Dönüşüm
Doksanlarda
bir arkadaş, yeni ünlü olmuş Cem Yılmaz için “bırakın şu küçük burjuvayı, nasıl
gülüyorsunuz esprilerine, anlamıyorum” diyordu. Sonra üyesi olduğu örgüte
operasyon yapıldı. Ardından bu arkadaş, nasılsa bir biçimde tiyatroya merak
saldı. Bir sene sonra rastlaştığımızda, “solculuk sayesinde svetşört üzerine
tişört giyebiliyorum, yaşasın özgürlük!” diyordu. O dönemde o modanın
öncülüğünü, “gidin türkülerinizi köyünüzde söyleyin” diyen Cem Özer yapıyordu.
Operasyonun neden yapıldığı sorusunun cevabı, girilen bu yoldan aranmalıydı.
O
tiyatroculuk işi nasılsa büyüdü. Arkadaş, tiyatro ekibi adına Kadıköy’de bir
kafe açtı, o kafe, kısa süre içerisinde ticarethaneye dönüştü. Orada yetişen
isimler televizyona iş yapmaya başladılar. Hatta (yanlış bilmiyorsam) Güldür
Güldür bile orayla bağlantılı. Artık bu arkadaşlar, “küçük burjuva
esprilere gülebiliyorlar.” Orta sınıfı eğlendirmek için yoksulla, yoksulluk
hâlleriyle dalga geçen skeçler oynuyorlar. Bu arada, o kafe sonrasında, her
solcu kafesi gibi, bar oldu.
Arkadaşın
örgütü, 2000’lerin başında kentsel dönüşüm süreciyle birlikte uyuşturucuya
karşı kampanya başlattı. Zenginler için mahalleler temizlenmeliydi. Doğal
olarak örgüt, o dönemde Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’na misafir edildi.
Daha da yumuşadı, bayrağını kızıldan maviye döndürdü. “İşçi sınıfı öldü bitti”
diye yazılar yazdı. 2005 yılıydı. STK’laşmanın nimetleri üzerinde durulmaya
başlandı. Kendisi, bizatihi bir STK’ya dönüştü.
Arkadaş
ve örgütü şahsında sosyalist hareket, akademi ve STK üzerinden koopte (iç)
edildi, devşirildi, teslim alındı, ehlileştirildi, nezihleştirildi, düzene
entegre edildi. Sosyalist hareket, Marx’ın tabiriyle, “proletaryasız burjuvazi
isteyen burjuva sosyalistler”in oyuncağı hâline geldi. Bugün bu kesim, “işçi
olmazsa kapitalizm de olmaz” diyor, ama burjuva nimetlerden de vazgeçmiyor.
Sosyal
hareketin bir kısmı, olmayan burjuva devrimini oldurma, diğer bir kısmı ise
olmuş burjuva devrimini savunma işine soyunuyor. Tüm teoriyi, ideolojiyi ve
politikayı bu pratik tayin ediyor. 1 Mayıs bile bu pratiğe göre biçimleniyor.
Tanrı
Olarak Birey
“LGBT
birey” veya “trans birey” türü laflarda, sanıldığının aksine, ilgili kesimleri
aşağılayan, küçümseyen, onları hastalık ve sapma olarak gören bir yan var.
Çünkü LGBT ve trans, ancak bölünmez bütün anlamında “birey” lafıyla tamama
erebiliyorlar. Sağcı, bunları aşağılıyor, toplum dışına atıyor; solcu, bunları
aşağılıyor, kendi özel toplumunun yedek parçası hâline getiriyor.
Başkaldıracağı gün için yalandan dua ediyor.
Sol
liberalizm, hukukun üstünlüğüne işaret etmekse, bu, esas olarak birey halesini
gerekli yerlere iliştirmekle icra ediliyor. Yani toplumda “sorunlu”, “sapma”,
“hastalıklı”, “maraz” olarak görülen şeyler, burjuva hukukuna bağlanarak teslim
alınıyor, çapakları temizleniyor, törpüleniyor. Neticede “birey” denilen şey,
burjuvayı anlatıyor.
Bugün
“şişman”, “şişko” gibi kelimeler bile yasaklanıyor, onların yerine “obeziteli
birey” denilmesi öneriliyor. Çünkü obez gibi LGBT ve trans da hastalık olarak
görülüyor. “Engelli birey” veya “otizmli birey” lafının arkasında da aynı
gerekçe var. Sadece nezihleştirme, ehlileştirme işlemine duyulan ihtiyaç
gereği, onlara yönelik dışlayıcı ifadelere yasak getiriliyor. Dil, burjuva
hukukuna bağlanıyor. Hiyerarşi tanımayan bireyler, döne dolaşa burjuvazinin
hiyerarşik üstünlüğünü savunuyorlar.
Tüm
bu ifadeler, burjuva ideolojisi olarak liberalizmi yüceltmek için
kullanılıyorlar. Yoksul bireyler, işçi bireyler, sosyalist bireyler, artık
kızıl bayrak yerine ikame ettikleri mavi bayrağı bırakıp renkli bayrağı
alıyorlar. Gökkuşağı, liberalizmin ve bireyciliğin bayrağı olarak
putlaştırılıyor. Burjuvaların resmi bayrağı olarak gökkuşağı altında, obezler,
eşcinseller ve sosyalist bireyler reklâm yüzleri oluyorlar. Nedense Türkiye’de
futbol bahis şirketlerinin reklâmlarında “solcu” ünlüler kullanılıyor.
Herkes,
pandemi sürecinde de görüldüğü üzere, birey merkezli, birey odaklı ve birey
tanımlı hareket etmeye zorlanıyor. Bireysel varoluşunun dışı, tehlike, tehdit
ve risk olarak takdim ediliyor. Kolektif ve bütünsel çözüm önerileri, “komplo”
diye çöpe atılıyor. Bu tehlikenin, tehdidin ve riskin karşısına yegâne çözüm
olarak liberal diktatörlük çıkartılıyor. Liberalizm için dövüşmek devrimcilik,
liberalizmin kendisi sosyalizm diye yutturuluyor. Sol, burjuvaziyi ve
emperyalizmi “akıl ve bilim” zırhıyla koruma altına alıyor. Bu şekilde varolma,
yaşama hesabı yapıyor.
“CIA
kendisine dijital âlemde makyaj yapma yoluna gidiyor. Burada amaç, Z kuşağını
etkilemek ve bu kuşağın önceki kuşaklara kıyasla radikal liberalizme
meyletmelerini sağlamak.”[1] Liberalizm, Türkiye’de de sosyalist hareketin
iliklerine işliyor.
Çıplak
Varoluş
Tıpkı
LGBT, otizm ve obezite gibi sosyalistler de bir hastalık olarak görülmekten
sıkıldılar. Koopte edildiler, teslim alındılar. “Bunca zulüm gördük, hep
sosyalist olduğumuz için” dediler. “Birey” denilen haleyi başlarına geçirdiler.
Artık onlara, tıpkı obeziteli birey gibi, “sosyalist birey” demek veya onları
“sosyal düşünceli birey” olarak tanımlamak gerekiyor. İleride bunu talep
edecek, illaki çıkacaktır. İllaki birileri, aşağılık bir hâl olarak görülen
sosyalistliğin burjuvaziye referansla yüceltilmesini, gökkuşağı bayraklarıyla
yapılan yürüyüşe dâhil edilmesini talep edecektir. Ahlaksızlar değil, ahlakı
olmayan bireyler çıkıp, herkesi burjuvazinin ahırına bağlayacaktır.
Çünkü
bugün sosyalist hareket de örgüt de parti de yok, sosyalist bireyler var,
onların borusu ötüyor, onların çıkarları konuşuyor. Onların fotoğrafları
yüceltiliyor. 1 Mayıs’ta gösterilecek bir kitle olmadığı için özel bireylerin
pozlarına övgüler düzülüyor. Yasak savılsın, dostlar alışverişte görsün diye üç
beş kişiyle eylem yapılıyor, sonra 1 Mayıs’ı yasak edenlerin yanına koşuluyor.
İster istemez, bu sosyalist bireylerin bindikleri arabanın direksiyonu, hep
burjuva siyasetine, burjuva hukukuna, burjuva ideolojisine çekiyor. Başkası
mümkün değil.
Özellikle
Avrupa’da, sosyalistliğinin maraz, sapma olduğuna ikna edilen şefler, örgüt
üyelerini sosyalist bireylerden oluşturmayı tercih ettiler. Düşman, kendi
varlığını ve üstünlüğünü vura vura öğretti. Bugün tüm “sosyal düşünceli
bireyler”, hiyerarşiyi anlatan, hiyerarşiyi imleyen her şeye düşman kesilmeyi
sosyalistlik zannediyorlar. Çünkü hiyerarşi düzleminde burjuvazinin,
tekellerinin, vakıflarının, STK’larının veya devletlerinin üstün olduğuna
inanıyorlar. O üstünlüğü gölgeleyen her şeye “hiyerarşik bu!” diye karşı
çıkıyorlar.
Agamben,
“Bana kalırsa salgın şu gerçeği, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek bir biçimde
ortaya koymuştur: Bugün artık insanlık, ne pahasına olursa olsun korunması
gereken çıplak varoluş dışında hiçbir şeye inanmamaktadır” diyor.[2] O çıplak
varoluş, burjuvazinin birey putu üzerinden kutsanıyor. Her şeyin sonuna “birey”
kelimesini ekleyenler, o inancın misyoneridirler. O nedenle pandemi yasaklarını
en fazla solcular talep ediyorlar. Utanmadan, bir de intihar eden işsizlerden
bahsediyorlar. Suçtaki paylarının üzerini örtmeye çalışıyorlar. Marx ise
utanmanın devrimci bir duygu olduğunu söylüyor. Solcular, az çok okudukları, az
buçuk anladıkları Marx’tan da utanmıyorlar.
Eren Balkır
5
Mayıs 2021
Dipnotlar:
[1] Alex Rubinstein, “Kesişimsel Emperyalizm”, 30 Mart 2021, İştirakî.
[2]
Giorgio Agamben, “Çıplak Hayat ve Aşı”, 16 Nisan 2021, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder