“Ancak oluş içerisinde
var olabiliriz. Hakikat, kendisini eylemde ortaya koyar. […] İman, vicdanlı bir
ideolojiye dönüştürülmelidir.”
[Ali Şeriati]
Dr. Ali Şeriati (1933–1977) dindarlığı, topluma sunduğu hizmetler ve zahitliği ile itibar kazanmış, meslekten din âlimi olan bir ailenin içine doğdu.[1]
1960’ta
Meşhed Üniversitesi’nin Fransızca ve Arapça bölümlerini bitiren Şeriati,
Paris’e gitti ve burada sosyoloji ve dinler tarihiyle ilgili doktora çalışmasını
tamamladı. Paris’teyken Batı’nın ürettiği toplumsal-politik düşünceleri ve
felsefeyi inceleyen Şeriati, bu dönemde en çok Sartre, Gurvitch ve Louis
Massignon’dan etkilendi.
Şeriati,
aynı zamanda Üçüncü Dünya’da süren sömürgecilik karşıtı mücadelelere, bilhassa
Cezayir kurtuluş savaşına destek veren öğrenci hareketleri içerisinde aktif
olarak yer aldı. Bir yandan da Fransa’da okuyan Pehlevi karşıtı İranlı
öğrencilerin eylemlerine katıldı. 1965’te ülkeye döndüğünde hapse atıldı. Kısa
süre sonra serbest bırakılan Şeriati, Meşhed Üniversitesi’nde okutman olarak
çalışmaya başladı. Burada politik konuşmalar yaptığı dersleri çok sayıda
öğrenciyi etkiledi.
1967’de
Şeriati, Tahran’a taşındı. Burada yeni kurulan ve modernize edilmiş bir İslamî
müfredatı öğrencilerine sunmaya çalışan Hüseyniyye-i İrşad’da hoca olarak
çalışmaya başladı. Şeriati’nin okulda verdiği dersler, sadece liseli ve
üniversiteli öğrenciler değil, birçok seküler solcu aydın arasında da popüler
hâle geldi. 1972’de hapse atılan Şeriati, Fransız ve Cezayir hükümetlerinin
müdahaleleri üzerine 1975’te serbest bırakıldı. Mayıs 1977’de ülkeden
ayrılmasına izin verilen Şeriati, Londra’ya gitti. Burada, aynı yılın Haziran
ayı içerisinde kalp krizi sonucu vefat etti.[2] Toplam asarı otuz beş cildi
bulan Şeriati’nin birçok dersinin kayıt dökümleri öldükten sonra yayımlandı.
Şeriati’nin
“devrimci İslam” ideolojisinin yapısal ve söylemsel açıdan postkolonyalizmle
yakınlık arz ettiğini söylemek mümkün. Her iki görüş de politik içeriğini ve
kavramsal dayanak noktasını belirli bir uluslararası politik-kültürel döneme
borçlu. Bu dinamik olan uluslararası boyut ise temelde farklı toplumsal-politik
biçimlerde karşılık bulan özel bir dizi uzamsal-tarihsel konumdan oluşuyor
(Chakrabarty 1992).
Bir
yandan da Şeriati’nin politik düşüncesiyle akademik postkolonyalizm arasındaki
önemli farklılığa işaret etmek gerekiyor. Akademik postkolonyalizmde
emperyalist özne ile sömürge denilen özne arasında kurulan, belirli bir sisteme
oturtulan, kurallar dizisine bağlanan eşitsiz ikiliği yapısöküme uğratma
eğilimi mevcut. Buna karşılık, Şeriati ise uluslararası düzlemde işleyen
diyalektik bir süreç olarak moderniteye ait dinamiklerin ürettiği
sosyo-kültürel ve politik-tarihsel deneyimlerin heterojenliğinden türeyen yeni
devrimci pratiği yorumluyor.
Bu
anlamda, postkolonyalist proje, toplumlar arası kültürel farklılıkları nevi
şahsına münhasır kabul ediyor, ama bir yandan da bu farklılıkları Batı
karşısında ufaltmaya ve küçümsemeye çalışan Avrupamerkezcilik eğilimini silip
atmak için uğraşıyor (Bkz.: Blaney ve Inayatullah 2002). Öte yandan, Şeriati de
gelişim sürecine dair, kültürel farklılığı toplumsalın kurucu bileşeni olarak
görse de ilgili farklılığı anlamaya, ona karşı koymaya, mümkünse, Batı ile
kısmi, yani toplumsal-ekonomik birleşmeyi sağlamak amacıyla, radikal politik
pratik üzerinden aşmaya çalışıyor.
Bu
anlamda Şeriati’nin toplam asarı, İslamî kozmolojide ontolojik olarak yerleşik
olan evrensel sosyalist ütopya ile sorunsuz, kimilerinin dediğine
göre, çelişkili bir biçimde sürdürülen modern/Batılı bir radikal politik
pratiğin sadece mümkün değil, ayrıca acil bir ihtiyaç olduğunu söylüyor. Başka
bir ifadeyle Şeriati, “hakiki” İslam’ın doğası gereği eşitlikçi, dolayısıyla,
toplumsal ve bireysel hayata kural temelli bir anlam ve ahlaki bir yön temin
eden kapsamlı bir etik boyutuna sahip olduğu için, sosyalizme üstün olduğuna
inanıyor. Şeriati, İslam’ın evrensel bir çağrısı olduğunu, tüm kültürel ve
ulusal çeşitliliğe uyum sağlayabileceğini düşünüyor. Peki ama, Şii âlimlerin
ellerindeki otoriteden kaynaklı itibardan yoksun olan ve meslekten din adamı
olmayan Şeriati, karşısına çıkarttığı onca düşünsel ve politik güçlüğe rağmen,
bu felsefi sentez üzerinde neden bu kadar duruyor?
Bunun
nedeni, Şeriati’nin sömürge olan ve modernleşen bir toplumda devrimci öznenin
oluşu için toplumlararası farklılığın politik sonuçlarına dair bilincidir.
Şeriati’nin düşünsel pratiğinin itici gücü, yüceye yerleştirilmiş bir politik
hedeftir. En basit ifadesiyle bu politik hedefse “zulmün tüm tezahürleriyle
ortadan kalkacağı tektanrıcı sınıfsız toplumdur (cemiye bi tabakaye tevhidi).
Muhafazakârlar, Şeriati’nin bu dini projesini küçük görürler ve anlamsal açıdan
sosyalizmle ilişkilendirdikleri projenin aslında “İslamî Marksizm” olduğunu
söylerler.
Şeriati,
bu hedefe ulaşmak için neyin gerekli olduğunun bilincindedir: devrimci bir
kitlesel hareket. Bu devrimci öznenin oluşumuna illaki devrimin ana öznesi
olarak “proletarya ya da milli burjuvazi” değil, halkın kültürel-duygusal
hassasiyetlerini görecek, onlarla olumlu ilişki kurup onları harekete geçirecek
politik bir ideoloji eşlik etmelidir.
Şeriati’nin
inancına ve İran soluyla sürekli tartışırken dillendirdiği tespitlere göre
modern sınıflar anlamında burjuvazi ile proletaryanın İran’da Batı’da tarihsel
planda geliştiği hâliyle varolmamaktadır (Shariati 1979b). Bu kanaati dâhilinde
Şeriati, gelişim sürecindeki eşitsizlik, buradan da gerçek bir olgu olarak
farklılık üzerinde duran argümanlar dillendirir.[3] Ona göre, radikal,
eşitlikçi ve eyleme ilham verecek bir politik ideoloji, ancak Lukács’ın bahsini
ettiği sınıf bilincine değil, “halkın”, “ezilenlerin” bilincine seslenebilir.
Öte
yandan, işçi sınıfını, küçük burjuvaziyi ve köylülüğü içeren “halkın” veya
“ezilen” çokluğun bilinci, “geleneksel” İslamî politik tahayyülün belirlenimi
altındadır. Bu belirlenim, üretken olmayan ticaret burjuvazisinin (pazarın)
ekonomik güç zemininin baypas edilmesini sağlayan, ülkedeki modern dönüşümün
özgül niteliğinin bir sonucudur. İlgili dönüşüm, bir yandan da ülke
ekonomisinde küçük atölyelerin sahip olduğu hâkimiyet sebebiyle, sayısal açıdan
ufak, örgütsel düzlemde dağınık olan bir işçi sınıfı meydana getirmiştir
(Shariati 1977a, 1986, s. 18). Ancak her iki sınıf da, bilhassa genç kuşak,
Batı kültürüyle ve eğitimiyle farklı düzeylerde de olsa tanışmıştır. Bu tür bir
tespit üzerinde duran Şeriati, “modern” dilin” kolay galeyana gelen,
zayıflatıcı bir niteliğe sahip “geleneksel” konuşma tarzı ile ayrılmaz bir
bütün oluşturduğu düşüncesindedir. Ona göre, kendi failliği içerisinde halktan
destek görecek devrimci bir ideolojinin hayatî bir ihtiyaç hâline gelmesini
ancak sınıf bilincine sahip, seçkin bir niteliği haiz liderler sağlayabilir.
Şeriati’deki “devrimci İslam” fikrine politik düzlemde yön veren ve onu ayrıksı
kılan ana özellik, bu tespitte gizlidir.[4]
Şeriati’nin
bu düşünsel girişimine iki kesim itiraz eder: Şii ulemanın elindeki geleneksel
kurumlar ve otorite, ayrıca seküler güçler. Şiiliğin tarihsel düzlemde çeşitli
dönemlerde devlete suç ortaklığı ettiği bir ülkede Şeriati, Şii ulemayı
pasiflik, tevekkül anlayışı ve kadercilikle malul bir sosyo-politik tahayyül ve
eğilim ortaya çıkarttığı için acımasızca eleştirir. Şeriati’ye göre pasiflik,
tevekkül anlayışı ve kadercilik, “servet, güç ve hile”den oluşan üç kötülüğün
İran’a hâkim olmasının birer sonucudur. Burada servet pazarı (küçük
burjuvaziyi), güç şahlık rejimini, hile de Şii ulemasını ifade eder.[5]
Seküler
sol ise farklı bir meseledir. Düşünsel açıdan Şeriati, Marksizme birbiriyle
çelişen iki farklı açıdan yaklaşır. O, Marksizmle ilişkisinde hayranlık ile
etik-felsefi eleştiri arasında salınıp durur.[6] Şeriati’ye göre Marksizm, insanı
sadece üretim temelinde yorumlayıp değerlendirdiği için boyutsuz, muvazenesiz
ve eksiktir (Hanson 1983, s. 16). Marksizm temelde, “Batı burjuvazisinin dünya
görüşü”nü muhafaza etmiştir” (Shariati 1979a, s. 117).
Ama
öte yandan Şeriati, politik düzlemde İran’daki yeni sola büyük bir sempati
besliyordu. Onun hedeflerini paylaşıyor, takipçilerindeki ideolojik adanmışlığa
ve devrimci gayrete hayranlık duyuyordu. Bir yandan da solcuların
stratejilerini, kapalı dillerini, kitlelerle iletişim kuramıyor oluşlarını,
halkın kültürüyle aralarındaki mesafeyi ve söylemlerinin tarz ve hedef kitle
açısından içe dönük oluşunu eleştiriyordu. Bu eleştirilere rağmen Şeriati,
geleneksel Şii ulemasından farklı olarak, yeni solun ittifak kurulması gereken,
önemli bir güç olduğuna inanıyordu.
Bu
yaklaşımı Şeriati’nin Marksist politik-felsefi birikimi, daha genel anlamda
dönemin politik ve felsefi bilgisini neden edindiğini de izah ediyor. Şeriati,
muhtemelen Lenin’in “öncü parti” taktiğini yanlış okuması sebebiyle, devrimci
liderliğin “kendisini davaya adamış aydınlar”ın elinde olması gerektiğine
inanıyor, bu sebeple, politik eylem planında üniversiteye ve üniversitelere
büyük bir önem atfediyordu (Shariati 1977a, 1980a, 1986, s. 46 ve sonraki
sayfalar).[7]
* * *
Bu
noktada Şeriati’nin devrimci İslam’ına biraz daha yakından bakalım.[8] Şeriati,
her fırsatta toplumlar arası farklılıklar sebebiyle Üçüncü Dünya toplumlarındaki
radikal aydınların sosyo-ekonomik gelişim konusunda Batı’nın ortaya koyduğu
deneyimin taklit edilemeyeceği hususunu akıllarından çıkartmamaları gerektiğini
söylüyordu. Çünkü:
“Avrupalı aydın, üç yüzyıl
süren Ortaçağ’ın ve iki yüzyıl süren Rönesans’ın içinden geçmiş bir aydınla
ilişki içerisinde. […] ayrıca dini ruhun hâkim olmadığı bir ortamda yaşıyor.
[…] Hayatını gelişkin sanayiye sahip bir burjuva sistemi içinde sürdürüyor […]
büyüme ve kendisi hakkında bir bilince kavuşma sürecinde üst mertebeye geçmiş
durumda. […] Avrupa’daki sanayi proletaryası, ayrı ve bağımsız bir sınıf
meydana getirdi. […] Bense burjuvazinin büyük şehirler haricinde henüz yeni
yeni gelişmeye başladığı bir toplumda yaşıyorum. Komprador burjuvazi, gerçek
bir üretim sisteminin ürettiği bir burjuvazi değil, aracı sınıftır. […] Bizim
toplumumuzda hâlen daha bir işçi sınıfı yok. Sadece gruplar var.”
(Shariati 1977a, s. 1; ayrıca bkz.: Shariati 1986, s. 9–23)
Şeriati’nin
kanaatine göre insan, sınırsız ve her şeyi kuşatan arzulara sahiptir, buna
karşılık, gelişim süreçleri ve kültürler arasındaki farklılık (eşitsizlik) bu
arzuların gerçekleştirilmesi için devreye sokulan her türden özel politika
anlayışının evrenselliğine halel getirir. Yani en etkili failliği ortaya koymak
için özel politik stratejiler geliştirilmeli, bu politik stratejilerin
yürürlüğe konulması için çalışılmalıdır. Bu politik strateji konusunda birçok
rengi ve yönelimi dikkate alan yaklaşım, devrimci ideolojinin yerele ait
örneklerini görmeli, politik statükonun aşılması için dünle bugünün birbirine
bağlanması yoluyla kültürel açıdan özel kolektif tahayyülü ve evrensel insanî
idealleri birleştirip yarına taşıyan ideolojileri edinmeli ve tarihsel açıdan
hedefe nasıl yürüneceği konusunda dümdüz ilerleyen bir yol tasavvuruna sahip
olan yaklaşımları yürürlükten kaldırmalıdır. Tam da Şeriati’nin dediği gibi,
“tarihin yakasına yapışıp onu feodalizmden sosyalizme ancak bilinçli ve tetikte
olan bir birey taşıyabilir.” (Aktaran: Rahnema 2000, s. 291).
Şeriati’ye
göre, bu dönüşümü esas alan bilinç, ideolojinin bir ürünüdür. Bu ideoloji,
İslam’dır:
“İdeoloji olarak İslam,
bilimsel bir uzmanlık alanı olarak görülmemeli. O, insanın kültür sistemi
değil, bir inanç sistemi olarak görülmesi gereken düşünce okulu üzerinden
edindiği bir histir.” (Shariati 1968, s. 5).
Şeriati’ye
göre, her türden ideoloji iki temel unsura ihtiyaç duyar: bir dünya görüşüne ve
bir tarih felsefesine (Shariati 1968, giriş bölümü). İslamî düşünce ve tarihten
bu iki unsuru temin etme girişimi dâhilinde Şeriati, İslamî kaynakları Marksist
bir açıdan yeniden okur. Bu yeni okuma süreci, ne tek başına Marksizmle ne de
önceden varolan “İslam”la örtüşen bir resmin oluşmasını sağlayan, çeviri
pratiği ile teoriyi anlaşılır kılma çabasını da içerir. Gene de bu oluşan resim,
hâlen daha İslamî bir tahayyül üzerinden görünebilmektedir ve İslam etiği ile
kozmolojisinin oluşturduğu kültürel tuval üzerine çizilmiştir.
Şeriati,
bu yeni tefsir stratejisinin, Şii İslamı’nın teolojik ve felsefi kategorileri
ve dilinin gelenekte aldığı biçimi muhafaza eden bir pratik olduğunu, ama öte
yandan, kendisinin bu kategorilerin ve dilin muhtevasını devrimci pratiğe
hizmet edecek şekilde, yeniden oluşturduğunu söyler. Bu strateji, pratikte
İslam’a ait “sembolik dil”i kullanır (Shariati 1979a, s. 71). Ona göre bu
düşünsel pratiğe ait araç, aynı zamanda İslam öncesi Arap toplumuna ait
gelenekler ve âdetlerle ilişkisi dâhilinde Hz. Muhammed tarafından da
kullanılmıştır.
Bu
aracın kullanıldığı bir alan “Habil-Kabil” hikâyesinin tefsiri ise diğeri de Şiilerdeki
imamet anlayışıdır. Şeriati, bu imamet anlayışını ve ilgili hikâyeyi
alabildiğine devrimci ve modern bir yaklaşımla ele alır.
O
güne dek açgözlülüğün sonuçlarına dair ahlaki bir hikâye olarak ele alınan
Habil-Kabil hikâyesi, Şeriati’nin yeni tefsirinde İslamî tarih felsefesi için hazırlanan
temel malzemenin kaynağı hâline gelir.[9] Bu hikâyede Şeriati, “birbirine düşman
olan ve aralarında çelişki bulunan iki unsur” arasındaki “diyalektik çelişki”nin
ürettiği belirli bir “tarihsel determinizm” tespit eder. Şeriati’ye göre Habil-Kabil
hikâyesi, “Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak insanın tarihinin bir
çelişkiyle birlikte başladığını ortaya koymaktadır. Bu kavgaya yönelik
değerlendirmesinde Şeriati, Marksist üretim tarzı ve sınıflar mücadelesi”
kavramlarını başka bir biçimde ifade eder. Onun tespitine göre:
“Habil, mülkiyetin ortaya
çıkmasından önce varolan ilkel sosyalizmin, hayvanların otladıkları çayırların
belirleyici olduğu ekonominin hüküm sürdüğü çağı, Kabil ise tarımsal sistemi,
bireysel veya tekelci mülkiyeti temsil eder. […] Göçebe çoban olan Habil’i
toprak sahibi Kabil öldürür; böylelikle kardeşliğin ruhunun ve gerçek imanın hüküm
sürdüğü, üretim kaynaklarının ortak mülkiyete ait olduğu dönem kapanır, yerini
dini düzenbazlıkla birlikte, özel mülkiyet sisteminin tesis edildiği, tarım
çağı alır.” (Shariati 1979a, s. 98–9)
Dile
getirdiği bu argümanın okurda Marksizmi çağrıştıracağının farkına varan
Şeriati, hemen bir ayrıma gider ve Marx’a itiraz ederek, eşitlikçi göçebe
toplumun eşitlikçi olmayan, sınıflara ayrışmış, mülkiyet temelli tarım
toplumuna evrilmesinin üretim güçlerinin gelişiminin veya işbölümünün ortaya
çıkışının sonucu olmadığını, sadece güçle alakalı olduğunu söyler (Shariati 1979a,
s. 100). Şeriati’nin toplam projesi açısından bu tez önemlidir, zira Marksist
kategorilere yönelik iki müdahaleyi içermektedir. Bir yandan, bu tez üzerinden
Şeriati, yanlış bir anlama neticesinde, asli nedenin “politik” olduğunu söyler.
Bir yandan da tarihsel hareket dâhilinde “sömürü” denilen ve ekonomiden alınan
kategorinin karşısına “politik” bir kategori olarak “zulmü” çıkartmak suretiyle
Şeriati, “halk”tan, “yönetilenler”den ve “ezilenler”den söz eder, böylelikle “işçi
sınıfı”nı çöpe atma imkânı bulur.[10] Esasında bu tür bir fikriyata yön verense
Şeriati’nin devrimci pratik üzerinden o dönemin İran’ındaki tüm sosyo-politik
ve ekonomik koşullara dair değerlendirmeleridir.
Şeriati’nin
“biçimi muhafaza edip içeriği değiştirme” ile ilgili pratiğine dair
verilebilecek diğer bir önemli örnekse Şiilerdeki imamet ilkesine dönük yaklaşımıdır. Bu imamet anlayışı, hem politik muhalefet çizgisinin hem de siyasetten
uzak duran çizginin öğreti düzleminde temelini teşkil etmektedir. Şiilik
tarihinin önemli bir kısmında, bilhassa Şiiliğin Safevi devletinde devlet dini
olarak benimsenmesinden beri imamet, gayb anlayışı ile bağlantısı dâhilinde,
istibdadın ve zulmün fiiliyatta meşrulaştırılmasının ana teolojik zemini hâline
gelmiştir.
“Hz. Muhammed’den sonra
tarihe havale edilmiş olan tevhid inancının yükünü imamet kurumu, Ali ve O’nun
soyundan gelenler omuzladılar. Ama süreç içerisinde bir protesto hareketi
olarak ortaya çıkmış olan Şiilik, güç ve para sahibi kişilerin elinde bir araç
hâline geldi. […] Onun gerçek yüzü, fırsatçılığın, kararsızlığın ve yanlış yorumların
altında gizlendi.” (Shariati 1979a, s. 30)
Şeriati’ye
göre, beklemekteki, “intizar”daki pasif duruş ve kadercilik, onikinci imamın geri
geleceğine dair gayb anlayışı temelinde ulema tarafından şiar edinilmiş, bu
ulema, son imamın geri dönüşü ve İslam’ın ideal toplumu anlamında ümmetin inşası
için hazırlık yapılmasına dönük bilinçli eylemin temelinin bu anlayış olduğunu
söylemiştir. (Shariati 1979a, s. 119). Onun tespitiyle, “intizar fikri, itiraz mezhebi
hâlini almıştır” (Shariati 1979c). Bu kesintisiz ilerleyen bilinçli eylemin
devrimci manada ileri taşınması için imametin gerçek ve kapsamı genişletilmiş
anlamını ifade eden liderliğe ihtiyaç vardır.
Devamında
Şeriati, ustaca bir hamleyle, imamet anlayışının sadece Şiiliğe has olan yan
anlamını derinleştirmeye çalışır. Bunun için de “ümmet” kelimesinin
etimolojisine eğilir. İdeal İslam toplumunu ifade eden “ümmet” kelimesinin kökü
“amm”, hem yol hem de niyet anlamına gelmektedir (Shariati 1979a, s. 119).
Şeriati’ye göre yol ve niyetin aynı kelimede bir araya gelmiş olmasıyla ümmet
anlayışı, İslam’ın normatif hedefini evrensel kılmakta, bu anlamda, kanını ve
toprağını özel ve yüce gören milliyetçilik gibi akımları aşan, onların üzerinde
duran bir yaklaşım ortaya koymaktadır (Shariati 1986, s. 15).[11]
Ayrıca
Şeriati’ye göre ümmetin altyapısını ekonomi teşkil etmektedir. “Dünyevi
hayattan mahrum olanlar, manevi hayata sahip olamazlar” (Shariati 1979a, s.
119). Dolayısıyla, ümmetin temeli, eşitlik, adalet, her şeyin halkın
mülkiyetinde olması, sınıfsız toplum, özetle, Habil’in sistemin diriltilmesi
çabasıdır (Shariati 1979a, s. 119).[12] İdeolojik tefsir çalışmasının bu
aşamasında Şeriati, kendi imamet anlayışını herkesin anlayacağı, yeniden
yapılandırılmış bir biçim dâhilinde takdim eder:
“Ümmetin politik felsefesi
ve inşa edeceği rejimin biçimi, başların demokrasisi, birbirine rakip toplumsal
güçlerin elinde oyuncak olan sorumluluktan ve amaçtan yoksun liberalizm,
kokuşmuş bir düzen olarak aristokrasi, halk karşıtı diktatörlük veya kendi kendisini
insanlara dayatan oligarşi değildir. Onun kuracağı rejim, faşizmden başka bir
şeyi ifade etmeyen, liderden ibaret bir şey değildir. O, kendisini davaya
adamış, kendi dünya görüşü ve ideolojisi temelinde, yaratılış planı dâhilinde
insanın kutsal hedefine ulaşmak adına, toplumdaki büyümenin ve hareketin
sorumluluğunu üstlenmiş saf liderlerin rejimidir. İmametin gerçek anlamı, işte
budur!” (Shariati 1979a, s. 119–20)[13]
İmametin
kişisel boyutunu geri plana itip, “yola ve niyete” vurgu yapan Şeriati, görünen
o ki, okur ve dinleyici kitlesini genişletmek, bu anlamda, hem Sünni
Müslümanlarla hem de sekülerlerle ilişki kurmak derdindedir. Ayrıca aydınların
rolü bağlamında “sorumluluk” ve “davaya bağlılık” gibi önemli meselelere vurgu
yapmak suretiyle Şeriati, Doğu tasavvufu başlığı altında tasnif ettiği Sartre
varoluşçuluğunu teorik kurgusuna dâhil etmektedir (Shariati 1977b, s. 1). Fakat
bir yandan da Şeriati’nin sorumluluk ve davaya bağlılık üzerinde duran varoluşçuluğu,
metafizik bir olgu olarak hakikat fikrinden yoksun olan veya bu fikre sırtını
dönmüş olan bir yaklaşımın ürünü olarak Sartre varoluşçuluğundan farklı bir yerde
durmaktadır. Şeriati’nin varoluşçuluğu, Sartre varoluşçuluğuyla benzer
motivasyonları ve sonuçları paylaşıyor olsa da dinî hakikati temel almaktadır. Ayrıca
Şeriati’nin diline, yeniden değerlendirmeye tabi tutulmuş ve politize edilmiş
bir İslamî tasavvuf (irfan) anlayışı hâkimdir. Şeriati, bu anlayışa her daim
bağlı kalmışsa da bu anlayış, Louis Massignon ile kurduğu ilişkinin neticesinde
yeni bir anlam ve öneme kavuşmuştur (Shariati 1970).[14]
Şeriati,
teorik çalışması dâhilinde teorik ve politik bir dizi kavramı kendi verdiği
anlamlarla birlikte kullandı ki bu, aslında eşitsiz ve birleşik gelişim
süreçlerinin ortak özelliğidir (Knei-Paz 1978, s. 192–8). Tam da bu sebeple,
yetmişler İran’ında bir Marksist eylemci, Şeriati’nin dilinde İslamî örtüye
sarılmış Marksist sözlükçeden yararlanan bir program tespit etmiştir: Bu
programa göre, kayıp imamın modern vekili olarak “kendini davaya adamış aydın”,
eksik olan proletaryanın yerine kullanılan “halk”a öncülük edecek, onu sosyalizmin
dengi olan ideal ümmet toplumuna taşıyacak.
Gelenekçi
ailelerden gelen, ama dine karşı hassasiyetleri hâlen daha güçlü olan genç ve
eğitimli İranlılar, Şeriati’de sol siyasetin karşısına çıkartılabilecek, radikal
ve modern, ama hâlâ İslamî olan alternatif bir yol buldular. İman ve takva arasında
sıra dışı bir ilişki kuran Şeriati, bu sayede Şiilikteki hâkim, muhafazakâr
ve pasif dili o dönemin devrimci mücadelesiyle Müslümanlığın kökten reforma
tabi tutulmuş hâli anlamında “devrimci İslam”ın yaratıcı sonuçlara yol açan
birliğinin damgasını vurduğu popüler bir ideolojik güce dönüştürmeyi bildi.
Kamran Metin
[Kaynak:
“Decoding Political Islam: Uneven and Combined Development and Ali Shariati’s
Political Thought”, International Relations and Non-Western Thought :
Imperialism, Colonialism and Investigations of Global Modernity içinde, Yayına
Hz.: Robbie Shilliam, Taylor & Francis Group, 2010, s. 115-121.]
Dipnotlar:
[1] Rahnema (2000) Şeriati’nin politik biyografisini en iyi biçimde ve tüm
yönleriyle aktaran bir çalışma ortaya koymuştur.
[2]
İran’daki muhalif örgütler ve Şeriati takipçileri, hep Şeriati’nin İran gizli
polisi SAVAK tarafından katledildiğini söylediler.
[3]
Şeriati, “zürafa” mecazını, sömürge toplumlarının ve sömürgecinin tebaası olan
halkların melez niteliğini tarif etmek için kullanır.
[4]
Şeriati (1971, 1972) “devrimci”, “Alevî” ve “kızıl” gibi sıfatları, kendi
radikal (“hakiki”) İslam anlayışının yerine kullanır.
[4]
Şeriati’nin Şii ulemasına yönelttiği yoğun saldırılar konusunda bkz.: Shariati
(1971, 1972, 1977c).
[5]
Şeriati, Marksizm ve Diğer Batı Mügalataları isimli çalışmasında sonrasında
muhafaza edeceği Marksizm eleştirisini dile getirir. Bu eleştirinin eleştirisi
için bkz.: Bayat (1990). Şeriati’nin Marksizmle kurduğu, açmazlarla ve çelişkilerle
malul ilişkisi için bkz.: Dabashi (2006, s. 135–40).
[6]
Halkın Mücahitleri, Şeriati’nin fikirlerini örgütsel düzeyde diğer tüm örgütlere
nazaran en fazla ifade eden ve yansıtan örgüttü.
[7]
Bu tartışmada Şeriati’nin İnsan ve İslam (1979) çalışmasından istifade
edilmiştir.
[8]
Tartışmanın bu kısmında Şeriati’nin İslam Sosyolojisi Üzerine isimli eserinden
(s. 97–110) istifade edilmiştir.
[9]
Şeriati, Kur’an’da geçen “en-nas” kelimesi ile “halk” kelimesini eşitler (Shariati
1979a, s. 49).
[10]
Şeriati, milliyetçiliğin Avrupa’da belirli bir tarihsel konjonktürde olumlu
sonuçlara yol açtığını kabul eder. İran milliyetçiliği ile devrimci İslamî ideoloji
arasındaki karmaşık, çoğunlukla iki tarafı da besleyen ilişki için bkz.: Paul L.
1999.
[11]
Şeriati bu tespitine Marksistlere karşı bir konum almak adına hemen şu notu
ekler: “altyapı amaç değil, sadece araçtır.”
[12]
Hatta Şeriati, Protestanlığın temelde Hristiyanlığın Müslümanlaştırılması
çabası olduğunu söyler (Shariati 1979b, p. 56).
[13]
“Kendisini davaya adamış aydın” konusunda bkz.: Shariati 1986, 1. Bölüm). Massignon’nun
tasavvufta önemli bir figür olan Hallac-ı Mansur ile ilgili biyografi
çalışması, Şeriati’nin önemli gördüğü çalışmalardan biridir (Massignon 1994).
Kaynakça:
Bayat, A. 1990. “Shariati and Marx: A Critique of an ‘Islamic’ Critique of
Marxism”. Alif: Journal of Comparative Poetics, 10, 19–41. Türkçesi: İştiraki.
Blaney,
D. ve Inayatullah, N. 2002. “Neo-Modernization? IR and the Inner Life of
Modernization Theory”. European Journal of International Relations,
8(1), s. 103–137.
Dabashi,
H. 2006. Theology of Discontent: The Ideological Foundation of the Islamic Revolution
in Iran. New Brunswick: Transaction.
Hanson,
B. 1983. “The ‘Westoxification’ of Iran: Depictions and Reflections on
Behrangi, al-e Ahmad, and Shariati”. International Journal of Middle East
Studies, 15(1), s. 1–23.
Chakrabarty,
D. 1992. “Post-coloniality and the Artifice of History: Who Speaks for ‘Indian’
Pasts?” Representations, 37, s. 1–26.
Knei-Paz,
B. 1978. The Social and Political Thought of Leon Trotsky. Oxford:
Clarendon Press.
Massignon,
L. 1994. Hallāj: Mystic and Martyr. Princeton, NJ: Princeton University
Press.
Paul,
L. 1999. “‘Iranian Nation’ and Iranian-Islamic Revolutionary Ideology”. Die
Welt des Islams, 39(2), s. 183–217.
Rahnema,
A. 2000. An Islamic Utopian: A Political Biography of Ali Shariati. Londra:
I.B. Taurus.
Shariati,
A. 1968. Islamology [Islamshinasi]. Meşhed: Chap-i Tus.
Shariati,
A. 1970. Kavir [Desert]. Meşhed: Chap-i Tus.
Shariati,
A. 1971. Alavid Shi’ism and Safavid Shi’ism. Tahran: Hosseyniyyeh’i
Ershad Press.
Shariati,
A. 1972. Red Shi’ism vs. Black Shi’ism. The Union of Islamic
Associations of Iranian Students in Europe.
Shariati,
A. 1977a. Man and Islam. Solon, OH: The Union of Islamic Student Associations
in Europe, America and Canada.
Shariati,
A. 1977b. Mission of a Free Thinker. Evans.
Shariati,
A. 1977c. Religion versus Religion. Tahran: Safir.
Shariati,
A. 1977c. Religion versus Religion. Tahran: Safir.
Shariati,
A. 1979a. On the Sociology of Islam: Lectures by Ali Shriati. Berkeley,
CA: Mizan Press.
Shariati,
A. 1979b. Economic Root of Renaissance. Meşhed: Hejrat.
Shariati,
A. 1980a. Reflections of A Concerned Muslim: On the Plight of Oppressed Peoples.
Houston: Free Islamic Literatures.
Shariati,
A. 1980b. Marxism and Other Western Fallacies: An Islamic Critique.
Berkeley, CA: Mizan Press.
Shariati,
A. 1986. What Is to Be Done: The Enlightened Thinkers and An Islamic Renaissance.
Houston: IRIS.
Shariati, A., n.d. Civilization and Modernization. Shariati (erişim tarihi: 13 Ocak 2008).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder