Pages

28 Kasım 2019

Kıvam


Hendek savaşları yaşandı, 2016’da ilk kayyımlar atandı, Filiz Kerestecioğlu, “atanan kayyımlar içinde tek bir kadın yok” diye şikâyetlerini dile getirdi.[1]

Devlet, tanklarıyla obüsleriyle “Şanlı Rojava Devrimi”nin üzerine yürüdü, komutanların ve devlet erkânının bulunduğu harekât merkezinin fotoğrafını paylaşan sosyolog Veli Saçılık, “şu fotoğrafta tek bir kadın yok” diye şikâyetlerini dile getirdi.

Burada bir gariplik yok mu?

“Kadın”, mızrak ucuna takılmış Kur’an sayfası olabilir mi? Ve bu “Kadın”, oryantalist, sömürgeci bir imge olarak, geri kalmış Doğu’nun suratına sallanıyor olabilir mi?

Peki bu hareketin Muaviye’si kim, kim takıyor sayfaları mızrak uçlarına ve ne için?

Hangi örgüt, tekellerin fonladığı, finanse ettiği “anti-kapitalizm”in, solculuğun öncülüğünü yapıyor buralarda?[2] Peki hangi örgütün istihbaratla, Fethullahçılarla doğrudan ilişkisi var? Bu konuda kimsenin içinde neden hiç şüphe yok?

* * *

Tekeller, yetmişlerde eşcinselliği hastalık, seksenlerde AIDS üzerinden bir tür veba olarak takdim ederken, ölümle birlikte kodlarken, bugün eşcinsellik, neden insanın ulaşması gereken en yüce mertebe olarak pazarlanıyor? Nasıl oldu bu? Bu yüceltme çabasının arkasındaki güçlere karşı çıkmak, homofobiklik midir?

Sol örgütlerin yayınlarında, “beş bin yıl önce köle sahiplerine karşı mücadele etmiş translar” diye yazılar nasıl çıkıyor? Bu idealizm, bu özcülük, ne için harlanıyor? Emperyalizmin cinsel kimlikler temelli siyasetle ilişkisi, neden sorgulanmıyor?[3]

* * *

Simone de Beauvoir, bir arkadaşıyla İran’a gidip çarşafı protesto eylemi yapmak istediğini söylüyor. Edward Said, bu fikri “küstahça ve aptalca” buluyor.[4]

Bugün solu bu küstahlık ve aptallık tanımlıyor, o yönetiyor. Sol, emperyalizmin ayak izlerine basıp ilerleyebileceğini düşünüyor. Edward Said’in oryantalizm eleştirisi, terse çevriliyor.

Sol için Doğu, ancak ABD geldiğinde değer ve anlam kazanabiliyor. Örgütlerin Doğu’ya yönelik alakası, ancak ABD ile birlikte yoğunlaşabiliyor.

Yerelliklerde, belirli ülkelerde ise milliyetçi, sağcı, faşist dinamiklerin İslam karşıtı, Müslüman düşmanı söylemi, solda karşılık buluyor. Sol, Ukrayna’ya gelmiş Neonazilerin Suriye’ye akın etmesi karşısında, düşüncesini onlara uygun hâle getiriyor ve onlar gibi emperyalist dili benimsiyor. O Neonazileri sahipleniyor.

Spike Lee’nin Black Klansman adında bir filmi var. Filmde Ku Klux Klan örgütü üyeleri, siyahların beyaz kadınlara tecavüz ettiklerinden, etme ihtimalinden bahsedip, birbirlerini gaza getiriyorlar.

Bugün Müslüman karşıtı dil, bu sağcılarda görülen cinsellik temalarını kullanıyor. Egemenler, sarıklı veya başörtülü biri gördüğümüzde cinsellikle alakalı suçların akla gelmesini sağlamaya çalışıyorlar. Bakirlik, saflık, yücelik, egemenlerle tanımlı kılınıyor, ancak onlara tabi olduğumuzda saf, bakir ve yüce olacağımıza inandırılıyoruz. Gelgelelim, bu işlerin altında, küçük çocuk sömürüsü üzerine kurulu seks turizmi için Tayland’a gidenlerin, pedofiliyi savunanların imzası var.

* * *

12 Eylül’de paşalar, yılbaşında televizyona dansöz çıkartıyorlar. Nesrin Topkapı ne ise aynı dönemde küçük köylerde kasabalarda pıtrak gibi çoğalan festivaller de o.

Faşizm, içe dönük bir emperyalizm, sömürgecilik pratiği olarak fiilileşiyor. Bu anlamda, dansöz de festivaller de zihinlerin, bedenlerin sömürgeleştirilmesi sürecinin bir parçası.

* * *

YDG eliyle düzenlenen festivali ve orada dans ettirilen trans dansözü, bu bağlamda ele almak gerek. Festivalleri Kenan Evren’in festivallerine, dansözleri Nesrin Topkapı’ya benziyor. Ve tabii ki bölgesel manada.

Bu festival ve dansöz, sömürgeciliğin, oryantalizmin, emperyalizmin Doğu halklarını hedef aldığı bir dönemde anlam kazanıyor. YDG, Ortadoğu’ya ancak bu şekilde ve bu sayede adım atabiliyor.

Mızrak ucuna Kur’an sayfası asıldığı için yapılan eylem de doğal olarak eleştirilemiyor. Eleştiriler, LGBT ve Kadın düşmanlığı olarak kodlanıp, Ku Klux Klancıların linç pratiğine kurban ediliyorlar.

Bu son olayla ilgili eleştirilere yönelik saldırılardan anlaşıldığı kadarıyla, Feminizm, Veganizm, LGBT’cilik, anti-komünizmin alt liberal versiyonu olarak icra ediliyor. Esasen tekellerin derdi, kadın, doğa, hayvanlar, eşcinseller değil, sosyalist imkânların alan bulma ihtimali. Tekellerin bireyi ile Kenan Evren’in imal etmek istediği birey, aynı hamurdan. Egemenler, o bireyin dışına, ötesine hiç tahammül edemiyorlar.

* * *

Bugün o festivaldeki “oryantalist maoizm”i artık kimse eleştiremez. Bu tür düşünceleri fonlayanlara, finanse edenlere herkes bağlı olduğu için, kimsenin ağzından başka bir söz çıkamaz, çıksa hemen boğarlar.

Tekeller, belirli bir biyopolitika ile hareket ediyorlar. Genel sol siyaset, bu biyopolitikaya uyumlu kılınmaya çalışılıyor.

Artık ilerici olan, şehit resminin önünde dansöz oynatılması. Çünkü, Bandista’nın dediği gibi, onlarda “şehit yok insan var” ve kimse, o insanı eleştiremez, asıl eleştirilmesi gereken, “şehit” gibi gerici kavramlar.[5] Onun karşısına çıkartılan İnsan ise üretim güçlerine uyumlu olarak imal ve inşa edilmiş yüce bir değer! Üretim güçlerinin ilerleyişi, belirli bir yere ve zamana ait derde-öfkeye örgütlenmeyi gereksiz kıldığı için önemseniyor aslında.

O imal edilen insan, bugün tankı topuyla Doğu’yu sömürgeleştiriyor, yeniden kurguluyor, pazara uygun hâle getiriyor. Festival, bu pazarın tezahürü, imgesi. Dansöz de öyle… Neticede demek ki yeni prenslerin, jön türklerin, jön kürtlerin vs. ağalar-paşalar gibi eğlenmeleri lazım!

Sonuçta o pazar, dansözlüğün ötekileştirilmemesini, sanatsal değerinin teslim edilmesini istiyor. Dolayısıyla, festivali düzenleyenlerin bir sonraki ilerici adımı şu olmalı: 18 Mayıs’ta düzenlenecek Kaypakkaya anmasında kapıda bilet kesip, içeride seks işçilerine performans yaptırmak! Öyle ya seks işçiliği de ötekileştirilmemeli, hak ettiği değeri görmeli![6] Sonuçta herkes, “pezevenklerin ve fuhuş müşterilerinin “haklar”ını korumakla ilgili karar alan Uluslararası Af Örgütü çalışanı.[7]

* * *

Herkes, tam da bu bağlamda, tam da bu koşullarda yumuşamalı, gerekli kıvama gelmelidir. Hiç örgütü yokmuş, hiç örgüt yayını yokmuş gibi, Grup Yorum’a küfreden yazılar döşenmiş, Suriye’de emperyalizme çalışanlarla röportaj yapmış liberal Duvar gazetesine[8] Selçuk Kozağaçlı, Ebru Timtik (ve tabii Selim Açan) yazılar yazmalıdır. Kimse bu durumda bir gariplik görmemelidir.

Çünkü bu dönüşüme kimse bigâne kalamaz, o, ne yapar ne eder sızacak bir yer bulur, herkesi içine çeker. Eylem tarzları, teorik algı-bilgi, örgütlenme pratiği dirhem dirhem azalır, değişir, hafifler. Tekeller, pazar, devlet çamuru karmış, ruhunu üflemiştir. Bugün can bulan bu “insan”ın hangi örgütün bayrağını taşıdığının bir önemi yoktur. O, efendilerinin dediğini yapmaya mecburdur.

* * *

Mao, 1938’de “soyut marksizm yoktur, sadece somut marksizm vardır” diyor.[9] Başka bir yerde aşırı solcuları eleştirirken, bu insanların dogmalarının “boktan değersiz olduğunu, en azından bokun tarlada gübre olarak kullanılabildiğini” söylüyor.[10]

Bugün bu “soyut marksizm”, soyut ultrasolculuk, bok kıvamında ve her yere sürülüyor. Tekeller, yerelde, yerelin öfkesi ve derdiyle yüklenip kavgayı somut bir satıh ve somut bir kesitte yükseltme imkânlarını buduyorlar. Soldaki yağmacı, sömürgeci, emperyalist dil, giderek güçleniyor. Yol ayrımı netleşiyor.

Eren Balkır
28 Kasım 2019

Dipnotlar:
[1] “Kayyım Aslında Kadınlara Atandı”, 16 Eylül 2016, Cumhuriyet.

[2] Michel Chossudovsky, “İmparatorluğun Solcu Aydınları”, 4 Mart 2018, İştirakî.

[3] “Joseph Massad Söyleşisi”, 22 Ekim 2019, İştirakî.

[4] Edward Said, “Günlük”, 16 Kasım 2019, İştirakî.

[5] Eren Balkır, “Zaten”, 1 Ekim 2014, İştirakî.

[6] “Oryantal Dansın Politikası”, 26 Kasım 2019, Özgür Gelecek.

[7] Mickey Z, “Seks İşçiliği”, 8 Eylül 2015, İştirakî.

[8] Kavel Alpaslan, “Grup Yorum’dan”, 14 Eylül 2019, Duvar. Yazar, “90’larda yıldızı parlayan Grup Yorum’u” göklere çıkartmıyor, yerin dibine sokuyor. Şarkıları çalıntıymış gibi bir izlenim yaratıyor, başkalarının şarkılarını aşıran bir grupmuş gibi takdim ediyor onu. Bunu da yazının başında övdüğü Bandista adına ve onun için yapıyor.

[9] Mao’dan aktaran: Ross Terrill, A Biography: Mao, Harper & Row, 1980, s. 173.

[10] Ross Terrill, a.g.e., s. 172.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder