Almanya’da
ve Avrupa’da yeşiller adıyla anılan partileri, CIA aparatları olarak görmek
gerekiyor. Oralardan fon alanları da.
Avrupa,
Amerika’nın Marshall Planı’yla köleleştirdiği bir coğrafya. “Savaşın paramparça
ettiği ve yoksullaştırdığı Avrupa’daki kamuoyuna Marshall Planı yardımı ile
nüfuz edildi.”[1] Bu planın imal ve inşa ettiği politik yapı, AB kurulları ve
vakıfları üzerinden işliyor. Bugün emperyalizm, Türkiye’deki solcuları fikren
ve mali açıdan besleyen Avrupalı örgütlerde ve vakıflarda aranmalı.
Buranın
solcusu, para ve fikir aldığı Alman solcularının Alman ordusunu şirin gösterme
ve misyonuna rıza/insan örgütleme amacı güden PR çalışmalarına neden asker
olarak yazıldığını asla sorgulamıyor. Buranın solcusu, İran’daki bir kalkışmayı
aylarca haber yaparken, Fransa, Almanya ve İngiltere’deki kitlesel kalkışmaları
nedense görmezden geliyor. Bunun nedeni de emperyalizmle ilişkilerde aranmalı. Bunların
“döner”i, yediği içtiği her şey Alman!
O
PR çalışmasına katılan Cem Özdemir, ordusunun faaliyetlerini “insanî yardım
faaliyetleri” olarak değerlendiriyor.[2] Alman ordusunun, Almanya’nın kutsal ve
yüce değerlerini ülke dışında savunduğunu söylüyor. Bir kez daha liberalin
Allah’ı olarak birey, faşizmin yanında hizalanıyor. Bu sefer halk kitlelerini
işin içine katmak yerine devlet, o birey adına ortalığı düzlüyor, topluyor.
Pandemi sürecinde sokaklara salınan Antifa birlikleri, pandeminin çilesini
çeken halk sınıflarına bu birey adına saldırıyor. Devlet, solu bir tür sopa
olarak kullanıyor. Kimse, pandemide uygulanan faşizme verdiği desteğin hesabını
vermiyor.
Bu
açıdan, Almanya’da Compact isimli Nazi yanlısı derginin kapatılmasına
veya Demiral’a iki maç ceza verilmesine sevinmenin bir anlamı yok. Aynı kutsal
birey ölçüsü, komünist partiyi de yasaklıyor.[3] “İşçi sınıfı, kapitalizm ve
sınıf adaleti” gibi terimleri kullanmak suç ilân ediliyor. (O yüzden sol
örgütler, burada bu kavramları artık kullanmıyorlar.) “Toplumun sınıflara
bölündüğünü söylemenin anayasayı ihlal ettiği” söyleniyor. Yekpare, “imtiyazsız
sınıfsız kaynaşmış kitle” inşası, bu liberal birey ölçüsüne göre yapılıyor.
Rusya-İran-Çin hattı, bu liberal birey ölçüsüne göre düşman blok olarak
kodlanıyor.
Rusya
Olimpiyatlar’dan kovuluyor. Kemal Okuyan, “Ukrayna işgali” ile Amerika’nın
Afganistan işgalini bir tutan cümleler döşeniyor. Bunu Vaşingtonlu ve
Vaşingtoncu olduğu için yapıyor. Onun ve yoldaşlarının son aylarda “Nazi”
ifadesini sıklıkla kullanmaları da emperyalist saldırıyla bağlantılı. Rıza imal
ediyorlar. O dil evrenine girerek, emperyalist güçlerin borazanlığını
yapıyorlar. Hem komünist hareketi gasp edip onu yasaklanmayacak, egemenlere
zarar vermeyecek bir kıvama getiriyorlar hem de egemenlerin diliyle konuşarak,
onların ideolojik saldırılarına ortak oluyorlar.
Kemal
Okuyan türü liberaller, faşizm ve liberalizm arasındaki bağları örtbas
ediyorlar. “Oysa faşizm ve liberalizm, kapitalist dünya düzenine gösterdikleri
sadakat konusunda ortak.”[4] Liberal bir yere örgütlendikleri için buranın “yerli
Nazi partisi AKP”yle savaştıklarını iddia ediyorlar. Siyasetlerini liberal
refleksler ve gevezelikler üzerine kuruyorlar. Faşizmin altını çiziyorlar ki
kendi liberallikleri kıymete binsin. Bir yerlere mesajlar yolluyorlar.
“Dinci
faşizm” ibaresi, CIA-Pentagon-NATO bağlantılı isimlerin özellikle 11 Eylül’le
birlikte imal ettiği bir kavram. “Siyasal İslam” ve “İslamcılık” da 1979
sonrası Siyonistler ve emperyalistlerce imal edilmiş kavramlar. Aklı fikri bu
güçlere bağlı olanlar, onların kavramlarını kullanıp onların düdüğünü
öttürüyorlar. Onlar gibi düşünüyorlar.
Netanyahu
Amerikan kongresinde konuşuyor, solcuların kaptanı Kamala Harris dışarıdaki
kitleyi eleştiren bildiri yayınlıyor. O bildirideki dil ve fikirle sol
örgütlerin dili ve fikri arasında hiçbir fark yok. Kamala, tıpkı Özgür Özel
gibi konuşuyor.
Solculuğu
liberal düzlemde din ve millet düşmanlığı üzerinden tarifleyenler, emperyalizme
ve kapitalizme uşaklık ediyorlar. Din ve millet içi kavgaya örgütlenmiş,
sömürüye ve zulme oradan itiraz geliştirenleri devlet ve sermayeyle birlikte
yok etmek için uğraşıyorlar. Din ve milletten arınmış, steril, kutsal birey
kurgusunun sermayeye ve onun devletine ait olduğunu görmek istemiyorlar. Dinle
ve milletle yöneltilecek her türden anti-emperyalist çıkışın önünü almaya
çalışıyorlar. “Almanya’nın, ABD’nin ve Avrupa’nın yüce değerlerini savunan”
NATO’ya hizmet ediyorlar. Bireyi tutup kolektifin ezilmesine katkı sunuyorlar.
Alman
yargıç, “Lenin’i tek parti diktatörlüğü kurduğu için suçlu ilân edebiliyor”.
Avrupa’nın değerlerinin ve o değerleri savunan ordularının hücum ettikleri
bölgedeki sosyalist güçler hep birlikte, dönüştürülüyorlar. Lenin’siz Leninizm,
alkolsüz bira olarak raflardaki yerini alıyor.
Sokak
hayvanları ile ilgili son tartışmada EMEP vekili Sevda Karaca’ya birileri
eleştiri yöneltiyor. Sosyalistler, hemen Sevda Karaca’yı savunan tvitler
döşeniyorlar. Bu tvitlerde, Gaziantep’teki bir grevde ortaya koyduğu
“performans”a ve bir de Alman emperyalizmiyle bağlantılı bir derginin Karaca’yı
“Doğu Avrupa’yı değiştiren 21 kadın”[5] listesine almış olmasına atıfta
bulunuyorlar.
Bu
solcular, demek ki Türkiye’yi “Doğu Avrupa” ülkesi sanıyorlar. Doksanların
başında “dünyadaki son sosyalist ülke Türkiye” diyen Tansu Çiller’in yanına
oturuyorlar. Sovyetler’in dağılmasında ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasında medya
bülbülü olarak görevlendirilen, kapitalizme övgüler dizsin diye beslenen Zülfü
Livaneli’yle aynı telden çalıyorlar. O nedenle, postsovyetik coğrafyada
emperyalizmin ajanı olarak çalışan yayın kuruluşunun övgüsüne seviniyorlar.
Kimse,
o Doğu Avrupa ülkelerindeki dönüşümlerin niteliğini sorgulamıyor. Emperyalizm
ve kapitalizm bağlamında nelerin değiştiğine bakmıyor. Solcular, içten içe “iyi
ki Kuzey Kore olmadık” diye seviniyorlar. Alman emperyalizminin aparatı olan
bir derginin yayınladığı listeye Türkiyeli bir gazetecinin neden girdiğini sorgulama
gereği duymuyorlar. Listeyi hazırlayan kuruluşun Konrad Adenauer ve Friedrich
Ebert gibi vakıflarla, bu vakıfların Alman istihbaratı ve devletiyle
ilişkilerine bakmıyorlar. Bilâkis, bu ilişkileri “ilericiliğin nişanesi” olarak
görüp yüceltiyorlar.
Doğu
Avrupa, Sovyetler’in yoldaşıydı, bugün Rusya’nın faal olduğu bir alan. Ne kadar
anti-sovyetçi varsa Avrupa istihbaratına örgütleniyor. Örgütlenenler, Doğu
Avrupa’da Sorosçu, liberal yağma sürecine askerlik yapanları alkışa layık
görüyorlar. Batı emperyalizmine itiraz edeni ise kurşunluyorlar.
Coğrafi
açıdan sorunlu olan listede Türkiyeli bir ismin yanında Ermeni, Kırgız,
Türkmen, Gürcü ve Kazak isimler de var. Buradaki kasıt demek ki Doğu Avrupa
değil, “Avrupa’nın doğusu” ve bu doğu, aşağılık görülen halk kitlelerinden
oluşuyor. En ağır sömürüye maruz kalan halkların içinden birileri, geldikleri
ülkenin devletine ajanlık yapıyorlar. Bu ajanlığın arkasında Dostoyevski’yi
yasaklayan akıl var.
Bu
halklara yönelik saldırıda da mızrakların ucuna Kur’an sayfası niyetine
feminizm iliştiriliyor. “Emperyalist feminizm, sadece batıdaki beyaz
seçkinlerin alanı değil. Küresel Güney’in işbirlikçi entelektüelleri, bu
ideolojinin üretiminde her daim büyük rol oynuyorlar.”[6] Kadın denilen kutsala
sarılan liberal yağma, bölgeyi egemenler lehine dönüştürüyor.
Son
seçimde eski EMEP başkanı, sitem ediyor, “emekçi birini neden vekil yapmadınız”
deyip partisinden istifa ediyor. Bahsini ettiği, eleştirdiği kişi, Sevda
Karaca. Karaca’nın sermayenin dönüştürmek için uğraştığı toplum ve emek dünyası
bağlamında model şehir olarak inşa edilen Gaziantep’ten vekil seçilmesi,
tesadüf değil.
Bu
şehirde bir grev yaşanıyor. İşçilerle patronu uzlaştırmak için AKP’li kadın
belediye başkanı devreye giriyor. Onunla işçiler arasındaki bağı ise patrondan
ve sermayeden yana olan CHP vekili kuruyor. O vekil, patronla yapılan
görüşmenin detaylarını işçilere aktarırken, işçiler arasından sesler
yükseliyor. O “sosyalist” Sevda Karaca, o işçileri eli sopalı sınıf öğretmeni
gibi azarlayıp susturuyor: “Müdürünü dinlee!” diye bağırıyor. Bunların işçi
sınıfıyla ilişkisinin düzeyi bu.
Bugün
açık ki liberalizm-faşizm ikiliğine mahkûm ediliyoruz. Ölümle korkutulup vereme
razı ediliyoruz. Liberalizmin faşizmle ortaklığını, aralarındaki kan bağını
görmemizi istemiyorlar. Koca koca sosyalist örgütler, birer birer liberal
derneğe dönüşüyorlar.
Liberal
yağma süreci, akıncı birlikleriyle ilerliyor. Lubun, vegan ve feminist, ayrı
ayrı tugaylar hâlinde, halkların üzerine gönderiliyor. Bu, Cem Özdemir’in ve
emir eri olduğu NATO ordusunun emri. Bugün Almanya’da o ordu, Şiiliği de
yasaklıyor. Filistin bayrağını da yasaklıyor. Düne kadar devlet kademelerinde
eski Nazi partisi üyelerini çalıştıranlar, tüm istihbaratını ve Gladio’sunu o
Nazi artıklarına kurduranlar, son yirmi yıl içerisinde Neonazileri besleyip
büyüttükten sonra Ukrayna ve Suriye’nin üzerine gönderenler, bugün antifaşist
pozu kesiyorlar.
Yazının
başında görülen ve “Kızıl Ordu’nun Faşizme Karşı Zaferi” ismini taşıyan resim,
1945’te İranlı ressam Hüseyin Tahirzade Behzat tarafından çizilmiş. Resimde
Stalin, Hitler’i okla vururken görülüyor. Bugün bizim sosyalistlerin emir eri
oldukları Avrupa, o Stalin’i, faşizmi durduran, tasfiye eden iradeyi de
yasakladı. Demek ki o irade adına, oradan gelen her fikir ve her kuruş,
sorgulanmalı. Reddedilmeli.
Eren Balkır
25 Temmuz 2024
Dipnotlar:
[1] Joan Roelofs, “NATO ve Batı Avrupa Ülkelerinin Birer Muz Cumhuriyeti Hâline
Getirilmesi”, 19 Şubat 2016, İştiraki.
[2]
Johannes Stern, “Cem Özdemir ve Tobias Lindner”, 17 Haziran 2019, İştiraki.
[3]
Erman Çete, “Şu Anda Almanya’da Devletin Gerici-Militarist Yeniden
Yapılandırılmasını Yaşıyoruz”, Nick Brauns’la Söyleşi, 24 Temmuz 2024, Harici.
[4]
Gabriel Rockhill, “Liberalizme ve Faşizme Dair”, 14 Ekim 2020, İştiraki.
[5]
“21 Remarkable Women Who Are Changing Eastern Europe”, 8 Mart 2017, Ostpol.
[6]
Deepa Kumar, “Emperyalist Feminizm ve Liberalizm”, 5 Aralık 2014, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder