Pages

13 Mart 2021

İp


İllüzyon gösterisine gidenler arasında birileri illaki çıkar ve havada duran ilüzyonisti işaret edip “kesin ip var” der.

Aynı lafı sosyalist hareket için sarf etmeye gerek yok. Sosyalist hareket, “bungee jumping” yapanlar gibi, kısa bir adrenalin yükselmesine ihtiyaç duyanların asli işi hâline gelmiştir. Bu iş, esnek bir ipin ucunda macera aramaktan farksızdır. O ip gerilir ve herkes, bir süre sonra geldikleri yuvaya geri döner: CHP. Bu, küçük burjuvanın efendilerle yürüttüğü gizli pazarlığın bir sonucudur. O pazarlıkta küçük burjuva aklınca, “bak sosyalist olurum ha!” ikazında bulunur.

Bir vakitler anarşizmin Türkiye “liderlerinden” biri, çalışmak ihtiyacı gündeme gelince babasının yanına oturmuş, o baba da oğlunu Meclis’e yerleştirmiştir. Artık anarşist “lider”, bond çantalı ve takım elbiselidir. Aynı liderin şakirtlerinden biri, onca içki ve bar hikâyesinin ardından işe girmiş, 15 Temmuz sonrası işten atılınca “benim Fethullahçılarla ne alakam var!” diye yakınmıştır. Oysa bu genç, o işe Fethullahçılar sayesinde girmiştir. Anarşizmin menzili de bu kadardır. O, “tersyüz edilmiş burjuva felsefesidir.”[1]

O anarşistler, özgün bir hareketin değil, mücadelenin düşkünü olan eski devrimcilerin, sosyalistlerin hareketsizliğine aittir. Bugün anarşizm de dâhil tüm burjuva ve küçük burjuva solculuk biçimleri, komünist harekete savaş açmıştır.

Türkiye’de komünist hareket, devletle ve burjuvaziyle mücadele yürütecek kitlelerin, sınıfsal dinamiklerin o devletle ve burjuvaziyle bağlarını kopartma imkânlarını tek tek heba etmiştir. Çünkü içteki CHP, bunu hiçbir zaman istememiştir. Hareket, her daim “CHP’siz yapamayız” diyenlerin kontrolünde olmuştur. O açıdan, bugünlerde İstanbul’un CHP’li belediyelerinde yapılan grevler konusunda CHP’lilere güya eleştiriler yönelten tüm sosyalist örgütler yalan söylemektedirler.

Bu ip mecazı, “71 Kopuşu”ndan bahsedenler için de geçerlidir. AKP sayesinde içteki CHP, dışavurulma, özgürce dolaşma, fütursuzca konuşma imkânına kavuşmuştur. “Vicdanen bir süre sosyalist veya devrimci takılırız, sonra evimize döneriz” diyenler, bu kişisel gerekliliklerden kurtulmuşlardır. Sözde ya da özde Marksistlerin, Marksist-Leninistlerin boşalttığı yerlere liberalizm, liberterizm, anarşizm dolmuştur.

TİP başkanı, “kapitalizm merkeze parayı, sosyalizm insanı koyar” türünden cümleler sarf eder. Özünde Sovyetler’de bir ilkokul öğrencisinin bile yazmayacağı kompozisyonlar döşenir. Elyazmaları gibi ortamlarda açıktan Marx öncesi küçük burjuva ve burjuva solculuk parlatılır, pazarlanır. Bunlar, zorunlu gelişmelerdir. Herkes, paranın geldiği yere göre konuşmak zorundadır.

Birileri çıkıp, “89 yıldır Halkevleri eşitlik ve özgürlük mücadelesi vermektedir” demelidir. Oysa bu yalandır. Halkevleri, Sovyetler’e ve ülke içerisinde devlete-sermayeye karşı ortaya çıkabilecek komünist harekete karşı inşa edilmiş bir yapıdır. Bugünkü Halkevleri, özünün, mayasının, iliğinin, kemiğinin anti-komünist olduğunu, sırf bu yüzden kendisine dernek statüsü verildiğini, o paraların bu sebeple akıtıldığını çok iyi bilir. Bu bilinçle hareket etmeye mecburdur.

CHP, içteki sömürgecidir. Sadece o insandır, diğerleri aşağılık köleler. Emperyalizm eliyle dönüştürülmesi gereken geri kitlelere karşı o, savunulmalıdır. Dolayısıyla tek gerçekçi odur, tek gerçek de. Onun dışı marjinal ve nihilist. AKP, ancak ona benzeyerek ayakta ve hayatta kalacağını iyi bilir. Bu düzlemde CHP’nin ülkedeki “sol-liberal” alana esnemesine, ipin oraya uzanmasına izin vermesine aldanmamak gerekir. Bu açılan alan da devlete ve sermayeye dairdir. İp çekildiğinde “Boğaziçi direnişi” tökezler. Gündemden düşer. Çünkü CHP, çünkü Atatürkçüler, “kayyımlara karşıyız” sloganından rahatsız olmuşlardır.

Sol, burjuvazinin yüzü suyu hürmetine, ancak işçicilik yapabilir. Bir kimlikçi siyaset türü olarak işçicilikse, Lenin’in dediğinin aksine, komünistlerin, proleter devrimcilerin ordularını siyaset alanının her yerine sürmelerine karşı olmaktır. Buna göre zulüm ve sömürü karşı karşıya getirilir, aralarındaki bağ kopartılır, sömürü münferitleştirilir, mutenalaştırılır, tarihle-toplumla ilişkisi kesilir, ezilenin proleterleşmesi, proleterin ezilmesi gibi meseleler gündemden düşer, işçi, burjuvaziyi rahatsız etmeyecek bir unsur olarak onun yanına oturtulur. Bu ülkede işçicilik, burjuva siyasetinin ters yüz edilmiş hâlidir. Burjuvaziyi kuşatan kalkandır.

O nedenle işçicilik, şunu söylemeye mecburdur:

“Sonuç olarak 1937-38 isyanı, o tarihlerde dünya komünist hareketinin ve Sovyetler Birliği’nin desteğini almakta olan bir burjuva iktidara karşı feodal liderliğe sahip bir isyandır. İsyan, bu niteliğinden ötürü modern sanayi proletaryasının çıkarları aleyhindedir ve dolayısıyla geriye dönük olarak aleyhte tavır almayı gerektirmektedir.”[2]

Bu SİP-TKP’li, açıktan, “asırlardır iptidai hayat yaşayan halk, medeniyet nuruna kavuşturulmalıdır” veya “Yeni bir Türk kanı şırınga edilmelidir” diyenlerin yanına oturmayı komünistlik zannetmektedir. Çünkü ona bu öğretilmiştir. Kendisini eğitenler, hangi yetiştirilmiş kadroların hangi ellerle bu ülkede adı komünist parti olan bir yapının başına getirtildiğini sorgulamazlar. Çünkü onlar merkezdedir, makuldedir, gerçektedir, doğrudadır, dolayısıyla, kendisi dışındakiler ya sağ ya da sol sapmadır. Bu kişiler o kadar merkezdedirler ki Dersim’in Hitler Almanyası’na satılan krom ve bakırla bağını, şehrin adının bu sebeple seçildiğini bile bilmek istemezler.[3] Çünkü onlar, ezilenden ve işçiden değil, o kromdan yanadırlar.

Devrimci, sosyalist ve komünist, her türden hareket, ilerleme mitine bağlanmalıdır. İşçi sınıfı, “burjuvazi gelişsin ki sen de ilerle” lafına ikna edilmelidir. Ama o ilerlendiği an, o burjuvazinin geliştiği moment, bir türlü gelmemeli, burjuva devrimi hiç sonlanmamalıdır. Böylece ezilen-sömürülen kitleler, burjuvazinin gölgesinden ayrılmamalıdır. Sosyalist hareket, burjuvazinin “sol kanadı”nın nüfuzundan ve kontrolünden asla çıkmamalıdır. Onca para, bunun için akıtılmaktadır.

Bu nedenle liberal isimler, ellilerde sosyalist hareketin başına geçecekleri belirler. Bu yüzden bu ülkenin ağa ve paşa çocukları, gidip kendilerince örgütler kurarlar. Hatta bir paşa çocuğunun iki devrimci örgütün altında imzası vardır. Bir anısını aktaran bu devrimci lider, babasının kendisine şunu söylediğini aktarır: “Sizin ayağınızda Amerikan botu, bizimkinde İngiliz botu.” Yani her ikisinin de yürüdüğü yol aynı yere çıkar. Bu sebepledir ki bugün Rojava’ya Amerikan üssü kurulmasına sevinenler, sosyal medyalarında Ulaş Bardakçı resimleri paylaşıp vicdan rahatlatmaktadırlar. Bu koşullarda Yeni Ülke’nin başına “ABD programı uygulanmalı” diyen, karanlık ilişkilerin adamı Merdan Yanardağ getirilmelidir.

Neticede seksen öncesinde sorguya alınmış, arkadaşlarının ismini polise vermiş kim varsa örgüt kurmuştur, sonra da o örgütü 12 Eylül’de paşalara teslim etmiştir. Oysa Komintern’in belirlediği kurala göre, gözaltına alınmış bir kişinin bile örgütsel sorumlulukları ve görevleri düşürülür. Yani yapılan operasyonda tüm merkez komitesini polise itirazsız teslim eden bir örgüt, gene o merkez komitesince yönetiliyorsa, ortada bir sorun var demektir.

Dolayısıyla, sosyalist hareketin seyrini içeride devletle, dışarıda sermayeyle ilişkiler kurmuş isimler tayin eder. “Trans-feminist kavgası” bile Avrupa’dan gelen fonları kimler yiyecek tartışmasıdır. Ortada bir komünist hareket olmadığı için dümen, Avrupa’da liberalleşmiş, tekellere teslim olmuş Die Linke gibi yapılara mensup solcuların yanından ayrılmayanların elindedir. Bu tür bir yönelimin, kaleme aldığı Kuzey Kore eleştirisinde şunu söylemesine asla şaşmamak gerekir:

“Güney Kore mucizesinin arkasında kaliteli ulusal eğitim kurumları, ulusal kurumlarda yetişmiş kaliteli insan kaynağı, disiplinli çalışma, bilime ve bilim insanına verilen değer, yüksek Ar-Ge harcamaları, stratejik planlama ve bu planlara uygun yatırım yapan büyük holdingler var.”[4]

Bu cümle bir sosyaliste aittir, üstelik sosyalist hareketin öncüsü HDP’nin yayın organı olarak kurulup sonra, ittifak politikası uyarınca, iyiden iyiye CHP’lileşen, bir yerlerden fon alan Duvar sitesinde yer almaktadır. (İkide bir “kaliteli” diyen yazar, ayrıca Güney Korelilerin Kuzeylilerden daha uzun olduğunu da söylemektedir!) Sosyalist hareket, artık bu yazarın övündüğü, yücelttiği şeylerle tanımlıdır.

Batı, Kuzey Kore gençlerini Güney Kore’ye yakın bir ülkeye kaçırır, o ülkedeki Güney Kore elçiliğinde o gençlere cep telefonu, market alışverişi ve serbest piyasa gibi konularda eğitim verir.[5] Bahsi edilen sosyalistler, artık o elçilik görevlilerinden, o ajanlardan farksızdırlar.

Çünkü ipin sahipleri, onu dilediği gibi gevşetmekte, istediği vakit çekmektedir. Bu ip, sömürünün ve zulmün gadrini çekenlerle somut, sahici ve devrimci bir ilişki kurulduğu vakit kopacaktır. Esaret, ancak bu şekilde son bulacak, çekilen çit bu sayede aşılacaktır.

Eren Balkır
22 Şubat 2021

Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “Parti Yazını”, 13 Kasım 1905, İştiraki.

[2] Mehmet Karaoğlu, “Sağ ve Sol Sapmalara Karşı Tunceli-Dersim Tartışması Hakkında Görüş”, 26 Mayıs 2019, Blog.

[3] Yiğit Tuncay-Suat Parlar, “Dersim 38”, 27 Kasım 2011, Halk Sahnesi.

[4] Hakan Okçal, “Kim İl Sung Hanedanı ve Kuzey Kore”, 22 Şubat 2021, Duvar.

[5] Eren Balkır, “Rogue”, 17 Ocak 2020, İştiraki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder