Bugün DSİP ve Fethullah kuyrukçuluğunu eleştirdiğimiz
için kimi solcular, bizi İP-HKP ile ilişkilendiriyorlar ve bu şekilde sağa sola
karalayabileceklerini düşünüyorlar. Böylelikle komünistlerin İP-DSİP hattına
karşı mücadele etmelerine mani olacaklarını sanıyorlar. Bu kastî cehalete
denilecek hiçbir şey yok. Zira İP ve DSİP çizgisi, halka inanmama, yoksula ve
işçiye düşmanlıkta ortaklaşıyor. Nafile de olsa, bu solcuların söz konusu
kuyrukçuluğu eleştirecek, ona karşı mücadelenin komünistlerin derdi ve görevi
olduğunu anlayacak bir konuma gelmelerini bekliyoruz!
Burada teorik açıdan sorunlu bir devlet algısı,
belirleyici bir rol oynuyor. Sanıyorlar ki devlet, merkezde duran şoven
milliyetçi muhafazakâr bir çekirdekten ibaret. Kendilerine göre, dişlerine uygun
bir devlet tarif ediyorlar. Oysa geçmişte Avrupa Parlamentosu üyelerine İsmail
Cem eliyle Kardeş Türküler kaseti dağıtan da devlettir. Demek ki aslında herkes
bir biçimde Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki polis gibi düşünüp
hareket etmekte, “bu dünyada halay başı olacaksın Arap!” demektedir. “Batı
sermayesi kaçmasın” diye solculuk yapanların salladığı mendilin kime ait olduğu
açıktır.
Bugün Avrupa’ya giden her solcu, zorunlu olarak,
bilerek ya da bilmeyerek, ilkin istihbarat odasına girer. Sonuçta Avrupa
ülkelerinde bir siyasi çalışma yürüten herkesin, illaki o ülkenin
istihbaratıyla bir münasebeti vardır. Olmak zorundadır. O istihbarat da NATO
dolayımıyla buranın istihbaratıyla ilişkilidir. Aynı devlet gider, HDP
içerisine de kadrolarını yerleştirir. Bugün ilişkiler dâhilinde solculuk, bir
rant kapısı, bir tür işletmeden ibarettir.
Bu anlamda asıl tartışma, küreselciler-milliciler
tartışması değildir. Sol, kütle hâlinde, AKP bahanesi ardına sığınarak,
mecburen, küreselci kanattan yana “tercihini yapmıştır”. Ona böylesi bir rol
biçilmiştir. Bu “tercih”ten AKP ve devlet de memnundur.
Aslında devlet, yerelde ve millette çelişkilerin,
dinamiklerin ve kitlelerin sosyalizmle buluşma noktalarını tespit eder ve oraya
örgütlenir, orayı örgütler. İP ve HKP, odur. Onlar, sosyalist hareket, buranın,
bu milletin ezileni, yoksulu ve işçisiyle gerçek bir ilişki kurmasın, onunla
buluşmasın diye vardır. Devlet adına suyun başını tutarlar, alanı işgal
ederler. Bu açıdan bugün “Ermeni” diyenler, Perinçek’in yetmişlerde dediklerinden
“daha ileri” şeyler söyleyemezler. Demek ki mesele, imaj ve mesaj derdiyle
“Ermeniii!” demek değildir, onun kahrına örgütlenmektir. Kahırları
örgütlemektir.
Neticede aynı devlet, küresel dinamiklerle ilişkiye de
örgütlenir, orayı da örgütler. Devlet, Ankara’daki üç beş bina değildir. Bu
açıdan, bağımsız bir sınıf, halk ve ezilen hareketi üzerinde yükselen sosyalist
hareket yoksa “Türkiye’nin Avrupa’daki itibarı ve imajı çok kötüydü, imajını
düzeltmek, ona yeniden itibar kazandırmak için şehir şehir gezdik” açıklaması
yapan Ertuğrul Kürkçü, böylesi bir hareketin neferi değil, devletin bir elemanı
olarak görülmelidir. Kimse kimseyi kandırmamalıdır!
Aynı şekilde, devletin içteki ve dıştaki işleyişi,
artık nezihleştirilmiş bir LGBT, feminizm ve vegan hareketini de içermektedir.
Bu anlamda, bu üç dinamik, sosyalist hareketle kitlelerin buluşacağı yerlere
konuşlanacak, yer tutacak, alan kaplayacak, sosyalizmin tanımını değiştirecek,
kimilerini “eski, cahil, geri, faşist” olarak kodlayıp devlet adına linç eylemleri
ve toplu kitap yakma törenleri düzenleyecek, neticede yeni liberal devletin
hizmetine koşulacaktır. Bu, komplo değil, hakikattir. O hakikat dâhilinde bugün
feministlerin linç kampanyası boştur, çünkü birkaç kişi âtıl ve değersiz
görülüp kurban seçilmiş, o feministlerin ticari ve tecimsel ilişkileri bulunan
patronların, mülk sahiplerinin, rant merkezlerinin altına imza attığı taciz
vakalarının üzeri örtülmek istenmiştir (Bkz. HDP ve CHP'deki vakalar). Kimse,
göbek bağını kesemez.
Devlet, bu tür havuçlar ve sopalarla, kendi işleyişi
dâhilinde sosyalist örgütleri figüran ve piyon düzeyine çekmeyi bilmiştir.
Figüranlaştırma devletin içeriye; piyonlaştırma dışarıya dönük faaliyetidir.
İçeriye, yerele ve millete dair söz söylemek isteyen herkesin tepesine İP, HKP,
biraz da TKP sopası indirilecektir. Bunun ekmeğini yiyen birileri, illaki
bulunacaktır. Neticede devlet, geleni önceden bilir, sol denilen havuçla
yarınını güvence altına alır. Örneğin Gezi Ayaklanması’nın bugün değil, yedi
yıl önce yaşanmasını ister! Bunun için gerekli müdahaleleri gerçekleştirir.
Burada Gezi’ye öncülük ettiğini söyleyen TKP ise bugün
çıkar, Avrupa’da pandemi yasakları ve kısıtlama karşıtı eylemlere liberallerin
ve faşistlerin katıldığını söyler. Burada bilim kuruluyla ve devletle
arasındaki bağ sebebiyle bu tespiti yapmaya, böylesi protestolara imkân
tanımamaya mecburdur. Neticede devlet adına suyun başı tutulmalı, halay başı
olunmalıdır!
* * *
Pandemi ve büyük sıfırlama projesinin özünü Klaus
Schwab, gayet açık biçimde dile getiriyor: “İleride toplumsal gösteriler sorun
çıkartabilir.”[1] Bugün Dünya Sağlık Örgütü’nün, pandemi önlemlerinin veya
Davos kararlarının ardındaki sınıfsal niyetleri sorgulayacak bir sol, bu ülkede
bulunmamaktadır.
2015’te yayınlanmış Jacob Levich imzalı bir makalede,
Bill Gates’in vakfının sağlık sektörüyle ilişkileri ele alınmaktadır. Orada
yazar, Gates’in şu sözünü aktarır: “Ordu, doğal felâketler ve salgınlar
konusunda eğitilmeli. Orduya sıhhiye sınıfı eklenmeli.”[2] Bu söz, bir
açıdan bugün neden doktorları alkışladığımızı, neden virüs sebebiyle ölen
doktorları “şehit” ilân ettiğimizi açıklar. Doktorlar üzerinden devlet, kendi
ideolojik halesini güçlendirmektedir. Onun doktorların kahrıyla bir ilgisi
yoktur.
Geçmişte yaşanan bir olayda iki kadın, kendilerine
“babanız nasıl olsa ölecekti” diyen doktora saldırdı. Zira bu söz üzerinden
kadınlar, doktorun babalarıyla hiç ilgilenmediği sonucuna ulaşmışlardı. Devlet,
sonra bu “yeni askerler”i için yasa çıkarttı, ardından da onları kutsallık
zırhı ile korudu. Misal, “Biz yaşlıları yoğun bakımlarda bilerek öldürüyoruz”
diyen solcu doktor, bu süreci eleştiren bir yazıya yer verdiğimiz için bize
küfür dolu bir yazı yazdı.
Bugün ilâç tekelleri ve dünya sağlık düzeni ile
ilişkileri kimse sorgulamıyor. Çünkü sol, sadece “TTB’nin ağzına bakıyor.”
Komploculuk, esasen güya bireyi değersizleştirildiği için eleştiriliyor, bu
eleştiri, özünde birey özne temelli bir liberalizmin eleştirisi olarak
yapılıyor. Sol, yere yığılmış kişinin karşısına geçip “iraden var, öznesin,
kalksana ayağa!” diyor. Bundan başka bir anlamı bulunmuyor. O iradenin ve
öznelliğin sınıfsallığını hiç sorgulamıyor. Komploculuğun arkasındaki düşman
kardeşini görmüyor. O kardeş de meseleleri birey ve özne temelinde ele alıyor.
Komploculuğu komploların sahipleri besliyor.
Öte yandan, bireyin dışındaki nesnel yapılar olarak
tekeller ve devletler, 11 Eylül’de geliştirdikleri teknikleri pandemi süreciyle
birleştiriyorlar. “Terörle mücadele” dedikleri şey, pandemi sürecine
bağlanıyor.[3] Kimse, bu bağlantıyı ve sürekliliği de sorgulama gereği
duymuyor. “Bireyi görmüyorsunuz” diyenler, tekelleri ve devletleri görmüyorlar.
Çünkü sadece kendilerinin görülmesini istiyorlar. Kapitalizm ve emperyalizm
eleştirisini çöpe atıyorlar.
Neyse ki eksiği gediği ile çöpe atmayanlar var.
Monthly Review dergisi,
9 Ekim 2018 günü eline geçen bir notu paylaşıyor. Bu gizli notta eski IMF
başkanı, şimdinin Avrupa Merkez Bankası başkanı Christine Lagarde’ın “yaşlılar
çok uzun yaşıyor ve bu dünya ekonomisi için riskli. Acilen bir şey yapmalıyız”
sözü üzerinde duruluyor.[4] Hemen bizdeki Teyit sitesine benzer siteler
devreye giriyor, “komploculuk” eleştirisi gündeme geliyor, bu haberin “uydurma”
olduğunu söylüyor, ama bu sözün 2012’de bir IMF toplantısında söylendiğini
kabul ediyor. Lagarde’ın bu sözü de komploculuk eleştirisiyle savuşturuluyor.
IMF'in o notunda “sosyalist konsensüsün ortadan kaldırılması”ndan dem
vuruluyor. Margaret Thatcher’ın “toplum diye bir şey yoktur, birey vardır” sözü
aktarılıyor.
Bugün solcuların da ağzından bundan gayrı bir cümle dökülmüyor.
“Biz TTB’ye bakarız, onu tanırız” diyor sol, peki o sol, TTB’nin kime
baktığını, neyi tanıdığını, neye ve kime göre hareket ettiğini niye hiç
sorgulamıyor?
Bağlandığı STK’ların, meslek odalarının ve
sendikalarının dış bağlantıları kadar “enternasyonalist” olabilen sol, bu
ilişkilerin seyri dâhilinde, gemi azıya almıştır. Bindiği geminin hızına,
misyonuna ve rotasına tabidir. Mustafa Suphilerin takasına hiç binmeyip oradan
indiklerini sağda solda satanların, o gemiyle mücadeleyi anlaması mümkün değildir.
Eren Balkır
30 Aralık 2020
Dipnotlar:
[1] Klaus Schwab ve Thierry Malleret, “George Floyd ve Kovid-19”, Haziran 2020,
İştiraki.
[2] Jacob Levich, “The Gates Foundation, Ebola, and
Global Health Imperialism”, 4 Eylül 2015, American Journal of Economics and
Sociology, Cilt 74, Sayı 4, s. 704-742. Türkçesi: İştiraki.
[3] Ullrich Mies, “Transnationaler Elitenfaschismus”,
22 Ağustos 2020, Rubikon.
[4] “The Christine Lagarde Memo”, 9 Ekim 2018, MR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder