22 Aralık 2018

, ,

Mariátegui’nin Epik Sosyalizmi


Latin Amerika’nın ilk ve en özgün Marksist düşünürü, Peru’nun güney kısmında bulunan Moquegua şehrinde, 14 Haziran 1894’te dünyaya geldi. Bugün José Carlos Mariátegui (1894-1930) nadir görülen bir devrimci aydın olarak anımsanmaktadır: O, yirminci yüzyıldaki politik düşünceye etki etmeyi bilmiş bir isimdir. Ayrıca Mariátegui, farklı tarihsel bağlamlarda da etkisini korumayı bilmiştir. Bağımlılık teorisinden kurtuluş teolojisine dekolonyal teoriden Latin Amerika’da kurulan sol iktidarlara, bölgedeki radikal düşüncenin tarihi, Mariátegui’nin ya da yoldaşlarının tabiriyle “Bilge”nin (Amauta’nın) yazılarının kapsamlı bir tefsiri olarak okunmuştur ve bu okumanın bugün de yapılması mümkündür.
Mariátegui’nin külliyatını Peru Gerçekliğine Dair Yedi Açıklayıcı Deneme isimli çalışma ile okumaya başlamak gerekir. Latin Amerika’daki Marksist teorinin eşsiz bir örneği olarak bu eserin yazılmasının üzerinden doksan yıl geçmiştir. Bu durum, o mirası tekrar gözden geçirmek için mükemmel bir gerekçe olarak görülebilir.
Mariátegui, çok kısa bir hayat yaşamıştır ama bu hayat dopdolu ve yoğundur. O, kendisini gençlik yılları boyunca yatağa mahkûm eden hastalığı yüzünden okula da gidememiştir. Gene de iyileşme sürecinde Mariátegui, kendi kendisini yetiştirir ve zamanla güçlü ama kimilerine göre melankolik bir mizaca sahip olur. Delikanlı iken Lima’daki dergilere yazılar yazmaya başlar. Ailesine bu şekilde destek olmaya çalışan Mariátegui, 1918 yılında Rus Devrimi’nin ve şehirde yaşanan bir grevin etkisiyle, kendisini “davaya bağlı bir sosyalist” olarak tarif eder.
Mariátegui ile Antonio Gramsci arasındaki benzerlikler gerçekten de çok çarpıcıdır. Az sayıda biyografi yazarı ikiliyi kıyaslama ihtiyacı duymuştur. Ana çizgiye aykırı birer Marksist, militan gazeteci ve kendi ülkelerindeki komünist partilerin kurucuları olarak Gramsci ve Mariátegui, fiziken zayıf yapıdadır. Her ikisi de politik baskılarla yüzleşmişlerdir. Bu tür benzerliklerin ötesinde Mariátegui ayrıca İtalya’da bulunmuş, bu ülkede 1919-1920’de iki yıl boyunca işçilerin başını çektikleri grev sürecine [Biennio Rosso –İki Kızıl Yıl], aynı dönemde kurulan Torino fabrika konseylerine ve ertesi yıl Livorno’da İtalya Komünist Partisi’nin kuruluşuna ilk elden tanıklık etmiştir.
İki devrimcinin yollarının kesiştiğine dair elde herhangi bir delil bulunmamasına karşın, Mariátegui’nin İtalya deneyiminden, Gramsci’ye hayrı dokunmayan ama onun hatırlanmasını sağlayan bir üslup dâhilinde beslendiği bilinmektedir. İtalya’da Mariátegui, Fransa veya Almanya’dakiler gibi aynı saygınlıkta sosyalist düşünce geleneklerinin bulunmadığını görür. Ama gene de yarımadada canlı bir Marksist felsefe kök salmış, Benedetto Croce’ta görülen İtalyan tarihsiciliğinden kimi sürgünler vermeye başlamıştır.
İtalya’daki “praksis felsefesi”yle tanışan Mariátegui, gelecekte bu felsefe üzerinden geliştirir formüllerini. Örneğin buradan edindiği yerli Marksizm düşüncesi, süreç içerisinde Mariátegui’nin “Yerli-Amerikalı Marksizm”inin alamet-i farikası hâline gelir. İtalya’nın yol açtığı etki üzerinden ayrıca Mariátegui bir de Marksist yönteme dair özgün bir iradeci anlayış geliştirir. Bu anlayış dâhilinde, düşünceyle eylemin, bilincin dönüşümüyle maddenin dönüşümünün birliği üzerinde durur. Mariátegui’nin önerdiği terminoloji üzerinden ifade edersek, “sosyalizm, epik bir yaratım olmalıdır.”
Croce, Sorel, Marx, sürrealizm, yerlicilik gibi birbirinden farklı isimlerin ve anlayışların etki ettiği bir isim olarak Mariátegui, çalışmalarını yorumlayan birçok isme göre, dönemin yeni oluşan devrimci imkânları üzerinden kendi kendine konuşan bir hayalperesttir. Dolayısıyla onunla Gramsci arasındaki benzerlik, dolaysız kimi etkilerden çok, müşterek ilgi alanlarına dayanmaktadır.
Örneğin Gramsci’nin “Güney Sorunu” dediği şey, gerekçesini Mariátegui’nin “Peru’yu Perululaştırın” çağrısında bulmaktadır. Gramsci’de Güney Sorunu, İtalyan ulusunun oluşum süreci üzerinden kıyıya köşeye atılmış madunları politik düzlemde bütünleştirebilecek bir milli-halkçı programın geliştirilmesi meselesi etrafında dönüp durmaktadır. Mariátegui ise “Peru’yu Perululaştırın” derken, Peru’daki melezlerin başını çektiği oligarşiye ve Avrupa’dan neşet eden şovenist yurtseverliğin milliyetçi dayatmalarına karşı koyabilecek, aşağıdan inşa edilmiş bir milliyetçiliği kastetmektedir.
1923’te ülkesine döndükten sonra Mariátegui, entelektüel çalışmasını olgunlaştırır. Yedi Deneme yanında, yirmilerde Amauta dergisi çıkartılmaya başlanır. Öğreti, sanat ve edebiyat dergisi olarak olarak Amauta, avangart sanatı, Marksist polemikleri ve yerli siyasetini, ülke genelinde yaşanacak kültürel yeniden doğuş sürecine öncülük etmek amacıyla, bir araya getirecektir.
Ön yüzünde ve merkezinde sosyalist siyasetin bulunduğu dergi, dönemin en gelişkin tespitlerine ve fikirlerine aracılık eder, bunları kaynaştırır, böylelikle belirli bir Marksizm vizyonu geliştirir. Marksizmin tutkal görevi gördüğü bu öncü kültür çalışması, zamanla kültürle eşanlamlı hâle gelir.
Aynı dönemde Mariátegui, Peru solundaki yoldaşlarıyla tartışma içerisine girer. Bu tartışmaların en çarpıcı ve etkileyicisi, Amerikan Halkçı Devrimci İttifak’ın (APRA) kurucusu ve lideri Victor Raúl Haya de la Torre ile yürütülür. Bu iki isim, yirmilerin başında ortak bir politik zemini paylaşırken, 1928’de devrimci değişim meselesi üzerinden ayrışır.
Haya de la Torre Marksizmi terk ederek, “halkçı” bir çizgiye geriler ve yerliler, burjuvazi ve proletarya arasında kurulacak ittifakı savunmaya başlar. Burada amacı feodalizmi aşmak ve emperyalizmi mağlup etmektir. Ona göre, Marksizm fazla Avrupalı bir teoridir, bilhassa bu yaşlı kıta için kesilip biçilmiş gibidir ama asla Latin Amerika’daki “yarı feodal” gelişme aşamasına uygun düşmemektedir.
Mariátegui ona şu cevabı verir: gerçekten anti-emperyalist olan bir konum dâhilinde gerekli olan programı ancak devrimci sosyalizm temin edebilir. Haya de la Torre’nin başını çektiği APRA hareketinden yükselen Avrupamerkezcilik suçlamalarına karşı Marksist yöntemin evrenselliğini savunan Mariátegui, başka bir cepheden gelen, farklı nitelikte suçlamalara maruz kalır: 1929’da Mariátegui’nin yeni kurduğu Peru Sosyalist Partisi (ki bir komünist partinin sosyalist etiketi taşıması tuhaf bir durumdur) Komintern’in düzenlediği Birinci Latin Amerika Konferansı’na davet edilir. Ancak Mariátegui’ye bağlı Perulu delegeler, Komintern’in burjuva demokratik devrim için önerdiği reçeteye biat etmemek suretiyle bir skandala sebebiyet verirler. Komintern’e göre bu reçete, “sömürge ve yarı sömürge uluslar” için “doğru” yoldur.
Hastalığı yüzünden konferansa katılamayan Mariátegui’nin Yedi Deneme’si, Latin Amerika Bürosu’nun başkanı, Arjantinli Victorio Codovilla’ya iletilir. Stalinist çizgiye bağlı bir isim olarak Codovilla, kitaba dudak büker. Ona göre “açıklayıcı denemeler” ve “ulusal gerçekler” türünden ifadeler, küçük burjuva amatörlere hastır.
Skandala dair haberlerin Moskova’ya ulaşması üzerine bürokrasideki isimler, Mariátegui’nin “İnka komünizmi”ne yönelik savunusuna öfkelenirler. Bu anlayışa göre, komünist ütopyanın tohumları, tıpkı Sovyetler Birliği’ndeki devrimci enternasyonalizm gibi, bölgede bin yıldır yaşayan yerli topluluklarda zaten mevcuttur. Yedi Deneme’de ifade ettiği üzere, “tarımsal hayatta ve yerlilerin hayatında yaşayan pratik sosyalizm üzerinden bakıldığında, topluluklar toprağın toplumsallaştırılması için gerekli doğal faktörü temsil etmektedirler.”
Kuşkusuz, Mariátegui antikapitalist komünalizmden sosyaliste devrime geçişin proleter bir özneye muhtaç olduğunu kabul eden bir isimdir, fakat burada da yazar aklındakine ters şeyler söyler. And Dağları’nda yaşayan köylüler, üretici güçlerin gelişimi değil de sosyalist devrim aracılığıyla proleter olacak, devrim, devrimin öznesi hâline gelme süreci üzerinden gerçekleşecek, Mariátegui’nin şiirsel ifadesiyle, sosyalist toplumun “epik yaratım”ı için mücadele edilecektir (burada belirtmek gerekir ki Mariátegui, esasen Che’nin İnsan ve Sosyalizm isimli eserinde dile getirdiği iradeci, hümanist sosyalizme benzer bir yaklaşımdan söz etmektedir.).
Komintern’deki aydınlarca “popülist” olmakla eleştirilen Mariátegui’nin “romantik antikapitalizmi”, sonrasında Fransız-Brezilyalı Marksist felsefeci Michael Löwy’nin düşüncesinin köşe taşı hâline gelir. Löwy, “romantik Marksizm” panteonunun merkezine Mariátegui’yi yerleştirir. Burada Benjamin, Gramsci ve Bloch gibi başka isimler de bulunmaktadır. Bu düşünürler, her bir tarihsel yenilgiyi, devrimci süreçteki açmazı, halkın mücadelesindeki yenilgiyi kendi tarzında kavrarlar. Bu isimler, geçmişin harabelerinde direniş hattına ve geleceğe uzanan alternatif yollara çekilebilecek kimi ütopik kırıntıların bulunulabileceği kanaatindedirler.
Kapitalizme yönelik romantik-devrimci eleştiri, bilhassa Mariátegui’de somutlaşan radikal türevi, düz manada geçmişe geri dönme meselesine değil, içinde yaşadığımız kapitalist bugünün olasılıklara açık niteliğine ışık tutabilecek tarihsel referansların geri kazanılması ve modernitenin ihanet ettiği özgürlükçü potansiyelinin tekrar gündeme gelmesi meselesine işaret etmektedir.
Löwy’nin de Latin Amerika’da Marksizm isimli eserinde kabul ettiği üzere, Komintern’le kurulan ilişki türünden gelişmelerle birlikte, Latin Amerika Marksizminin teorik yaratıcılıkla yüklü altın çağı da kapanmıştır (Küba Komünist Partisi Juan Antonio Mella da bu döneme ait bir isimdir). Fikri kısırlıkla ve Sovyetler’in kuyrukçuluğuyla geçen süreç, esasen Mariátegui’nin öldüğü 1930 yılıyla birlikte başlamıştır.
Peru’nun geride bıraktığı miras, altmışlarda ve yetmişlerde kıtada güçlenen yeni sol bünyesinde yaşanan canlanmadan epey beslenir. O güne dek Mariátegui’nin fikri projesi, on yıllarca Marksizmi bölgedeki solcu eğilimleri akamete uğratan iki tehlikeden kurtarmaya dönük en cüretkâr girişim olarak kalmıştır. Löwy’ye göre bunlar, evrenselliği amaç edinen her türden teoriyi, esas olarak Marksizmi “yabancı” diye redde tabi tutan yerlici-kökenci itiraz ve evrenselliği eleştirmeden kabul edip yerelliğin özelliklerini görmezden gelmenin kurduğu tuzaktır.
Yedi Deneme, Mariátegui’nin tekil ve evrensel arasında belirli bir denge noktası bulmaya dönük çabasının en yalın tezahürüdür. Bu eserde Mariátegui, Peru toplumundaki sosyo-ekonomik ve kültürel oluşumları, Marx’ın On Sekizinci Brumaire’ini veya Lenin’in Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi’ni anımsatacak, diyalektik bir üslup dâhilinde analiz edip açıklığa kavuşturur.
Nicolas Allen
15 Aralık 2018

0 Yorum: