Herkes,
ABD’de enflasyonun arttığının farkında. Haberleri takip edenler de yakın
zamanda alışverişe çıkmış olanlar da bu gerçeğin bilincinde. Son yirmi yıl
içerisinde fiyatlar, hiç görülmemiş bir hızla artıyor. Mart ayında Tüketici
Fiyat Endeksi yüzde 8,6 oranında arttı ki bu oran (yüzde 8,9’luk bir artışa
tanık olan) Aralık 1981’den beri görülmüş en yüksek artış oranı.
Enflasyonun
birçok insanın, özellikle sabit gelirle geçinenlerin ve ücretleri fiyatlar
kadar artmayan işçilerin canını çok yaktığına hiç şüphe yok. Bu gerçeğin gizemli
bir tarafı bulunmuyor.
Yegâne
gerçek gizemse, bugünkü enflasyona sebep olan şeyle ilgili. İşte konu, tam da
bu noktada ilginçleşiyor.
Ana
akım iktisatçılar, sebebin işçi ücretleri olduğunu söylüyorlar. Onlara göre,
işçi ücretleri çok hızlı artıyor, çünkü işsizlik düzeyi çok düşük, işverenler
de yüksek ücret ödemek zorunda kalıyorlar. Sonuçta şirketler, mecburen
fiyatları arttırıyorlar. Bu sebeple, ekonominin hızını düşürmek ve daha fazla
sayıda işçiyi yarı zamanlı çalışanların ve işsizlerin oluşturduğu rezerv orduya
dâhil olmak zorunda kalıyor.[*]
Paul Krugman tam da bu şekilde ele alıyor:
“ABD ekonomisi, hâlâ fazla
hararetli. Ücretleri artırmak iyi bir şey olabilir, ancak şuan ücretler
sürdürülemez bir hızda artıyorlar.
Bu aşırı ücret artışı,
muhtemelen işçilere yönelik talep eldeki işçi arzıyla aynı hizaya gerileyene
dek durmayacak. Bunu söylemek hiç hoşuma gitmiyor ama, en azından bir süre
işsizliğin artması gerekiyor.”
Krugman
ve ana akım iktisada mensup birçok ismin anlattığı hikâyenin asıl şaşırtıcı
yanı, bu hikâyede kâr denilen olgunun adının hiç geçmemesi. Bu hikâyede asıl
eksik olan, şirket kârları. Ana akım iktisat, enflasyonun sebebinin ABD’li
şirketlerin cebe indirdiği artık değil, işçi ücretleri olduğunu söylüyor. Eldeki
rakamlara rağmen böyle şeyler söylenmesi gerçekten ilginç.
Yukarıdaki
grafiğe baktığımızda, ABD ekonomisinde neler olup bittiğini görüyoruz. Grafikte
kırmızı çizgiyle gösterilen ve üretim üzerinden ödenen saatlik ücretlerdeki ve
denetsel olmayan işçilere verilen ücretlerdeki yıllık ortalama artış, 2021 yılında
yüzde 5’in altında kalmış (ikinci çeyrekte bu artış yüzde 2,8 iken, son
çeyrekte bu oran yüzde 6,4 olmuş).
Peki
kârlar ne olmuş? Kârlardaki artış, parmak ısırtacak türden. Bu dönemde kârlar
ücretlerden katbekat daha fazla artmış. Açık yeşil çizgiyle gösterilen şirket
kârları, 2021 yılı boyunca ortalama yüzde 40 artmış, koyu yeşil çizgiyle
gösterilen finansal olmayan şirketlerin kârları ise daha fazla artmış: yüzde 69!
Devam
edelim.
Ana
akım iktisadın enflasyonla ilgili anlattığı hikâyede kârlardan hiç
bahsedilmemesi, onun ürettiği ekonomi teorilerindeki temel sorunu ortaya koyuyor.
Bir yandan, ana akım iktisat, geliştirdiği makroekonomi teorisinde asıl
suçlunun kârlar değil, ücretler olduğunu söylüyor. Zaten tam da bu sebeple,
fiyatlar ve çıktılardaki iniş çıkışları analiz ederken bu iktisatçılar, sermaye
piyasası yerine emek piyasasından dem vuruyorlar (bu noktada, kâr oranına az,
artı-değer oranına çok vurgu yapıyorlar). Sanki şirket kârları, ücretlerle
ücretlerin yönlendirdiği fiyatlar arasındaki farktan kalan bir unsurmuş gibi
ele alınıyorlar. Öte yandan, bu iktisatçıların geliştirdikleri mikroekonomi
teorilerinde kârlar, sermayenin getirisini, dolayısıyla, hem emtia fiyatlarının
kilit bileşenini hem de ekonomik büyümenin itici gücünü ifade ediyor.
Burada
esasen sermaye fetişleştiriliyor. Bu türden bir “sermaye fetişizmi”, şu anlama
geliyor: sermaye denilen şeyin getirisi olarak kâr, ana akım iktisatçıların
değer teorisinde önemli bir rol oynasa da makroekonomi teorisinde enflasyonla
ilgili anlatılan hikâyede nedense kendisine hiç yer bulmuyor.
Dolayısıyla,
ana akım iktisadın geliştirdiği temel teorilerin asıl sorunu budur. Ekonomi politikalarının
asıl derdi, işçilerin ücretlerini kontrol altında tutmak için her şeyin
yapılması ve kârlardan zerre bahsetmeden şirket kârlarının koruma altına alınmasıdır.
Hikâyede
eksik unsur olan kârların sebebini anladığımızda, enflasyon meselesini çözeriz.
Ama tabii bulduğumuz çözüm, ne ana akım iktisatçıların ne de Amerikan şirketler
dünyasının liderlerinin hoşuna gidecek.
David F. Ruccio
14
Nisan 2022
Kaynak
Dipnot:
[*] Amerikan Merkez Bankası, “resesyona sebep olmadan” fiyatları düşürmek için
faiz oranlarını düşürebileceğini söylüyor. Esasında, yatırım bankası Piper Sandler’ın yaptığı araştırmanın
ortaya koyduğu biçimiyle, banka enflasyonla mücadele noktasında faiz oranlarını
son altmış yıl boyunca dokuz kez yükseltmiş, sekizinde müdahalenin üzerinden
çok geçmeden resesyon meydana gelmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder