24 saat işçilik yapsa dahi, bir kişi, belirli bir
durumda ve dönemde küçük burjuva bir eylemlilik ve düşünce pratiği içine
girebilir. Bir partinin isterse yüz bin üyesi işçi olsun, bu onu işçi partisi
yapmaz. İşçiliğin kişiyi kendiliğinden, düzden ve doğrudan sosyalizme ve
devrimciliğe ulaştıracağı fikri, küçük burjuvazinin kendisini aklama,
başkalarını kandırma yöntemidir.
Bugün Kadıköy ve Beşiktaş merkezli siyaset yürütme
derdinde olanlar, herkesi işçi ilân edip küçük burjuvalıklarını gizleme
derdindedirler. Marx’ın ifadesiyle, küçük burjuvazinin dilek ve arzuları
“işçi”ye söylettirilmektedir. Bu iradenin başka bir sonucu da işçiyi dilsiz ve
iradesiz kılmaktır.
Ateşten yana olduğu vakit yanmayacağı yanılsaması,
küçük burjuvanın hastalığıdır. O hastalık, bugün Kadıköy’de milyonlarca
işçinin-emekçinin oturduğuna kendilerini ve başkalarını ikna etmekle meşguldür.
Bu küçük burjuvalar, işçi kendisini yakmasın diye Ekim Devrimi sonrası üzerine işçi
tulumu geçirip saklanan büyüklerinden aldıkları dersle hareket etmektedirler.
“Yüzde bire karşı yüzde doksan dokuz” formülü, küçük
burjuvazinin gerçekten ve hayattan kaçma yöntemidir. O kaçış, işçiden yanaymış
gibi görünüp işçinin yakacağı ateşten küle dönmemekle ilgilidir.
Sınıfsal ayrımların silikleştirilmesi işlemi, küçük
burjuvazi üzerinden ilerler. O, bugün Efrin’i işgale giden futbolcuyu Hatay’da
belediye başkan adayı yapmıştır. İşgal ve asimilasyon, onun ana siyasetidir. O
siyaset, işçiyle bölünmüş topluma, ezilenle bölünmüş tarihe tahammül edemez.
Gösterilen aday, kitleleri CHP çizgisine kul köle etmek içindir. Ayrıca adayın “Sarıgül
aday olursa ben çekilirim” cümlesi TİP’in Boyner-Sarıgül çizgisinin ürünü
olduğunun delilidir.[1]
Gerçekten ve hayattan kaçış, bir yanıyla, yeni ülke ve
yeni kent için kâhyalar ve bekçiler talep eden devlet ve sermayeyle
bağlantılı bir işlemdir. Devlet ve sermaye, gerçeği ve hayatı kendince ve
kendine göre arındırmanın derdindedir. Bu anlamda, bugün devletin bekçilerine
karşı sermayenin kâhyalarının yanına hizalanmanın bir anlamı yoktur. Bizi ikisi
arasında tercihe zorlayanlar, haindir.
Devlet de sermaye de bir tür sola muhtaçtır, ona her
daim ihtiyaç duyar. Ezilen, işçi ve yoksulun kontrol ve disiplin altında
tutulabilmesi için sol, bir gerekliliktir.
Solun karargâhları bombalanmadan, ezilene, işçiye,
yoksula ait mevziler açılamaz. Solun mevkileri tasfiye edilmeden, o mevziler
asla oluşamaz.
O mevkilerden bakanlar, Suriye’deki çatışmaların
başlamasından bu yana uzanan, Gezi’yi de kesen, geçen yıl yaşanan depremi de
içine alan süreçte Hatay’da olan biteni, devletin yaptıklarını, yapmak
istediklerini anlayamazlar.
* * *
Bir grup solcu, inşaattaki asansörün düşmesi sonucu
ölen işçilerle ilgili eylem yaparken, ziyaret sırasında ölen işçilerin
arkadaşıyla tartışmaya girer. Solculardan biri işçilere, onlara tepeden bakan
mevkiden konuşarak, “çalışma o zaman!” diye bağırır. İşçi, ailesini geçindirmek
zorunda olduğunu, bir tercih değil, zorunluluk gereği, günde iki işe gitmek
durumunda kaldığını söyler. Aynı solcu akıl, Soma’daki işçiye de “inmeselermiş
ocağa!” diyebilmiştir.
Bu küçük burjuva solculuğa göre kendi konumu bir
nimet, talih ve mertebe olarak kabul ettirilmiştir. O akıl, yoksulun, işçinin
ve ezilenin böyle olmayı tercih ettiğini düşünmeye mecburdur. “Ben tercih ettim, böyle
zengin yaşıyorum, sen de yaşa!” diyen solcunun bugün değilse bile ileride
devlete bekçilik, sermayeye kâhyalık yapacağı açıktır. Bu sahte ve yalan
eşitlikçilik, işçinin politik ağırlığını silmeye, hatta “İşçi sınıfı öldü”
demeye mecburdur. “Sen beni küçük
burjuvalığımı politikanın merkezine koymakla eleştiriyorsun, iyi ama sen de
yoksulluğunu, işçiliğini, ezilen oluşunu merkeze koyuyorsun” diye cevap
geliştirip bunların merkezde durmasına karşı olduğunu beyan etmeye mecburdur. Bunu
diyen ne devrimci olabilir ne de sosyalist.
Bu küçük burjuvaziye göre şimdilik, ezilen, yoksul ve
işçi, bekçilik misyonu gereği disipline; kâhyalık misyonu gereği terbiyeye
kavuşturulmalıdır. Küçük burjuva solun görevi budur. O, bir süre bu misyonu
gereği, biraz da ateşten zarar görmemek adına, ateşten yanaymış gibi
görünecektir.
Bugün Türkiye’de solculuk ve sosyalizm, kesilen pozdan
ibarettir. Sadece imajın, reklâmın, pazarlamanın ve PR’ın konusudur.
Burjuvazi ve devlet açısından böyledir. O açı belirleyici olduğu için sol, bu
hâldedir.
* * *
Bugün neden her toplumsal eylemde feminizmin, lubunizmin
ve veganizmin ön cepheye yerleştirildiği sorgulanmalıdır. Devletin bekçileri
ve sermayenin kâhyaları bu kesimlerden çıkacaktır. Batı’nın emperyalist
odaklarından beslenen bu görüşlerin halesine kapılan, tasmasına bağlanan solun
menzili ve ufku tartışılmalıdır. İleride işçiyi, ezileni ve yoksulu o tasmalar
boğacaktır. Yeni kent ve yeni ülke bağlamında, bölgeye dayatılan içerik ve
biçim üzerinden, yeni bir insan-birey imal edildiği görülmeli, gösterilmelidir.
O insan-birey, ölçü olarak işçinin, ezilenin ve yoksulun nefes dahi almasına
izin vermeyecektir. Bu üç ideolojik görüşün bu amaç doğrultusunda namluya
sürüldüğü ortaya konulmalıdır. İşçi, ezilen ve yoksulu kir ve yük olarak gören
akla göre imal edilmiş olan bu görüşler, arındırma işlemine hizmet
edeceklerdir. Toplumsal her meselede bunların cepheye sürülmesindeki kasıt ve
niyet idrak edilmelidir. Cephe dağılsın, işçi, ezilen ve yoksul kudret sahibi
olmasın diye, bu tür kimyasal işlemler devreye sokulacaktır. Adında “Leninist” ibaresi bulunan örgütün Lenin adına
sempozyum düzenlemeden önce lubunizme ve feminizme bağlandığını, ancak bu
sayede o sempozyuma izin alabildiğini birileri görüp söylemelidir.
* * *
Bugün sol şahsında konuşan, kentsel dönüşüm, dijital dönüşüm, yeşil dönüşüm. Sol,
sınırsız ve sınıfsız “dönüşüm” putuna biat ve ibadet ettiği ölçüde, bu
dönüşümlerin sınıfsal-politik ve devrimci-politik boyutlarını göremez. Aklını
ve dilini bu dönüşümler belirliyor. O aklı ve dili AKP karşıtlığı düzleminde
yaldızlayıp satmaya çalışıyor. Oysa AKP (de) o dönüşümlerin bir aracı.
Dönüşümler, “süper talan”la bağlantılı.
Sol, kadın muhtar adaylarından başka bir şey
çıkartamaz, öneremez. Çünkü o dönüşüme kuldur, köledir. Bugün solun kadın
muhtar adayı, kentsel dönüşümden gayrı bir laf edemez. Kentsel dönüşüm, dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm,
solun ilmihalidir. Üçü de sınıfsız ve
sınırsız olgular olarak takdim edilme imkânını solda ve solcularda bulur.
Egemenler, tekeller, burjuvazi ve devlet, bu üç dönüşümü sol eliyle
yürüteceklerdir. Şimdiden kendi ajanlarını bulmuş, personel kaydını
yapmışlardır. Belediye seçimleri paravandır.
* * *
Bugün “somut durumun somut tahlili” değil, “somut
günün somut çıkarları” belirleyici. Bu çıkarlar da burjuvaziye ve devlete
dair/ait soyutlamalara tabi.
Yıllar önceye ait bir sosyal medya
paylaşımını hatırlamak lazım. Bu paylaşımın sahibi Mayacıydı. Dünya Komünist Partisi’ni kurmak isterken
CHP’nin bir ilçe yönetiminin üyesi olmuştu. 2015 sonrasında şunu yazıyordu: “Düne kadar CHP’li
oldum diye beni eleştirenler, bugün kapımda kuyruk oldu, CHP yönetimine girmek
için torpil ve bağlantı bulmak amacıyla gelip bana yalvarıyorlar.” Sosyalist
hareketi bu düzeye düşürenler, hiç utanmadılar. Bugün SDP
şahsında Kurtuluş’u “hayalet seçmen avcılığı”nda görüyorlar.
Her seçimde seçmene ve yurttaşa dost, halka düşman oluyorlar. Halka düşman
oldukları için seçmene ve yurttaşa bakıyorlar.
“Küresel
sermaye, artan hammadde ve enerji ihtiyacı için neredeyse tüm dünya
kaynaklarına göz diken bir plan kurdu. Zengin kaynaklı koca bir coğrafya ‘süper
bölge’ ilan ediliyor. Türkiye de bölgede. Toprağı, ormanı, suyu talana açacak
plan için yasal düzen de ‘torba’yla Meclis'te.”[2]
Evrensel
gazetesi, süper talan haberini
yapıyor, ağzından bu tür cümleler
dökülüyor. Oysa düne kadar buna benzer tespitleri yapanlara “komplocu”
diyorlardı. “Küresel sermaye” ve bölgedeki faaliyetlerine değinenlerin
karşısına “antiemperyalizm eskiye ait bir masal” cümlesiyle çıkıyorlardı. O
küresel sermayenin pandemideki icraatlarını eleştirenleri sopayla
kovalıyorlardı. Meclisteki “sosyalist” vekiller, “yasal düzen meclise
geldiğinde” gidip fotoğraf çektiriyor, kendi özel işleriyle uğraşıyorlardı.
Yarın da böyle olacak. Çünkü artık emperyalizmin ilericiliğine,
dönüştürücülüğüne, devrimciliğine iman etmiş durumdalar. Kendisine
inanmayanlara da “imansız” diyorlar. Asıl kendileri imansız. Çünkü geçmişte
toprak madencilik ve inşaat için yağmaya açıldığında TMMOB üzerinden o yağmaya
ortak olan, o yasalara ses etmeyen kendileriydi.
* * *
O küresel sermaye, kâhyalarını ve bekçilerini her yıl
Davos’ta bir araya getiriyor. Kendi gazetecileri Davos toplantılarını şu
şekilde tarif ediyor: “Milyarderlerin milyonerlere orta sınıfın neler
düşünmeleri gerektiğini söylediği yer.”[3] O orta sınıfa söylenen neyse sol da
hemen emri alan kâhya ve bekçi gibi “baş üstüne!” deyip onu uygulamaya koyuyor.
Önce kendisini dönüştürüyor. Dönüşüm, kentsel, yeşil ve dijital dönüşüm
bağlamında gerçekleşiyor. Kentsel dönüşümde Kadın; yeşil dönüşümde Vegan;
dijital dönüşümde Eşcinsel, ölçüt kabul ediliyor. Bunlar, gerçekten ve hayattan
kopartılarak, kâhyaların ve bekçilerin elindeki sopaya dönüşüyor.
O kâhyaların ve bekçilerin efendilerinin derdi, her
santimetrekareyi, her anı kontrol altına almak. Bu da başa “devletten nefret
eden”[4] Milei gibilerin getirilmesini gerekli kılıyor. Yoksula, halka ve işçi
sınıfına dair her mevzi, bir bir dağıtılıyor.
Yaşanan dönüşüm dâhilinde kadının, lubunun ve veganın
ağzına bal çalınıyor. Onlar göğe çıkartılıyorsa, demek ki bir şeyler aşağı
çekiliyor, tasfiye ediliyor. Bu kesimlerin pohpohlanması, başka kesimlerin
ezileceğini anlatıyor. İlgili kesimler, bir yandan da efendiler adına
kurgulanmış sahte cennet masallarına ikna ediliyorlar. Orta sınıfa neler
düşüneceği, neler hissedeceği bir bir ezberlettiriliyor. Kadın, lubun ve vegan,
orta sınıfın mecazları ve imgeleri olarak yeniden inşa ediliyor.
Bu kesimlere pazarlanan sınırsız-sınıfsız cennet masalına herkes ikna edilmeye
çalışılıyor. Masalın kendisi de mekanik, dijital, nezihleştirilmiş ve fazla insansız. Bu
noktada “sömürü ve zulüm koşullarında her türlü sakin, dingin ve huzurlu
zaman-mekânsal tasavvurların yalan olduğu unutuluyor.”[5] Dönüşümler, unutan ve
unutturanlarla birlikte gerçekleştiriliyor. Mevkiler için mevzileri dağıtanlara
ihtiyaç duyuyor. Bize ise bu dönüşüm sürecinde geçmişten geleceğe, mevzilerdeki
bayrağı devredecek mücadele işçileri lazım.
Eren Balkır
13 Şubat 2024
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Türkiye Birleşik Devletleri”, 9 Haziran 2023, İştiraki.
[2] Hakkı Özdal, “Küresel Sermaye”, 1 Şubat 2024, X.
[3] Dan Freed, “Davos Billionaires”, 24 Şubat 2016, Reuters.
[4] “Arjantin Devlet Başkanı Milei”, 13 Şubat 2024, Birgün.
[5] Eren Balkır, “Nuh’un Gemisi”, 12 Temmuz 2009 İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder