Pages

18 Eylül 2022

Anadolu’da Muhalif Akımlar: Halk Komünist Partisi

Şerif Manatof


Yeşil Ordu ve “resmi” Komünist Partisi “Türk komünizmi”ni inşa etme gayreti içine girerken, gerçekte aslında bu yapılar, Panturanist fikirlerle irtibatlı bir tür ilerici halkçılığı savunuyorlardı. Şimdi ise ana komünist hatta daha yakın duran “hafi” komünist partisini ele alacağız.

Bu parti Aralık 1920’de Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nı kurdu. Ne yazık ki bu teşkilâtın doğuşu ve kuruluşu konusunda sınırlı bilgilere sahibiz. Bu parti ne zaman, kimler tarafından kuruldu? Nerede kuruldu? Ana teorik yönelimi neydi? Bu sorulara bugün net cevaplar vermek mümkün değil.

Komintern’e bağlı olan Anadolu komünist partisinin temelleri, muhtemelen 1920 yazının başlarında atıldı. Eldeki kaynaklara bakılacak olursa, bu tarihten önce Anadolu’nun muhtelif kesimlerine dağılmış az sayıda küçük gruptan söz edebiliyoruz.[1]

Haziran 1920’den itibaren merkezinde Karadeniz limanlarının, Ankara’nın ve Eskişehir’in durduğu bir propagandacı ağı meydana geldi. Anadolu’da Bolşevik çizgisine bağlı komünist harekete kaynaklık eden iki militan grup mevcuttu: biri, başında Suphi’nin bulunduğu Bakû grubu, diğeri de Şerif Manatof, Vakkas Ferid, Ziynetullah Neşirvanof ve baytar Salih Hacoğlu etrafında toplaşmış olan Ankara-Eskişehir grubu. Hafi komünist partiyi bu ikinci grup kurdu. Mustafa Suphi’nin örgütüyle temas kurma imkânı bulan bu grup, ondan talimatlar ve yardımlar aldı.

Grubun kilit ismi ise Şerif Manatof’tu. Başkurt bir imamın oğlu olan Manatof, politik kariyerine Başkurt Meclisi’nin sağ kanadında yer alan bir eylemci olarak başladı. Sonrasında Bolşeviklere yanaştı. Stalin’in güvenini kazanan Manatof, Merkezi Müslüman Komiserliği başkan yardımcılığına getirildi. Temmuz 1918’de Başkurt milliyetçilerine dâhil oldu, ama Orenburg’daki ulusal hükümetin lideri olan Zeki Velidi’nin güvenini kazanamadı. Kasım 1918’de Zeki Velidi, onu Bakû’ye gönderdi ve kendisinin Musavat hükümetine katılmasını istedi. Oradan, 1919 yazının başlarında Türkiye’ye geçti, ama burada Fransızlar kendisini tutukladı. 15 Ağustos 1911’da Fransızların elinden kurtuldu ve izini kaybettirdi.

Ertesi yıl Manatof, Ankara’da, Başkurdistan temsilcisi olarak çıkıyor karşımıza. Süreç içerisinde Manatof, Bolşeviklerin Anadolu’daki en önemli propagandacılarından biri hâline geldi. Ankara’ya varır varmaz il idaresinde yetkili bir isim olan Vakkas Ferid’e Ekim Devrimi’nin savunduğu görüşleri aktardı. Eskişehir’in önde gelen isimlerini ve işçileri örgütledi. Bu şehri Anadolu komünizminin kalesi hâline getirdi.[2]

Ankara’da birçok sempatizanla temas hâlinde olan Manatof’un bağ kurduğu en önemli isimse Ziynetullah Neşirvanof’tu. Tatar olan bu zat, İstanbul’daki sosyalist hareket içerisinde önemli bir etkiye sahipti.[3] Manatof’la aşağı yukarı aynı zamanda Anadolu’ya gelmiş olan Neşirvanof, Kemalist hükümet tarafından basın ve enformasyon dairesine Rusça çevirmeni olarak alındı. Muhtemelen onun işe alınmasında en önemli rolü Manatof oynadı. Bildiğimiz kadarıyla hafi komünist partinin toplantıları, onun evinde yapılıyordu. Hatta örgüt içerisinde saflığa önem veren isimler, toplantılara onun eşinin ve baldızının katılmasına kızıyorlardı.[4]

Anadolu’da komünizm propagandası yapan isimlerden biri de Verbof (Verlof, Derbof?). Karkov şehrinin eski halk komiseri olan bu zat, Ankara’da Sovyet Cumhuriyeti’nin gayriresmi temsilcisi olarak bulunuyordu.[5]

Neşirvanof, Vakkas Ferid ve Verbof ile birlikte Manatof, kısa sürede sağlam bir çekirdek meydana getirdi. Yeşil Ordu içerisinde faal olan grupta Baytar Salih, gazeteci Mustafa Nuri gibi isimlerin yanı sıra, Tokat milletvekili Nâzım Bey’in etrafında toplaşmış bazı milletvekilleri de bulunuyordu.[6] Sonuçta hafi komünist partiyi Temmuz 1920’de Yeşil Ordu’nun devrimci kanadı teşkil etti.

Haziran ayında TKP nizamnamesi, Anadolu’ya dağıtıldı.[7] Bu belgeyi hazırlayanın Manatof olup olmadığı bilinmiyor. Ama Yeşil Ordu nizamnamesiyle bu belge arasındaki benzerlik dikkat çekici bir husus olarak öne çıkıyor. Her iki belgede özel mülkiyetin ilgasından, büyük kapitalist şirketlerin devlet mülkiyetine geçmesinden, lüks kalemlerin müsadere edilmesinden, eğitimin zorunlu olmasından vs. bahsediliyor. İki belge arasındaki tek farksa Yeşil Ordu’nun İslam’a önemli bir rol biçmesi, komünist partinin ise devletle din arasında ayrım yapılmasına ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınmasına vurgu yapması ile ilgili. Bu farklılığa rağmen iki belgenin aynı kalemden çıktığını söylemek mümkün. Belgenin birinde Müslüman ve milliyetçi Yeşil Ordu dindar halk kesimlerine odaklanıyor, diğerinde ise komünist parti, seküler militanlardan oluşan bir çekirdek inşa etme hedefini güdüyor.

14 Temmuz 1920’de Eskişehir’de Şerif Manatof ve arkadaşları, tüm işçilere ve köylülere hitaben kaleme aldıkları bildiride, Üçüncü Enternasyonal’e bağlı bir Türkiye Komünist Partisi’nin kurulduğunu ilân ettiler.[8]

Tam da bu dönemde Mustafa Kemal’in isteği üzerine Yeşil Ordu, faaliyetlerini askıya aldı. Bu kararın alınmasına büyük olasılıkla TKP’nin kuruluşuna ilişkin açıklama neden olmuştu. Eskişehir’de partinin kurulduğuna dair açıklama, Yeşil Ordu faaliyetlerinin askıya alınması kararına bir tepki olarak yapıldı.

Ağustos ayı içinde hafi partinin üyeleri, Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya gönderdiği elçisi Süleyman Sami ile temasa geçti. Temmuz ortasında Trabzon’a varan Süleyman Sami’nin üzerinde, Bakû’deki komünist teşkilâtın Mustafa Kemal’e gönderdiği bir mektup bulunuyordu.[9] Bir süre Trabzon’da alıkonulan Sami’nin Ankara’ya gitmesine izin verildi. Burada hafi partinin yetkilileriyle, özellikle Baytar Salih’le buluştu. Mayıs 1921’de yargılandığı mahkemede Salih, Süleyman Sami’den bütçe kapsamında mali yardım istediğini kabul etti.[10]

Bu mali yardım, esasen matbaa, gazete çıkartma ve parti yöneticilerine yapılacak ödemeler için istenmişti. Ayrıca yoksul çocuklar için okullar açmak gibi bir plan da vardı. Bu taslak bütçenin Bakû teşkilâtı tarafından onaylanıp onaylanmadığını bilmiyoruz. Bu talebi alan Karl Radek ve Doğu Halkları Kurultayı’nda kurulan Propaganda ve Eylem Komitesi sekreteri Elena Dmitrievna Stasova, meseleyi ciddiyetle tartıştı.[11] Sonuçta Bolşevikler, Anadolu’daki “genç yoldaşlar”a yardım etme kararı aldılar. Vaat edilen meblağ, Ekim başında Ankara’ya Upmal-Angarski’nin bavulunda ulaştı.[12]

Mustafa Kemal’in sınır ötesindeki bir teşkilâtla kurulan bu bağlardan haberi var mıydı, bilmiyoruz. Neticede Mustafa Kemal, bilsin ya da bilmesin, hafi TKP’nin militanlarına kısa süre içerisinde savaş açtı. Ekim sonunda Türkiye’de yürütülecek komünist faaliyetleri tekeline almak için içişleri bakanlığına bağlı bir resmi TKP kurdu ve bu savaşta esas olarak bu silâhı kullandı. Tam da bu dönemde diğer bir önemli tedbire başvuruldu: Anadolu Bolşevizminin en önemli liderlerinden Şerif Manatof, sınır dışı edildi.[13]

Mustafa Kemal’in bu zeki hamlesi, bir dizi başarının elde edilmesini sağladı. Hakkı Behiç’in örgütü, ılımlı unsurları bir araya getirdi, Yeşil Ordu’nun belirli kesimlerini buradan koparttı, bilhassa Eskişehir grubunu yanına çekti. Bu sürece hafi komünist parti üyeleri dâhil olmadılar. Hakkı Behiç, resmi TKP’nin kurulduğunu açıklayınca, Kasım ortasında Yeni Gün gazetesinin kurulmasından hemen sonra karşı saldırıya geçtiler.

Hükümet emriyle, resmi bir teşkilât olarak “komünist” ismini taşıyan bir parti kurulmasında bir beis görülmedi. Başka bir isim altında örgütlenme çalışmaları yürütülmesine bir biçimde yasak getirilmedi. Bunun üzerine, Kasım sonunda hafi komünist partinin liderleri (Ziynetullah Neşirvanof ve Baytar Salih) Halk Zümresi üyesi solcu vekillerle birlikte Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nı kurmaya karar verdiler.[14]

“Paylaşım ve işbirliği” gibi anlamlara gelen ve aslen Arapça olan “iştirakiyyun” kelimesi sayesinde Hakkı Behiç’in partisinin tekelinde olan “komünist” sıfatına başvurma mecburiyetinden kurtulan yeni parti, bir yandan da açıktan komünizme atıfta bulunma imkânı buldu. “Halk” kelimesi ise örgütü kuran kimi isimlerin halkçı yönelimlerine vurgu yapıyordu.

Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nın politik yönelimini daha çok Baytar Salih ve Tokat milletvekili Nâzım Bey tayin ediyordu.[15] Partinin başında, ayrıca Ziynetullah Neşirvanof, Şeyh Servet ve Karahisar milletvekili Mehmet Şükrü gibi isimler de bulunuyordu. Mehmet Şükrü, aynı zamanda İkaz isminde yerel bir gazetenin sahibiydi. Kasım sonunda bu gazetenin basıldığı matbaa, Ankara’ya taşınıp partiye teslim edildi. Bu önemli katkıyla birlikte Halk İştirakiyyun Fırkası, resmi TKP’nin yayın organı Seyyare-i Yeni Dünya’yı gölgede bırakmayı umdu.[16]

Baytar Salih ve yoldaşları, Hakkı Behiç’in teşkilâtının sahte niteliğini ifşa edip eleştirmeyi ilk görev olarak belirlediler. Kasım ayının sonunda veya Aralık başı gibi Anadolu’nun çeşitli yerlerinde faal olan gruplara bir bildiri gönderildi.[17] Bildiriyle birlikte Halk Komünist Partisi’nin kuruluşu ilân edildi ve Yeşil Ordu’nun desteğini alan tek partinin HKP olduğu söylendi. Belgeyi imzalayan isimler arasında bulunan Baytar Salih ve Nâzım Bey, Yeşil Ordu programına bağlı olduklarını beyan etti ve muhalif kampın o programı tahrif ettiğini, ona ihanet eden işler yaptığını söyledi. Bu tür açıklamalarla Hakkı Behiç’in TKP’sine kanan ılımlı isimlerin kazanılması amaçlanmaktaydı. Öte yandan Halk Komünist Partisi, zerre tereddüt yaşamadan, Komintern bayrağını kendi bayrağı bildiğini, devrimci Bolşevizmi savunan bir parti olarak, resmi TKP’nin reformist sosyalizmine karşı çıktığını açık yüreklilikle ilân etti.

Bu bildirinin dağıtılmasından kısa bir süre sonra yeni teşkilâtın programı ve tüzüğü İçişleri Bakanlığı’na teslim edildi. 7 Aralık 1920’de partinin kuruluşu resmiyet kazandı.[18] Bugün elimizde bakanlığa sunulan belgeler bulunmasa da bu programın ve tüzüğün hafi komünist partinin (muhtemelen Haziran 1920 tarihli) programını ve Yeşil Ordu nizamnamesini temel aldığını biliyoruz.[19]

Partinin “halkçı” liderleri, Nâzım, Servet ve Mehmet Şükrü, Yeşil Ordu programında şeriat ilkeleriyle bağlantılı olan hükümleri olduğu gibi parti programına aktarılmasını sağladı. Böylelikle kendi komünistliklerinin dinsiz olmadığına, bilâkis, İslamî gelenek dairesinde tanımlı olduğuna dair bir vurguda bulunmak istiyorlardı.

Saklanmanın, sırda olmanın vaktinin geçtiği bir döneme girildiği görülmekteydi. Ankara hükümeti, Aralık başında Çerkes Ethem’e bağlı birlikleri merkeze bağlama kararı aldı. Kısa bir süre sonra Mustafa Kemal, tüm Anadolu solunu tasfiye etme imkânı buldu. Yeşil Ordu’nun mirasına sahip çıkan Halk Komünist Partisi, bu dönemde darbeyi yiyen ilk örgüt oldu.

Ocak 1921’e dek parti liderleri, gene de iktidara direnmeyi başardılar. Hatta baskıların iyice yoğunlaştığı bir dönemde, 16 Ocak’ta haftalık halk komünist dergisi Emek’i çıkarmak için kolları sıvadılar, ama derginin birinci sayısı çıktıktan bir hafta sonra bu yayın yasaklandı.[20] Kimi konularda öğreti temelinde belirli tavizler vermiş olsa da bu gazete, Anadolu’da Yeni Gün ve Seyyare-i Yeni Dünya’ya nazaran daha solcu bir yayındı, ayrıca Anadolu’da çıkan, gerçek anlamda “komünist” olan ilk gazeteydi.

Kırmızı mürekkeple basılan ilk sayısı, Ankara’da epey gürültü koparttı. Hatta bazı milletvekilleri, başyazıyı kaleme alan kişinin asılması önerisinde bulundular. Yazıda Kur’an’ın özel mülkiyete ve kapitalizme düşman olduğundan söz ediliyordu.[21] Gazetenin yıkıcı dili, diğer yazılarda da karşılık buldu. “Türk komünizmi” ifadesine yer vermeyen yazılarda, Sovyet rejimine ve enternasyonalist komünizme yönelik beğeni açık bir biçimde görülüyordu. Ayrıca Emek’te Enternasyonal’in Türkçe çevirisinin ilk tam hâli de kendisine yer buldu. Gazetede V. Karpinski’nin “Sovyet İktidarı Nedir?” isimli broşürünün çevirisi de paylaşıldı. Anadolu halkına ateist bir komünizm takdim etmemek adına Emek, esas olarak o kısa ömrü boyunca Bolşevizmle İslamî geleneği bağdaştırmak için uğraştı.[22]

Gazetenin yasaklanmasına, Bulgar Komünist Partisi’nin Türkçe olarak yayınladığı Ziya gazetesinden alınan bir makale sebep oldu. Makalede Kemalist iktidarın diktatöryel niteliği eleştiriliyor ve kısa bir süre sonra Anadolu’da iç savaşın başlayacağından söz ediliyordu.[23] Herkesin beklediği bu yasaklama kararı, Mustafa Kemal’in 8 Ocak 1921’de TBMM’de yaptığı anti-komünist konuşmanın ardından alındı.[24]

11 Ocak günü Baytar Salih, Ethem’in başını çektiği komploya iştirak ettiği suçlamasıyla tutuklandı. Kendisine bu süreçte başka suçlar da isnat edildi.[25] Ocak ayının ikinci yarısında din adamları, “Kur’an’ı kullanan sahtekârlar”a karşı bir kampanya başlattı, hatta Din İşleri Bakanlığı fetva yayınlayarak, müminlerin komünist hareketten uzak durmalarını istedi.[26]

Emek gazetesinin kapatılmasından kısa bir süre sonra hükümet yeniden saldırıya geçti: 27 ve 28 Ocak’ta partinin birçok üyesi tutuklanıp hapse atıldı. Bu saldırıdan sadece, milletvekili olmaları hasebiyle, Nâzım Bey, Mehmed Şükrü ve Şeyh Servet kurtuldu.

Kapatılan Halk Komünist Partisi, siyaset sahnesinden tümüyle silindi. 2 Şubat gibi merkez komite üyesi olup hapsedilmeyen isimler, hükümetin gözünde kendilerini aklamak için Hâkimiyet-i Milliye gazetesine partinin lağv edildiğine dair bir açıklama gönderdiler.[27] Mustafa Kemal, gene de vazgeçmedi ve Nisan 1921’de Nâzım’ın, Servet’in ve Mehmet Şükrü’nün dokunulmazlıklarını kaldırdı. Tüm şüpheliler, Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne çıkartıldılar.

TBMM hükümetini devirme suçlaması yöneltilen parti liderleri, Baytar Salih, Nâzım Bey ve Ziynetullah Neşirvanof, on beş yıl zorunlu çalışma cezasına çarptırıldı. Emek gazetesinin yayın yönetmeni Abdulkadir ve diğer isimler (ticaretle uğraşan Hilmi, manav Ahmet, gazeteci Mustafa Nuri, okul müdürü Behram Lütfi ve gazeteci Nizameddin Nazif) üç ilâ sekiz yıl hapis cezası aldı. Sadece Karahisar milletvekili Mehmet Şükrü ile Bursa milletvekili Servet, mahkemeyi suçsuz olduğuna ikna edebildi.[28]

Şubat 1921’de Halk Komünist Partisi’nin kapatılması, Türkiye solu tarihinde önemli bir dönüm noktasını teşkil etti. Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmış olan militanlar, yaklaşık bir yıl boyunca hiçbir şey yapmadılar. Bu dönemde milliyetçi hareket, ülkedeki tek güç olduğunu herkese kabul ettirdi. Mart 1922’de küllerinden doğan Halk Komünist Partisi, hareket imkânlarını ve toplumsal bağlarını yitirdiğini gördü. Tümüyle Komintern’e bağlı olan, faal politik hayattan kopuk bir doktriner hareketin ötesine geçemedi.

1920 solu, mücadeleci ruhunu, teorik meseleleri açık yüreklilikle dile getirme azmini ve örgütsel becerilerini yitirdi. Bu, sadece solun meselesi de değildi. Kişiler temelinde farklı konumlar alınmışsa da karşımıza temel üç ana eğilim çıkıyor. Milliyetçi akım, Ekim Devrimi’nin yarattığı coşkuyu, İstanbul’dan Buhara’ya uzanan büyük Turan ülküsü için kullanmaya çalışıyordu. Hakkı Behiç’in temsil ettiği orta yolcu, ılımlı kanat, toplumsal başkaldırı meselesinden uzak duruyor, devletin bahşedeceği ve yöneteceği reformlara destek sunuyordu. Üçüncü akımsa devrimci akımdı. Ekim Devrimi’nin ön plana çıkarttığı fikirlere bağlı olan bu akım, ülkedeki kültürel ve toplumsal gelenekleri kapı dışarı etmemeye özen gösteriyordu.

Asıl çarpıcı olansa bu üç akımın da kendilerini İslam’la tanımlıyor olmasıydı. Birinci Dünya Savaşı öncesi yüzlerini batıya çeviren Osmanlı sosyalistleri, İslamî olguları büyük bir heyecanla kenara itiyorlardı. Ama 1920’de Türk solu, Anadolu’nun orta yerinde, Doğu’ya odaklanıyor ve İslam’ı sahipleniyordu. Şeyh Servet ve Nâzım Bey gibi isimler, din meselesine hiçbir zaman sırtlarını dönmediler. İslamî geleneği eleştirmek yerine, onu kullanmaya çalıştılar. Bugün karşımıza çıkan İslamî sosyalizm akımlarının kökleri, 1920 Türkiye’sine uzanıyor.

Ama Komintern’in Anadolu komünist hareketini tümüyle örgütlemesiyle birlikte, İslam üzerinden meşruiyet edinme meselesi, Türkiyeli militanların ideoloji kitabından silinip gitti. 1922 ile birlikte Türkiye’de ülkenin ekonomik, kültürel ve toplumsal gerçeklerini dikkate almayan, her kapıyı açacak bir tür Marksizm hâkim hâle geldi. Fikirlerdeki bu dönüşüme kadrolardaki değişiklik eşlik etti.

Yeşil Ordu, Halk Zümresi, Resmi TKP ve Halk Komünist Partisi, içlerinde yığınla eski İttihatçı bulunduran yapılardı. Eylül 1921’de Enver Paşa’nın Mustafa Kemal hükümetine karşı planladığı darbe başarısız olunca, bu İttihatçılar soldan uzaklaştılar ve Kemalist milliyetçilik karşısında etkisiz olduklarını ispatladılar. Dolayısıyla, devrimciler kendi başlarına kaldılar ve devrim gemisini kaçırdıkları bilinciyle, Komintern’in kendilerine sundukları doktrinle ne yapacaklarını bilmeden, faaliyetlerine bir biçimde devam ettiler.

Paul Dumont
Meudon, 1977
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Karadeniz limanlarında ve Erzurum, Bayburt ve Gümüşhane gibi Doğu Anadolu şehirlerinde komünist hücreler faaliyet yürütüyorlar. Bkz. FO 371/5171, Ağustos 1920, s. 108-109. Şu rapora bakılabilir: 14 Ocak 1920 (FO 371/5165, s. 78.), O dönemde Anadolu Bolşevizminin başkenti Bandırma’dır. Bandırma grubu ile ilgili olarak bkz. Affan Hikmet, Supra, Sayı. 5.

[2] Şerif Manatof, tarifi zor bir karakterdir. Onunla ilgili bilgiler daha çok şu çalışmadan alınmıştır: Alexander Bennigsen, La presse et le mouvement national chez les musulmans de Russie avant 1920, Paris-La Haye, 1964, s. 222-223. Ayrıca bkz. Abdullah Taymas, Rus İhtilalinden Hatıralar, II. Baskı, İstanbul, 1968, s. 108 ve sonraki bölümler; F. Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara, 1967, s. 187-188. Ayrıca İngiliz Dışişleri Bakanlığı Arşivleri’nde de ilginç verilere rastlanmaktadır: bilhassa 12 Ağustos 1920 tarihli rapor.

[3] Neşirvanof ile ilgili olarak bkz. G. S. Harris, The Origins of Communism in Turkey, Stanford, 1967, s. 37.

[4] Bursa milletvekili Şeyh Servet’in İstiklâl Mahkemesi’ndeki yargılaması konusunda bkz.: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 172.

[5] Elimizde bu kişi hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Gelgelelim hatıratında Halide Edip, onunla ilgili önemli şeyler söylemektedir: Türkün Ateşle İmtihanı, İstanbul, 1971, s. 136-137. Ayrıca bkz. FO 371/5171, 19 Ağustos 1920 tarihli rapor.

[6] Yeşil Ordu yargılamaları konusunda bkz. F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 156-177. Ayrıca bkz. M. Tunçay, Mesaî, s. 90-91.

[7] Bu nizamnameleri çeviren: G. S. Harris, a.g.e., s. 149-152.

[8] Bu belge, Cumhuriyet gazetesinin 28 Temmuz 1931 tarihli nüshasında yayımlandı. Şu çalışmada bazı alıntılara yer veriliyor: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 190-191.

[9] Mektup şu çalışmada ele alınmıştı: P. Dumont, “L'axe Moscou-Ankara. Les relations turco-soviétiques de 1919 à 1922”, CMRS, XVIII (3), 1977, s. 165-193.

[10] F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 175-176.

[11] A.g.e., s. 162. E. D. Stasova’nın oynadığı rolle ilgili olarak bkz. Vospominanija [“Günlükler”], Moskova, 1969, s. 177-181.

[12] Bu bavul iddiasına, hafi TKP liderlerine suçlamalar yönelten İstiklâl Mahkemesi savcısının açıklamasında rastlıyoruz. Bkz. F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 162.

[13] Gotthard Jaschke, “Kommunismus und Islam im türkischen Befreiungskriege”, Die Welt des Islams, Sayı 20, 1938, s. 111. Türkçesi: İştiraki. Manatof’un tam olarak hangi gün sınır dışı edildiğini bilmiyoruz, ama kendisinin yazdığına göre, 1920 güzünde ülkeden ayrılıyor. Bkz. 28-29 Kanun-u sani 1921. Karadeniz Kıyılarında Parçalanan Mustafa Suphi ve Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri, Moskova, 1923, s. 100.

[14] Mehmed Şükrü’nün tanıklığı ile ilgili olarak bkz.: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 168-171. Bu açıklamalarda Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası liderleri diğer yapılarla ilişkilere de değiniyor.

[15] Anlaşılan, Salih Hacıoğlu ve Nâzım Bey partinin genel sekreterliğinde belirli bir rol üstleniyor.

[16] F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 169.

[17] Bu belgeye şu çalışmada yer verildi: F. Kandemir, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi, s. 128-129; ayrıca bkz. F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 178. Bu iki yazara göre, bildirinin altında Salih Hacıoğlu ve Çerkes Ethem’in imzaları vardı. Aslında buradaki hata, Kandemir’e aitti. Çünkü Salih Hacıoğlu’nun imzasının yanındaki imza, Tokat milletvekili Nâzım Bey’indi. Doğru hâline Genelkurmay’ın yayınladığı şu çalışmadan ulaşmak mümkün: Türk İstiklâl Harbi, Ankara, 1966, II-3, s. 599-600.

[18] Mehmed Şükrü’nün tanıklığı için bkz. F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 169; Beyanname için bkz. Emek, 16 Ocak 1921, s. 2.

[19] Bu gerçeği, İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanan parti liderleri yaptıkları açıklamalarda dillendiriyorlar.

[20] Emek gazetesinin birinci sayısına şu çalışmadan ulaşmak mümkün: Ali Ergin Güran, Türkiye Halk İştirakiyyûn Fırkası Yayın Organları, İstanbul 1975, s. 4-17. Emek gazetesinin diğer sayılarıyla ilgili bir değerlendirme için şu çalışmaya bakılabilir: S. Vol'tman, “Novaja Turcija v otraženijah anatolijskoj pressy” [“Anadolu Basınına Yansıdığı Biçimiyle Yeni Türkiye”], Novyj vostok, 2, 1922, s. 642-644.

[21] A.g.e., s. 643.

[22] 22 Aralık 1920 günü Mehmed Şükrü bu meseleyle ilgili bir seminer verir. Bu seminerin metni Emek gazetesinin ilk beş sayısında yayımlanır.

[23] Bu konuyla ilgili bir makaleden yapılan alıntı için bkz. S. Vol'tman, a.g.e., s. 643. Ayrıca bkz. G. S. Harris, a.g.e., s. 92.

[24] A.g.e., s. 156-157.

[25] Konuyla ilgili İstiklâl Mahkemesi kararı için bkz. F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 180; Ayrıca bkz. Z. Nasirvanov, “Mustafa Suphi Yoldaş ve Anadolu Komünistleri”, 28-29 Kanun-u sani… içinde, s. 13.

[26] S. Vol'tman, a.g.e., s. 643.

[27] Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlanan açıklama için bkz. M. Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar, s. 126.

[28] F. Kandemir, a.g.e., s. 183; F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 180.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder