Özeme
Harekâtı
Devlet,
sosyalist hareketi liberalizmden rol çalan anarşizm ve troçkizmle,
sınıfsal-politik ayrım yapmadan herkese seslenen ideolojik yönelimlerle
çözebileceğini herkesten daha iyi biliyor. Bu devlet, NATO, Pentagon, AB gibi
yerlerden aldığı eğitimle ilerleyen ve sürekli değişen bir yapı. Sol ise
müstakil ve havada asılı bir varlık değil; o, devletin faaliyetiyle şekillenen
bir olgu olarak ele alınmalı. Devletin ilerleyişi, solda ve soldan okunmalı.
Bu
anlamda, devletin elindeki bir örgüt liderinin ABD’de çoktan hükmünü yitirmiş
anarşist sözleri buraya taşımasını da bu çözme-seyreltme-özeme pratiği
bağlamında ele almak, bu fikir ihracatını tesadüfî görmemek gerekiyor. Herkes,
o örgütün liderinin devletin elinde olduğunu, açıklamalarının bizzat devlet
eliyle aktarıldığını, o sözlerin müdahaleden ari olmadığını görmezden geliyor.
Kendisini bu şekilde kandırıyor.
Kimse,
Bookchin’in Amerikan devletiyle ilişkilerini sorgulamıyor. Ardına yöresine
bakılmadan, Dinle Marksist! yazısı Türkçeye çevrilip, servis ediliyor.
Yazı, tıkanan, krizde olan “komünist hareket”in kurtuluş reçetesi olarak
sunuluyor.
Kriz
hâli, iktidar ve ulus-devlet meseleleri üzerinden tanımlanıyor.
Bu krize çare olarak takdim edilen Bookchin’se o yazıda kendi devletinin
yüceliğinden, tüketim ideolojisinin merkezîliğinden, kapitalizmin ürettiği
bolluğun mutlaklığından gayrı bir şey söylemiyor.[1] Komünist hareket, bu hat
üzerinden, aslında Amerika’ya bağlanmak isteniyor.
Bu
bağlamda, şu gerçeği görmek gerekiyor: Bookchin çizgisine bağlı olan
(yazılarında kullandıkları tabirle) “Marksist-Leninist komünistlerin,
kendilerini M. Suphi TKP’sinin devamı saymaları, o mirasa sahip çıkmaları”
mümkün değil.[2] Her şeymiş gibi görünmek isterken hiçbir şey olamayan bu
kesime göre Suphi, “Ermeni katilidir, şoven-milliyetçidir, Lenin’in yanlış
hamlesinin piyonudur, ülkede milliyetçi solun güçlenmesinin ana kaynağıdır,
tekçidir, eskidir, Kuzey Kore türünden bir diktatörlük sevdalısıdır”. Tüm
gerici, şoven, reformist pisliğin kaynağı, orasıdır.[3]
Bugüne
dek bundan gayrısını demeyen, hele ki Tamer Çilingir ağzıyla, “Lenin’i Rum ve
Ermeni soykırımcısı” ilân eden “ML komünistler”in Suphi’yi ağızlarına
almamaları gerekiyor.[4] Çünkü aslında o dönemde anarşist ve Menşevik tüm Lenin
eleştirileri, Suphi ile ilgili eleştirilerin ardına gizleniyor.
Bugün
solun büyük bölümü, Ekim sonrası SR, Menşevik ve anarşist çevrelerin
cümlelerini allayıp pullayıp satmak için uğraşıyor.
Öte
yandan şunu da görmek gerekiyor: (Kendilerini tanımlamak için kullandıkları
ifadeyle) “ML komünistler”, o referans verdikleri “elli yıl öncesi”nin de çok
uzağındadırlar. Doksanlarda feminizm eleştirisi kaleme alan bu tür ekipler,
ikrar ettikleri biçimiyle, bugün feminist partisidir, LGBT partisidir, vegan
partisidirler!
Onlar,
tekellerin küçük burjuvazinin kulağına fısıldadıkları siyasetin
taşıyıcısıdırlar. Bu tür örgütler, en fazla, Prens Sabahattin geleneğini miras
sayabilir, ona sahip çıkabilirler. Çünkü onlara göre “işçi, çalıştığı için
kapitalizmi var etmektedir.”[5] Bireyi örtbas eden her şey, düşmandır.
“Bir
toplumun, bir devletin temelini fertler teşkil eder” diyen Prens Sabahattin[6],
“ML komünistler”in fikir babasıdır. Bu tür örgütler, tüm politik gelişmelere
fert ölçüsünde bakmaktadırlar, hatta bununla övünmektedirler. Âdemi
merkeziyetçilik, belediyecilik, reformist öneriler, Batı tekellerinin Fabyusçu
çizgisi, tekellerin yeni Truva atı İlerici Enternasyonal[7] bu örgütlerde vücut
bulur. Onlar için ferdin sınıfsallığını ve sınırlarını sorgulamak,
gericiliktir; düşman, o sınıf ve sınırdır. Zaten birey de sınıfın ve sınırın
olmadığı yer demektir. Neticede geri kalmış Doğu, işgale gelmiş olan
emperyalizme layık olabilsin diye ilerletilmeli, kalkındırılmalıdır.
Ferdin
fert dışı tehditlere karşı korunması işini üstlenen bu tür örgütlerin
tekellerin ülkede istedikleri dönüşüme eklemlendiklerini görmek gerekmektedir.
Küçük burjuva bireycilik ve hazcılık, bugün taşlanan gerici İslam’a karşı
komünist siyaset olarak övülmekte, önerilmektedir.
Anti-emperyalizmi
“gericilik” sayan bu çizginin Suphi’ye sahip çıkması mümkün değildir. Suphi,
liberallerin parlak tüylerini dikenleştiren, “Müslüman işçilere hitap”
edendir.[8]
Ağaların-Paşaların
Solu
Suphi’ye
sahip çıktıkları konusunda yalan beyanda bulunarak belirli bir alanı mülk
edinmek isteyen bu solcular, Suphi’nin “Türk ve Müslümanlar arasında
çalıştığını” söyleyerek, kendilerinin Türk ve Müslüman düşmanı olduklarını
gizlemeye çalışırlar. Onlara göre “Türk”, devletin sağ; “Müslüman” sol
ayağıdır. Dolayısıyla, sermayenin ilerleyişi önündeki asli engel olarak
devletin bu iki ayağının kesilmesi, onun uluslararası sermayenin adımlarına
uyumlu kılınması gerekmektedir.
Devlet,
herkes gibi kendisinin Türk ve Müslüman olduğuna bu solcuları da inandırmayı
bilmiştir. Türk ve Müslüman içerisinde işleyen sınıflar mücadelesinde bu
solcular, esasen devletin ve sermayenin safındadırlar.
Kurtuluş
Savaşı’nda savaşan, Türk-Kürt-Çerkes Müslüman emekçilerdir. Ağalar-paşalar, o
zaferin üzerine çöreklenmiş, tüm kazanımları temellük etmişlerdir. Ağaların
solunun da paşaların solunun da bu gerçeği görüp dillendirmeleri mümkün
değildir.
“ML
komünistler”, bu gerçeğe kördürler. Onların aklını ve gözlerini ağalar-paşalar
eğitmiştir. O eğitim, başka akla ve göze asla izin vermez.
Bu
ülkede kendisine rakip olacağını düşündüğü örgütleri içeriden ve dışarıdan
tasfiye etmeye dönük bir girişim, komünist hareketin bir dileği ve talebi
olamaz. Tek bir fikri olmadan, her şeymiş gibi görünmek, rakipleri tasfiye
etmek veya kafalamak adına yürütülen şeye “teorik politika” denilemez. Her
renge bürünüp, her şekle girerek, başka örgütler içine sızıp onları
bölmek-parçalamak, devrimci bir çizgi olamaz. Postmodern hegemonyanın Prens'i
olmak, komünistlik değildir.
Tekellerin
Troykası
Fuat
Filizler, Alp Altınörs’ün kitabındaki çelişkileri yerinde bir müdahaleyle
dışavuruyor, ama ondaki örtük niyeti görmüyor.[9] Altınörs’ün “finans sermaye
ile üretim sermayesi arasındaki karşıtlık”a dair anlayışındaki idealizmi
deşifre eden, onun ekseni dolaşım ve bölüşüm alanına çektiğini söyleyen
Filizler, Altınörs’ün çalışmasını gene de kıymetli buluyor. Kendi mülkiyetinde
olduğunu düşündüğü söylem ve teori alanına başka bir örgütün girmesine nahif
bir tutumla seviniyor, ama Altınörs’ün zaten o alana Filizler’i ve örgütünü
temellük etmek, olmadı boşa düşürüp tasfiye etmek için girdiğini görmüyor. Ağza
çalınan balla, bir iki komplimanla kandırılan bu tür çevreler, tüm
iddialarından vazgeçiyorlar. Çünkü sadece lafz ve söylemden ibaretler.
Tekellerse tekel olan KP’ler istiyorlar. Marksizmi krizden kurtarma, onu
bütünleme, bir devlet operasyonu olarak icra ediliyor. “Marksizm gibi sağlam”
isimlere Marksizmin çürük ve eksik olduğu söyleniyor ve bu isimler, eski
çağların basit bir kahramanı olarak dışsallaştırılıyor. Neticede,
“Tekeller, belirli bir
insan tipi ‘format’lıyor, halka kendi ‘algoritma’sını dayatıyorlar. Bu formatı
ve algoritmayı, ardındaki öjeniyi ‘üretici güçlerin gelişimi’ diye kutsayacak
solculara, ‘liberal komünistler’e elbette ki ihtiyaç vardır.”[10]
Liberal
komünistlerin, tahakküm ve temellük temelli faaliyetlerinin kapsamını Mustafa
Suphi’ye dek genişlettikleri görülüyor. Tarihe ipotek koyma girişimi, birey
eksenli toplum algısı ile birlikte şekilleniyor. Alman devletine bağlı düşünce
kuruluşlarının adamı olan Murat Çakır’ın dediklerinden anladığımız kadarıyla
tekeller, kimlik siyasetine sınıf siyaseti yapma talimatı vermişler.[11]
Bugün
sosyalist siyasetin, tekellerin troykası (feminizm, lubunizm ve veganizm)
üzerinden, onun eliyle yürütülmesi isteniyor. Sosyalist hareketin tüm
tarihsel-toplumsal mevzileri, kimlik siyasetinin postmodern gevezeliklerine
terk ediliyor.
Bu
anlamda, “ML komünistlerin” “Türk” ve “Müslüman” kelimelerini kullanması
karşısında huylanmak gerekiyor. Demek ki bu iki kavram da sınıfsal değil,
kimliksel olgular olarak ele alınacak, tüm sınıfsal saflaşmalar devlete
bağlanacak.
Tasfiye
Neticede
liberaller, sosyalist hareket içerisindeki anarşist ve troçkist versiyonlarıyla
birlikte, sınıfsal-politik olanı tasfiye etmek için vardırlar. Devlet, komünist
hareketi nereden, nasıl, hangi araçlarla çözüp dağıtacağını iyi bilmektedir.
Komünist hareketin, mevcut biyolojik, kimyasal ve fiziksel saldırıya karşı
koyacak aklı ve gücü bulunmamaktadır.
Muhtemelen
bu liberaller, ileride gökkuşağı rengine buladıkları Suphi resimleriyle
yürüyecek, işçilere dalga geçercesine “et yemeyin!” diyecek, erkek emekçileri
kadınların mutlak düşmanı olarak takdim edeceklerdir. Böylece devletin halka
“faşist” deme imkânı için gerekli zemini öreceklerdir.
Silikonlu
Beyinler
İtalya’da
Kızıl Tugaylar’ı kuracak olan Proleter Sol isimli çevre, 1970 yılının 8
Mart’ında bir bildiri kaleme alır. O bildiri şu cümlelerle başlar:
“Kadınların Kurtuluşu mu!?
Peki ama kadınlar
kimlerden kurtulacak?
Sağlıksız koşullarda
fabrikalarda günde sekiz saat çalışan kocalarından mı, patronların kurduğu
sistemin belirli imtiyazlar bahşettiğini söylediği o işçilerden mi?”[12]
Bugün
“ML komünistlerin” gerici saydıkları, Lenin’in emriyle toplanan Bakû
Kurultayı’na katılan Türkiye delegesi Naciye Hanım, konuşmasının başında şunu
söyler:
“Yakın zamanda Doğu’da
başlayan kadın hareketine, toplumsal hayat içinde kadının rolünün narin bir
bitkinin ya da kibar bir oyuncak bebeğin rolünden öteye gidemeyeceğini savunan,
aklı bir karış havada olan feministlerin gözüyle bakılmamalıdır.”[13]
O
feministlerin gözü, ne Naciye Hanım’ı ne de Suphi’yi anlayabilir. “Kadın
hareketi, Dünya genelinde cereyan eden devrimci hareketin ciddî ve önemli bir
sonucu olarak görülmeli” diyen Naciye Hanım’a karşı çıkan bu feminist solcular,
yüzyıl sonra bugün, Endüstri 4.0'ın, Silikon Vadisi’nin, Netflix’in, Bill
Gates’in, Davos’un “dünya genelinde cereyan eden devrimci hareketi”ne
bağlanmışlardır ve hepimizi bu dünya devrimine kul olmaya davet etmektedirler.
Suphi’nin bu “dünya devrimcileri”nce reklâm malzemesi hâline getirilmesine izin
verilmemelidir.
Eren Balkır
10
Eylül 2020
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Yer ve Gök Arasında”, 9 Nisan 2016, İştiraki.
[2]
Aydın Akyüz, “10 Eylül: Tarihi Güçlü Bir Giriştir”, 10 Eylül 2020, Etha.
[3]
Eren Balkır, “Dünyayı Sevenler Veli Değil”, 6 Ekim 2018, İştiraki.
[4]
“Sovyet yetkililerin katil Topal Osman’a yazdığı telgraflardan anlaşıldığına
göre silah, cephane ve lojistik yardımlar ile Sovyetler Birliği soykırımcıların
Pontos'taki faaliyetlerini kolaylaştırmıştır.” [Tamer Çilingir, “19 Mayıs 1919:
Kanlı Bir Tarihin Başlangıcı”, 17 Mayıs 2020, Etha.]
[5]
Rabia Mine, “Seks İşçiliği Verili Düzendeki En Masum İştir”, 11 Temmuz 2019, Fersude.
[6]
Eren Balkır, “Prens Selahattin”, 11 Aralık 2015, İştiraki.
[7]
“İlerici Enternasyonal Açılış Zirvesi”, 19 Eylül 2020, Etha.
[8]
Mustafa Suphi, “Müslüman İşçilere Hitap”, İştiraki.
[9]
Fuat Yücel Filizler, “Proletarya Sosyalizmi ve Ezilenci Toplumculuk”, Devrimci
Proletarya Dizisi-3, Ağustos 2020.
[10]
Eren Balkır, “Davos Limanı”, 15 Ağustos 2020, İştiraki.
[11]
Eren Balkır, “Kuzu Postlu Kurt”, 13 Haziran 2020, İştiraki.
[12]
Chris Aronson Beck, Reggie Emilia, Lee Morris ve Ollie Patterson, Strike One
to Educate One Hundred, A Seeds Beneath the Snow Publication, 1986, s. 37.
[13] Naciye Hanım, “Kurultay Konuşması”, 7 Eylül 1920, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder