve emekle ilgili meselelerden
sorumluydu. Onu örgütsel meselelerde uzmanlaşmış olan bölüm ile propagandadan
sorumlu bölüm takip ediyordu. Bu son bölümün görevi, askeriyeyle ilgili meseleler
konusunda çalışma yürütmekti. Bu çalışma, ordunun reforma tabi tutulmasını ve
millileştirilmesini içeriyordu.
Merkez
komitesi üyelerine dağıtılan bu görevler, bize tüm ülkeyi kapsayan bir militan
ağının varolduğunu söylüyorlar. Peki ama gerçekte “Anadolu komünizmi” fikrini
savunan bu kadar insan var mıydı ülkede? Bu insanların sayısının çok az
olduğuna hiç şüphe yok. Bunlar, birkaç milletvekilinden, birkaç gazeteciden,
memurdan ve subaydan ibaret bir ekipti aslında. Hakkı Behiç’in Seyyare-i
Yeni Dünya gazetesi üzerinden Çerkes Ethem destekçilerine ulaşma imkânı bulduğunu
düşünsek bile, bu insanların Ankara’daki teorisyenlerin önerdikleri fikirleri
pek umursadıklarını söyleyemeyiz.
Parti
programı ile birlikte, 17 Kasım günü uzun bir manifesto da yayımlandı. Hakkı
Behiç’in elinden çıkan bu metin, Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde
yayımlandı.[11] Kafası karışık, dili anlaşılmaz birinin kaleminden çıkan, akademisyenler
için yazılmış izlenimi veren bu metinin amacı, Anadolu komünizminin sunduğu
seçenekleri halk kitlelerine ilân etmekti. Metinde, komünist öğretinin ülkenin
toplumsal gerçekliklerine uyarlanması ihtiyacı üzerinde duruluyordu. Devrimci tedbirlere
karşı olan Türk komünistleri, Hakkı Behiç’in ağzından, özel mülkiyete ve sınıfsal
imtiyazlara yönelik saygı duyduklarını ifade ediyorlardı. Manifestoda dile
getirildiği biçimiyle, “halkın komünizmin mülkiyeti ortadan kaldırma niyetlisi,
özel mülkiyeti yağmalama ve halkı ayrıştırma heveslisi, zengin sınıfa zulmetme
ve onu yok etme meraklısı, barbar bir sistem olduğuna inandırmak isteyenler,
emperyalizmin ve kapitalizmin destekçileri”ydi. Hakkı Behiç, aynı zamanda Yeşil
Ordu’nun eskiden dillendirdiği tespite vurgu yapıyor, İslam’ın kaideleri ile
komünist ilkeler arasında herhangi bir çelişkinin bulunmadığını söylüyordu. Hatta
ona göre, İslam’daki eşitlikçilik sayesinde Müslüman ülkelerde kapitalizm
gelişme imkânı bulamamıştı. Son olarak manifesto, TKP’nin milli niteliğine
vurgu yapıyordu. Parti, Moskova’dan tümüyle bağımsızdı ve sadece milletin
ihtiyaçlarını ve çıkarlarını dert ediniyordu.
“Milli duyguların
kabardığı bu yüzyılda asıl gerekli olan, komünist bayrak arkasına saklanma
ihtimali bulunan yeni emperyalizme dair şüpheleri artırmaktır. Bu gereklilik
üzerinden, partimiz ısrarla, her şeyden önce komünist ülkelerin, özelde Rus
Sovyet Cumhuriyeti’nin bağımsızlığımıza saygı duyması gerektiği üzerinde
duruyor.”[12]
Manifestonun
Anadolu’da Yeni Gün’de yayımlandığı günlerde Seyyare-i Yeni Dünya
gazetesi de Hakkı Behiç’in eline geçti. Gazetenin elimizde kalan birkaç
sayısına baktığımızda, gazetenin içeriğinin iyice yumuşatıldığını görüyoruz. Yayın
kurulunun elinden çıkan, politik ve askerî meselelerle ilgili haberler, ajans
haberleri ve resmi bildiriler, bu ılımlı çizgiye uygun olarak kaleme alınmışlar.
Sadece halkı doğrudan ilgilendirmeyen konularda bir tarafgirlik söz konusu. Bir
tek Çerkes Ethem ve arkadaşlarını öven yazılarda politik bir konum alındığına
tesadüf ediyoruz. Bunun sebebi, Ethem’in, gazetenin Mustafa Kemal’in emriyle
yönetici kadrosunun değişmiş olmasına rağmen, Seyyare-i Yeni Dünya’yı
hâlen daha kontrolünde tutuyor olması.
Buna
karşılık, gazetenin 31 Aralık 1920 tarihli nüshasında “Türk Devrimi” başlıklı
ilginç bir şiire yer veriliyor. “Dili zehirli Batı”ya saldırdıktan sonra Şevki
Celâl isimli şair, Atilla’nın soyunu ve Oğuz Han’ın çağını övüyor, ardından “yeşil
Turan”ın ihtişamından dem vuruyor. Son iki dizesinde Kur’an’ın elde edeceği
zaferden bahsediliyor. Edebi açıdan pek de önemli olmayan bu şiir, TKP’nin
panturanist boyutunu ortaya koyduğu için oldukça ilginç bir metin aslında. Bu
noktada “yeşil elma” teorisinin sahibi Mahmud Esad’ın teşkilâtın öncülerinden
biri olduğunu anımsamak gerekiyor. Esasen Mahmud Esad, Hakkı Behiç’in
yoldaşları içerisinde “komünizm”i Türk milletini birleştirmek için bir araç
olarak gören insanlardan sadece biri.
Seyyare-i
Yeni Dünya, Ocak 1921’de yayın hayatına son verdi. Yukarıda da
değindiğimiz üzere, Mustafa Kemal, Çerkes Ethem’in ihanetini fırsata çevirerek,
Ethem’e ait gazeteyi ve matbaayı onun elinden aldı. Peki bu tarihten sonra TKP’nin
başına ne geldi?
Ocak
ayının başında Mustafa Kemal, solcu örgütleri Anadolu’daki siyaset sahnesinden
silmeye karar verdi. Bu hamlesiyle Mustafa Kemal, Çerkes Ethem’e meyli olan “aşırı
unsurlar”ın silâhlı ayaklanma gerçekleştirmelerine dair her türden ihtimali ortadan
kaldırmayı ve Ankara hükümetinin önemli bir müzakere süreci içerisine girmekte
olduğu Büyük Güçler’in elçilerine iyi niyet gösterisinde bulunmayı amaçlıyordu.
Peki Anadolu soluna darbe indiren muhtelif tedbirlerin ardından resmi TKP de
faaliyetlerini askıya mı aldı? Öyle görünüyor. Yayın organından mahrum kalan parti,
hayatta kalmaya çabalamak dışında bir şey yapamıyor, halkın zihninde giderek
siliniyor.
İnzivaya
çekilen parti, saklandığı yerden ancak Haziran 1921’de Komintern’in düzenlediği
üçüncü kongre vesilesiyle çıktı. Komintern’e üye olma isteği, Kasım 1920’den beri
Ankara’da tartışılan bir konu.[13] O dönemde Sovyet rejiminin işleyişini incelemek
ve TKP’nin Komintern’e kabul koşularını tartışmak amacıyla dört kişilik bir
heyet Rusya’ya gönderildi. Başında Tevfik Rüştü’nün bulunduğu heyet, Şubat 1921’de
Moskova’ya vardı. Onlara, Büyük Millet Meclisi’nin tam yetkili kıldığı Sovyet
Cumhuriyeti elçisi Ali Fuad Paşa da eşlik ediyordu. Burada Tevfik Rüştü ve
yoldaşlarının ne tür adımlar attığını bilmiyoruz. Tahminen bu isimler, Moskova’da
kaldıkları birkaç aylık süre boyunca partilerinin davasını anlatma fırsatı buldular.[14]
Gelgelelim Komintern, Hakkı Behiç’in teşkilâtını üye yapma fikrine karşı çıktı.
Bu, aslında hiç de şaşırtıcı değil. Hem ideolojisi hem de yapısı itibarıyla TKP,
Komintern’in ikinci kongresinde benimsenmiş olan, partilerin enternasyonale
kabulü ile ilgili 21 şarta hiçbir şekilde uymayan bir partiydi. Temmuz 1921’de
Bakû’deki komünist teşkilâttan hayatta kalan isimlerden biri olan Süleyman
Nuri, Komintern’in üçüncü kongresine katılan delegelerin huzurunda yaptığı
konuşmada, Mustafa Kemal’in emriyle kurulan partinin yanıltıcı ve provokatif
niteliğini mahkûm etti.[15] Muhtemelen tam da bu dönemde Hakkı Behiç ve
yoldaşları, faaliyetlerine tümüyle son vermeyi kararlaştırdılar. Beynelmilel
komünist hareketin yüzüne kapıyı kapattığı parti, birkaç ay hiçbir şey yapmadı,
zamanla tüm itibarını yitirdi ve sadece Kemalist hareketin çıkarlarına hizmet
eden bir yapıya dönüştü.
Paul Dumont
Meudon,
1977
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Ali Fuad Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 509;
F. Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, s.
313; M. Tunçay, Mesai, s. 84. Bahsi edilen şahıslara ek olarak burada
parti üyeleri arasında Mahmud Celâl (ki sonradan Türkiye cumhurbaşkanı oldu),
Dr. Tevfik Rüştü (1925-1938 arası dönemde dışişleri bakanlığı yaptı), Şükrü
Kaya (1927-1938 arası dönemde içişleri bakanlığı yaptı) ve Refik Koraltan’ın (1950-1960
arası dönemde meclis başkanlığı yaptı) isimlerini anabiliriz.
[2]
Hakkı Behiç’in “teorileri” konusunda biz burada esas olarak Hâkimiyet-i Milliye
ve Anadolu’da Yeni Gün gazetelerinde çıkan makalelerine atıfta bulunuyoruz. Ayrıca
bkz.: A. Cerrahoğlu, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, s. 175-179.
[3]
AMAEF, ser. E, Levant 1918-1929, Türkiye, 95, 6 Ocak 1921 tarihli rapor, s. 71.
[4]
A.F. Cebesoy, a.g.e., s. 507.
[5]
“İki Komünizm”, Hâkimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1920. Yayın kurulunun
elinden çıkan bu makale muhtemelen Hakkı Behiç tarafından yazılmıştı.
[6]
“Rus Bolşevizmi, Türk Komünizmi”, a.g.e., 16 Ekim 1920.
[7]
31 Ekim 1920 tarihli telgraf, A. F. Cebesoy, a.g.e., s. 509.
[8]
Kâzım Karabekir’in Mustafa Kemal’e 14 Eylül 1920’de gönderdiği telgraf, Kâzım Karabekir,
İstiklâl Harbimiz, s. 828-829.
[9]
Anadolu’da çıkan gazeteler, bu olayı ele alan bir dizi makaleye yer verdiler. Özellikle
bkz.: Yunus Nadi, “İlk Bolşevik Heyeti Ankara’da”, Anadolu’da Yeni Gün,
6 Ekim 1920.
[10]
Bkz.: Cerrahoğlu, a.g.e., s. 414-420.
[11]
Belgeye şuradan ulaşmak mümkün: Cerrahoğlu, a.g.e., s. 421-428. Ayrıca 6
Ocak 1921 tarihli rapora bakılabilir.
[12]
Alıntı, yukarıda bahsi edilen 6 Ocak 1921 tarihli rapordan.
[13]
Partinin Komintern üyeliği meselesi Büyük Millet Meclisi’nde gündeme geldi.
Bkz.: R. N. İleri, Atatürk ve Komünizm, s. 176-180.
[14]
Bu konuda Tevfik Rüştü’nün 1964 yılında Yön dergisinde yayımlanan tanıklığına
bakılabilir: “Atatürk’ün Dışişleri Bakanı Anlatıyor, Yön, 83, 30 Ekim
1964.
[15] Bjulleten’ III-go Kongressa, 23, 20 Temmuz 1921, s. 485.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder