Ousmane
Sembène, dünyanın en tutkulu yönetmenlerinden ve romancılarından biridir. O,
günümüz Batı Afrika’sında yaşanan karışıklığı belki de en iyi kavrayan isimdir.
Politik bir sima olarak Sembène, şiddete sırtını yaslayan iktidarlar döneminde
hikâye anlatmayı bir kaldıraç olarak görmüştür. Hayal gücünü sömürgeciye karşı
direnişin bir biçimi olarak anlamış ve onu güzel bir gelecek için yürütülecek
bilinçlendirme faaliyetinin, merhametin ve dürüstlüğün bir aracı olarak
değerlendirmiştir.
Sembène,
yönetmenler sendikasının kurulmasına, bir film festivalinin örgütlenmesine ve
bir edebiyat dergisinin yayın hayatına başlamasına katkıda bulunmuş bir
liderdir. O, yirminci yüzyılda Afrika’nın gördüğü en önemli kültür
insanlarından biridir. Benim içinse o, hem bir kahraman hem de bir dosttur.
Onu
ilkin altmışlarda Kara Kız filmiyle tanıdım. O dönemde öğrenciydim ve
Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’ni okuyordum. Ah o maske yok mu!
Filmde,
Sembène’nin hep gözlem yapan ama nasılsa hiç fark edilmeyen kamerası, perdeye
Diouana’nın ölümünü ifade eden, ruhun yavaşça çekilişini aksettiriyordu.
Onunla
kurduğum ilişki bu filmle başladı, ama 1988 Ağustos’unda Dakar’daki evinde
kendisiyle bizzat tanışana dek o bu ilişkiyi hiç bilmedi. Senegal’e bilhassa
Sembène’yle tanışmak için gitmiştim. Bana darı ailesinden olan ama tadı bir
miktar kinoaya benzeyen fulio isimli bir tahılla pişirilen yassa diye
bir Senegal yemeği yaptı. Hatta bu tahılın kökenini anlattı ve sömürgecilik
öncesinde yetiştirildiğinden bahsetti. Bu sayede Sembène, bana geçmiş ve tarih
konusunda ders veriyordu.
O,
Afrikalı bir hikâye anlatıcısıydı, ama bende asıl karşılık bulan vasfı
derisinin rengi değildi. Sonuçta Sembène’nin kamerayı eline ilk almasından elli
yıl sonra bile bizim gibi kara derililer, dünya sinemasındaki hâkim sistemde
varlığını hissettiren ırkçılığın üstesinden gelmek için hâlen daha mücadele
ediyoruz.
Sembène’nin
filmleri sadece ırkla alakalı değildi. O, uluslararası medyanın görmezden
geldiği, toplumun kıyısında yaşayan ve seven, zaferi ve trajediyi bilen
insanların hikâyelerini anlatıyordu. Tanıdığım tüm sanatçılardan daha fazla
tutarlı olan Sembène, adaletsizliklerle her gün başa çıkmaya çalışan, onlara
karşı mücadele eden sıradan insanların sesi oldu. Böylelikle o, kendi
kahramanlarımızı göğe bir sancak gibi çekmemizi sağladı, aynı zamanda da o
adaletsizliklerden ve zulümlerden sorumlu olan sisteme ait mekanizmaları açığa
çıkarttı. Bu sistem, zorbalığı teşvik eden, merhameti olmayan, hayal gücü
yerine dar kafalılıktan beslenen bir yapıydı.
Sembène’nin
filmleri ve romanları ise daha iyi bir yol öneriyordu. O bize nutuk atmadı,
vaaz vermedi, yüksek perdeden konuşmadı. Bunun yerine bize, metafor ve imge
açısından zengin, güzel, dokunaklı, etkileyici hikâyeler sundu.
Aktör,
yapımcı ve yönetmen olarak ortaya koyduğum tüm çabanın önemli bir ilham kaynağı
Sembène ve onunla kurduğum arkadaşlık bağı, ayrıca onun geliştirdiği sanat
anlayışı idi. 2007’de bu bağ ve sanat anlayışı semeresini verdi ve ailesiyle
birlikte o muhteşem romanı Tanrı’nın Tahta Parçaları’nın sinemaya
uyarlanması ile ilgili haklarını benim almamı istedi.
Sembène’nin
on romanı farklı dillere çevrildi. Filmleri dünya genelinde seyredildi. Onca
insana cazip gelense o filmlerdeki ve romanlardaki Afrikalılık değildi. O, Batı
medyasına yansıyan, Afrika ile ilgili içi boş hikâyelere ve imgelere tenezzül
eden biri hiç olmadı. Bu filmlerde ve romanlarda karşımıza maceracı bir beyaz
kahraman, bir fil veya bir aslan, üzerinde sineklerin uçuştuğu, karnı davul
gibi şişmiş bir çocuk çıkmıyordu. Sembène, dünya halklarını birbirine bağlamak
için hikâyelere başvuruyordu. Onun anlattıkları, Senegalli bir sekreteri de,
Hintli bir çiftçiyi de, Brooklynli bir dok işçisini de, Ukrayna’daki bir çobanı
da ilgilendirecek, evrensel hikâyelerdi.
Üzücü
olan şu ki Sembène’nin eserlerini görenlerin sayısı sınırlı kaldı. Sembène’nin
romanlarının asıl hedef kitlesi, o romanları hiç okumadı. Bugün bile bilhassa
Afrika’da filmlerini bulmak zor, onlara ulaşılmasına devlet mani oluyor, böyle
bir durum söz konusu olmasa bile filmleri doğru düzgün dağıtılmıyor.
Sembène
2007’de, son sanatsal zaferi Moolaade’yi çektikten üç yıl sonra vefat
etti. Maddi destek sunduğum için gururlanmama vesile olan film, dünya genelinde
birçok ödül aldı. Ne var ki bu filmi bile Senegal ve Batı Afrika’da birçok
insan bilmiyor. Afrika’nın o büyük kültür işçilerine ve kahramanlarına,
bilhassa Afrika halkı ve diasporadaki Afrikalılar için yeniden can vermek, bize
düşen bir görevdir.
Danny Glover
[Kaynak: Samba Gadjigo, Ousmane Sembène: The Making of a Militant Artist, Çeviren: Moustapha Diop, Indiana University Press, 2010, s. xi-xiii.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder