Şerif Manatof
Yeşil
Ordu ve “resmi” Komünist Partisi “Türk komünizmi”ni inşa etme gayreti içine
girerken, gerçekte aslında bu yapılar, Panturanist fikirlerle irtibatlı bir tür
ilerici halkçılığı savunuyorlardı. Şimdi ise ana komünist hatta daha yakın
duran “hafi” komünist partisini ele alacağız.
Bu
parti Aralık 1920’de Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nı kurdu. Ne yazık ki bu
teşkilâtın doğuşu ve kuruluşu konusunda sınırlı bilgilere sahibiz. Bu parti ne zaman,
kimler tarafından kuruldu? Nerede kuruldu? Ana teorik yönelimi neydi? Bu sorulara
bugün net cevaplar vermek mümkün değil.
Komintern’e
bağlı olan Anadolu komünist partisinin temelleri, muhtemelen 1920 yazının
başlarında atıldı. Eldeki kaynaklara bakılacak olursa, bu tarihten önce
Anadolu’nun muhtelif kesimlerine dağılmış az sayıda küçük gruptan söz
edebiliyoruz.[1]
Haziran
1920’den itibaren merkezinde Karadeniz limanlarının, Ankara’nın ve Eskişehir’in
durduğu bir propagandacı ağı meydana geldi. Anadolu’da Bolşevik çizgisine bağlı
komünist harekete kaynaklık eden iki militan grup mevcuttu: biri, başında
Suphi’nin bulunduğu Bakû grubu, diğeri de Şerif Manatof, Vakkas Ferid,
Ziynetullah Neşirvanof ve baytar Salih Hacoğlu etrafında toplaşmış olan
Ankara-Eskişehir grubu. Hafi komünist partiyi bu ikinci grup kurdu. Mustafa
Suphi’nin örgütüyle temas kurma imkânı bulan bu grup, ondan talimatlar ve
yardımlar aldı.
Grubun
kilit ismi ise Şerif Manatof’tu. Başkurt bir imamın oğlu olan Manatof, politik
kariyerine Başkurt Meclisi’nin sağ kanadında yer alan bir eylemci olarak başladı.
Sonrasında Bolşeviklere yanaştı. Stalin’in güvenini kazanan Manatof, Merkezi
Müslüman Komiserliği başkan yardımcılığına getirildi. Temmuz 1918’de Başkurt
milliyetçilerine dâhil oldu, ama Orenburg’daki ulusal hükümetin lideri olan
Zeki Velidi’nin güvenini kazanamadı. Kasım 1918’de Zeki Velidi, onu Bakû’ye
gönderdi ve kendisinin Musavat hükümetine katılmasını istedi. Oradan, 1919
yazının başlarında Türkiye’ye geçti, ama burada Fransızlar kendisini tutukladı.
15 Ağustos 1911’da Fransızların elinden kurtuldu ve izini kaybettirdi.
Ertesi
yıl Manatof, Ankara’da, Başkurdistan temsilcisi olarak çıkıyor karşımıza. Süreç
içerisinde Manatof, Bolşeviklerin Anadolu’daki en önemli propagandacılarından
biri hâline geldi. Ankara’ya varır varmaz il idaresinde yetkili bir isim olan
Vakkas Ferid’e Ekim Devrimi’nin savunduğu görüşleri aktardı. Eskişehir’in önde
gelen isimlerini ve işçileri örgütledi. Bu şehri Anadolu komünizminin kalesi
hâline getirdi.[2]
Ankara’da
birçok sempatizanla temas hâlinde olan Manatof’un bağ kurduğu en önemli isimse
Ziynetullah Neşirvanof’tu. Tatar olan bu zat, İstanbul’daki sosyalist hareket
içerisinde önemli bir etkiye sahipti.[3] Manatof’la aşağı yukarı aynı zamanda
Anadolu’ya gelmiş olan Neşirvanof, Kemalist hükümet tarafından basın ve
enformasyon dairesine Rusça çevirmeni olarak alındı. Muhtemelen onun işe
alınmasında en önemli rolü Manatof oynadı. Bildiğimiz kadarıyla hafi komünist
partinin toplantıları, onun evinde yapılıyordu. Hatta örgüt içerisinde saflığa
önem veren isimler, toplantılara onun eşinin ve baldızının katılmasına
kızıyorlardı.[4]
Anadolu’da
komünizm propagandası yapan isimlerden biri de Verbof (Verlof, Derbof?). Karkov
şehrinin eski halk komiseri olan bu zat, Ankara’da Sovyet Cumhuriyeti’nin
gayriresmi temsilcisi olarak bulunuyordu.[5]
Neşirvanof,
Vakkas Ferid ve Verbof ile birlikte Manatof, kısa sürede sağlam bir çekirdek
meydana getirdi. Yeşil Ordu içerisinde faal olan grupta Baytar Salih, gazeteci
Mustafa Nuri gibi isimlerin yanı sıra, Tokat milletvekili Nâzım Bey’in
etrafında toplaşmış bazı milletvekilleri de bulunuyordu.[6] Sonuçta hafi
komünist partiyi Temmuz 1920’de Yeşil Ordu’nun devrimci kanadı teşkil etti.
Haziran
ayında TKP nizamnamesi, Anadolu’ya dağıtıldı.[7] Bu belgeyi hazırlayanın
Manatof olup olmadığı bilinmiyor. Ama Yeşil Ordu nizamnamesiyle bu belge
arasındaki benzerlik dikkat çekici bir husus olarak öne çıkıyor. Her iki
belgede özel mülkiyetin ilgasından, büyük kapitalist şirketlerin devlet
mülkiyetine geçmesinden, lüks kalemlerin müsadere edilmesinden, eğitimin
zorunlu olmasından vs. bahsediliyor. İki belge arasındaki tek farksa Yeşil
Ordu’nun İslam’a önemli bir rol biçmesi, komünist partinin ise devletle din
arasında ayrım yapılmasına ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınmasına
vurgu yapması ile ilgili. Bu farklılığa rağmen iki belgenin aynı kalemden
çıktığını söylemek mümkün. Belgenin birinde Müslüman ve milliyetçi Yeşil Ordu
dindar halk kesimlerine odaklanıyor, diğerinde ise komünist parti, seküler
militanlardan oluşan bir çekirdek inşa etme hedefini güdüyor.
14
Temmuz 1920’de Eskişehir’de Şerif Manatof ve arkadaşları, tüm işçilere ve
köylülere hitaben kaleme aldıkları bildiride, Üçüncü Enternasyonal’e bağlı bir
Türkiye Komünist Partisi’nin kurulduğunu ilân ettiler.[8]
Tam
da bu dönemde Mustafa Kemal’in isteği üzerine Yeşil Ordu, faaliyetlerini askıya
aldı. Bu kararın alınmasına büyük olasılıkla TKP’nin kuruluşuna ilişkin
açıklama neden olmuştu. Eskişehir’de partinin kurulduğuna dair açıklama, Yeşil
Ordu faaliyetlerinin askıya alınması kararına bir tepki olarak yapıldı.
Ağustos
ayı içinde hafi partinin üyeleri, Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya gönderdiği
elçisi Süleyman Sami ile temasa geçti. Temmuz ortasında Trabzon’a varan
Süleyman Sami’nin üzerinde, Bakû’deki komünist teşkilâtın Mustafa Kemal’e
gönderdiği bir mektup bulunuyordu.[9] Bir süre Trabzon’da alıkonulan Sami’nin
Ankara’ya gitmesine izin verildi. Burada hafi partinin yetkilileriyle, özellikle
Baytar Salih’le buluştu. Mayıs 1921’de yargılandığı mahkemede Salih, Süleyman
Sami’den bütçe kapsamında mali yardım istediğini kabul etti.[10]
Bu
mali yardım, esasen matbaa, gazete çıkartma ve parti yöneticilerine yapılacak
ödemeler için istenmişti. Ayrıca yoksul çocuklar için okullar açmak gibi bir
plan da vardı. Bu taslak bütçenin Bakû teşkilâtı tarafından onaylanıp
onaylanmadığını bilmiyoruz. Bu talebi alan Karl Radek ve Doğu Halkları
Kurultayı’nda kurulan Propaganda ve Eylem Komitesi sekreteri Elena Dmitrievna
Stasova, meseleyi ciddiyetle tartıştı.[11] Sonuçta Bolşevikler, Anadolu’daki
“genç yoldaşlar”a yardım etme kararı aldılar. Vaat edilen meblağ, Ekim başında
Ankara’ya Upmal-Angarski’nin bavulunda ulaştı.[12]
Mustafa
Kemal’in sınır ötesindeki bir teşkilâtla kurulan bu bağlardan haberi var mıydı,
bilmiyoruz. Neticede Mustafa Kemal, bilsin ya da bilmesin, hafi TKP’nin
militanlarına kısa süre içerisinde savaş açtı. Ekim sonunda Türkiye’de
yürütülecek komünist faaliyetleri tekeline almak için içişleri bakanlığına
bağlı bir resmi TKP kurdu ve bu savaşta esas olarak bu silâhı kullandı. Tam da
bu dönemde diğer bir önemli tedbire başvuruldu: Anadolu Bolşevizminin en önemli
liderlerinden Şerif Manatof, sınır dışı edildi.[13]
Mustafa
Kemal’in bu zeki hamlesi, bir dizi başarının elde edilmesini sağladı. Hakkı
Behiç’in örgütü, ılımlı unsurları bir araya getirdi, Yeşil Ordu’nun belirli
kesimlerini buradan koparttı, bilhassa Eskişehir grubunu yanına çekti. Bu
sürece hafi komünist parti üyeleri dâhil olmadılar. Hakkı Behiç, resmi TKP’nin
kurulduğunu açıklayınca, Kasım ortasında Yeni Gün gazetesinin
kurulmasından hemen sonra karşı saldırıya geçtiler.
Hükümet
emriyle, resmi bir teşkilât olarak “komünist” ismini taşıyan bir parti kurulmasında
bir beis görülmedi. Başka bir isim altında örgütlenme çalışmaları yürütülmesine
bir biçimde yasak getirilmedi. Bunun üzerine, Kasım sonunda hafi komünist
partinin liderleri (Ziynetullah Neşirvanof ve Baytar Salih) Halk Zümresi üyesi
solcu vekillerle birlikte Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nı kurmaya karar
verdiler.[14]
“Paylaşım
ve işbirliği” gibi anlamlara gelen ve aslen Arapça olan “iştirakiyyun”
kelimesi sayesinde Hakkı Behiç’in partisinin tekelinde olan “komünist” sıfatına
başvurma mecburiyetinden kurtulan yeni parti, bir yandan da açıktan komünizme
atıfta bulunma imkânı buldu. “Halk” kelimesi ise örgütü kuran kimi isimlerin
halkçı yönelimlerine vurgu yapıyordu.
Türkiye
Halk İştirakiyyun Fırkası’nın politik yönelimini daha çok Baytar Salih ve Tokat
milletvekili Nâzım Bey tayin ediyordu.[15] Partinin başında, ayrıca Ziynetullah
Neşirvanof, Şeyh Servet ve Karahisar milletvekili Mehmet Şükrü gibi isimler de
bulunuyordu. Mehmet Şükrü, aynı zamanda İkaz isminde yerel bir gazetenin
sahibiydi. Kasım sonunda bu gazetenin basıldığı matbaa, Ankara’ya taşınıp
partiye teslim edildi. Bu önemli katkıyla birlikte Halk İştirakiyyun Fırkası,
resmi TKP’nin yayın organı Seyyare-i Yeni Dünya’yı gölgede bırakmayı umdu.[16]
Baytar
Salih ve yoldaşları, Hakkı Behiç’in teşkilâtının sahte niteliğini ifşa edip
eleştirmeyi ilk görev olarak belirlediler. Kasım ayının sonunda veya Aralık
başı gibi Anadolu’nun çeşitli yerlerinde faal olan gruplara bir bildiri
gönderildi.[17] Bildiriyle birlikte Halk Komünist Partisi’nin kuruluşu ilân
edildi ve Yeşil Ordu’nun desteğini alan tek partinin HKP olduğu söylendi.
Belgeyi imzalayan isimler arasında bulunan Baytar Salih ve Nâzım Bey, Yeşil
Ordu programına bağlı olduklarını beyan etti ve muhalif kampın o programı
tahrif ettiğini, ona ihanet eden işler yaptığını söyledi. Bu tür açıklamalarla
Hakkı Behiç’in TKP’sine kanan ılımlı isimlerin kazanılması amaçlanmaktaydı. Öte
yandan Halk Komünist Partisi, zerre tereddüt yaşamadan, Komintern bayrağını
kendi bayrağı bildiğini, devrimci Bolşevizmi savunan bir parti olarak, resmi
TKP’nin reformist sosyalizmine karşı çıktığını açık yüreklilikle ilân etti.
Bu
bildirinin dağıtılmasından kısa bir süre sonra yeni teşkilâtın programı ve
tüzüğü İçişleri Bakanlığı’na teslim edildi. 7 Aralık 1920’de partinin kuruluşu
resmiyet kazandı.[18] Bugün elimizde bakanlığa sunulan belgeler bulunmasa da bu
programın ve tüzüğün hafi komünist partinin (muhtemelen Haziran 1920 tarihli)
programını ve Yeşil Ordu nizamnamesini temel aldığını biliyoruz.[19]
Partinin
“halkçı” liderleri, Nâzım, Servet ve Mehmet Şükrü, Yeşil Ordu programında
şeriat ilkeleriyle bağlantılı olan hükümleri olduğu gibi parti programına
aktarılmasını sağladı. Böylelikle kendi komünistliklerinin dinsiz olmadığına,
bilâkis, İslamî gelenek dairesinde tanımlı olduğuna dair bir vurguda bulunmak
istiyorlardı.
Saklanmanın,
sırda olmanın vaktinin geçtiği bir döneme girildiği görülmekteydi. Ankara
hükümeti, Aralık başında Çerkes Ethem’e bağlı birlikleri merkeze bağlama kararı
aldı. Kısa bir süre sonra Mustafa Kemal, tüm Anadolu solunu tasfiye etme imkânı
buldu. Yeşil Ordu’nun mirasına sahip çıkan Halk Komünist Partisi, bu dönemde
darbeyi yiyen ilk örgüt oldu.
Ocak
1921’e dek parti liderleri, gene de iktidara direnmeyi başardılar. Hatta baskıların
iyice yoğunlaştığı bir dönemde, 16 Ocak’ta haftalık halk komünist dergisi Emek’i
çıkarmak için kolları sıvadılar, ama derginin birinci sayısı çıktıktan bir
hafta sonra bu yayın yasaklandı.[20] Kimi konularda öğreti temelinde belirli
tavizler vermiş olsa da bu gazete, Anadolu’da Yeni Gün ve Seyyare-i
Yeni Dünya’ya nazaran daha solcu bir yayındı, ayrıca Anadolu’da çıkan,
gerçek anlamda “komünist” olan ilk gazeteydi.
Kırmızı
mürekkeple basılan ilk sayısı, Ankara’da epey gürültü koparttı. Hatta bazı
milletvekilleri, başyazıyı kaleme alan kişinin asılması önerisinde bulundular.
Yazıda Kur’an’ın özel mülkiyete ve kapitalizme düşman olduğundan söz ediliyordu.[21]
Gazetenin yıkıcı dili, diğer yazılarda da karşılık buldu. “Türk komünizmi”
ifadesine yer vermeyen yazılarda, Sovyet rejimine ve enternasyonalist komünizme
yönelik beğeni açık bir biçimde görülüyordu. Ayrıca Emek’te
Enternasyonal’in Türkçe çevirisinin ilk tam hâli de kendisine yer buldu.
Gazetede V. Karpinski’nin “Sovyet İktidarı Nedir?” isimli broşürünün çevirisi
de paylaşıldı. Anadolu halkına ateist bir komünizm takdim etmemek adına Emek,
esas olarak o kısa ömrü boyunca Bolşevizmle İslamî geleneği bağdaştırmak için
uğraştı.[22]
Gazetenin
yasaklanmasına, Bulgar Komünist Partisi’nin Türkçe olarak yayınladığı Ziya
gazetesinden alınan bir makale sebep oldu. Makalede Kemalist iktidarın
diktatöryel niteliği eleştiriliyor ve kısa bir süre sonra Anadolu’da iç savaşın
başlayacağından söz ediliyordu.[23] Herkesin beklediği bu yasaklama kararı,
Mustafa Kemal’in 8 Ocak 1921’de TBMM’de yaptığı anti-komünist konuşmanın
ardından alındı.[24]
11
Ocak günü Baytar Salih, Ethem’in başını çektiği komploya iştirak ettiği
suçlamasıyla tutuklandı. Kendisine bu süreçte başka suçlar da isnat edildi.[25]
Ocak ayının ikinci yarısında din adamları, “Kur’an’ı kullanan sahtekârlar”a
karşı bir kampanya başlattı, hatta Din İşleri Bakanlığı fetva yayınlayarak,
müminlerin komünist hareketten uzak durmalarını istedi.[26]
Emek gazetesinin
kapatılmasından kısa bir süre sonra hükümet yeniden saldırıya geçti: 27 ve 28
Ocak’ta partinin birçok üyesi tutuklanıp hapse atıldı. Bu saldırıdan sadece,
milletvekili olmaları hasebiyle, Nâzım Bey, Mehmed Şükrü ve Şeyh Servet kurtuldu.
Kapatılan
Halk Komünist Partisi, siyaset sahnesinden tümüyle silindi. 2 Şubat gibi merkez
komite üyesi olup hapsedilmeyen isimler, hükümetin gözünde kendilerini aklamak
için Hâkimiyet-i Milliye gazetesine partinin lağv edildiğine dair bir
açıklama gönderdiler.[27] Mustafa Kemal, gene de vazgeçmedi ve Nisan 1921’de
Nâzım’ın, Servet’in ve Mehmet Şükrü’nün dokunulmazlıklarını kaldırdı. Tüm
şüpheliler, Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne çıkartıldılar.
TBMM
hükümetini devirme suçlaması yöneltilen parti liderleri, Baytar Salih, Nâzım
Bey ve Ziynetullah Neşirvanof, on beş yıl zorunlu çalışma cezasına çarptırıldı.
Emek gazetesinin yayın yönetmeni Abdulkadir ve diğer isimler (ticaretle
uğraşan Hilmi, manav Ahmet, gazeteci Mustafa Nuri, okul müdürü Behram Lütfi ve
gazeteci Nizameddin Nazif) üç ilâ sekiz yıl hapis cezası aldı. Sadece Karahisar
milletvekili Mehmet Şükrü ile Bursa milletvekili Servet, mahkemeyi suçsuz
olduğuna ikna edebildi.[28]
Şubat
1921’de Halk Komünist Partisi’nin kapatılması, Türkiye solu tarihinde önemli
bir dönüm noktasını teşkil etti. Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmış olan
militanlar, yaklaşık bir yıl boyunca hiçbir şey yapmadılar. Bu dönemde
milliyetçi hareket, ülkedeki tek güç olduğunu herkese kabul ettirdi. Mart
1922’de küllerinden doğan Halk Komünist Partisi, hareket imkânlarını ve
toplumsal bağlarını yitirdiğini gördü. Tümüyle Komintern’e bağlı olan, faal
politik hayattan kopuk bir doktriner hareketin ötesine geçemedi.
1920
solu, mücadeleci ruhunu, teorik meseleleri açık yüreklilikle dile getirme
azmini ve örgütsel becerilerini yitirdi. Bu, sadece solun meselesi de değildi.
Kişiler temelinde farklı konumlar alınmışsa da karşımıza temel üç ana eğilim
çıkıyor. Milliyetçi akım, Ekim Devrimi’nin yarattığı coşkuyu, İstanbul’dan
Buhara’ya uzanan büyük Turan ülküsü için kullanmaya çalışıyordu. Hakkı Behiç’in
temsil ettiği orta yolcu, ılımlı kanat, toplumsal başkaldırı meselesinden uzak
duruyor, devletin bahşedeceği ve yöneteceği reformlara destek sunuyordu. Üçüncü
akımsa devrimci akımdı. Ekim Devrimi’nin ön plana çıkarttığı fikirlere bağlı
olan bu akım, ülkedeki kültürel ve toplumsal gelenekleri kapı dışarı etmemeye
özen gösteriyordu.
Asıl
çarpıcı olansa bu üç akımın da kendilerini İslam’la tanımlıyor olmasıydı.
Birinci Dünya Savaşı öncesi yüzlerini batıya çeviren Osmanlı sosyalistleri,
İslamî olguları büyük bir heyecanla kenara itiyorlardı. Ama 1920’de Türk solu,
Anadolu’nun orta yerinde, Doğu’ya odaklanıyor ve İslam’ı sahipleniyordu. Şeyh
Servet ve Nâzım Bey gibi isimler, din meselesine hiçbir zaman sırtlarını dönmediler.
İslamî geleneği eleştirmek yerine, onu kullanmaya çalıştılar. Bugün karşımıza
çıkan İslamî sosyalizm akımlarının kökleri, 1920 Türkiye’sine uzanıyor.
Ama
Komintern’in Anadolu komünist hareketini tümüyle örgütlemesiyle birlikte, İslam
üzerinden meşruiyet edinme meselesi, Türkiyeli militanların ideoloji kitabından
silinip gitti. 1922 ile birlikte Türkiye’de ülkenin ekonomik, kültürel ve
toplumsal gerçeklerini dikkate almayan, her kapıyı açacak bir tür Marksizm
hâkim hâle geldi. Fikirlerdeki bu dönüşüme kadrolardaki değişiklik eşlik etti.
Yeşil
Ordu, Halk Zümresi, Resmi TKP ve Halk Komünist Partisi, içlerinde yığınla eski
İttihatçı bulunduran yapılardı. Eylül 1921’de Enver Paşa’nın Mustafa Kemal
hükümetine karşı planladığı darbe başarısız olunca, bu İttihatçılar soldan
uzaklaştılar ve Kemalist milliyetçilik karşısında etkisiz olduklarını ispatladılar.
Dolayısıyla, devrimciler kendi başlarına kaldılar ve devrim gemisini
kaçırdıkları bilinciyle, Komintern’in kendilerine sundukları doktrinle ne
yapacaklarını bilmeden, faaliyetlerine bir biçimde devam ettiler.
Paul Dumont
Meudon, 1977
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Karadeniz limanlarında ve Erzurum, Bayburt ve Gümüşhane gibi Doğu Anadolu
şehirlerinde komünist hücreler faaliyet yürütüyorlar. Bkz. FO 371/5171, Ağustos
1920, s. 108-109. Şu rapora bakılabilir: 14 Ocak 1920 (FO 371/5165, s. 78.), O
dönemde Anadolu Bolşevizminin başkenti Bandırma’dır. Bandırma grubu ile ilgili
olarak bkz. Affan Hikmet, Supra, Sayı. 5.
[2]
Şerif Manatof, tarifi zor bir karakterdir. Onunla ilgili bilgiler daha çok şu
çalışmadan alınmıştır: Alexander Bennigsen, La presse et le mouvement national
chez les musulmans de Russie avant 1920, Paris-La Haye, 1964, s. 222-223.
Ayrıca bkz. Abdullah Taymas, Rus İhtilalinden Hatıralar, II. Baskı,
İstanbul, 1968, s. 108 ve sonraki bölümler; F. Tevetoğlu, Türkiye’de
Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara, 1967, s. 187-188. Ayrıca İngiliz
Dışişleri Bakanlığı Arşivleri’nde de ilginç verilere rastlanmaktadır: bilhassa
12 Ağustos 1920 tarihli rapor.
[3]
Neşirvanof ile ilgili olarak bkz. G. S. Harris, The Origins of Communism in
Turkey, Stanford, 1967, s. 37.
[4]
Bursa milletvekili Şeyh Servet’in İstiklâl Mahkemesi’ndeki yargılaması
konusunda bkz.: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 172.
[5]
Elimizde bu kişi hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Gelgelelim
hatıratında Halide Edip, onunla ilgili önemli şeyler söylemektedir: Türkün Ateşle
İmtihanı, İstanbul, 1971, s. 136-137. Ayrıca bkz. FO 371/5171, 19 Ağustos
1920 tarihli rapor.
[6]
Yeşil Ordu yargılamaları konusunda bkz. F. Tevetoğlu, a.g.e., s.
156-177. Ayrıca bkz. M. Tunçay, Mesaî, s. 90-91.
[7]
Bu nizamnameleri çeviren: G. S. Harris, a.g.e., s. 149-152.
[8]
Bu belge, Cumhuriyet gazetesinin 28 Temmuz 1931 tarihli nüshasında
yayımlandı. Şu çalışmada bazı alıntılara yer veriliyor: F. Tevetoğlu, a.g.e.,
s. 190-191.
[9]
Mektup şu çalışmada ele alınmıştı: P. Dumont, “L'axe Moscou-Ankara. Les
relations turco-soviétiques de 1919 à 1922”, CMRS, XVIII (3), 1977, s.
165-193.
[10]
F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 175-176.
[11]
A.g.e., s. 162. E. D. Stasova’nın oynadığı rolle ilgili olarak bkz. Vospominanija
[“Günlükler”], Moskova, 1969, s. 177-181.
[12]
Bu bavul iddiasına, hafi TKP liderlerine suçlamalar yönelten İstiklâl Mahkemesi
savcısının açıklamasında rastlıyoruz. Bkz. F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 162.
[13]
Gotthard Jaschke, “Kommunismus und Islam im türkischen Befreiungskriege”, Die
Welt des Islams, Sayı 20, 1938, s. 111. Türkçesi: İştiraki. Manatof’un tam olarak hangi gün
sınır dışı edildiğini bilmiyoruz, ama kendisinin yazdığına göre, 1920 güzünde
ülkeden ayrılıyor. Bkz. 28-29 Kanun-u sani 1921. Karadeniz Kıyılarında
Parçalanan Mustafa Suphi ve Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri, Moskova,
1923, s. 100.
[14]
Mehmed Şükrü’nün tanıklığı ile ilgili olarak bkz.: F. Tevetoğlu, a.g.e.,
s. 168-171. Bu açıklamalarda Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası liderleri diğer
yapılarla ilişkilere de değiniyor.
[15]
Anlaşılan, Salih Hacıoğlu ve Nâzım Bey partinin genel sekreterliğinde belirli
bir rol üstleniyor.
[16]
F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 169.
[17]
Bu belgeye şu çalışmada yer verildi: F. Kandemir, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye
Komünist Partisi, s. 128-129; ayrıca bkz. F. Tevetoğlu, a.g.e., s.
178. Bu iki yazara göre, bildirinin altında Salih Hacıoğlu ve Çerkes Ethem’in
imzaları vardı. Aslında buradaki hata, Kandemir’e aitti. Çünkü Salih
Hacıoğlu’nun imzasının yanındaki imza, Tokat milletvekili Nâzım Bey’indi. Doğru
hâline Genelkurmay’ın yayınladığı şu çalışmadan ulaşmak mümkün: Türk
İstiklâl Harbi, Ankara, 1966, II-3, s. 599-600.
[18]
Mehmed Şükrü’nün tanıklığı için bkz. F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 169;
Beyanname için bkz. Emek, 16 Ocak 1921, s. 2.
[19]
Bu gerçeği, İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanan parti liderleri yaptıkları
açıklamalarda dillendiriyorlar.
[20]
Emek gazetesinin birinci sayısına şu çalışmadan ulaşmak mümkün: Ali
Ergin Güran, Türkiye Halk İştirakiyyûn Fırkası Yayın Organları, İstanbul
1975, s. 4-17. Emek gazetesinin diğer sayılarıyla ilgili bir değerlendirme
için şu çalışmaya bakılabilir: S. Vol'tman, “Novaja Turcija v otraženijah
anatolijskoj pressy” [“Anadolu Basınına Yansıdığı Biçimiyle Yeni Türkiye”], Novyj
vostok, 2, 1922, s. 642-644.
[21]
A.g.e., s. 643.
[22]
22 Aralık 1920 günü Mehmed Şükrü bu meseleyle ilgili bir seminer verir. Bu
seminerin metni Emek gazetesinin ilk beş sayısında yayımlanır.
[23]
Bu konuyla ilgili bir makaleden yapılan alıntı için bkz. S. Vol'tman, a.g.e.,
s. 643. Ayrıca bkz. G. S. Harris, a.g.e., s. 92.
[24]
A.g.e., s. 156-157.
[25]
Konuyla ilgili İstiklâl Mahkemesi kararı için bkz. F. Tevetoğlu, a.g.e.,
s. 180; Ayrıca bkz. Z. Nasirvanov, “Mustafa Suphi Yoldaş ve Anadolu
Komünistleri”, 28-29 Kanun-u sani… içinde, s. 13.
[26]
S. Vol'tman, a.g.e., s. 643.
[27]
Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlanan açıklama için bkz. M. Tunçay, Türkiye’de
Sol Akımlar, s. 126.
[28] F. Kandemir, a.g.e., s. 183; F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 180.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder