Amerikan Liberalizmi Bugün Filistin’de Soykırımı Mümkün Kılan
Güç
27
Ekim 2023 gecesi İsrail devleti, Gazze’yi âdeta karanlığa sürükledi. Yayınlanan
ve kısa sürede yayılan birkaç videoda, halı bombardımanları ve telekomünikasyon
kesintisi sırasında acı içinde çığlık atan Gazzeliler çıkıyor karşımıza. Devam
eden katliama ayak uydurmaya çalışan insani yardım kuruluşlarının çağrılarına
rağmen, kuşatma altındaki Gazze’de elektrik kesintileri hayatın olağan
bir parçası hâline geliyor.
Bombardıman
ve elektrik kesintisi, İsrail Savunma Kuvvetleri’ne (IDF) Gazze’ye yönelik kara
saldırısı için gerekli zırhı sundu. İsrail İstihbarat Bakanlığı’ndan ve
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya bağlı bir düşünce kuruluşundan sızdırılan
belgeler, “tüm Gazze nüfusunun yer değiştirmesi ve nihai yerleşimi”ni savunuyor; bu, dünyanın her yerinde
soykırım meselesini çalışan akademisyenleri bir şekilde paniğe sürüklemesi
gereken bir ifade olarak görülmeli. Birleşmiş Milletler’in birçok Özel
Raportörü, İsrail'in 17 Ekim’de bir mülteci kampındaki bir hastane ve okulu yok
etmesinin ardından kitlesel etnik temizlik ve doğrudan soykırımın gerçek
olasılıkları konusunda uyarıda bulundu.
Etnik
Temizliğe Alkış Tutanlar ve İtiraz Edenler
Dünyanın
büyük bir kısmının dehşet ve öfkeyle izlediği Gazze, yeni bir toplu mezara
dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya. Aslında bu toplu mezar, hâlihazırda
yaklaşık beş bini çocuk olmak üzere on bir binden fazla Filistinlinin
cenazesiyle dolu. Ancak pek çok kişi, bugün gözlerinin
önünde cereyan eden soykırımı oturup izlemekle yetinmedi. Bilâkis, geçtiğimiz
üç hafta boyunca, emperyalizmin merkezi olan ABD dâhil olmak üzere, dünya
çapında yüzbinlerce insan, Filistin’de olup bitenler konusunda alarma geçti ve
ateşkes çağrısında bulundu. Los Angeles’tan New York’a kadar
birçok yerde Filistin’le dayanışma eylemleri yapıldı. İnsanlar, ulus ötesi
yerleşimci-sömürgeciliğe, savaşa ve soykırıma karşı ses yükseltti. Birçok
noktada eylemciler, karşılarında kendilerini protesto eden Siyonist güçleri
buldular.
Buna
rağmen Biden yönetimi, o sapkın emperyalist sloganı diline doluyor ve İsrail’e destek
sözü vermeye devam ediyor. Dışişleri Bakanlığı Siyasi-Askerî İşler Bürosu’nda
direktör olarak on bir yıl boyunca ABD müttefiklerine silah transferini
denetledikten sonra, Josh Paul gibi Amerikan militarizminin gözü pek bir hizmetkârı
bile İsrail’e yönelik “körü körüne desteği midesi kaldırmayarak” istifa etti.
Aralarında
Rashida Tlaib, Cori Bush ve Alexandria Ocasio-Cortez'in de bulunduğu küçük ama herkesçe
tanınan ilerici milletvekillerinden oluşan bir grup tarafından kongreye ateşkes kararının
getirilmiş olmasına rağmen, Chuck Schumer’dan Hakeem Jeffries’e kadar Demokrat
Parti’nin kurucu iradesini temsil eden tüm isimler, Biden’a destek sundu, bu
destek karşılığında, İsrail, Filistinlilerin yaşamlarını, geçim kaynaklarını ve
topraklarını zerre pişmanlık duymadan yok etti. Bush ve Ocasio-Cortez gibi
sözde muhalif ilericiler bile, Filistinlilere yönelik ifade ettikleri
sempatiyi, Hamas’ı yüksek sesle kınayarak başlatmışlar ve bu, kasten ya da
başka bir şekilde, İsrail’in yetmiş beş yıllık işgaline ilişkin, Filistin ve
İsrail taraflarını birbirine denk güçler ve olgular olarak gören ikiyüzlü
emperyalist anlatıları besledi. Ana akım medya kuruluşları ve
yorumcuların yanı sıra bunların Hollywood ve sosyal medyadaki meslektaşları da bu yalanları eleştirmeden,
saldırgan bir dille yinelediler.
Hâsılı,
saldırıları belirli sürede “durdurma”ya yönelik son hamlelere rağmen, ABD’nin
önde gelen sözcüleri, ikinci Nekbe için rıza üretme konusunda fikir jimnastiği yapmak
dışında bir çaba içinde olmadılar. (Bilindiği üzere, Nekbe, Filistinlilerin
kitleler hâlinde mülksüzleştirilmesi, yerlerinden edilmeleri ve öldürülmeleri
üzerinden İsrail devletinin kuruluşunun yolunu açan 1948 tarihli felâket”i
ifade ediyor.).
Zamanı
Çoktan Geçmiş Bir Fikir
Josh
Paul, Biden yönetiminin İsrail’in eylemlerine “dürtüsel tepkiler”
geliştirdiğine dair gayet yerinde olan bir tespitte bulunuyor. Paul’a göre
Biden, “(fikri sabitlik üzerinden başka görüşleri elinin tersiyle itmeyi
anlatan) doğrulama sapmasının tuzağına düşüyor, politik çıkarla hareket ediyor,
düşünce pratiği iflas etmiş hâlde, dolayısıyla, bürokratik atalet içerisinde”.
Bu tespit, aslında bir bütün olarak neoliberalizm koşullarında, özelde ise
ABD’deki yerleşimci koloniler tarihi bağlamında liberalizmi de kesiyor.
Bu
ifade, aslında Amerikan liberalizminin bir kartal misali yükseklerde kurduğu
tünekten düştüğü, artık insanlıktan uzak olduğu gerçeğini görmezden gelen,
yetersiz bir ifade. Demokrasiye, eşitliğe ve diğer evrensel insan haklarına
yapılan çağrılar, moloz yığınlarının altına gömülmüş Filistinlilerin kulağına
oldukça boş geliyor. Aynı zamanda, pek çok eleştirel siyaset teorisyeni,
liberalizmin ilk etapta hiçbir zaman bu yüce tünekte sağlam bir iddiaya sahip
olmadığını ileri sürüyor: Bilâkis, liberalizm, herkesçe tanınmak, belirli bir
meşruiyet elde etmek, ciddi bir saygınlığa kavuşmak için milyonlarca yoksulun,
işçinin, sömürge halk mensubu kişinin cesetlerinin üzerine basarak yükselmiş
bir ideoloji.
Ünlü
Martinikli sömürgecilik karşıtı şair ve yazar Aimé Césaire’ın “faşizm yüzünü
içe dönmüş sömürgeciliktir” ifadesini herkes bilir. Dönüm noktası niteliğindeki
makalesi “Sömürgecilik Üzerine Söylem” de Césaire, otoriterlik, faşizm ve
soykırıma yönelik liberal eleştirileri, emperyalizmin sömürgeleştirilmiş
halklara uyguladığı dehşeti hesaba katmadıkları için şiddetle mahkûm ediyordu. Liberaller, emperyalizmin yol
açtığı dehşetin Kongolu lastik tokmakçılarının kopmuş uzuvlarında, kıtlıktan
mustarip Hintli köylülerin bir deri bir kemik kalmış gövdelerinde ve sırf spor
olsun diye avlanan Yerli Amerikalıların kafa derilerinde karşılık bulduğu
gerçeğini görmezden geldiler. Bu görmezden gelmeler esasen kastiydi, zira klasik
liberalizm, Avrupa’nın, sonrasında Amerika’nın emperyalist ve sömürgeci
saldırılarını desteklemiş, onlara yön vermiştir.
American
Studies dergisinin yazar kadrosunda bulunan akademisyeni Lisa Lowe
makalesinde, vatandaşlık, özgürlük ve özel mülkiyet gibi temel liberal
ilkelerin Amerikan yerleşimci sömürgeciliğini, transatlantik köle ticaretini ve
Doğu Hint Adaları ile Çin arasında eşitsizlik zemininde cereyan eden ticareti
biçimlendirdiğini savunuyor ve bu iddiasını destekleyen etkileyici bir dizi
tarihsel kanıt sunuyor.
Bu
anlamda, İsrail'in inşasına zemin hazırlayan İngiliz sömürge yöneticileri, belirgin bir liberal üstünlük
duygusuyla ve bu üstünlüğü her ne pahasına olursa olsun hayata geçirme
yönündeki ayrılmaz bir biçimde iç içe geçmiş arzuyla hareket ediyorlardı.
Dünya
çapında liberal demokrasinin son dönemde giderek artan krizleri hakkında dilini
sakınmadan dosdoğru konuşan Marksist felsefeci Gabriel Rockhill, liberalizm ile
faşizmin taban tabana zıt siyasi ideolojiler ve eğilimler değil, aksine “suç
ortakları” olduğunu ayrıntılarıyla anlatıyor. Liberalizmi zayıflığa,
yozlaşmaya ve hileye dair bir belirti olarak gören faşizm, merhum Hintli
Marksist Eycaz Ahmed’in de önemle vurguladığı gibi, Narendra Modi döneminde
Hindistan’da modern liberal demokratik kurumlar içerisinde kendisine endişe
verici ölçüde geniş ve rahat hareket edebileceği bir alan açmayı bilmiştir.
Liberalizmin,
özellikle Amerikan liberalizminin birçok temel özelliği, onun faşizm ve
otoriterizmle neden uyumlu olduğunu izah ediyor. Genel olarak bireyciliğe ve
özel olarak bireysel özgürlüğe yönelik aşırı takıntısı, karizmatik güçlü
adamları destekliyor. Herkesi kucaklayan ifade hürriyeti anlayışı, faşistlere bir kürsü sunmayı
reddediyor ama bazen pratikte bu kürsüyü faşistlere teslim ediyor, ama aynı
nezaketi antifaşistlere, hatta Filistinlilere ve onlarla dayanışma içinde
olanlara göstermiyor.
Biden’ın
koltuğunda oturduğu Beyaz Saray ve Temsilciler Meclisi’nden yetmişin üzerinde
Demokrat vekil, Filistin’in önemli sloganı “Nehirden denize / Filistin özgür
olacak” sloganını, “Yahudi toplumuna soykırım çağrısı yaptığı” türünden gülünç
gerekçelerle mahkûm etti. Yirmi iki Demokrat vekil,
Cumhuriyetçi vekillerle birlikte, Rashida Tlaib’i bu sloganı savunan
ifadelerinin sansürlenmesi yönünde oy verdi, ardından da Illinois Temsilcisi
Brad Schneider, liberal “özgür” ifadenin aleni ikiyüzlülüğünü şu cümlesiyle özetledi:
“Tlaib ne isterse söyleme hakkına sahiptir. Ancak sözleri cevapsız kalamaz.” Bu
arada, işgal altındaki topraklarında yaşayan Filistinliler, sessizce ölmekle
yetinmek zorunda kalıyorlar.
Liberalizmin
şiddetsizlik ve burjuva saygınlığının diğer tezahürleri konusundaki inatçı ısrarı, sahte bir şekilde antifaşist öz
savunmayı ve sömürgecilik karşıtı isyanı, faşist ve emperyalist saldırganlıktan
ayırt edilemez hâle getiriyor; örtülü (ya da açık) olarak devlete ve
ikincisinin tipik örneği olan devlet dışı şiddete göz yumuyor. Mevcut
saldırının sinsice İsrail ile Hamas arasındaki bir savaş olarak çerçevelenmesi
(ki bunda tümüyle olmasa da öncelikle Hamas suçludur), yok edilen her
hastanenin, evin veya okulun Hamas’ın saklandığı bir yer olması gerektiği
yönündeki Siyonist iddiayla el ele gidiyor. İlginç bir şekilde, önde gelen
Demokratların çoğu, İsrail güçlerinin 2018 ile 2019’da, şiddet içermeyen Büyük Dönüş Yürüyüşü sırasında iki yüzden
fazla protestocuyu öldürmesi konusunda tek laf etmedi. Belki de ABD’li liberal güç
simsarları, Filistin’in siyasi stratejisi konusunda mutabakat içerisinde, ama
bir biçimde bir varoluş hâli olarak Filistin direnişi konusunda bir türlü
uzlaşamıyorlar.
Bireyin
failliği, kamusal diyalog ve medeniyete dair bu türden yavan anlayışlar, tarihi
bireysel fikirlerin ve bunların ilham verdiği eylemlerin yapıya kavuşmamış
birer yan ürünü olarak gören, nispeten daha yavan bir yaklaşımı temel alıyor. Ünlü
sanayici ve faşizme sempatisiyle bilinen Henry Ford, bireyin failliğini,
kamusal diyalogu ve medeniliği “birbiri peşi sıra gelen lanetler” olarak niteliyor. Yukarıda gösterildiği gibi, Batı
liberalizmi, kanla inşa ettiği dünya tarihini önemsiz gibi gösterme, gizleme ve
silmeyi kendi çıkarına görüyor.
Bugün
İsrail denilen Siyonist devlet, ABD’deki liberal demokratik devletin geçmişteki
hâlinin bir karikatürü (üstelik, günümüzde ABD’de giderek güçlenen beyaz Hristiyan
etnik milliyetçiliğinin içteki nüfuzu göz önünde bulundurulduğunda, İsrail’in
de ileride bu tür bir yola gireceğini kestirmek mümkün). Her iki yönetim de yerleşikleşmiş
ve devam etmekte olan yerleşimci-sömürgeci imha siyasetini özgürlüğün,
eşitliğin ve kardeşliğin doğuşu olarak mitolojikleştirdi. Ayrıca her iki ülkede
de bu tür efsaneler ve onların ön yüzüne yerleştirilmiş çeşitlilik ve hoşgörü resimleri, bugün altta
yatan tarihsel canavarlıkları açığa çıkaracak şekilde yırtılıp atılıyor.
Bu
özellikler, liberalizmle faşizm arasındaki gizli anlaşmanın en belirgin
dinamiklerini anlamak için oldukça önemli, ama bir yandan da liberalizm ve
faşizm, özünde altta yatan motivasyonları veya mevcut mantıkları
kavrayamıyorlar. Rockhill burada kısa, öz, ama yankı uyandıran bir açıklama sunuyor:
“Faşizm ve liberalizm, kapitalist dünya düzenine gösterdikleri sadakat
konusunda ortaklaşıyor.” Son tahlilde liberalizm, dün olduğu gibi bugün de
kapitalizmin ideolojisidir ve hep öyle kalacaktır. Avrupa ve Kuzey Amerika'nın
yeni ortaya çıkan sömürgeci ve emperyalist burjuva sınıflarından düşünürler
tarafından kurulan ve onların küresel yerli burjuva muadilleri eliyle sürekli
olarak yenilenen bu düşünce, geçmiş, şimdiki ve gelecekteki sermaye birikiminin
hem öncülü hem de gerekçesidir.
Filistinlilerin
meşru müdafaası, sadece İsrail devleti ve onun yerleşimcilerinin değil, aynı
zamanda Siyonist işgalden muazzam kâr elde eden çok sayıda ulusötesi şirket
tarafından gerçekleştirilen sermaye birikimini sekteye uğrattığında,
Filistinliler, daha da gözden çıkarılabilir hâle geliyorlar.
Liberalizm
sayesinde gerçekleşmiş gibi görünen demokratik açılımların ve yeniden dağıtım
üzerinden elde edilen faydaların altında aslında itaat nedir bilmeyen, ezilen
halk kitlelerinin imzası vardır. Dahası, bu açılımlar, büyük ölçüde
kapitalizmin mümkün olan en geniş ölçüde işlemeye devam etmesine bağlıydı;
yani, kapitalist sistem krize saplandığında, bu açılımların etkisi gözle
görülür biçimde daraldı ya da tamamen ortadan kalktı. Bu demokratik açılımların
kapsamının salt yeniden dağıtım meselesinin ötesine uzanıp kurtuluşa ulaşılması
için dünya genelinde liberalizmin sunduğu cılız kazanımlardan bile mahrum
bırakılan, milyarlarca değilse bile milyonlarca ezilenin yeniden merkeze oturtulması
ve onlarla dayanışma ilişkisi içine girilmesi gerekiyor.
Liberalizm,
kendi hesabına epey sömürücü ve istismarcı olan feodal kurumların yerini almış
olabilir. Lâkin liberalizm, temelde beslediği ekonomik çelişkiler, sosyal ve
politik krizleri geçici de olsa çözme becerisini yok ettiğinden, üzerinde
iğreti duran o devrimcilik gömleğini çok önceleri çıkartıp attı. Bu tür
sebeplere bağlı olarak liberalizm, zamanı çoktan geçmiş bir düşüncedir.
Mevcut
neoliberal dönem, kapitalizmin beş yüz yıllık gidişatında muhtemelen benzeri
görülmemiş bir dizi kriz üretti; bunların en önemlisi, gerçekten varoluşsal
önemi haiz bir sorun olarak iklim krizidir. Bu krizler hızlanıp yoğunlaştıkça,
zaten şüpheli bir tarihsel, politik ve etik temele dayanan liberalizm,
özellikle ABD’de sunduğu imajla alay konusu hâline geldi. Liberal ideologların
çeşitlilik, eşitlik ve adalet çağrıları, kaçınılmaz olarak ve neredeyse anında,
Filistinlilerin ötekileştirilmesi, servetteki artık saçma bir hâl almış olan
eşitsizlik, alenen belirli bir ırkı ve cinsiyeti temel alan zulüm ve her
zamankinden daha fazla dizginlenmemiş devlet baskısından oluşan hâkim
neoliberal manzarayla çatışmalara yol açıyor; bunun ötesinde, ABD dışında savaş
çıksın diye yaygara kopartan, gemi azıya almış savaş tellâllarından hiç
bahsetmiyorum bile. Söylemeye gerek yok ki, yerleşimci-sömürgeciliğin mirası ve
devamlılığı, bu manzaranın hem yurt içinde hem de uluslararası alandaki
varlığını önemli bir dizi yoldan sağlama ve güvenceye alıyor. Filistinlilerin
içinde bulunduğu kötü hâle yönelik yaygın liberal duyarsızlık ve hatta düşmanlık,
bu düzlemde izah edilmeli.
Filistinlilerin
Hayatı Liberalizmin Sınırlarına Tabi
Mevcut
uluslararası düzende hâkim konumunu korumak için uğraşan tuhaf bir yerleşimci
kolonisi olarak ABD, İsrail’i ortak ruha sahip, kendisi gibi çözümsüz
çelişkilerinin ağırlığı altında ezilme tehdidiyle karşı karşıya olan bir suç
ortağı olarak görüyor. Somut bir ifadeyle şu söylenebilir: İsrail’in
Filistinlilere yönelik soykırım temelli saldırısına verilen izin, ABD’nin Batı Asya
/ Ortadoğu üzerinde kurduğu ve devam eden jeopolitik hâkimiyetin, savunma alanında birlikte
çalıştığı yüklenicilerin ve diğer önemli ulusötesi şirket simsarlarının, ayrıca İsrail Savunma
Kuvvetleri’nin dünya genelinde ulaştığı menzilin sonucu olarak ABD’deki ilerici toplumsal
hareketlerin ezilmesine dönük, giderek yoğunlaşan çabaların ayrılmaz bir parçasıdır.
Filistin denilen ipi çok uzun süre çekerseniz, Amerikan yerleşimci kolonisinin zaten
eskiyip lime lime olmuş dokusu parçalanır: Siyonistler, alaycı bir tavırla,
özgür Filistin talep edenlerin ileride “Amerikan topraklarının sömürgelikten
kurtulması” çağrısında bulunup bulunmayacakları sorusunu yönelttiler. Oysa bu
soru, hiç şüphe yok ki ABD’li egemen sınıfın da sorduğu, politik görevlilerinin
cevabı karşısında tir tir titrediği bir soru.
Biden
yönetimi, İsrail’in ABD ile paylaştığı varoluşsal kaygıları kaba kuvvet yoluyla
dağıtmasına cevaz veriyor, ama farkında olmadan, eleştirel incelemenin ışığını
yalnızca kendi korkunç sınırlarına değil, aynı zamanda yerleşimci-sömürgeci,
kapitalist ve bilhassa neoliberalizm koşullarında, emperyalist liberal
demokrasi alanına taşıyor. Biden’ın maskesinin ne zaman düştüğünü sorsanız,
birileri aylar, birileri yıllar, birileri de onlarca yıl önce düştüğünü
söyleyecektir. Ancak çok daha önemlisi, Filistin’de süregelen trajedi nedeniyle,
Biden’ı ayakta tutan liberal demokratik yapı, yani sermayenin soğuk emirlerinin
politik yüzü, giderek daha fazla faş oluyor.
Daha
önce de belirtildiği gibi, geçtiğimiz haftalarda ABD’deki Filistinlilerin
dayanışma eylemleri ölçek, genişlik ve öfke açısından ilham vericiydi. Ateşkes çağrısı, yalnızca bombardımana ara
vermekle kalmıyor, devam eden kuşatma altında acı çeken ve ölen Filistinlilerle
kurulan, kimsenin inkâr edemeyeceği ölçüde hayati olan dayanışma zeminini
teşkil ediyor. Ateşkes, halkın yüzleştiği kitlesel imha ve yerinden edilme
sürecini sonlandırmasa da onu bir süreliğine durdurmanın en çabuk yolu. Ateşkes,
şu anda Filistin için harekete geçenler arasında hayati bir birlik noktasıdır. Ancak
öte yandan ateşkes, binlerce göstericinin cüretkâr bir çıkışla dillendirdiği
asli şiar olarak, sömürgelikten kalıcı bir
biçimde kurtulma hedefine doğru atılmış ilk önemli adım olabilmeli.
Ateşkes
talebi ne kadar hayati olsa da, bu talebe dayalı daha somut eylem çağrılarının
çoğu hayal kırıklığı ve şüpheyle karşılanıyor. Bu hayal kırıklığı ve
umutsuzluğun kaynakları muhtemelen ulusötesidir: bir yandan İsrail devleti,
angajman kurallarından, uluslararası hukuktan ve liberal demokrasinin
diğer tüm ahlaki ölçütlerinden keyfe keder bir biçimde vazgeçiyor, bir yandan
da ABD’deki liberal demokratik devlet İsrail’e desteğini artırıyor, bu aleni
biçimde haydutlara has olan davranışı kısmen yeniden üretiyor. Eylemcilerin asılsız
iddialar üzerinden gözaltına alınmaları yanında, böylesine önemli bir momentte
Filistin’den yana duran akademisyenlere, gazetecilere, aktivistlere ve cemaatlere
yönelik devlet, şirketler ve kurumlar eliyle yapılan saldırıların arkasında liberal politik figürler
var. Bu da bize ülke içinde ve dışında kurumsallaşmış (neo)liberalizmdeki “ehveni
şer”ciliğin gerçekte sadece kendisine hizmet ettiğini ortaya koyuyor.
Kimilerinin
idealize ettiği, İsrail ile Filistin arasında olduğuna inanılan “uzlaşma zemini”,
günün sonunda toplu mezara dönüştü. “İsrail’den de Filistin’den de yana
olmayalım, uzlaşmacı olalım” diyenler, ölümden başka bir şey vaat etmiyorlar.
Bilhassa neoliberalizmin etkisiyle, bu elde edilmesi zaten güç olan ütopik ve
hayali denge, bu uzlaşma zemini, gerçekte sadece çorak bir arazidir. Burası,
yalnızca kapitalizmin, yerleşimci-sömürgeciliğin ve emperyalizmin kurbanlarının
parçalanmış cesetleri ve intikam almaya ahdetmiş hayaletlerle dolu. Artık bu hayali
zemini geride bırakıp, onca acıdan sonra nihayet kurulacak olan özgür Filistin’in
de sığacağı bir âlemi kurmak için bereketli topraklar aramanın vaktidir.
Sarang Narasimhaiah
20 Kasım 2023
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder