Bugün
sosyalistlerin, Atatürk’ün ölümünün 100. yılı için 12 Eylül rejimince
çektirilmiş filmle Cüneyt Arkın’ı anması, teslimiyetin düzeyini ortaya koyuyor.
Unutulmasın ki Maraş Katliamı öncesi provokasyon sürecini başlatan Güneş Ne
Zaman Doğacak filmi de gene aynı rejimin eseriydi.
Solun
sırtını yasladığı, bu rejim tarafından imal edilmiş “halk kitlesi”, özünde
askere ve sermayeye bağlı, onların mamulü.
15-16
Haziran işçi kıyamında İnan Kıraç’ın işçi tulumu giyip Koç ailesini kaçırdığı
iddia ediliyor. Vitali Hakko, fabrikasından çıkamadığı koşullarda, kendisini
sosyalist ressam Bedri Rahmi Eyüpoğlu kurtarıyor.[1] Bu gerçeklikte sosyalist
hareket, askerin ve sermayenin ilerlemesine bel bağlıyor, kendi varlığını
sürekli oradan tarif ediyor. O tulumu giymek, o sınıf bilinci, nedense
sosyalist harekete bir türlü nasip olmuyor.
Bu
açıdan sosyalist hareket, “AKP iktidarı’nın, Kemalizmin başka araçlarla
sürdürülmesi”[2] olduğunu görmüyor. AKP’ye yönelik eleştirilerin AKP’nin dışına
çevrilmesinin, içteki Kemalizmin bir marifeti olduğunu anlamıyor. AKP bahanesi
arkasına saklanıp, CHP’lileşiyor. Bu anlamda, devlete ve sermayeye iyice teslim
oluyor.
Bugün
solun laikliğin öncüsü olarak gördüğü Koç ailesi, Öğretmen Kemal filmiyle
ile aynı yılda, 1981’de çekilmiş BBC belgeselinde, mealen, “bir ayağımız
Avrupa’da, bir ayağımız Ortadoğu’da olsun, Türkiye büyüsün” diyor.[3] AKP, bu
adımlarda inşa ediliyor. Sola, o yürüyüşün gerçek sahiplerini gizlemek düşüyor.
AKP, sermayenin ve askerin dediği yere doğru büyüttüğü ülkede yaşanan sorunları
gizlemek, kitleyi kontrol altında tutmak ve pürüzleri gidermek için var. Sola
da bu senaryoya uygun bir rol biçilmiş, kimi küçük burjuva şefler de bu rolü
kabul etmeyi içlerine sindirmişler. Sol sayesinde sermaye ve
devlet, eleştiri silahından muaf, silahın eleştirisinden azade kılınıyor.
Bugün
sosyalist hareketin rolü, askerin ve sermayenin kirini pasını gizlemek, onu AKP
halısının altına süpürmekten ibaret. Başka bir işlevinin olmadığını, o da
biliyor. Fazlayı, dışarıyı, öteyi sorgulayan tüm unsurlarını bir bir tasfiye
ediyor.
Sosyalist
hareket, asker ve sermaye tarafından belirli bir kıvama getiriliyor. Zaten
varolmayan bağımsızlığı sorgulamayacak, bağımsız siyaset imkânlarını yok edecek
bir yere doğru savruluyor.
Oğuzhan
Müftüoğlu, “12 Eylül İslamî militarist bir darbedir” lafını böylesi bir
bağlamda dillendiriyor.[4] Ama nasıl oluyorsa, kendi gazetesinde, birilerini
kandırmak amacıyla, 12 Eylül’ün “sermayenin emrine amade” olduğuna dair
yazılara yer veriliyor.[5] Oysa Müftüoğlu’nun örgütü de dâhil, birçok sol
örgüt, darbenin başında, yıllarca ilerici demokrat bildikleri ve gizlice
alkışladıkları Kenan Evren olduğunu görüp sessiz kalıyorlar, “Kemalist bir
darbe bu, bize bir şey yapmaz” diye düşünüyorlar.[6] O yüzden kolaylıkla teslim
oluyorlar. O rejim, müzik, edebiyat, yayıncılık gibi suların başına o solcuları
yerleştiriyor.
Öte
yandan, Vehbi Koç, Müftüoğlu’nun “İslam” dediği siyasetin sınırlarını, 12 Eylül
paşalarına yazdığı mektupta belirliyor: “Dinsiz millet olmaz. Din işleri, bu
defa, siyasi partilerin istismar edemeyecekleri şekilde düzene sokulmalıdır.”
Müftüoğlu, bu koşullarda, Vehbi Koç’un, ABD’nin, Kenan Evren’in “İslamcı
militarist bir darbe” yaptığını sanıyor. Bugün sola halen daha bu “cehalet” yön
veriyor.
Vehbi
Koç da o dönemin ABD büyükelçisi de AB temsilcisi de 12 Eylül’ün “faşist”
olmadığını söylüyor. O faşizm, kendi psikologlarına, bilim insanlarına
yaptırdığı incelemelerde, “alt kadronun davaya inandığını, üst kadronun dava
gibi bir derdi olmadığını” söylüyor, hamlelerini buna göre yapıyor. Sonrasında,
her gün ezberletilen altı ok, İstiklal Marşı ve Memleketim şarkısı, sosyalist
hareketin zihnine kazınıyor. Onun içeriğini ve biçimini tayin ediyor.
Bugün
sosyalist hareketi, bu zihin yönetiyor. Hareketin başında, ya zaten asker
olanlar, ya orduya asker yazılmış olanlar ya da yazılmak için taklalar atanlar
bulunuyor. Ağza alınan her türden asker ve sermaye eleştirisi, bu iki gücün
yüceliğinin kabul edilmesi, sadece eksik ve kusurlu yanların vurgulanması
üzerinden yapılıyor.
Türkiye’de
sosyalist hareketin askeri ve sermayeyi tam boy karşıya atıp, onunla mücadele
etmesi, mümkün değil. O, ancak askerin ve sermayenin silâh niyetine kullandığı,
(solun hem askeri hem sermayeyi bir vücutta cem ettiği için sevdiği) bir “çete
reisi”nin kendisini kurtarmasını umabiliyor. Tam da bu sebeple, o erkin acar
eri oluyor. Düşmanının fuatını avni görüyor.
Aydınlanma,
ilerleme, modernleşme, batılılaşma ile ilgili anlatılan masallar, solun asker
ve sermayeyle ilişkisini gizlemekle ilgili olarak dile dökülüyorlar. Sol,
askerden ve sermayeden arındırılmış, Yunan mitolojisinden, Türk destanlarından,
binbir gece masallarından çıkma cümlelerle, aydınlanma, ilerleme, modernleşme
ve batılılaşma savunuculuğu yaparak insanları kandırmaya çalışıyor. Giderek, o
cümlelere kendisi de inanıyor.
Bu
dört ideolojik yönelimde sol, hep askerin ve sermayenin yanında hizalanıyor.
Askerin ve sermayenin dört ideolojik yönelim ardına gizlediği sınıfsal
çıkarların görülmemesini sağlıyor. Sınırları silikleştiriyor.
Avrupa,
mültecileri kurşuna diziyor, “emperyalizm gibi gerici kavramlardan kurtulduk”
diyen ESP ve sermayeye tanıtım filmleri çeken Gençlik Komiteleri gibi liberal
sol yapılar, nedense AB emperyalizmine eleştiri yöneltiyorlar. Burada aslında
kendilerinin, o mültecileri kurşuna dizen ve polise teşekkürlerini sunan
başbakan kadar sosyalist oldukları gerçeğini gizlemeye ve kendi varlıklarını
bir şekilde temize çıkartmaya çalışıyorlar. Bir dertleri de üretici güçlerin
gelişiminin son aşaması olan emperyalizmi aklayıp yüceltmek. Temiz Avrupa için
dil dökmek.
Sosyalist
hareketin aklındaki aydınlanma, ilerleme, modernleşme ve batılılaşma, fazla
sınıfsız ve fazla sınırsız. Sosyalist hareket, mevcut burjuva
siyasetçileri, bu sınıfsızlık ve sınırsızlık düzleminde eleştiriyor, bu
sınıfsızlığa ve sınırsızlığa halel getirdiğini düşünüyor ve bu konumu sosyalist
siyaset diye yutturuyor. Aydınlanmanın, ilerlemenin, modernleşmenin ve
batılılaşmanın sınırını ve sınıfını asla eleştiremiyor. Dokunulmaz, mutlak,
yüce ve kutsal kabul edilen bu dört olgu üzerinden askerin ve sermayenin elde
ettiği mevzilere put gibi sarılıyor. Kendi bekasını o puta bağlıyor. Sadece
belirli askerleri ve belirli sermayedarları bu dört olgu ölçüsünde
eleştirebiliyor.
Sosyalist
hareket, bir 12 Eylül filmi olan Öğretmen Kemal’deki Durali karakteri
olmayı içine sindiriyor. Bir kısmı da Kemal’i Arapça ve gerici bir kelime kabul
ettiği için, Öğretmen Kamal olmayı tercih ediyor.
Sosyalist
hareket, cumhuriyet rejiminin bir yerlerinde ağaya, sermayeye karşı çıkan bir
öz barındırdığını zannediyor. Film de bu zannı esas alıyor. Ama tüccarın ismi,
ancak Leon olabiliyor. Filmin çekildiği dönemde bir Rum’un mallarına el
konuluyor, Demirören ailesine teslim ediliyor.
Filmin
Atatürk’ü imgeleyen baş karakteri, yobaza “seninle hep mücadele edeceğim” derken,
onu örtük olarak muhafaza edeceğini söylüyor, ona kimi zaman ihtiyaç duyacağını
ikrar ediyor. Menemen, iktidarın sınıfsal ihtiyaçlarına göre ara ara
ısıtılıyor.
Sol,
Cüneyt Arkın’ın oynatıldığı filmde gördüğümüz, kurşunun, gayet ilerici ve
bilimsel bir müdahaleyle, iki parmakla sıkılarak çıkartıldığı sahnede olduğu
gibi[7], o özü açığa çıkartmak için uğraşıyor. Kaybettiği cevheri, kaybettiği
yerde, sermayenin ve askerin kucağında arıyor. O nedenle bir arpa boyu yol
alamıyor. O yol, askerin ve sermayenin emirleri ve isteklerine göre
şekilleniyor.
Sol,
o özü çıkartmak için varolan yarayı sıktıkça, sömürü ve zulüm denilen irinden
başka bir şeyin çıkmadığını görmüyor. Sosyalist hareket, o irinde boğuluyor.
Yavan, altı boş, imansız, temelsiz, hakikatsiz AKP eleştirileri de bu gerçeği
gizleyemiyor. Sol, AKP giderse öleceğini iyi biliyor. Ona olan gizli aşkının
bitmesini hiç istemiyor.
Eren Balkır
29
Haziran 2022
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Cevap Niyetine”, 6 Kasım 2008, İştiraki.
[2]
Eren Balkır, “Fısıltılar”, 2 Aralık 2013, İştiraki.
[3]
Eren Balkır, “Koç Taşağı”, 7 Ekim 2018, İştiraki.
[4]
Yaşar Aydın, “Oğuzhan Müftüoğlu Söyleşisi II”, 13 Eylül 2020, Birgün.
[5]
Aziz Çelik, “12 Eylül 40 Yıldır Sürüyor”, 14 Eylül 2020, Birgün.
[6]
Eren Balkır, “Medusa”, 15 Ekim 2020, İştiraki.
[7] Öğretmen Kemal Filmi, Youtube.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder