“Sınıf” kavramı, genelde ekonomik gelir
düzeyi sığlığında ele alındığı için, doğru noktaya temas edemiyoruz. Hemen
burada, yazının başında bir orta sınıf tanımına ihtiyacımız var sanırım, yazıdaki
taşlar yerli yerine otursun diye.
Sınıfların, soyluluk durumuna göre belirgin
olduğu orta çağdan çıkıldıktan sonra, zaman içinde sınıflar arası geçişkenlik
yaşanmaya başladı. Ekonomik anlamda alt sınıftan bir birey, yeteneklerini
kullanarak yukarılara tırmanabilir oldu. Çünkü piyasa, demokrasiyi kendine araç
ederek kuşatıcı bir hal aldı.
Her bir bireyin yeteneklerini sistem içinde
değerlendirmek, onları yarıştırmak, mevcut adaletsizliklerin kaynağı olarak da
bireyin kendi yetersizliklerini görmesini sağlamak, kapitalist ekonomiyi ayakta
tutan başlıca etkenler olarak karşımızda duruyor. Dolayısıyla, bireyler arası
rekabet zirveye çıktı. Artık orta sınıf dediğimiz karakter, piyasanın
gereklerini üzerinde taşıyabilen bireydir bana göre. Yani; zekâsını sivri
kullanabilen, tahsilli, kültürel zevkleri olan, sanattan anlayan, geniş ve
nitelikli bir çevresi olan birey, işsiz ve cebinde meteliksiz de olsa orta
sınıftır. Öte yandan, bunlardan diğerine nazaran mahrum olan kişinin toplumsal
rolü ise orta sınıfın altında bir yerlerdedir, sahip olduklarına bakılmaksızın.
O, hayat kalitesini ortalarda bir yerlerde tutabilmek için canhıraş çalışır,
saygı görebilmek için çokça fedakarlıklar yapabilir. Buna karşılık gerçek bir
orta sınıf, manevra alanına sahiptir. Yeteneklerinin piyasa içinde bir
karşılığı olduğunun farkındadır ve istediği zaman kariyer peşinde koşup,
istediği zaman aylak bir biçimde hayatını sürdürebilir. Bununla birlikte, kendi
yaşam formunu, hazlarını ve eksikliklerini bir felsefe olarak ortaya koyabilir.
Tam bu noktada, Herman Hesse, benim anlatmaya
çalıştığım meseleyi bir paragrafta çok güzel ele almış. Diyor ki:
“İnsan,
kendini tümüyle manevi değerlere, tanrıya yaklaşma çabasına, ermişlik idealine
adama olanağına sahiptir. Bunun tersine, kendini tümüyle içgüdüsel yaşama,
duygularının isteklerine teslim edip çabasını anlık hazların kazanımına
yöneltme olanağıyla da donatılmıştır. Birinci yol ermişliğe, manevi şehitliğe,
tanrı uğruna kendini feda etmeye; ikinci yol ise zevkperestliğe, iç güdüler
uğruna canını vermeye, çürüyüp kokuşmalar uğruna kendini gözden çıkarmaya
götürür kişiyi. İşte orta sınıf insanı bu ikisi arasındaki ılıman iklimde
yaşamaya çalışır. Asla kendini gözden çıkarmaz, ne çilekeşliğe ne de
zevkperestliğe adar kendini, asla canını vermeye kalkmaz, asla yok olmayı
istemez. Tersine, onun ideali nefsinden el çekmek değil, ben’ini ayakta
tutmaktır, ne ermişlik ne de onun karşıtı uğrunda çaba harcar. Kayıtsız şartsız
taraf tutmak onun katlanamayacağı şeydir, tanrıya olduğu gibi zevkperestliğe de
kulluk etmek ister, erdemli olmaya çalışır, öte yandan, bu yeryüzünde biraz da
adam gibi rahat yaşamaya bakar. Kısacası, aşırı uçlar ortasında, şiddetli rüzgârlardan,
fırtınalardan korunmuş, sağlığına yararlı ılıman bir bölgeye yerleşmeye
uğraşır. Bunun üstesinden gelirse de, kayıtsız şartsızlığa ve aşırılığa yönelik
bir hayatın sağlayacağı yaşam ve duygu yoğunluğundan da el çekmek zorunda
kalır. Hayatı yoğun olarak yaşayabilmenin tek yolu, faturayı ben’e ödetmektir.
Orta sınıftan biri için kendi ben’inden, kuşkusuz yeterince gelişmeyip güdük
kalmış bu ben’den değerli bir şey yoktur. Dolayısıyla, yoğunluk pahasına
kendini ayakta tutar, güven içinde yaşar, tanrıya sevdalanmışlığını verip
vicdan rahatlığını alır karşılığında, hazzı verip hoşnutluğu, özgürlüğü verip
rahatlığı, ölümcül ateşi verip tatlı sıcaklığı alır. Bu yüzdendir ki yaradılış
bakımından orta sınıfa mensup biri, güçsüz bir yaşam dürtüsüyle donatılmıştır,
korkaktır, kendisini elden çıkarmaktan çekinir, kolay yönetilecek biridir.
Dolayısıyla, gücün yerine çoğunluğu, şiddetin yerine yasayı, sorumluluğun
yerine oylamayı geçirmiştir.”
Teknoloji çağı ile birlikte, dünya her gün
biraz daha küçüldü. Halklar renklerini kaybetti, gitgide birbirine benzedi.
Önce kabileler/aşiretler yıkıldı, sonra büyük aileler ve sonra çekirdek aile
dahi parçalandı ve kala kala bir “birey” kaldı. Kendi küçük dünyasında güçlü,
büyük güçler arasında bir aciz olan birey. Bu bireylerin ortaya koyduğu, onca
entelektüel yoğunluk, erdemli duruş, muhalif tavır, sanat ve edebiyat, cari
olan zulüm karşısında ne kadar da yenik.
Yeryüzü, tarih boyunca yüzlerce halk
eylemlerine şahit oldu. Karşılığında büyük ölümler, işkenceler, bedellere de. Son
yüz yılımız ise, insanların dibine kadar liberalleştiği bir hal aldı. Dünya
liberalleştikçe de bu eylemler hararetini, kararlılığını ve samimiyetini
yitirmeye başladı.
Ölümün kutsal olduğu bir insanlık tarihinden,
yaşamın kutsallaştığı bir döneme geçiş yaşamaktayız. Tabii bu geçişin başrolünü
üstlenen orta sınıf, eski dönemlerde isyancıların azınlığına ve lokomotif
görevine tekabül ediyordu. Şimdi ise, itiraz büyük bir kalabalık halinde orta
sınıfın içinden çıkıyor. Ezilen sınıfların, egemen olana karşı sergilediği
duruş, sınıfsal refleksi dolayısıyla “Ölümünedir”. Bunu “kaybedecek çok şeyi
olmamasıyla” açıklayabileceğimiz gibi, daha ziyadesiyle, “kazanacak bir şeyi
olmamasıyla açıklayabiliriz” diye düşünüyorum. Ya olduğu yerde kalacak ya da
düşecektir. Bu eylemlilik, ona bir sınıfsal bir yükselme şansı tanımaz.
Dolayısıyla, gerçekçi ve kararlıdır.
Fakat orta sınıf, tarihsel karakteri
dolayısıyla düşebilir yahut yükselebilir. İtirazı, en azından kendi mevcut
konumunu korumak içindir temelde. Ortada kalıp, sıçrama şansını devam
ettirebilmek. İnsanlar arasında gördüğü saygıyı, erdemli duruşu ile perçinlemek,
kendini gerçekleştirebilmek, ben’ini ayakta ve ışıltıyla tutabilmek. Bir orta
sınıf, başarısız bir eylemden fenomen olarak çıkabilir. Orantısız zekâsı vardır
onun ya hani.
Orantısız.
Hayatlarındaki hemen her şey küçüktür,
sevgileri, özlemleri ve dahi ihanetleri. Sözleri büyüktür bir tek, bir de
benleri.
“O,
devrimci fikirler uğruna kendini harcayan fedakâr ve heyecan dolu insanlar gibi
kendini feda etmemiştir, bu fikirleri sadece kendi yararına kullanmış, paraya
çevirmiştir. Ama elbette ki bu fikirlerin sivriliğini, tutarlılığını, her türlü
bencilliğe karşı yıkıcı, fanatik ciddiyetini giderdikten sonra.”
(Bruno Bauder)
İşte bu tecrübenin sonunda artık alt
sınıflar, orta sınıfa karşı güvenini yitirmiştir. Sayısız ölümler alt sınıflara
kalırken, birkaç orta sınıfın ölümü, tarih kayıtlarına geçmiş, kitleler
tarafından kahramanlaşmıştır. Alt sınıflar, hayatın içinde, bir şekilde
yaşamsal olarak rekabet kurmak zorunda olduğu ve hep yenildiği orta sınıfa
güvenmektense krala, egemen olana güvenmeyi tercih etmektedir. Egemen olan da
gücünü daimi kılabilmek için, orta sınıfla bir kültür çatışmasına girip, alt
sınıflara karşı olan edebiyatını güçlü tutmaktadır. İnançlar, simgeler,
kültürler arasında bir bağ kurup kendisini ezilenlerin temsilcisi olarak
göstermekte oldukça mahir olmuşlardır.
Kapitalizmin gerçek ürünü olan orta sınıf,
aynı zamanda onu ayakta tutan güçlü direkler olarak karşımızda durmaktadır.
Tam karşımızda, her gün aynada…
Fatih Yerli
6
Aralık 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder