Pages

15 Temmuz 2020

Çünkü

Sendika

Sendika.org sitesi, “toplumsal proletarya” denilen, batıdan devşirilmiş sosyolojik başlık üzerinden işçi çalışması yapmak için kuruldu. Derdi tasası, işçi mücadelesini, eylemleri, gelişmeleri aktarmaktı. Bu çalışma, DİSK’te bir iki deri koltuk kapmakla ve sosyal medya faaliyetine dönüşmekle sonuçlandı. O işçi çalışması bitirildi. Güncel haber sitesinin daha kârlı olduğu görüldü. Çevirilere yer verildi. Bizatihi kendi ifadesiyle, çeviri faaliyetinin sponsoru, Almanya’da komünistleri katletmiş devlet adamının anısına kurulan vakıf.[1] Ama nedense bizim gibi sitelerde çevrilen yazıları, alta bir imza atıp, kendi çevirileriymiş gibi yayınlayabiliyor. Utanmıyor.

Çünkü artık her örgüt bir işletme, dolayısıyla solculuğu da işletmecilik olarak ifa ediyorlar. Neoliberalizm dönemi, devlet ve birey gibi sol örgütleri de birer teşebbüse, işletmeye dönüştürüyor. Örgütlerin derdi, işletmeyi ayakta tutmak,  olanı daha büyük göstermeye çabalamak, bunun içinse her şey mubah. Örgütler, bu piyasadaki rekabet dâhilinde mülkiyetlerini korumak ve kadrolarını oyalayıp kendisinde tutmak için uğraşmaktan başka bir iş yapmıyorlar.

Bu tüccarlaşan, esnaflaşan solcular, seksenlerde aldıkları tavsiye uyarınca, doksanlarda örgütleri ve hareketi tasfiye ettiler, 2000’lerde ise tesviye sürecine tabi oldular.[2] Sonuçta ezilenle, yoksulla, işçiyle örülmeyen, kurulmayan, buluşmayan örgüt, işletmeye evriliyor. Geçmiş bağlarını kopartıyor, ait olduğu bağlamı düşmanlaştırıp terk ediyor.

Yarın

Sendika.org, Yarın dergisi tartışmasını, bu tavsiye-tasfiye-tesviye bağlamında açıyor. Olta atılıyor, zoka yutuluyor. Biri, yalan yanlış bilgilerle dolu bir yazı yazıyor, “derginin TKP’nin olduğunu” iddia ediyor, bir başkası, “o öyle değil” diye cevap veriyor. Bir diğeri de “benden dinleyin, bende o döneme ait acayip anılar var” diyerek lafa giriyor, ileride yazacağı anı kitabını pazarlamaya çalışıyor. Kımran alıyor sazı eline. Ama kimse, “Nabi Kımran, Sendika’ya neden yazıyor?” diye sormuyor.

Yarın dergisi, seksen sonrasında TİP’lilerin oluşturduğu üniversite platformunun yayın organı. Latin Amerika siyasetine göndermeyle okullarda belirli bir konum elde etmeye çalışıyor. Latin Amerika’da herkes, ülkelerindeki cuntayla mücadele etmiş, ama burada o direnişi ortaya koymayanlar, Latin Amerika ile bir yer edinme çabası içine giriyorlar. 12 Eylül’e karşı direnmemiş örgütler, bu tür dergilerle üniversitelerde imajlarını düzeltmeye çalışıyorlar. O aşı tutmuyor.

Bu anlamda, tartışmaya dâhil olan bir Sendika yazarının dediğinin aksine, mesele, “kitlecilik-marjinallik” değil.[3] TİP-TKP, kitleselliği radikalleştirme imkânından doğası gereği yoksun. Çünkü bu partilere göre radikallik, kitlenin hamurunun karıldığı tekneye zararlı. Bugüne seslenip “kitle” diyenler, yalan söylüyorlar. Bu tür sol örgütlerin başındaki küçük burjuvaların kitle, halk veya sınıf gibi bir derdi yok, olamaz.

Hatırafuruşluk

Nabi Kımran, Yarın platformu içerisinde kendi örgütü adına faaliyet yürütüyor. Ama nedense bugün “biz, bunlardan yirmi sene önce koptuk, kopuş için onca mücadele verdik, neden şimdi kıblemiz orası oldu?” sorusunu sormuyor. Bugün yazdığı yazı, Yarın eleştirisiyle başlıyor, Yarıncılıkla sona eriyor.

Yazının toplamından anlaşılıyor ki Yarın platformu, örgütlerin güç gösterisi dâhilinde dağılıyor. O gün dağıtmak için uğraşanlar, insanları başka bir yere toplamak amacıyla, bugün “dağıtmak yanlıştı” diyorlar. Aslında TİP’in yerini almak istiyorlar. Ona gerçek, köklü bir eleştiri yöneltmiyorlar. Kendilerine hiç “kıyamıyorlar”. O gün olduğu gibi bugün de yalan söylüyorlar.

Bir kuşağın ömrünü anı anlatıp, hikâyelerini satarak geçirmesi, solun önemli bir meselesi. Bu anılarda, hikâyelerde, solun bugüne ve yarınına ilişkin hiçbir şey söylenmiyor. Geçmiş aklanıyor, bireysel varlık yüceltiliyor. “Küçük tarlanın steril ve çorak topraklarına çekilmek”[4] tabiri, bu düzlemde kullanılıyor. Yazar, aslında onca zaman eleştirdiği Yarın ve TİP çizgisini savunuyor. “Steril ve çorak siyaseti bırakın artık, HDP’ye gelin” diyor. Özünde Kımran, Yarın tartışmasını, anı anlatma ve geçmişi düzleme fırsatı olarak kullanıyor. Sendika, Yarın dosyasını neden açıyor, çünkü o, bugünkü siyasetine kılıf bulmak için geçmişe dönüyor ve bugünde CHP eteğine tutunan solcu siyasetini meşrulaştırmak istiyor.

Ölü Yarıştırmak

Ama onca eleştirinin ardından, tipik bir rekabetçi anlayış üzerinden Nabi Kımran, telefon açıp Küçükaydın ve Yıldızoğlu ile “biz daha çok öldük” yarışına giriyor.[5] Bu ürolojik yarışın bir anlamı bulunmuyor. Üstelik sosyalist hareketin Küçükaydın ve Yıldızoğlu gibi isimlerle ilişki içinde olması da tuhaf. “Militan bir gencin” bu isimlerden öğrenebileceği ne olabilir?

Kımran, kendi kuşağını tarihsel süreçten kopartıyor, biricikleştiriyor, özelleştiriyor, mülk ediniyor ve hemen rekabete sokuyor. Bunu yapanların kitleden nefret ettiklerini görmek gerekiyor.

Kımran, şunu anlamıyor: Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin kuşağından daha fazla ölmek bile onlarla alakalı ve çok ölmüş olmak, hiçbir kuşağa mertebe kazandırmıyor. Sonra da Kımran, “sol niye başaramadı?” sorusunu yöneltiyor. Oysa sorunun cevabını, kuşaklar arası ölü yarışına girmiş olmakta aramalı biraz da.

Damardaki Yeni Kan

Cevap için bir de “İlhan Selçuk’un, Uğur Mumcu’nun yazılarını beğeniyorduk”[6] lafına bakılmalı. Zira Kımran’ın anlattığı mücadele, bir bakıma 12 Eylül yumruğunun gevşediği, CHP damarındaki kan akışına izin verildiği momentle ilgili. O süreçte SHP, Sosyalist Enternasyonal’den aldığı talimatları 12 Eylül rejiminin ve devletin ihtiyaçlarına uydurma çabası içerisinde. Yarın dergisi, böylesi bir bağlama oturuyor. Kımran’ın yazısı ise, bağlamın devlet ve sermaye adına değiştiği, kanın yenilendiği dönemin emriyle yazılıyor.

Kımran, onca labirentin içinden geçip tekrar başa dönüyor ve esasen başta eleştirdiği Yarın çevresinin çizgisine çekiliyor. Yarın çevresinin yerini HDP alıyor. O çevreyi pratik eleştirisiyle aşmış Kürd’e sadece tasfiye düşüyor.

Aslında Kımran’ın diğer bir yazısında söylediği şu söz, “87’liler”e neden seslendiğini açıklıyor: “Kim Kürtler ve HDP ile arasına mesafe koyar, koyduğu mesafe oranında Erdoğan’a yaklaşır!”[7] Eskiden Evren diyenler, bugün Erdoğan'a bakıyorlar. HDP ise Kürtsüz, kavgasız, kentli, steril bir CHP stepnesi olarak kurgulanıyor. CHP’nin giremediği yerlere giriyor. Bugün HDP’ye Yarın dergisi ve onun SHP’yle ilişkisi öğütleniyor. HDP kitlesi, Selçuk ve Mumcu’nun istediği kıvama getiriliyor. Selçuk, “Cumhuriyet kaledir, yıkılmaz” diyor özünde. Yeni kıvam için tek tek insanlar, Erdoğan umacısıyla korkutuluyorlar. Kimse, şunu sormuyor: Kımran gibi isimler, herkesi devletin kurduğu masada kararlaştırılmış bir partiye toplamayı neden bu kadar çok istiyorlar?

Peki İlhan Selçuk neden seviliyor? Çünkü o, “Türkiye’de bir uygarlık savaşımı veriliyor. Biz sanayi devrimini gerçekleştirmiş bir ülke değiliz” diyor, böylelikle küçük burjuvazinin ağzına bal çalıyor.[8] İlerlemek ve okuduğu mühendislik bölümünün ekmeğini yemek isteyenlere sesleniliyor. “Bizde sanayi de sınıf da yok, ne sosyalizmi!” diyen ecdadının izinden gidiyor. Sosyalistler de onu takip ediyorlar.

İmge

Kımran gibi solcular nezdinde “Kürt” esasen bir imgedir ve Batı’daki kulisleri, kurulları, emirleri ifade eder. Gerçek Kürd’le bağı yoktur, bu yönde bir isteğe de sahip değildir. Çünkü “HDP” bir imgedir, devlet içindeki kulisleri, kurulları ve emirleri anlatır. Seksenlerde ölü ve örgüt yarıştıracaklarına, devletin ve sermayenin demokrasi çabalarına ortak olacaklarına, kolektif mücadele ve kolektif dava için mevziler örselerdi, mevkiler peşinde koşmasalardı, o kulislerin, kurulların ve emirlerin önünde eğilmeyecek bir iradeye sahip olurlardı, bu mesele, hiç tartışılmıyor.

İç devlete karşı bir de dış devlet var. Bazen devlet, dış ilişkileri, Batı ile yaptığı anlaşmalar, yürüttüğü işler gereği, kendisini yeniden kurar. 2007’de cumhuriyet mitinglerini yapan devletle bugün çeşitli yerlerde eski İhvancılarla iş tutan devlet, aynı devlettir. CHP, bu “ayıbın” üzerini örtmek, kitleleri yeni döneme ısındırmak için vardır. Önceden görüşmeler yapılır, anlaşmalar imzalanır, hemen bir müsamere sergilenir. Perde gerisinde işler başka yürür. Sosyalist hareket, o perdeyi yırtacak bir irade ortaya koyamaz.

Çünkü 15 Temmuz sonrasında iç devlet, dış devletteki değişim ve dizilimle birlikte bir şekil almıştır. Solun yüzyıllık tarihi, iç ve dış devletteki çatlaklara yerleşmek üzerine kuruludur. Çünkü o, küçük burjuva şeflerin hâkimiyetindedir ve bu şefler, herkesi kendilerine mecbur etmeye çalışırlar, işin başını ve sonunu tayin etmek isterler, kitleden korkarlar.

Bugün çatlaklara yerleşme siyasetinin adı, HDP olmuştur. O, ezilenin, yoksulun, emekçinin mevzii değil, yüksek siyasete ait bir alt başlıktır. Ezilen, yoksul, emekçi, onun üzerinden kontrol ve disiplin altına alınır. Kıdem tazminatı ve işçi, kimsenin umurunda değildir. Bugün sermayeyi korumak adına tabii ki birileri çıkıp, “kıdem tazminatı, işçilerin mücadele etmemelerinin sebebidir” der. Bu lafı duyan da lafın sahibinin işçinin mücadelesi gibi bir derdi var sanır!

Nöbet

Genel sol siyaset bağlamında HDP şahsında bir kez daha “Kürt Memet” nöbete gönderilmektedir. Kımran’giller, ellerini taşın altına koymamak, sorumluluk almamak için bu işleri Kürt Memet’e yaptırmak niyetindedir. Ama öte yandan, bu süreçte Kürt yumuşatılmalıdır. Kımran gibilerse şiir okuyup film izlemekle meşguldür. Toplumsal devrim, zaten bu meşguliyetten ibarettir. Solcuların yerleştiği tatil kasabalarından çekilmiş fotoğraflara bakıldığında, “şarap ve cinsellik”ten gayrı bir şey görülmemektedir. Onlar orada tatilde, Kürt Memet demokrasi nöbetindedir. Netfliks solculuğu için Kürt, çapaktır.

Kımran’ın bahsini ettiği kuşak, özünde Yasemin Çongar ve Kadir Çöpdemir’den müteşekkildir. Ona doğru kapanmıştır. Toplamda sol da bu çizgiye çekilmiştir. Bir röportajında Çöpdemir, Kımran’ın anlattığı eylemlerden birine katıldıktan sonra, neden örgütlü siyasetten koptuğunu anlatır. Aklına Lenin’in “siyaset uzlaşma sanatıdır” lafı gelir ve uzlaşmayı seçer. Çongar ise hepimizi, Amerikan emperyalizminin her yere özgürlük ve barış getireceğine inandırmak için vardır. Uzlaşma, devlet ve sermaye içindir, yeni döneme dairdir. Özal-Erdoğan hattında sol, uygun kıvama getirilmiştir. Bu süreçte Yarın’ı çıkartanların diğer dergisi Bilim ve Sanat ise ömrünü bar olarak tamamlamıştır. Önceleri kafe olan mekâna içki ruhsatını “şeriatçı AKP” vermiştir.

Peşkeş

Dergide Gorbaçov glasnostu anlatır, “Lenin’in işçi sınıfının kısa vadeli çıkarlarıyla gerçek yaşamsal çıkarlarını ayırmak gerektiği” ile ilgili sözünü anımsatır, oradan da “ya demokrasi ya da toplumsal atalet” diyerek yazısını bitirir.[9] Demokrasiden kasıt, ilerlemedir, ilerleme de kapitalizme ve emperyalizme teslimiyete varır. Bu siyaset, ülke ölçeğinde Yarın çizgisini de özetler. Nabi Kımran, herkese bu çizgiyi önermektedir.

Yarın dergisi, Sovyet sosyal demokrasisiyle batı liberalizmini ve sosyal demokrasisini Türkiye potasında eritme, ilerleyen süreçte SHP’ye gerekli kadroyu üretme amacını gütmüş gibi görünmektedir. Bu noktada hep “demokrasi mücadelesi” gibi allı pullu lafların arkasına saklanılır.

Özünde Yarın, sosyalizm mücadelesinin tüm birikimini CHP’ye peşkeş çekme pratiğinden başka bir şey değildir. CHP içi çalışan derginin içinde çalışma yapan örgütlerse, aynı kanaldan CHP’ye bağlanmışlardır. Onlar, CHP dışında nefes alamazlar, varolamazlar.

Sol, CHP kitlesine Nâzım okutunca devrim olacak zanneder. Ama “87-91 arası dönemde demokratik haklar kullanılır hâle gelir, 91-95 DYP-SHP koalisyonu dönemi ise tam bir terör dönemidir.”[10] Onca muhabbet, demokrasi mücadelesi, bu dönem yaşansın diyedir. Evet, Yarın bugün için başlı başına bir ibrettir.

Çitleme

Aynı dönemde Yalçın Küçük, genelkurmay içindeki ekip arkadaşlarından bilgi aldığı için, bir sol örgütün yayın organına verdiği röportajda, Yarın konusunda şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Eylülist rejim, kendisi için şöyle bir çitleme sistemi geliştirdi. Bu stratejide gazete denilince Cumhuriyet, dergi denilince Nokta okuyacaksın, parti denilince SHP, lider denilince Ecevit’i destekleyeceksin, gençliği Yarın ve Gökyüzü’ne teslim edeceksin.”[11]

Yarın yazarı ise Küçük’ün de bir kitap çalışması için meclis kütüphanesini kullanma iznini 12 Eylül paşalarından aldığını söylüyor. Küçük, esasen bu lafı, röportaj verdiği yayını çıkartan örgütü zarflamak, onu belirli bir çizgiye çekmek istediği için ediyor.

Çitleme meselesine içindeki yazılar üzerinden bakmak gerekiyor. Yarın dergisi, Alman SPD’sine övgüler düzen yazıların yer aldığı bir yayın. (Sendika’yı fonlayan Alman vakfı anımsansın!) Bu tür yazılardan birinde RAF’ın terör eylemlerinin bedelini, ülkedeki solcular ödüyor” türü cümlelere rastlanıyor.[12] Solcular, bedel ödememek için RAF’ları boşaltıyorlar. Yarın bunun için var. Çitleme faaliyeti devam ediyor.

Politik İktidara Hayır!

Yazdıklarından anlaşıldığı kadarıyla Kımran da tasfiye ve tesviye sürecinin parçasıdır. “Geri kaçanlar”ı ve “ileri kaçanlar”ı eleştirdiği yazıda herkesi, bugünün gemisi HDP’ye çağırmaktadır. Garip olan şu ki herkes zaten oradadır, neden hâlâ birileri çıkıp bu tür çağrılar kaleme almaktadır, anlaşılır gibi değildir.

Diğer bir garip mesele de onca zamandır varolan HDP’nin dişe dokunur bir teorik, ideolojik ve politik etki yaratamamış olmasıdır. Elde sadece kendi bireysel dünyalarında yaptıkları muhasebe dâhilinde anarşistleşmiş, anarşizmin yüz küsur yıldır ısıtıp ısıtıp gündeme getirdiği lafları satanlar vardır. Eski püskü anarşistlikten gayrı bir teoriye ve siyasete rastlanmamaktadır. Onca anarşizmse sadece sol liberal seçim partisi olmaya yazgılıdır.

Ekim Devrimi sonrası “yaşasın anarşist komün” diyen, “anarşi düzenin anasıdır” başlığını taşıyan yazılar yayımlanmıştır. Bu yazıların birinde, “iktidarı alma” ile “toplumsal devrim”in karşıt şeyler olduğu üzerinde durulmakta ve “politik iktidarın alınması, devrimi boğar” denilmektedir. Bu tür yayınlarda kitleler, Bolşevik iktidara karşı ayaklanmaya çağrılmakta, onlara Bolşeviklerin “eski çarlık rejimi”ni dirilteceği söylenmektedir.[13] Bugün bu sözleri ve eylemi HDP sahiplenmiştir.

En Leninist örgütler bile anarşist olmuşlardır. “Toplumsal devrim” dedikleri, esasen bireyin üstünlüğü ve bölünmez bütünlüğü olarak tarif ettikleri şey, politik iktidar mücadelesini yerin dibine gömmüştür.

15 Temmuz ile devlet, solcu-sağcı, herkese ayar vermiş, politik iktidar mücadelesinin nafile bir uğraş olduğunu anımsatmıştır. Bugün artık olmayan meclislerin, olmayan komünlerin muktedir olmayan varlıklarına biat edilmekte, politika ve iktidar zihinlerden silinmektedir. Çünkü zihinler uyum sağlamış, uzlaşmıştır. Uyum ve uzlaşma, solu teslim almıştır. Onun dünü buydu, Yarın’ı da budur.

Eren Balkır
15 Temmuz 2020

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Mustafa Sönmez Bu Şafaklarda”, 16 Nisan 2019, İştiraki.

[2] Eren Balkır, “Tavsiye, Tasfiye, Tesviye”, 26 Şubat 2020, İştiraki.

[3] Orhan Bilikvar, “80 Sonrası: Marjinallik-Kitlecilik Salınımı”, 7 Temmuz 2020, Sendika.

[4] Nabi Kımran, “Kayıp Halka 87’liler II”, 27 Haziran 2020, Sendika.

[5] Nabi Kımran, “Kayıp Halka 87’liler III”, 4 Temmuz 2020, Sendika.

[6] Nabi Kımran, “Kayıp Halka 87’liler I”, 19 Haziran 2020, Sendika.

[7] Nabi Kımran, “Kurtkapanı”, 15 Mayıs 2020, Sendika.

[8] Yarın, “İlhan Selçuk Söyleşisi”, Haziran 1985, Sayı 46, s. 4.

[9] Yarın, “Gorbaçov Glasnostu Anlatıyor”, Nisan 87, Sayı 68, s. 17.

[10] Hakan Sürmen, “Kendi Bıraktığımız İzlerde Yürümek”, 8 Temmuz 2020, Sendika.

[11] Aktaran: Serdar Can, “İcazet Edebiyatı Üzerine Yalçın Küçük’e Kısa Bir Yanıt”, Yarın, Ocak 87, Sayı 65, s. 17.

[12] Nihat Yıldız, “Alman Sosyal Demokrat Partisi”, Yarın, Ekim 86, Sayı 62, s. 29.

[13] Competing Voices from the Russian Revolution, Yayına Hazırlayan: Michael C. Hickey, Greenwood, 2011, s. 489.