“Biz, ne anonim
şirketler Kemalizmiyiz, ne esrara inanan küçük burjuva aydınıyız. Onun için, bu
anonim esrar perdesini kaldırarak altında gözlenen ‘Medusa başı’nı görmekten
kılımız kımıldamaz.”
[Hikmet
Kıvılcımlı –Yol]
Caiz
“Öz
ile biçim aynı olsaydı, bilime gerek kalmazdı” diyor Marx. Bu söze politik
düzlemde şu eki yapmak mümkün: “Burjuva siyasetle komünist siyaset birse,
devrime gerek yoktur.”[1]
“İçtima”[2]
yazısına yönelik tepkilerde bu iki önerme, açıktan redde tabi tutuluyor. O
cümleleri ve küfürleri yazanlar için özle biçim, burjuva siyasetle komünist
siyaset, bir ve aynı şeydir. Bu küfürbazlar, kendilerine gösterilenlere iman
ediyorlar, burjuva siyasete örgütlenip bilimi, teoriyi ve devrimi tasfiye
ediyorlar. Yaptıkları tek şey bu.
Çünkü
Cübbeli’nin dediği gibi, “Mustafa Kemal Atatürk bu devletin kurucusu, bunun
aleyhine konuşulmaz, konuşmak caiz değildir.” Çünkü “cumhuriyete düşman olan,
sosyalizme de düşmandır.” Burjuva düzenine karşı mücadele etmek, yasaktır ve
kesinlikle caiz değildir. Burjuva ve küçük burjuva sosyalizmine düşmanlık etmiş
Marx, Engels, Lenin, derhal çöpe atılmalıdır. Bunların tek dediği budur. Bu
isimler, ancak “sosyalistler ve islamcılar gözümde aynı boktur” diyenlere
yoldaş olabilirler. (Bu, Gökdemir ve Devyolcularla birlikte bize saldıran
isimlerden birinin eski bir tviti.)
Bu
zevatın eski dışişleri bakanı Necmettin Sadak, yıllar önce şunu söylüyordu: “İç
tehdit komünizm ve irticadır ki bunlar da komşumuz (SSCB) tarafından üretilip
oradan ülkemize sirayet etmiştir.” “Cumhuriyeti savunalım” diyen herkes, bu
tehditlere karşı örgütlenmiş savaş aygıtının parçasıdır.
Devletin
Cübbesi
12
Eylül darbesi, bir açıdan da İran Devrimi ile ilgilidir. Uğur Mumcu’nun
aktardığı kadarıyla, dönemin CIA istasyon şefi, İran Devrimi sonrası “İran'ı
kaybettik, Türkiye’yi kaybedemeyiz” deyip darbe sürecini hızlandıracak adımlar
atmıştır. Hatta genel manada 1979 yılı, İslamî hareket ve bölge siyaseti
açısından önemli bir momenttir. Devletin bu yıldaki gelişmelere yönelik tedbir
almadığını düşünmek, saflık olur. Bu açıdan, Kenan Evren’in mitinglerde Kur’an
sallaması, Fethullahçılara yol açması, Türk-İslam sentezi, devletin 1979
devrimine ve olası sonuçlarına yönelik tepkisi, ön alma çabasıdır. Bazen yangın
söndürmek için ormanın bir kısmı ateşe verilir. Bu taktik, yukarıda bahsi
edilen savaş aygıtının genel stratejisine aittir. Genel strateji, devletin hamleleri
için gerekli kitlesel meşruiyetin sağlanmasını emretmektedir.
Cübbeli
Ahmet, “kırk yıldır İran çizgisi ile mücadele ediyorum” der, İran’da “devrimden
önce Müslümanların dilediği gibi yaşadığını” söyler.[3] Bir solcu burada
İslamcılık bulur, ama mesele, bu sözlerin ardındaki devleti görmektedir.
Cübbeli ve Menzil gibi yapılar, cumhuriyetçi solcuların uşaklık ettikleri
devlete bağlı kuruluşlardır. Hepsinin tepesinde, illaki bir devlet görevlisi
vardır.
Dolayısıyla,
“İçtima” yazısında “gerçek İslam o değil” denilmiyor, 12 Eylül’ün muhteva
olarak, İslam’la ve İslamcılıkla bir alakasının olmadığı üzerinde duruluyor. 12
Eylül’ün İslam’la alakası varsa birinci meclisi dualarla namazlarla açan
paşaların da vardır. O vakit diyaneti, imam hatipleri kuran da İslamcıdır!
Devlet,
Müslüman kesimler kadar solcu kesimi de kontrol ve disipline etmek ister.
Bugünkü sol siyaset, “devlet ve sermaye, AKP’li gericilere değil, senin gibi
meslek sahibi, okumuş kişilere layıktır” lafı üzerine kuruludur. Küçük
burjuvanın sırtı sıvazlanacak diye tarihsel gerçekler çarpıtılamaz.
Darbe
12
Eylül öncesinde darbeyi ve ilgili süreci yönetmek için gönderilmiş olan ABD
büyükelçisi, darbenin İslamcı ve milliyetçi olmadığını, sevinçle ifade ediyor.
Darbe sonrasında AB de aynı şeyi söylüyor: “12 Eylül darbesi ilericidir.”
Solcuların yanına koştukları AET’nin başkan yardımcısı, “ordunun dinci değil,
ilerici olduğundan” bahsediyor ve buradan darbeye destek çıkıyor.[4] Solcuların
yoldaş bellediği Koç ailesi, darbeye desteklerini sunuyor. Yani Devyolcular,
AB’nin, ABD’nin, Koç ailesinin ve devletin “şeriatçı” bir darbe yaptığına
hepimizi inandırabileceklerini düşünüyorlar. Yaveri Çevik Bir olan paşanın
şeriatçı olduğuna inanıyorlar. O paşalara yaranmaya çalışıyorlar.
Neticede
devlet, Devyolcu bireyler gibi, bireysel-tecimsel çıkarını ve benliğini merkeze
koyarak düşünen bir organizma değildir. Farklı yönelimlere, gelişmelere ve
değişimlere cevap geliştirmek zorundadır. Burada kimi Devyolcular, hem o
cevabın içinde olmayı seviyorlar hem de kendilerinin de devletin cevabı içinde
olduklarına dair eleştiriye kızıyorlar.
Oysa
Devrimci yol, ezilenlerin ve emekçilerin kavgasında aranmalıdır, devletin ve
sermayenin güncel arayışlarına sunulan katkıda değil.
Görev
Talebi
12
Eylül’ün arkasında ABD varsa, onun darbe öncesi darbe sürecini yönetmesi için
gönderdiği büyükelçinin şu sözlerine kulak vermek gerekir:
“Asyalı ve İslamî
gelenekler, hâlen daha taşrada derin köklere sahip ama Cumhuriyetçi
Atatürkçülük de köklü”[5]
Elçi,
ayrıca darbe konusunda şu değerlendirmeyi sunuyor:
“[Darbeciler] İktidarı
kendi çıkarlarına kullanıp suiistimal etmiyorlar. Hazırladıkları yeni anayasa,
basın, üniversiteler ve kişisel haklar konusunda kimi sınırlamalar getirse de
ülke içerisinde özgürlüğe alan açıyor ve birçok Batılı ulusun demokrasi dediği
şeye ait parametrelere gayet iyi uyuyor.”
Özle
biçimi, burjuva siyaseti ile komünist siyaseti bir ve aynı şey sanan solcular,
Batı’nın parametrelerine taptığı için, 12 Eylül’de İslamcılık buluyorlar. Çünkü
bugün devletten bu gericilikle mücadelede görev dileniyorlar. Devlet, bu görev
talebinden gayet memnun olmalı.
Devletin
Evreni
Neticede
Orhan Gökdemir, Cübbeli gibi konuşuyor. Gökdemir, sosyalist harekete yasak
koyuyor, onun cumhuriyeti sınıfsal-politik ve devrimci-politik manada
eleştirmemesini istiyor. Çünkü Cübbeli ile Gökdemir yoldaştır. Aynı devletin
memurudur. İlki devletin “Müslüman”ı, ikincisi devletin “solcu”sudur ve elbette
ki Müslüman ve solcu tırnak içindedir, kontrol altındadır.
Kenan
Evren, eğitim amiri olarak çalışmış, ordu içerisinde eğitim sahasında görevler
almış. Solcuların “devrimci milat” kabul ettikleri 27 Mayıs darbesi sonrasında
tuğ ve tüm general yapılmış. Kemalist darbe ve ordunun kendi bağrında
“Nakşibendici ve şeriatçı” subay yetiştirdiğine inanmak, bugünün solcularının
işine geliyor. Devletin verdiği solcu ezme işine koşa koşa giden sağcı
Müslümanlar karşılarında, Müslüman ezme işine seve seve giden solcular
buluyorlar. İkisi de devletten ulufe bekliyor.
Oysa
Kenan Evren, sanılanın aksine, seksen öncesinde solcuların demokrat ve ilerici
olarak pazarladıkları bir isimdir. Evren’i başta görünce “Kemalist bir darbe
oldu, sorun yok” denilmesinin sebebini belli ölçüde burada aramak gerekiyor.
İlhan
Akalın’ın tanıklığına göre, Ayrancı’da bir evde Gökdemir’in hocası Yalçın
Küçük, 12 Eylül sabahı darbeyi duyduğunda alkış tutmuş, darbenin “sol ve
ilerici” olduğunu söylemiştir. Doğan Özgüden’in 12 Eylül ve TKP’ye dair sözleri
de bu demokratlık ve ilericilik değerlendirmeleri bağlamında okunmalıdır.[6]
Sol, CHP’nin gölgesinden ayrılmadığı için gelmekte olanı görememiştir. Bugün de
göremez.
12
Eylül’de vitrindeki isim Kenan Evren’dir, devrimcilere yönelik operasyonları
yöneten isimse Haydar Saltık’tır. Devyolcular hepimizi, Alevi olan Saltık’ın
şeriatçı bir darbe yaptığına inandırmaya çalışmaktadır.
1950
Kıvılcımlı’ya
göre “Cumhuriyet burjuvazisi, Doğuda iki bacakla yürüyorsa, bacağın bir tanesi
aydınlıktır.” Yol çalışmasının başka bir yerinde ise şunu söyler: “Çünkü
Kemalizm kapitalizm düzenidir.”[7]
İşte
Devyolcular, Orhan Gökdemir ve Candan Badem, bu düzenle mücadeleyi herkese
yasak etmek derdindedir. Kendilerini birilerine “satmak” için o aydın oluşu
yüceltmeye mecburdurlar. Temel ölçüt aldıkları dönemse 1950 öncesinde
Sovyetler’le kurulan ticaret ve siyaset ilişkisidir. O ticaret ve siyaset
geleneği sebebiyle Candan Badem, Fethullahçıların toplantılarından çıkmamıştır.
Bugün kendisini aklamak için sürekli dine küfretme ihtiyacı duymasının sebebi
buradadır.
Gökdemir’in
1950 öncesi “komünistler rahattı, güzel günler geçirdiler, öldürülmediler”
demesinin sebebini de bu ticaret ve siyaset ilişkisinde aramak gerekir. “Anonim
şirket solcuları” için her şey rahat ve güzeldir, ama o dönemde komünistler
tutuklanmış, işkencelerden geçmiş, öldürülmüşlerdir, tüm bunlar, Gökdemir’in
yücelttiği Cumhuriyet’in ilk döneminde yaşanmıştır. Nihayetinde Eskişehir
nutku, bir emirdir.[8]
1950
ve 1980’de “karşı-devrim” olduğuna dair laf, solun hep inandığı, bundan sonra
da inanacağı bir yalandır. Sol, kendisine açılan kum havuzunu terk edemez. O,
ancak ya “anonim şirket kemalisti ya da esrara tapan küçük burjuva aydın”
olabilir. Başkasına izin yoktur.
Sovyet
Raporu
Sovyetler’in
Ankara Büyükelçiliği, 1951’de bir rapor hazırlar. Raporda, sanılanın aksine,
ABD ile ilişkileri CHP’nin kurduğundan söz edilmektedir.[9]
“[…] ‘Komünizme karşı din’
siyasetini de CHP’nin 1947 kurultayına dayandırmak mümkün. Dolayısıyla sadece
DP’nin değil, en azından 1930’ların sonlarından itibaren CHP’nin de bütün
dokusunu antikomünizm tayin ediyor ve bu amaçla her şey mubah sayılıyor.”[agy]
CHP-DP
sürekliliğinde Amerika, ekonomiyi ve siyaseti biçimlendiriyor. İlkinde Marshall
Planı, ikincisinde ordu üzerinden Truman Doktrini devreye sokuluyor. Ticaret,
tarım, sanayi, askerî ilişkiler dolayımıyla ABD’ye bağlanıyor. Burada bir
karşı-devrimden söz etmek mümkün görünmüyor. Bu süreci bizatihi cumhuriyet
kadroları yönetiyorlar.
“Türkiye, CHP yönetimi
sırasında ABD ile bir dizi mutabakata vardı: 12 Temmuz 1947’de askeri yardım
anlaşması, 4 Temmuz 1948’de ekonomik işbirliği anlaşması, 27 Aralık 1949’da
kültür anlaşması imza edildi.” [agy]
“Amerikan
‘yardımı’ ekonomik gelişmeye değil, Türkiye’nin militarizasyonuna, askerî bir
köprübaşına ve Amerikan tekelleri için bir tarım ve hammadde kaynağı haline
gelmesine yönelik.” Yardımlar kapsamında “inşa edilen ve edilmekte olan yollar,
esasen askeri-stratejik önem taşıyorlar.” [agy]
1950
ve 1980’nin tüm günahı ABD’nin sırtına yükleniyor, Türkiye’deki güçler
aklanıyor. Buranın güçlerinin ABD ile yoğrulmuş mayası üzerinde durulmuyor.
Çünkü o güçler içerisinde müttefikler aranıyor. Alttakilerin öfkesi zararlı
görüldüğü için yukarıdakilerin adımlarına bakılıyor. “Siz yönetemiyorsunuz,
çünkü cahil ve bilgisizsiniz, çekilin biz yönetiriz” deniliyor. Bu, sosyalist
siyaset olarak takdim ediliyor. O sosyalist siyaset, bugün “Biden gelse de bizi
kurtarsa” diyor. “Amerika ile İran savaşsa Amerika’nın safında yer alırım”
diyen Candan Badem gibi isimleri üretiyor.
Gericilik
Gericiliği,
gerici bir rejim olarak burjuva diktatörlüğünü ve kapitalist düzeni
savunanlarda aramak gerekiyor. Bu açıdan, Orhan Gökdemir’in her bulduğu
fırsatta bizi ağababalarına ihbar etmesinin, onlardan bizim tutuklanmamızı
istemesinin bir anlamı yoktur. Neticede “hakikat mazlumların safındadır.”
[Malcolm X]
El
hüneriyle ve hileyle, Kemalizmi zarf, sosyalistliği mazruf kılabileceklerini
sananlar, yanılgı içerisindedirler. Kendi sosyalistliklerini Kemalizm olarak
tanımladıklarında Kemalizmin tanımının da değişeceğine safça inanıyorlar.
Liberaller ve milliyetçiler gibi kendi Kemalist heykellerini yontmayı siyaset
zannediyorlar.
Bu
solcular, 1950 öncesi Kemalist ordunun, bürokrasinin, siyaset âleminin,
burjuvazinin kendi iradesiyle, bile isteye Amerikanlaştığını, NATO bünyesinde
örgütlendiğini görmek ve Kemalizme toz kondurmak istemiyorlar. Gündelik
çıkarları adına, aldıkları emirler gereği, 1950 öncesini Asrı Saadet olarak
gören ve gösterenler, kapitalist burjuva düzenine uşaklık ediyorlar. Bu
hâlleriyle, sömürü ve zulmün tüm silâhlarının o günlerde imal edildiğini
herkesten gizlemeye çalışıyorlar. Çünkü dertleri sömürü ve zulüm değil,
ağaların-paşaların düzenini yıkacak herkesi “gerici” olarak kodlayıp hapse
tıkmak veya öldürmektir.
Sömürü
ve zulme karşı mücadele verenlerin görevi, ağaların-paşaların “devrim”ini
allayıp pullamak değil, devrim yapmaktır.
Eren Balkır
15
Ekim 2020
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Ayakkabı Cumhuriyeti”, 1 Eylül 2019, İştiraki.
[2]
Eren Balkır, “İçtima”, 8 Ekim 2020, İştiraki.
[3]
Eren Balkır, “Laik Sosyalizm”, 29 Aralık 2015, İştiraki.
[4]
“1980’lerde Türk Ekonomisi Belgeseli”, Birinci
Bölüm ve İkinci
Bölüm.
[5]
James W. Spain, “Türkiye’de Askerî Rejim”, 12 Eylül 2017, İştiraki.
[6]
Doğan Özgüden, “Eylül, Pogromlar, Darbeler ve Acılar Ayı”, 10 Eylül 2020, AG.
[7]
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Yol-8 “Yedek Güç: Milliyet (Doğu)”, Köxüz Yay., PDF.
[8]
“Eskişehir Nutku”, 6 Ağustos 1929, İştiraki.
[9] “SSCB’nin Ankara Büyükelçiliği’nin 1951 Yıllık Raporu”, Çev. Hazal Yalın, 1 Ekim 2020, Asianews.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder