José
Carlos Mariátegui, sürgüne gönderilmesi ardından, 1919-1923 arası dönemde
Avrupa’da ikamet etmek zorunda kaldı. Bu süre zarfında Mariátegui, Avrupa’yı dolaşma
ve o dönemin önde gelen simalarıyla tanışma imkânı buldu. Kendisini “yeni
Amerikalı insan tipinin ön örneği”[1] olarak tarif eden Barbusse ve Rolland ile
Paris’te, Maksim Gorki ile Berlin’de bir araya geldi.
Avrupa’da ikamet ettiği dönemde en uzun süre İtalya’da kalan Mariátegui, eşiyle
burada evlendi, kimi fikirlerle bu ülkede tanıştı.[2] Bu anlamda İtalya, Mariátegui’nin
kişisel ve düşünsel hayatında önemli bir yol ayrımını temsil ediyor.[3]
İtalya’da
kaldığı süre zarfında Mariátegui, düşünce hayatına damga vuran önemli toplumsal
ve politik olaylara tanıklık etti. 1919 ve 1920’yi kapsayan biennio rosso
[“iki kızıl yıl”] olarak anılan dönemde devrimin sesi çok çıksa da bu iki yıl,
esasen faşizmin sosyalizmin küllerinden doğması için gerekli zemini hazırladı. (Benito
Mussolini ve faşistlerin iktidarı almasını sağlayan Roma Yürüyüşü 1922 yılında
gerçekleşti.) O dönemde grevlerle sarsılan Torino kenti ayaklanmaya sahneye
oluyordu, öte yandan, İtalyan Sosyalist Partisi’ndeki radikalleşme süreci,
başını Antonio Gramsci gibi isimlerin çektiği Maksimalist kanatın güçlenmesine
sebep oldu, ardından da bu parti, 1921’de İtalyan Komünist Partisi adını aldı.
Bu
iki kızıl yılda tanık olunan devrimci kabarışın etkilediği toplum ve siyasetin
içerisinden devrimci bir sol kültür neşet etti. Gramsci’nin yıllar sonra
geliştireceği terimle ifade edecek olursak, Marksizm bu dönemde “hegemonik” bir
güç hâline gelmese de en azından tüm aydınların bir biçimde cebelleşmek zorunda
kalacakları kültürel bir güç hâline geldi.
Gramsci,
liberal bir isim olan Piero Gobetti ile birlikte, Sosyalist Parti içerisinde
hâkim olan reformist eğilimlere karşı Maksimalist çizgiyi savunmak amacıyla, L’Ordine
Nuovo [“Yeni Düzen”] gazetesini çıkartmaya başladı. Liberal bir felsefeci
olan, o dönemde üniversitede Avrupa felsefesi dersleri veren Benedetto Croce, Marx’la
ilgili bir kitap kaleme almıştı. Bu, Mariátegui’nin birkaç kez atıfta bulunduğu
bir kitaptı.
İtalya’daki
düşünce hayatının Mariátegui’yi etkilemesinin bir sebebi de gelişmekte olan
politik vizyonunun İtalyan solu içerisinde faal olan, nispeten radikal kimi
isimlerin görüşlerine yakın olmasıydı. Bu örtüşmenin bir sebebi, Gramsci veya Gobetti
gibi isimlerin özel yetenekleri ise bir sebebi de İtalya’nın Avrupa’nın
periferisinde yer alan bir ülke olmasıydı. Ayrıca Peru da İtalya gibi Katolik’ti
ve büyük ölçüde tarım ülkesiydi. İtalya ile Peru arasındaki benzerlik, Mariátegui’nin
İtalya’daki sosyalist düşünce pratikleriyle buluşmasını kolaylaştırdı. Oscar
Terán’ın da dile getirdiği biçimiyle, Mariátegui’nin İtalya, en genel manada
Avrupa’daki düşünceleri benimseme süreci, onun Peru’daki deneyimlerinin ve
kendi ülkesinin gazeteci olarak yakından bildiği toplumsal yapısına ait özgül
yanlara dair görüşünün biçimlendirdiği düşünsel çerçeve dâhilinde işledi.[4] Kişisel
ve düşünsel sebeplere bağlı olarak İtalyan kültürü, Yedi Deneme
kitabının yazarını ömrü boyunca etkiledi. Mariátegui, evde bile İtalyanca
konuşurdu.[5]
Mariátegui’nin
asarında belirli bir ağırlığa sahip olan yazarların tamamında İtalya önemli bir
yere sahipti. Mariátegui’nin düşünce pratiğinde merkezî bir konuma sahip olan,
muhtemelen Lima’da Maúrtua sayesinde tanıştığı Sorel, (kendisinden önce) İtalya’da
belirli bir süre kalmıştı. Mariátegui’yi etkileyen yazarlardan biri de
kendisinin “manevi açıdan büyük bir yakınlık duyduğunu”[6] söylediği Gobetti’ydi.
Diğer bir isim, Mariátegui’nin eşi Anna Chiappe’nin ailesinin yakın
dostlarından Croce’tu. La novela y la vida. Siegfried y el profesor Canella [“Roman
ve Hayat: Siegfried ve Profesör Canella”] ismini verdiği edebiyat eserinde
etkisi epey hissedilen Luigi Pirandello da Mariátegui’nin düşünce hayatında
önemli bir yere sahipti. 1969’da Anna Chiappe, eşinin İtalyan kültürünün önemli
isimleriyle temasını şu şekilde aktarıyordu: “Mariátegui, Pirandello ile birçok
kez sohbet etmişti. […] O, aynı zamanda Gobetti’nin de dostuydu. […] Croce,
kendisini çok severdi.”[7] Mariátegui’nin asarında bu yazarların isimlerinin
tekrar tekrar geçmesi, İtalyan kültürünün onun zihninde bıraktığı etkinin derinliğinin
kanıtı.
Öte
yandan, bilhassa Gramsci’nin Mariátegui üzerindeki etkisinin ölçüsü ve kapsamı,
uzun süre tartışılmış bir konudur. Her ne kadar Gramsci’nin teorik yazıları, Mariátegui’nin
metinlerindeki “akademi karşıtı” yönle çelişiyor olsa da[8] eleştirmenlere göre,
her iki düşünür, önemli ortak noktalara sahiptir. İki düşünür, bu anlamda, Marx’ı
put kırıcı bir tarzda yorumlama, Avrupa sosyal demokrasisindeki pozitivizmi eleştirme,
politik pratiğe önem verme, halkın çoğunluğunun rızasının ve desteğinin alınmasına
yönelik vurgu ve sonrasında Gramsci’nin “hegemonya” olarak adlandıracağı,
kültürel üretimin merkezî rolüne dair değerlendirmeler konusunda
ortaklaşmaktadır.[9] Düşünsel pratikleri dâhilinde bu türden meselelerde
ortaklaşmış oldukları için birçok isim, Mariátegui’yi “Latin Amerika’nın Gramsci’si”
olarak adlandırmıştır.[10]
Örneğin
Guillermo Rouillón’a göre Mariátegui, “kendisini tümüyle Gramsci’nin savunduğu
devrimci çizgiyle tanımlamaktadır.” Bu sebeple Mariátegui Sosyalist Partisi
üyesi olmuş, hatta Torino’ya yaptığı ziyaret esnasında İtalyan ustası ve
kahramanıyla bir araya gelip görüş alışverişinde bulunmuştur.[11] Rouillón’un
aktardığı kadarıyla, “Torinolu sosyalistlerin liderine kendi davasına destek
sunan, aynı zamanda Roma’daki bir mahalle çalışması içerisinde yer alan genç
bir Perulunun arkasında bulunduğu söylendiğinde, Gramsci, aralarında Falcón’un
da bulunduğu bu çalışma ekibinin üyelerini kırk yıllık dostlarıymış gibi
kucaklamıştı.”[12] Aynı şekilde, eşi Anna Chiappe’nin aktardığına göre, Livorno
Kongresi’nde kendisinin ve eşinin Antonio Gramsci ve [partinin diğer önemli liderlerinden
biri olan] Palmiro Togliatti ile bir araya geldi. Mariátegui, her iki isimle
dostane bir sohbet gerçekleştirdi.”[13] (Mariátegui, kongreye Lima’da
yayımlanan El Tiempo [“Zaman”] gazetesinin muhabiri olarak katılmıştı.)
Rouillón,
Mariátegui ile ilgili bilgilerini Falcón’un, özellikle İtalya’da Mariátegui ile
dost olan, onun sosyalist görüşlerini paylaşan Perulu diplomat Palmiro
Machiavello’nun tanıklığına dayandırıyor olsa da onun Mariátegui’yi Gramsci
takipçisi olarak tarif edişine şüpheyle yaklaşmak gerekiyor. Esasında yirmili yılların
sonlarında Mariátegui ile sıkı bir işbirliği içerisine girmiş olan Hugo Pesce
gibi kimi başka kaynaklar, Mariátegui’nin kişisel sohbetlerinde Gramsci’ye hiç
atıfta bulunmadığını söylüyorlar.[14] Peki Mariátegui, bir iki yıl içerisinde
Gramsci’ye yönelik hayranlığını yitirip, ona karşı ilgisiz biri hâline gelmiş
olabilir mi? Öyle bile olsa, Rouillón’un bahsini ettiği Gramsci, sonrasında
yeni sol yanında postmodern ve postkolonyal düşünürleri epey etkileyecek olan
madun ve hegemonya teorisini geliştiren Gramsci değil. O daha çok, İtalyalı
Maksimalist ve Leninist ortodoksinin temsilcisi olan Gramsci’ye vurgu yapıyor.
Gramsci’yle bu düzlemde ilişkilendirdiği Mariátegui’yi ise “Lenin ve Gramsci’nin
savunduğu, sınıf mücadelesinin kaçınılmaz olarak proletarya diktatörlüğüne yol
açacağına dair düşüncenin peşinden giden, sosyalist mücadelenin henüz ilk
aşamasında olan bir isim” olarak takdim ediyor.[16] Aynı şekilde, sonrasında
Komintern’e üye olacak olan, ellilerde ve altmışlarda Mariátegui’nin yeniden
keşfedilmesi ardından eski dostunu ana akıma mensup bir komünist olarak resmeden
Falcón’un tanıklığına da şüpheyle yaklaşmak gerekiyor. (Falcón, Mariátegui’nin
ölümünü takip eden yirmi otuz yıllık dönem boyunca sessiz kaldı.) Yedi
Deneme’nin yazarının sıkı bir Leninist olarak takdim edilmesinin onun
külliyatıyla olduğu kadar, yürüttüğü politik faaliyetle de çeliştiğini görmek
gerekiyor.
Leninist
Gramsci’nin Mariátegui üzerindeki etkisini destekleyecek yeterince metinsel
kanıt yok elimizde, ama öte yandan, geç dönem Gramsci’nin hegemonya ve madunluk
ile ilgili yazılarının da Mariátegui’yi etkilediğini söyleyemeyiz. İki ismin
bir araya geldiği, tanıştığı iddiaları doğru olsa bile, Perulu yazarın, defterlerinin
yayımlanmasından sonra dünya genelinde bilinmeye başlanan Gramsci ile tanışması
mümkün değildi.[17] 1928-1935 arası dönemde hapishanede kaleme aldığı muhtelif metinlerin
bir araya getirilmesi sonucu oluşan Hapishane Defterleri, ancak 1948
yılında yayımlanabildi. (İtalyan Marksist 1937 yılında vefat etmişti.) Liderleri
konusunda her şeye vakıf olan Mariátegui’ciler, olgun Gramsci’nin Mariátegui’yi
doğrudan etkilemesinin imkânsız olduğunu biliyorlar.
Hüsam
Ebu’l Ela, Gramsci’nin Mariátegui üzerindeki etkisi konusunda şunları söylüyor:
“Mariátegui ile Gramsci
arasında kurulan hayalî ilişki, bize düşüncelerin ve düşünürlerin kabulünde ve
dolaşımında yerküre üzerindeki uzamsal eşitsizliklerin etkili olduğunu ortaya
koyuyor. Gramsci-Mariátegui ilişkisi içerisinde öncelik ve ağırlık Gramsci’ye
veriliyor ve onun Mariátegui üzerinde etkili olduğu iddia ediliyor. Bu, kısmen
Gramsci’nin merkeze çok daha fazla yakın olması ile ilgili bir durum. Bu
anlamda, teorik külliyat açısından Gramsci’ye ‘İtalyan Mariátegui’ demek saçma
olurdu.”[18]
Ebu’l
Ela’nın yorumuna, “yerküre üzerindeki uzamsal eşitsizlikler”in en çok da pratik
amaçlara bağlı olarak, Mariátegui’nin temel yazılarının, 1928’de yayımlanan Yedi
Deneme’nin kronolojik olarak Gramsci’nin Hapishane Defterleri’nden
önce yazılmasında karşılık bulduğu tespitini eklemek mümkün.
Öte
yandan, Gramsci, Mariátegui’nin hayatında önemli bir yere sahip. O yeri ise L’Ordine
Nuovo üzerinden edinebiliyor. Gramsci’nin çıkarttığı dergiyi okuyan Mariátegui,
devrimci fikirleri yayma ve kamuoyunu bu fikirler etrafında bir araya getirme
yolu olarak yürüttüğü gazetecilik ve yazarlık pratiğinde bu dergiden epey
etkileniyor. Daha öncesinde, kısa ömürlü olan Nuestra Época [“Bizim Çağ”]
ve La Razón [“Akıl”] isimli dergiler üzerinden radikal bir “yayın yönetmenliği
pratiği” geliştirmeye çalışmış olan Mariátegui, hem L’Ordine Nuovo gazetesinde
hem de gazetenin yayımladığı ve tanıttığı kitaplarda yeni bir model buluyor. Ne
var ki Mariátegui’deki bu “yayın yönetmenliği pratiği”ne sadece Gramsci tesir etmiyor.
L’Ordine Nuovo üzerinden tanıştığı Gobetti, sonradan çıkarttığı La
Rivoluzione Liberale [“Liberal Devrim”] ve bağımsız yayınevi de Perulu
sosyalisti epey etkiliyor.[19] Gramsci ve Gobetti’yi örnek alan Mariátegui, Lima’ya
dönüşünde kendi ilerici yayınevini (Editorial Minerva) kurup, öğrencisi
Ricardo Martínez de la Torre’nin El movimiento obrero en 1919 [“1919’da
İşçi Hareketi”] isimli, Lima’da 1919 yılında gerçekleşen grevleri inceleyen
kitabını yayınlamakla kalmıyor, aynı zamanda José María Eguren’in sembolist şiirlerinden
oluşan Poesías [“Şiir” -1929] isimli kitabı türünden edebiyat çalışmalarını
da yayımlıyor. Aynı zamanda Mariátegui, Amauta isimli ufuk açıcı kültür
dergisini çıkartmaya başlıyor, bir yandan da kısa ömürlü işçi dergisi Labor’un
[“Emek”] çalışmalarını yürütüyor.
Juan E. De Castro
[Kaynak:
Bread and Beauty: The Cultural Politics of José Carlos Mariátegui,
Brill, 2021, s. 38-42.]
Dipnotlar:
[1] Mariátegui’nin hayat hikâyesini anlattığı kitabında Armando Bazán, Barbusse’ün
kendisine bizzat söylediği şu sözü aktarıyor: “Mariátegui’nin kim olduğunu
bilmiyor musun? Bence o Amerika’nın yeni ışığı, yeni Amerikalı insan tipinin ön
örneği.” [Armando Bazán, Mariátegui y su tiempo, Lima: Amauta, 1982, s.
54).
[2]
Mariátegui, Correspondencia, Lima: Amauta, 1994, s. 331.
[3]
Mariátegui’nin İtalyan eşi Anna Chiappe, yazarın sağlığının bozulduğu,
özellikle 1924’te bir bacağının kesildiği süreçte ona destek olan en önemli
isim. Eşi için kaleme aldığı 1926 tarihli “La vida que me diste” [“Bana Bahşettiğin
Hayat”] isimli şiirde Mariátegui şunu söylüyor: Şimdi yüzün biraz solmuş,
gözünün feri sönmüş, biliyorum, kaybettiğin hayat bana bahşettiğin hayat.” [Mariátegui,
La novela y la vida. Siegfried y el profesor Canella, Lima: Amauta,
1980, s. 94).
[4]
Bkz. Óscar Terán, Discutir Mariátegui. Puebla, MX: Editorial Universidad
Autónoma de Puebla, 1985, s. 11–12.
[5]
Mariátegui, hem İtalyancaya hem de Fransızcaya hâkim. Biraz Almanca, ondan daha
az olmak üzere, biraz da İngilizce biliyor. Mariátegui’nin kütüphanesini
inceleyen Harry Vanden’in aktardığı kadarıyla, kütüphanesinde Marx’ın
Kapital’i ve Lenin’in Devlet ve Devrim çalışması gibi birçok
Marksist klasiğin İtalyanca baskıları var. Bkz.: Harry Vanden, José Carlos
Mariátegui: Influencias en su formación ideológica. Lima: Amauta.
[6]
Mariátegui, Seven Intepretive Essays on Peruvian Reality, Çeviren: Marjorie
Urquidi. Austin: University of Texas Press, 1971, s. 183.
[7]
Anna Chiappe, “La vida que me dişte” (Söyleşiyi Gerçekleştiren: César Lévano), a
Diario la Primera, 28 Şubat 2012: Lamula. Şunu söylemek gerek: Mariátegui’nin
İtalyan kültür dünyasının önemli isimleriyle ilişkisinin kapsamını, eşinin ve
çocuklarının aktardığı anekdotlar üzerinden belirlemek pek mümkün değil.
[8]
Mariátegui, Correspondencia, Lima: Amauta, 1994, s. 332.
[9]
Mariátegui ve Gramsci arasındaki ortak noktalar konusunda bkz.: Antonio Melis, Mariátegui,
Primer Marxista de América, Mexico City: UNAM, 1979, s. 13–14; Michael Löwy,
“Mariátegui’s Heroic Socialism: An Interview with Michael Löwy”, Nicolas Allen
ile gerçekleştirdiği söyleşi, Jacobin,
15 Aralık 2018 (Allen’ın takdim yazısının tercümesi: İştirakî);
ve Mike González, In the Red Corner: The Marxism of José Carlos Mariátegui,
New York: Haymarket. GooglePlay file, 2019, s. 66–7.
[10]
Bu ifadenin genelde Mariátegui’yi övmek için kullanıldığı açık. Bazı örnekler
için bkz.: Ronaldo Munck, Rethinking Latin American Development:
Development, Hegemony, and Social Transformation, New York: Palgrave. 2013,
s. 212; Diógenes Céspedes, Política de la teoría del lenguaje y la poesía en
América Latina en el siglo XX, Santo Domingo: Editora Universitaria, 1995, s.
417; David Viñas, Menemato y otros suburbios, Buenos Aires: Adriana
Hidalgo Editora, 2000, s. 52.
[11]
Guillermo Rouillón, La creación heroica de José Carlos Mariátegui: La edad
revolucionaria. Lima: Armida de Picón viuda xde Rouillon e hijos, 1984, s.
57. Rouillón, muhtemelen Mariátegui’nin Gramsci’ye hayran olduğuna ilişkin
tespitini, onunla birlikte İtalya’da vakit geçirmiş olan arkadaşları César Falcón
ve Palmiro Machiavello’nun tanıklıklarına dayandırıyor. Rouillón’a göre, üç
arkadaş, İtalyan Marksistle tanışmak için Torino’ya gidiyor.
[12]
Rouillón, a.g.e., s. 72.
[13]
Chiappe 2012.
[14]
Jesús Chavarría, José Carlos Mariátegui and the Rise of Modern Peru, 1890–1930.
Albuquerque, NM: University of New Mexico Press, 1979, s. 206, 13. Dipnot.
[15]
Mariátegui’nin yazılarında Gramsci’nin ismi sadece dört yerde geçiyor. Bunlar da
Beigel’in tarifiyle, Gramsci’nin yeni oluşan “komünist/Yeni Düzenci hizbin”
parçası olmasıyla alakalı. [Fernanda Beigel, La epopeya de una generación y
una revista. Las redes editoriales de José Carlos Mariátegui en América Latina,
Buenos Aires: Biblos, 2006, s. 106–7). Mariátegui, 1925 yılından itibaren
İtalya’da sosyalist politikanın seyrinden bahsederken, Gramsci’nin adını “mühendis
Bórdiga, avukat Terracini ve profesör Grazidei” gibi komünist liderlerle birlikte
anıyor. (Mariátegui, 1980c, La escena contemporánea, Lima: Amauta, s.
141). 1928 tarihli “La influencia de Italia en la cultura hispano-americana” [“İspanyol
Amerikan Kültüründe İtalya’nın Etkisi”] isimli makalesinde, İtalya’daki
deneyimiyle ilişkilendirdiği yazarları, yerleri ve sanat hareketlerini anarken bahsediyor.
Bu yazıda, Gramsci’nin yanında La Scala Tiyatrosu’nun, Milano şehrinin, hatta Café
Aragno’nun adını anıyor (Mariátegui, El alma matinal y otras estaciones del
hombre de hoy, Lima: Amauta, 1981, s. 156). Muhtemelen Gramsci’ye
yönelik en somut atıfta Mariátegui, arkadaşı Piero Gobetti’nin tarihsel
olayların ekonomik arka planına ilgi göstermesinde Gramsci’nin etkili olduğunu
söylüyor: “Gramsci ve Yeni Düzen gazetesindeki katkıları sayesinde Gobetti,
fiili, somut ve dolaysız deneyim sahasını incelemeye başladı.” (Mariátegui, El
alma matinal y otras estaciones del hombre de hoy, s. 139]. (Bu arada bu
makale 1929 tarihli.) Ölümünden sonra yayımlanan Defensa del marxismo [“Marksizm
Savunusu”] isimli çalışmada Mariátegui, Gramsci’nin ve Terracini’nin hapse
atılmalarından bahsediyor. [Mariátegui, Defensa del marxismo, Lima:
Amauta, 1981, s. 115]. Mariátegui’nin Sorel’den Unamuno’ya, Freud’dan Gobetti
ve Croce’a kadar birçok isimden düşünsel olarak etkilendiğini, bu kaynaklardan
beslendiğini kabul ettiğini dikkate aldığımızda, onun Gramsci’ye yeterince
atıfta bulunmaması, onu nispeten yüzeysel ele alması, Gramsci’nin Mariátegui
üzerinde pek etkili olmadığının kanıtı olarak görülebilir.
[16]
Rouillón, a.g.e., s. 92.
[17]
Fernanda Beigel, a.g.e., s. 106.
[18]
Hosam Aboul-Ela, The Other South: Faulkner, Coloniality, and the Mariátegui
Tradition, Pittsburgh: U of Pittsburgh P., 2007, s. 29–30. Mariátegui ile
Gramsci arasında kurulan bu hayalî ilişki konusunda, Latin Amerika çalışmaları alanında
en etkili isimlerden biri olan Walter Mignolo da benzer bir tespitte bulunuyor:
“İki büyük düşünür, birçok kez ilişkilendirilmişti. Genel eğilim, Gramsci’nin Mariátegui
üzerindeki etkilerinin altını çizmek yönündedir. Genel fikre kökten karşı çıkmayan
az sayıda yazar, gene de bu ilişkiye dair şüphelerini dile getirmiştir. Varsayıma
göre Gramsci, Mariátegui’yi etkilemiş, lâkin Mariátegui Gramsci’yi
etkilememiştir. Bu varsayım ise günümüzün sömürgeler dünyasında merkezin
çevreyi etkilediği, tersinin mümkün olamayacağı önkabulüne dayanmaktadır.” [Walter
Mignolo, “Mariátegui and Gramsci in Latin America”, The Postcolonial Gramsci
içinde, yayına hazırlayan: Neelam Srivastaba ve Baidik Bhattacharya, New York:
Routledge, 2012, s. 191).
[19] L’Ordine Nuovo’nun etkisi konusunda bkz.: Beigel, a.g.e., s. 105–14; Gobetti’nin etkisi konusunda bkz.: Beigel, a.g.e., s. 115–30; ve Antonio Melis, a.g.e., s. 14–16.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder