Sömürülenin teri, mazlumun kanıyla abdest almak,
mücadeleye arınarak karışmaktır esas mesele. Önce niyet etmek, teslim olmak,
sonra eli, yüzü, başı, ayakları yıkamak… “Namaz kılıyoruz” diye caka satanlara
abdestinin boş olduğunu haykırmak… Abdestsiz namazın olmayacağı sözünü, bir
çentik gibi, zamana atmak.
Hayata değdiğimiz yerler, kirli. Suya vermek, kirden
arınmak, işe başlamanın değil, işe karışmanın önkoşulu. Suya karışmaksa, işin
doğaya içkin bir pratik olarak zuhur etmesinin şartı. Su veya toprak salt
Allah’ın olduğu için böyle. Onun sahipleri varsa, abdestin de değeri yok.
Elimiz sömürülenin terine, mazlumun kanına bu sebeple değmeli. Kolektife
karışmayanın anlamı yok.
Kendisini doksanlarda bulan öznelerin Kürd’ü ve
Lenin’i inkâr etmesi kaçınılmaz. İş yapmayanlar, işe örgütlenmeyenler,
işçilikten kaçmak, Kürd’ü ve Lenin’i kir olarak görmek zorundalar. Sömürülenin
teri, mazlumun kanında değil, efendilerin suyunda abdest almaya kalkışanların
böylesi bir yola girmesi, doğal.
Doksanların mırıldandığı şarkının makamı, tasfiye.
Kürd’e ve Lenin’e düşmanlık. Biri olmasa diğeri… Tasfiye edilen bölücülük,
tasfiye eden, efendilerin bütünü. Kürd ve Lenin’in karşı karşıya getirilmesi,
bu yüzden. Kürd’ü tasfiye etmek için Lenin’ci; Lenin’i tasfiye etmek için
Kürd’cü olunuyor, ister istemez. Oluşunsa yapma niyeti hiç olmadı.
Efendilerin döktüğü suda alınan abdest, Leninist
siyasetin tasfiyesine yazgılı. Leninist siyaset kir olarak görülüyor zira. Yüce
idealler adına dillendirilen onca gevezelik, Kürd’ü kir olarak görmeye mecbur. Bir
yerlere hoş gösterecekleri, kabul ettirecekleri tertemiz bedenleri siyaseten
kirlenmesin diye, her şeyi ve herkesi kendilerine mecbur kılmaya çalışıyorlar.
Her şeyin başını ve sonunu kendilerinin tayin etmelerini istiyorlar.
Kirlenmemek için bu şart. Bu yaklaşımın kendisi dışındaki her şeyi kir olarak görmesi
kaçınılmaz. “Benim borum ötsün, kimse benim kümesime girmesin”, temiz kalmak
için, tek dert bu. Tek mesele, mülk edinilmiş o boru ve o kümes.
Doksanlarda ülkeye kasten ve bilerek taşınan
kitaplarda Engels kir, Stalin pas. Soldan temizlenmek istenen bu iki
ismin işaret ettiği şahıslardan daha öte bir anlamı var. Engels, Marksizmin;
Stalin Leninizmin tasfiye edildiği kavşak, o nedenle önemli.
Dün olduğu gibi bugün de millet “temiz Marx” ve “temiz
Lenin” ile kandırılmaya çalışıyor. Birileri solu, “temiz Marx ve temiz Lenin
bende” lafına ikna ediyor. Engels ve Stalin, bu uğurda günah keçisi ilân
ediliyor önce. Engels Marksizmin, Stalin Leninizmin mucidi olarak kodlanıyor.
CHP’nin istediği, devletin ve burjuvazinin CHP’de inşa ettiği solculuk için
önce o Marksizm ve Leninizmden arındırılıyor.
“Marksizm” ve “Leninizm” ifadeleri, önceleri Marx ve
Lenin’in yoldaşlarını aşağılamak, küçük görmek için bizzat düşmanlarınca
kullanılmış. Engels ve Stalin, düşmanın ağzındaki bu kelimeleri alıp belirli
bir bağlama oturtmuş. Bugün onların “kirlettiği” öz Marksizme ve öz Leninizme
ulaşmak için iki isim tasfiye ediliyor. Bu işin ardında devlete ve sermayeye
sorun çıkartmayacak bir sol inşa etme iradesi var. İki tasfiye, tezkiye ve
arındırma işleminde de politik-teorik mücadele ilgili kişilere indirgeniyor,
talileştiriliyor, kir-fazlalık görülüp atılıyor. Kişinin kendisi, kariyeri
yaldızlansın diyedir ki politik-teorik mücadele, kişilere indirgeniyor olmalı.
Aslında gerisin geri Marksizmi ve Leninizmi birilerini aşağılamak için
kullananların hükmü yürüyor onlarda.
Engels’i soldan kovanlar liberalizme; Stalin’i
kovanlar sosyal demokrasiye hizmet ediyorlar. “Marksizm” ve “Leninizm”
tabirlerini bir küfür gibi kullanan ideolojiler, güçleniyorlar, sola hâkim
oluyorlar.
Engels, Marx’ın bir Alman düşünürü olmaya
indirgenmesine, onu sermayeyle ve devletle bağlantılı solculuğa ait bir unsura
dönüştürme çabasına karşı geliştirilmiş direnişin adı. Engels’in tasfiye
edilmesi, Marx’ın Alman düşünürü olmaya indirgenmesi, sola ait basit bir unsura
dönüştürülmesi için gerekli yolu açmakla ilgili. Engels, Marx’ın sadık yoldaşı
olarak, Marx’ın Avrupa devrimine bağlılığının sıkı (kimilerine göre kaba) bir
takipçisi. Engels’in Marksizm kurgusuna yönelik itiraz, onun Almanya’ya
kapatılan Marksizme itirazıyla bağlantılı. Marksizmi kendisine mecbur edenin,
onu kendi varlığına ve ülkesine kapatanın Engels’e tahammül etmesi mümkün
değil. Engels aşılınca, silinince yeni diyarlara özgürce uçacaklarını
sanıyorlar, oysa bu aşamada Marksizm, kendisine hasım düşüncelerin esiri
oluyor.
Gezi döneminde bir yerlerden Marx’ın, kızıyla evlenmek
isteyen Lafargue’a yazdığı baba mektubunu bulup çıkartıyorlar, sosyal medyaya
servis ediyorlar, yeni diyarların feminist lafları arkasına sığınarak, Marx’ı
aşağılıyorlar, bunu da Marksizm olarak pazarlamayı gene de beceriyorlar.
Anarşizmin pazar payının yükseldiğini görüp, onun malına-mülküne el atıyorlar,
bunu yaparken bile gene “Marksist” kaldıklarını söylüyorlar. Marksizm, onlar
için laftan, etiketten ibaret zira.
Küçük burjuva, bel kemiksiz ve ruhsuz bir bukalemun
olmayı “devrimcilik” zannediyor. Bugün “Ruh bedenin hapishanesidir” (Foucault)
diyen bir anti-marksist, sırf bu nedenle popüler.
Lenin, Birinci Dünya Savaşı konjonktüründe genel
siyaset alanında zuhur eden, esasta daha önce de varolan, ama komünist
siyasetin değmediği bir başka özneyle yüzleşiyor. Ulusal kurtuluş mücadeleleri,
Lenin’in kurgusunda “yeni devrimci özne”ye tekabül ediyor. “Her şeyi ben
yapacağım” hevesinde olmayan Lenin, bu öznenin kendisine örgütlenmekte beis
görmüyor. Süreç içerisinde meseleyi işçi-burjuva kavgasına indirgemiş, ama
Avrupa’daki işçinin sömürgelerden gelen kârla susturulduğunu görmeyen
sosyalistlerden ayrışan Lenin, ulusal kurtuluş mücadelelerine, o yeni devrimci
özneye kırıyor dümenini. Onun estirdiği rüzgâr, ruhu oluyor hareketin.
Leninizm bir soyutlama, somutu, mücadelenin kendisi.
Lenin, bu işlemle, işçi-burjuva kavgası yerine kendisine ait ezen-ezilen
formülünü çıkartanların asla anlamayacağı, köklü bir teorik eylem
gerçekleştiriyor.
İşçilik yapamayanlar, işe örgütlenemeyenler,
işçilerden nefret eden küçük burjuvalar, başkalarının emeklerini sömürmek,
onların ortaya koyduğu ürünleri yağmalamaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Marksizmin ve leninizmin arkasındaki yoğun emekle değil, onun görünürdeki
satılabilirliği ile ilgileniyorlar.
Lenin bahsi üzerinden şu söylenebilir: ulusal kurtuluş
mücadelelerini görmek ve kabul etmek yetmez. Leninist siyaset, onu örgütlemeyi
ve ona örgütlenmeyi şart koşar. “Yeni devrimci özne” olarak ulusal hareketler,
örgütleyicidir. Devrim işçisi, hamalı değil, tüccarı olmak isteyenlerin
anlamadığı husus bu.
Doksanların ikliminde Kürd’ün bölücülüğü ile
Leninizmin bölücülüğü, bütüncülük felsefesi, politikası ile aşılmak isteniyor.
İkisi de küçük burjuva nezdinde, aynı kaderi paylaşıyor. Bölücülük, dışarıdan
getirilen bir suçlama. Kötü olan dillendirilip varolana teslim alınmak
isteniyor kitleler. Edirne’den Hakkari’ye tüm halkın mücadelesinin öznesi
olduğu yalanı bu sebeple söyleniyor. Colemerg, tarihten siliniyor. Buranın
küçük burjuvaları, efendileri için yolu temizliyor, kâh fethullahçı oluyor, kâh
cehepeli, kâh anarşist... Yeter ki dükkâna mal ve para akışı kesilmesin.
“Kürd’süz HDP” hesapları, tam da bu yüzden yapılıyor.
“Kürd eşektir, koyarız kıçına tekmeyi, parti bizim olur” mantığı, küçük
burjuvanın son dönemde bulduğu tek çıkış yolu. HDP’nin cephe düzeyinde
tutulması, parti olmasına mani olunmasının nedeni de burada.
Esasında bugün “ben yeni devrimci özneyim” ya da “yeni
devrimci özneyi ben kuracağım” diyenler, Kürd’ü ve Lenin’i tarihten ve
toplumdan tasfiye etmek isteyenlerdir. Onların muhayyilesi ve havsalası,
Kürd’ün ve Lenin’in varlığını, maddesini ve diyalektiğini kavrayamaz. Onların
varlığı, Kürd’e ve Lenin’e düşmandır, olmak zorundadır.
Küçük burjuva için ezen-ezilen, emek-sermaye gibi
yarılmalar, tüyler ürperticidir, ölümcüldür. O, sahneye çıkar ve birilerine “bu
yarığı ben kapatırım” der. İşçi ya da ezilen partisi kurar ki, işçi ve ezilen
olmak istemeyenleri örgütleyebilsin.
Yahudi bir akademisyen, Amerika’yı terk edip neden
İsrail’e taşındığını şu şekilde izah eder: “Dünya üzerinde Yahudi olmam
gerekmeyen tek yer burası.” Siyonist küçük burjuvazi, işte bu Yahudi olmama
arzusunu ve bu konudaki hıncı örgütlemiştir. Ciddi tehlikeleri olmasına rağmen
bu Yahudi, Yahudi olarak kodlanması gerekmeyen bu “cennet” diyarını asla terk
edemez. Bunun için dinî referanslara bile gerek yoktur. Ondaki Müslüman,
Filistinli ve Arap düşmanlığı, bitimsizdir, o düşmanlık damarda akan kan, bedendeki
candır.
İşçi veya ezilen olmamanın “cennet” diyarı örgütse, o
örgüt, kadrosuna sürekli şunu fısıldar: “beni terk edersen, gene işçi/ezilen
olursun, etme!” Bu mesajı alan kadro, örgütten ancak örgütün ulaşamadığı
yerlerde ajanlık yapacak bir eleman olarak faaliyet yürütmek için ayrılır.
Ezilen partisi, ezilen olmak istemeyenlerin
partisidir, bu sebeple, böylesi bir partiden çıkmış kadro, dışarıda sömürüye
karşı mücadele konusunda birikimi olmadığı, bu yönde pişmediği için, ancak
sömürü mekanizmasına katkı sunabilir. İşi, emeği, kavgayı sömürüp durur.
İşçi partisinden ayrılan, işçi olmamaya örgütlenmiş
bir kadro ise dışarıda zulüm mekanizmasına örgütlenir. İlki en fazla
burjuvazinin; ikincisi en fazla devletin ajanı olabilir.
1968, Lenin’in Sol Komünizm’inden alınan
intikamdır. Bugün sahada Gezi sürecini 1968’e kilitlemeye çalışanlar da aynı
intikam sürecinin içerisindedir. İşçi partisi de, ezilen partisi de Gezi’den
Tayyip kadar korkmuştur.
1968, “yeni devrimci özne” keşiflerinin yapıldığı
dönemdir. Önüne gelen, yeni bir devrimci özne bulmuştur kendince. Bu öznelerin
hareketliliğinin komünist hareketi uçuracağı iddia edilmiştir. Kaz gibi
havalanıp tavuk gibi yere çakılan bu kesimler, yollarına devam etmiş, Marksizmi
ve komünizmi sümüklü mendil gibi kaldırıp atmıştır. Parti ile yeni devrimci
özne arasındaki açı Leninist manada korunmamış, bu diyalektik, devrimci edinime
tabi tutulmamıştır.
Lenin için ulusal kurtuluş mücadeleleri, yeni devrimci
öznedir. O hâlde, “ben devrimci özneyim” diyen, ulusal kurtuluş mücadelelerinin
maddîliğine ve diyalektiğine alan ve imkân tanımamak istememektedir. Küçük
burjuva, kendi madde oluşuna tapındığından, diyalektiğe asla tahammül
edememektedir. “Yeni devrimci özne benim” diyen, dolayısıyla Kürd’ü tasfiye
etmek derdindedir. Başka yol yoktur. Bunu diyebilmesi için de aradaki açıyı,
diyalektiği gören Leninist gözün kör edilmesi şarttır.
Ab-ı dest, kolektif olana karışmak, iştirak etmek için
binlerce yıldır Âdemoğlu’nun devreye soktuğu bir ayıraçtır. Onsuz kılınan
namazın da manası yoktur. Abdest, sömürülenlerin teri, ezilenlerin kanında
alınmıyorsa, manasızdır, ziyandır, nafiledir.
Eren Balkır
8 Mart 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder