Pages

08 Aralık 2023

Kendimize Bir Tekme, Yarına Bir İhtar

“Sınıf” kavramı, genelde ekonomik gelir düzeyi sığlığında ele alındığı için, doğru noktaya temas edemiyoruz. Hemen burada, yazının başında bir orta sınıf tanımına ihtiyacımız var sanırım, yazıdaki taşlar yerli yerine otursun diye.

Sınıfların, soyluluk durumuna göre belirgin olduğu orta çağdan çıkıldıktan sonra, zaman içinde sınıflar arası geçişkenlik yaşanmaya başladı. Ekonomik anlamda alt sınıftan bir birey, yeteneklerini kullanarak yukarılara tırmanabilir oldu. Çünkü piyasa, demokrasiyi kendine araç ederek kuşatıcı bir hal aldı.

Her bir bireyin yeteneklerini sistem içinde değerlendirmek, onları yarıştırmak, mevcut adaletsizliklerin kaynağı olarak da bireyin kendi yetersizliklerini görmesini sağlamak, kapitalist ekonomiyi ayakta tutan başlıca etkenler olarak karşımızda duruyor. Dolayısıyla, bireyler arası rekabet zirveye çıktı. Artık orta sınıf dediğimiz karakter, piyasanın gereklerini üzerinde taşıyabilen bireydir bana göre. Yani; zekâsını sivri kullanabilen, tahsilli, kültürel zevkleri olan, sanattan anlayan, geniş ve nitelikli bir çevresi olan birey, işsiz ve cebinde meteliksiz de olsa orta sınıftır. Öte yandan, bunlardan diğerine nazaran mahrum olan kişinin toplumsal rolü ise orta sınıfın altında bir yerlerdedir, sahip olduklarına bakılmaksızın. O, hayat kalitesini ortalarda bir yerlerde tutabilmek için canhıraş çalışır, saygı görebilmek için çokça fedakarlıklar yapabilir. Buna karşılık gerçek bir orta sınıf, manevra alanına sahiptir. Yeteneklerinin piyasa içinde bir karşılığı olduğunun farkındadır ve istediği zaman kariyer peşinde koşup, istediği zaman aylak bir biçimde hayatını sürdürebilir. Bununla birlikte, kendi yaşam formunu, hazlarını ve eksikliklerini bir felsefe olarak ortaya koyabilir.

Tam bu noktada, Herman Hesse, benim anlatmaya çalıştığım meseleyi bir paragrafta çok güzel ele almış. Diyor ki:

“İnsan, kendini tümüyle manevi değerlere, tanrıya yaklaşma çabasına, ermişlik idealine adama olanağına sahiptir. Bunun tersine, kendini tümüyle içgüdüsel yaşama, duygularının isteklerine teslim edip çabasını anlık hazların kazanımına yöneltme olanağıyla da donatılmıştır. Birinci yol ermişliğe, manevi şehitliğe, tanrı uğruna kendini feda etmeye; ikinci yol ise zevkperestliğe, iç güdüler uğruna canını vermeye, çürüyüp kokuşmalar uğruna kendini gözden çıkarmaya götürür kişiyi. İşte orta sınıf insanı bu ikisi arasındaki ılıman iklimde yaşamaya çalışır. Asla kendini gözden çıkarmaz, ne çilekeşliğe ne de zevkperestliğe adar kendini, asla canını vermeye kalkmaz, asla yok olmayı istemez. Tersine, onun ideali nefsinden el çekmek değil, ben’ini ayakta tutmaktır, ne ermişlik ne de onun karşıtı uğrunda çaba harcar. Kayıtsız şartsız taraf tutmak onun katlanamayacağı şeydir, tanrıya olduğu gibi zevkperestliğe de kulluk etmek ister, erdemli olmaya çalışır, öte yandan, bu yeryüzünde biraz da adam gibi rahat yaşamaya bakar. Kısacası, aşırı uçlar ortasında, şiddetli rüzgârlardan, fırtınalardan korunmuş, sağlığına yararlı ılıman bir bölgeye yerleşmeye uğraşır. Bunun üstesinden gelirse de, kayıtsız şartsızlığa ve aşırılığa yönelik bir hayatın sağlayacağı yaşam ve duygu yoğunluğundan da el çekmek zorunda kalır. Hayatı yoğun olarak yaşayabilmenin tek yolu, faturayı ben’e ödetmektir. Orta sınıftan biri için kendi ben’inden, kuşkusuz yeterince gelişmeyip güdük kalmış bu ben’den değerli bir şey yoktur. Dolayısıyla, yoğunluk pahasına kendini ayakta tutar, güven içinde yaşar, tanrıya sevdalanmışlığını verip vicdan rahatlığını alır karşılığında, hazzı verip hoşnutluğu, özgürlüğü verip rahatlığı, ölümcül ateşi verip tatlı sıcaklığı alır. Bu yüzdendir ki yaradılış bakımından orta sınıfa mensup biri, güçsüz bir yaşam dürtüsüyle donatılmıştır, korkaktır, kendisini elden çıkarmaktan çekinir, kolay yönetilecek biridir. Dolayısıyla, gücün yerine çoğunluğu, şiddetin yerine yasayı, sorumluluğun yerine oylamayı geçirmiştir.”

Teknoloji çağı ile birlikte, dünya her gün biraz daha küçüldü. Halklar renklerini kaybetti, gitgide birbirine benzedi. Önce kabileler/aşiretler yıkıldı, sonra büyük aileler ve sonra çekirdek aile dahi parçalandı ve kala kala bir “birey” kaldı. Kendi küçük dünyasında güçlü, büyük güçler arasında bir aciz olan birey. Bu bireylerin ortaya koyduğu, onca entelektüel yoğunluk, erdemli duruş, muhalif tavır, sanat ve edebiyat, cari olan zulüm karşısında ne kadar da yenik.

Yeryüzü, tarih boyunca yüzlerce halk eylemlerine şahit oldu. Karşılığında büyük ölümler, işkenceler, bedellere de. Son yüz yılımız ise, insanların dibine kadar liberalleştiği bir hal aldı. Dünya liberalleştikçe de bu eylemler hararetini, kararlılığını ve samimiyetini yitirmeye başladı.

Ölümün kutsal olduğu bir insanlık tarihinden, yaşamın kutsallaştığı bir döneme geçiş yaşamaktayız. Tabii bu geçişin başrolünü üstlenen orta sınıf, eski dönemlerde isyancıların azınlığına ve lokomotif görevine tekabül ediyordu. Şimdi ise, itiraz büyük bir kalabalık halinde orta sınıfın içinden çıkıyor. Ezilen sınıfların, egemen olana karşı sergilediği duruş, sınıfsal refleksi dolayısıyla “Ölümünedir”. Bunu “kaybedecek çok şeyi olmamasıyla” açıklayabileceğimiz gibi, daha ziyadesiyle, “kazanacak bir şeyi olmamasıyla açıklayabiliriz” diye düşünüyorum. Ya olduğu yerde kalacak ya da düşecektir. Bu eylemlilik, ona bir sınıfsal bir yükselme şansı tanımaz. Dolayısıyla, gerçekçi ve kararlıdır.

Fakat orta sınıf, tarihsel karakteri dolayısıyla düşebilir yahut yükselebilir. İtirazı, en azından kendi mevcut konumunu korumak içindir temelde. Ortada kalıp, sıçrama şansını devam ettirebilmek. İnsanlar arasında gördüğü saygıyı, erdemli duruşu ile perçinlemek, kendini gerçekleştirebilmek, ben’ini ayakta ve ışıltıyla tutabilmek. Bir orta sınıf, başarısız bir eylemden fenomen olarak çıkabilir. Orantısız zekâsı vardır onun ya hani.

Orantısız.

Hayatlarındaki hemen her şey küçüktür, sevgileri, özlemleri ve dahi ihanetleri. Sözleri büyüktür bir tek, bir de benleri.

“O, devrimci fikirler uğruna kendini harcayan fedakâr ve heyecan dolu insanlar gibi kendini feda etmemiştir, bu fikirleri sadece kendi yararına kullanmış, paraya çevirmiştir. Ama elbette ki bu fikirlerin sivriliğini, tutarlılığını, her türlü bencilliğe karşı yıkıcı, fanatik ciddiyetini giderdikten sonra.”

(Bruno Bauder)

İşte bu tecrübenin sonunda artık alt sınıflar, orta sınıfa karşı güvenini yitirmiştir. Sayısız ölümler alt sınıflara kalırken, birkaç orta sınıfın ölümü, tarih kayıtlarına geçmiş, kitleler tarafından kahramanlaşmıştır. Alt sınıflar, hayatın içinde, bir şekilde yaşamsal olarak rekabet kurmak zorunda olduğu ve hep yenildiği orta sınıfa güvenmektense krala, egemen olana güvenmeyi tercih etmektedir. Egemen olan da gücünü daimi kılabilmek için, orta sınıfla bir kültür çatışmasına girip, alt sınıflara karşı olan edebiyatını güçlü tutmaktadır. İnançlar, simgeler, kültürler arasında bir bağ kurup kendisini ezilenlerin temsilcisi olarak göstermekte oldukça mahir olmuşlardır.

Kapitalizmin gerçek ürünü olan orta sınıf, aynı zamanda onu ayakta tutan güçlü direkler olarak karşımızda durmaktadır.

Tam karşımızda, her gün aynada…

Fatih Yerli
6 Aralık 2023

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder