İllüzyon gösterisine gidenler arasında birileri illaki
çıkar ve havada duran ilüzyonisti işaret edip “kesin ip var” der.
Aynı lafı sosyalist hareket için sarf etmeye gerek
yok. Sosyalist hareket, “bungee jumping” yapanlar gibi, kısa bir adrenalin
yükselmesine ihtiyaç duyanların asli işi hâline gelmiştir. Bu iş, esnek bir
ipin ucunda macera aramaktan farksızdır. O ip gerilir ve herkes, bir süre sonra
geldikleri yuvaya geri döner: CHP. Bu, küçük burjuvanın efendilerle yürüttüğü
gizli pazarlığın bir sonucudur. O pazarlıkta küçük burjuva aklınca, “bak
sosyalist olurum ha!” ikazında bulunur.
Bir vakitler anarşizmin Türkiye “liderlerinden” biri,
çalışmak ihtiyacı gündeme gelince babasının yanına oturmuş, o baba da oğlunu
Meclis’e yerleştirmiştir. Artık anarşist “lider”, bond çantalı ve takım
elbiselidir. Aynı liderin şakirtlerinden biri, onca içki ve bar hikâyesinin
ardından işe girmiş, 15 Temmuz sonrası işten atılınca “benim Fethullahçılarla
ne alakam var!” diye yakınmıştır. Oysa bu genç, o işe Fethullahçılar sayesinde
girmiştir. Anarşizmin menzili de bu kadardır. O, “tersyüz edilmiş burjuva
felsefesidir.”[1]
O anarşistler, özgün bir hareketin değil, mücadelenin
düşkünü olan eski devrimcilerin, sosyalistlerin hareketsizliğine aittir. Bugün
anarşizm de dâhil tüm burjuva ve küçük burjuva solculuk biçimleri, komünist
harekete savaş açmıştır.
Türkiye’de komünist hareket, devletle ve burjuvaziyle
mücadele yürütecek kitlelerin, sınıfsal dinamiklerin o devletle ve burjuvaziyle
bağlarını kopartma imkânlarını tek tek heba etmiştir. Çünkü içteki CHP, bunu
hiçbir zaman istememiştir. Hareket, her daim “CHP’siz yapamayız” diyenlerin
kontrolünde olmuştur. O açıdan, bugünlerde İstanbul’un CHP’li belediyelerinde
yapılan grevler konusunda CHP’lilere güya eleştiriler yönelten tüm sosyalist
örgütler yalan söylemektedirler.
Bu ip mecazı, “71 Kopuşu”ndan bahsedenler için de
geçerlidir. AKP sayesinde içteki CHP, dışavurulma, özgürce dolaşma, fütursuzca
konuşma imkânına kavuşmuştur. “Vicdanen bir süre sosyalist veya devrimci
takılırız, sonra evimize döneriz” diyenler, bu kişisel gerekliliklerden
kurtulmuşlardır. Sözde ya da özde Marksistlerin, Marksist-Leninistlerin
boşalttığı yerlere liberalizm, liberterizm, anarşizm dolmuştur.
TİP başkanı, “kapitalizm merkeze parayı, sosyalizm
insanı koyar” türünden cümleler sarf eder. Özünde Sovyetler’de bir ilkokul
öğrencisinin bile yazmayacağı kompozisyonlar döşenir. Elyazmaları gibi
ortamlarda açıktan Marx öncesi küçük burjuva ve burjuva solculuk parlatılır,
pazarlanır. Bunlar, zorunlu gelişmelerdir. Herkes, paranın geldiği yere göre
konuşmak zorundadır.
Birileri çıkıp, “89 yıldır Halkevleri eşitlik ve
özgürlük mücadelesi vermektedir” demelidir. Oysa bu yalandır. Halkevleri,
Sovyetler’e ve ülke içerisinde devlete-sermayeye karşı ortaya çıkabilecek
komünist harekete karşı inşa edilmiş bir yapıdır. Bugünkü Halkevleri, özünün,
mayasının, iliğinin, kemiğinin anti-komünist olduğunu, sırf bu yüzden kendisine
dernek statüsü verildiğini, o paraların bu sebeple akıtıldığını çok iyi bilir.
Bu bilinçle hareket etmeye mecburdur.
CHP, içteki sömürgecidir. Sadece o insandır, diğerleri
aşağılık köleler. Emperyalizm eliyle dönüştürülmesi gereken geri kitlelere
karşı o, savunulmalıdır. Dolayısıyla tek gerçekçi odur, tek gerçek de. Onun
dışı marjinal ve nihilist. AKP, ancak ona benzeyerek ayakta ve hayatta
kalacağını iyi bilir. Bu düzlemde CHP’nin ülkedeki “sol-liberal” alana
esnemesine, ipin oraya uzanmasına izin vermesine aldanmamak gerekir. Bu açılan
alan da devlete ve sermayeye dairdir. İp çekildiğinde “Boğaziçi direnişi”
tökezler. Gündemden düşer. Çünkü CHP, çünkü Atatürkçüler, “kayyımlara karşıyız”
sloganından rahatsız olmuşlardır.
Sol, burjuvazinin yüzü suyu hürmetine, ancak işçicilik
yapabilir. Bir kimlikçi siyaset türü olarak işçicilikse, Lenin’in dediğinin
aksine, komünistlerin, proleter devrimcilerin ordularını siyaset alanının her
yerine sürmelerine karşı olmaktır. Buna göre zulüm ve sömürü karşı karşıya
getirilir, aralarındaki bağ kopartılır, sömürü münferitleştirilir,
mutenalaştırılır, tarihle-toplumla ilişkisi kesilir, ezilenin proleterleşmesi,
proleterin ezilmesi gibi meseleler gündemden düşer, işçi, burjuvaziyi rahatsız
etmeyecek bir unsur olarak onun yanına oturtulur. Bu ülkede işçicilik, burjuva
siyasetinin ters yüz edilmiş hâlidir. Burjuvaziyi kuşatan kalkandır.
O nedenle işçicilik, şunu söylemeye mecburdur:
“Sonuç
olarak 1937-38 isyanı, o tarihlerde dünya komünist hareketinin ve Sovyetler
Birliği’nin desteğini almakta olan bir burjuva iktidara karşı feodal liderliğe
sahip bir isyandır. İsyan, bu niteliğinden ötürü modern sanayi proletaryasının
çıkarları aleyhindedir ve dolayısıyla geriye dönük olarak aleyhte tavır almayı
gerektirmektedir.”[2]
Bu SİP-TKP’li, açıktan, “asırlardır iptidai hayat
yaşayan halk, medeniyet nuruna kavuşturulmalıdır” veya “Yeni bir Türk kanı
şırınga edilmelidir” diyenlerin yanına oturmayı komünistlik zannetmektedir.
Çünkü ona bu öğretilmiştir. Kendisini eğitenler, hangi yetiştirilmiş kadroların
hangi ellerle bu ülkede adı komünist parti olan bir yapının başına
getirtildiğini sorgulamazlar. Çünkü onlar merkezdedir, makuldedir, gerçektedir,
doğrudadır, dolayısıyla, kendisi dışındakiler ya sağ ya da sol sapmadır. Bu
kişiler o kadar merkezdedirler ki Dersim’in Hitler Almanyası’na satılan krom ve
bakırla bağını, şehrin adının bu sebeple seçildiğini bile bilmek istemezler.[3]
Çünkü onlar, ezilenden ve işçiden değil, o kromdan yanadırlar.
Devrimci, sosyalist ve komünist, her türden hareket,
ilerleme mitine bağlanmalıdır. İşçi sınıfı, “burjuvazi gelişsin ki sen de
ilerle” lafına ikna edilmelidir. Ama o ilerlendiği an, o burjuvazinin geliştiği
moment, bir türlü gelmemeli, burjuva devrimi hiç sonlanmamalıdır. Böylece
ezilen-sömürülen kitleler, burjuvazinin gölgesinden ayrılmamalıdır. Sosyalist
hareket, burjuvazinin “sol kanadı”nın nüfuzundan ve kontrolünden asla
çıkmamalıdır. Onca para, bunun için akıtılmaktadır.
Bu nedenle liberal isimler, ellilerde sosyalist
hareketin başına geçecekleri belirler. Bu yüzden bu ülkenin ağa ve paşa
çocukları, gidip kendilerince örgütler kurarlar. Hatta bir paşa çocuğunun iki
devrimci örgütün altında imzası vardır. Bir anısını aktaran bu devrimci lider,
babasının kendisine şunu söylediğini aktarır: “Sizin ayağınızda Amerikan botu,
bizimkinde İngiliz botu.” Yani her ikisinin de yürüdüğü yol aynı yere çıkar. Bu
sebepledir ki bugün Rojava’ya Amerikan üssü kurulmasına sevinenler, sosyal
medyalarında Ulaş Bardakçı resimleri paylaşıp vicdan rahatlatmaktadırlar. Bu
koşullarda Yeni Ülke’nin başına “ABD programı uygulanmalı” diyen,
karanlık ilişkilerin adamı Merdan Yanardağ getirilmelidir.
Neticede seksen öncesinde sorguya alınmış,
arkadaşlarının ismini polise vermiş kim varsa örgüt kurmuştur, sonra da o
örgütü 12 Eylül’de paşalara teslim etmiştir. Oysa Komintern’in belirlediği
kurala göre, gözaltına alınmış bir kişinin bile örgütsel sorumlulukları ve
görevleri düşürülür. Yani yapılan operasyonda tüm merkez komitesini polise
itirazsız teslim eden bir örgüt, gene o merkez komitesince yönetiliyorsa,
ortada bir sorun var demektir.
Dolayısıyla, sosyalist hareketin seyrini içeride
devletle, dışarıda sermayeyle ilişkiler kurmuş isimler tayin eder.
“Trans-feminist kavgası” bile Avrupa’dan gelen fonları kimler yiyecek
tartışmasıdır. Ortada bir komünist hareket olmadığı için dümen, Avrupa’da
liberalleşmiş, tekellere teslim olmuş Die Linke gibi yapılara mensup solcuların
yanından ayrılmayanların elindedir. Bu tür bir yönelimin, kaleme aldığı Kuzey
Kore eleştirisinde şunu söylemesine asla şaşmamak gerekir:
“Güney
Kore mucizesinin arkasında kaliteli ulusal eğitim kurumları, ulusal kurumlarda
yetişmiş kaliteli insan kaynağı, disiplinli çalışma, bilime ve bilim insanına
verilen değer, yüksek Ar-Ge harcamaları, stratejik planlama ve bu planlara
uygun yatırım yapan büyük holdingler var.”[4]
Bu cümle bir sosyaliste aittir, üstelik sosyalist
hareketin öncüsü HDP’nin yayın organı olarak kurulup sonra, ittifak politikası
uyarınca, iyiden iyiye CHP’lileşen, bir yerlerden fon alan Duvar sitesinde
yer almaktadır. (İkide bir “kaliteli” diyen yazar, ayrıca Güney Korelilerin Kuzeylilerden
daha uzun olduğunu da söylemektedir!) Sosyalist hareket, artık bu yazarın
övündüğü, yücelttiği şeylerle tanımlıdır.
Batı, Kuzey Kore gençlerini Güney Kore’ye yakın bir
ülkeye kaçırır, o ülkedeki Güney Kore elçiliğinde o gençlere cep telefonu, market
alışverişi ve serbest piyasa gibi konularda eğitim verir.[5] Bahsi edilen
sosyalistler, artık o elçilik görevlilerinden, o ajanlardan farksızdırlar.
Çünkü ipin sahipleri, onu dilediği gibi gevşetmekte,
istediği vakit çekmektedir. Bu ip, sömürünün ve zulmün gadrini çekenlerle
somut, sahici ve devrimci bir ilişki kurulduğu vakit kopacaktır. Esaret, ancak
bu şekilde son bulacak, çekilen çit bu sayede aşılacaktır.
Eren Balkır
22 Şubat 2021
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “Parti Yazını”, 13 Kasım 1905, İştiraki.
[2] Mehmet Karaoğlu, “Sağ ve Sol Sapmalara Karşı
Tunceli-Dersim Tartışması Hakkında Görüş”, 26 Mayıs 2019, Blog.
[3] Yiğit Tuncay-Suat Parlar, “Dersim 38”, 27 Kasım
2011, Halk Sahnesi.
[4] Hakan Okçal, “Kim İl Sung Hanedanı ve Kuzey Kore”,
22 Şubat 2021, Duvar.
[5] Eren Balkır, “Rogue”, 17 Ocak 2020, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder