Haricî kafasıdır hüküm süren. Hz. Ali, Hakem
vak’asında belirli bir meseleyi çözüme kavuşturmak ister, ama Haricîler O’na
derler ki, “Hüküm Allah’ındır, sen insanı Allah’ın işine karıştırıyorsun.”
Böylelikle istişare, şura, münazara gibi müesseseler üzerinden yönetimsel
meselelerin hâl yoluna kavuşturulmasına karşı çıkarlar. “Yapılacak işler
Kur’an’da belirlidir, O da bizim mülkümüzde, insanı dâhil etme sürece” derler.
Bunu demekle, insan olmayı ipotek altına alırlar, kendisi dışındaki her şeyi ve
herkesi insanlık dışı bulup ezme kudretini böylelikle elde ettiklerini
zannederler. Ali, insan olduğundan ezilir.
İnsansız Allah, Allah’sız insanın diğer yüzüdür
aslında.
Haricîlik, İslam iktidarının ve mücadelesinin
kabileler şahsında ezilmesini ifade eder. O, kabilelerin ve kendilerini
kabilelerle tanımlı kılmış bireylerin savunma-saldırı biçimidir. Esasta
Haricîler, Ali’nin iktidarına karşıdırlar ve bu karşıtlığı İslamî bir kılıf
dâhilinde icra etmektedirler. Bu kafa için teorik, fikrî her türlü müdahale,
“insanî ve insana ait” olarak damgalanıp çöpe atılacaktır. Burada neye düşman
olunduğu açıktır.
* * *
Belediye seçimleri konusunda dönen tartışmada da
benzer bir hava hâkimdir. Burada HDP ve CHP şahsında, solculuğun ipotek, hüküm
ve mülk altına alınması konusunda bir kavgaya rastlanmaktadır. HDP toplumsal
muhalefet, CHP iktidar ilişkileri-yönetimsel meseleler konusunda tekel olma
sancısı yaşamaktadır. İkisi “Allah” olmaya çalışınca, daha çok Ali, sırttan
bıçaklanacak, daha çok Hüseyin’in başı kesilecektir.
İkisi de Allah oldukları hususta insanın müdahil
olmasına karşıdır. Tartışmanın, şuranın ve istişarenin devre dışı bırakılması
için elden gelen her şey yapılmaktadır. CHP, “benim dışımdakiler asla sol
olamaz” derken, HDP de aynı cümleyi tekrarlar ya da tekrarlayabilmek için
fırsat kollar.
Eleştirilmesi gereken yer, burasıdır. HDP’nin aday
belirleme stratejisi, Gezi konusunda CHP’yle yürüttüğü alan kavgasının bir
ürünüdür. Oysa mazlumların ve sömürülenlerin yeni bir CHP’ye ihtiyacı yoktur.
“Tatava yapma” türünden bir gevezeliğe ve
terbiyesizliğe muhatap olması, HDP’nin alternatif CHP olarak algılanmasının bir
sonucudur. Aslında onun AKP ve CHP kitlesini devrimci manada dikine kesen bir
irade olabilmesi gerekir. Olamıyorsa yoktur.
* * *
Tatava, “bol, gereksiz söz” demektir. “Tatava yapma
bas geç” cümlesi, “iktidar ilişkilerini ve yönetim meselesini biz biliriz, bize
biat et” demektir. Bu cümleyi internet âleminde dolaştıranlar, tüm Gezi
kıyamını bireylere bölüp kıyamı egemenlerin ve devletin önünde diz çöktürmek
derdindedirler. İşleri, görevleri budur.
“Tatava yapma”, yani “boş konuşma, iş yap” diyenler,
kıyamın ve devletin tartışılmasını, sindirilmesini, idrak edilmesini
istemeyenlerdir. Hz. Muhammed’in Haricîler için söylediği iddia edilen sözüyle,
bu kesimler, “imanın gırtlaktan aşağı inmesine” mani olanlardır. Bu sözdeki
kibir, devletin bekasını ve yüceliğini gizler.
Onlar, kitleyi bireye bölüp bireyin başarıcı, hesapçı,
sonuca odaklı yuppie’ler (“genç kentli profesyonel”) olmasını talep
etmektedirler. Bu kesim, süreç içerisinde siyaseti kariyer ve ikbal olarak
görenlere seslenmektedir. “Ben iktidar olacağım, mani olma” demek olan “tatava”
sözcüğü, iktidar mücadelesinin sınıfî ve devrimci zeminini ortadan kaldırmak
derdindedir. Sınıfsız ve devrimsiz iktidar, yoktur.
Salt iktidar olmanın egemenlerin kucağına oturmak
olduğunu gizlemek, Gezi kıyamına küfürdür. Tüm devrimler tarihinde sadece şeklî
olanı görüp, gördüklerine iman edenler, basit manada iktidar olabilmenin
yollarını bildiklerine ve bulduklarına dair bir imajı satmaktadırlar sadece.
Böylelikle iktidar olmanın sınıf ve devrim dolayımlarını ezmektedirler.
HDP şahsında “komün”, CHP şahsında “cumhuriyet” Allah
yapılınca, sınıf ve devrim boşa düşmekte, değersizleşmektedir. “Hüküm
Allah’ındır” diyen Haricîler gibi, “hüküm komünün” ya da “hüküm cumhuriyetin”
diyenler, sınıfa ve devrime, mutlak ve içi boş bir iktidar adına,
küfredenlerdir.
* * *
İnternet âlemi, her ne kadar kitlelere sesleniyormuş
gibi görünse de, klavye başında muktedir olma yanılsaması yaşayan bireylere
hitap etmektedir özünde. Bu da, “bizim gençlerimizin elinde Molotof yok, tablet
bilgisayar var” diyen Tayyip’in hizmet ettiği devlete bağlanmak demektir.
İktidar mücadelesinin sınıfî ve devrimci boyutlarını toprağa gömüp sırf iktidar
olmak için hesaplar yapmak, oluşu itibarıyla akimdir, atıldır. Birer basit
veriye indirgenmiş birey, ruhu ve bedeniyle, mücadeleye düşmandır.
Bir zamanlar Perry Anderson’ın, “devrimler çağı bitti,
artık ufak başarılar devri” diyen yazısını kendisine teorik zemin kılan,
sonrasında işine geldiği biçimde, “post-devrimcilik dönemi”ne giren bir
teorinin ve politikanın [Teori ve Politika dergisinin] bugün kısa erimli
başarı için fethullahçı olması anlaşılır bir durumdur. Fethullahçılıkta
mündemiç yuppie’liği devrimcilere, marksistlere önerenlere, bu noktada,
Engels’in şu sözünü hatırlatmak gerekmektedir:
“Günün
ânlık/geçici çıkarları için önemli ve temel sebeplerin (bu) unutuluşu, takip
edecek sonuçları göz önüne almaksızın ânın başarısı için verilen mücadele ile
gösterilen gayret ve hareketin geleceği için bugününün kurban edilişindeki
kasıt, muhtemelen ‘dürüstçedir’, fakat bu oportünizmdir ve oportünizm olarak
kalacaktır, ayrıca ‘dürüst’ oportünizm, belki de tüm oportünizmlerin en
tehlikelisidir.” [F. Engels -Erfurt Programının Eleştirisi]
* * *
HDP’nin kısa erimli değil, uzun soluklu bir
mücadelenin eri olabilmesi, onun kendisini sığ bir AKP karşıtlığı ile
tanımlamaması ile mümkündür. Dürüst oportünizm, çıkışsızdır.
İktidarı AKP’ye, AKP’yi Tayyip’e indirgemek,
efendilerin ekmeğine yağ sürecek, bu süreçte güçlenen, gene Tayyip’te tecessüm
etmiş iktidar ilişkileri olacaktır.
Kısa vadeli, hemen elde edilecek bir çözüme koşmak,
kitlelerin söz, yetki ve karar süreçlerine duhul etmesine mani olacaktır. O
kadar demokrasi edebiyatı yapanlar, “tatava yapma” diyerek, sözü öldürmekte,
yetkiyi egemenlere teslim etmekte, karar vermenin ancak muktedir olanlara
mahsus bir iş olduğunu söylemektedirler.
Söz, yetki, kararın en basit ve en geri biçimi olan
sandığın başatlaştırılması, halkın iradesini küçümseyen küçük burjuvaların işi
olmalıdır.
Tatavacılık, kendisini Müslüman’ın ve Kürd’ün geri,
kaba, cahil ve kara öfkesine kapatmak, kendi varlığını ona karşı kurmak
demektir.
Bu öfkeye karşı bir savunma biçimi olan Haricî kafası,
namazı her santimiyle icra etmeyene küfrederse, aynı kafa kendi barikatında taş
atmayanı “devrimci” saymayacaktır. İlki İslam’ı, ikincisi sosyalizmi kendi
icraatına ve eylemine kapatacaktır. Ama bu kafa, namazın ve barikatın neden ve
nasıl içinin boşaldığını anlamayacaktır. Haricîler Suriye’de kafa kesiyorlarsa,
bu şekilci devrim’ciler de burada kafa kesmeye çalışacaklardır. Bunların,
ortaklaşmanın, paylaşmanın, istişare etmenin, iş yapmanın yazılı olabileceği
bir kitapları yoktur. Haricîler, onca Kur’an’cılıklarına karşın kitapsızlar
ise, bunlar da kitabı, sözü, söze ve eyleme iştiraki öldürmek zorundadırlar.
* * *
Haricîler, onca enternasyonalistliklerine, onca Allah
ve Kur’an demelerine karşın, Ali’nin ve İslam’ın diz çöktürdüğü kabilelerin
müdafaası için çalışırlar. Demek ki bugünün post-haricî solcuları da kendi
kabilelerini, eski örgütlerini, bağlı oldukları CHP yuvasını korumaktadırlar
özünde. Kürd ve Müslüman, ağzında hangi söz olursa olsun, bunlar için
tehdittir.
Gezi kıyamı, tatavacıların üzerine basıp geçecek
güçtedir. Yeter ki burjuva yuppie’liğin hesapçılığından, iş bitiriciliğinden,
icraatçılığından ve mesihçi, kısa vadeli çözüm edebiyatından kendisini
kurtarabilsin.
Eren Balkır
23 Mart 2014