Pages

25 Kasım 2023

Sorunlarımız ve Çıkış Yolumuz


Eğitim-Sen Sendika Seçimleri ve Şube Kongreleri:

Sorunlarımız ve Çıkış Yolumuz

 

Eğitim-Sen ve KESK “olağan” seçimleri(!) ve kongreleri yaklaşırken, bugüne kadar sendika yönetimindeki ittifakı oluşturan ve bazı dönemler bu ittifakta yer almış olan sendikal çevreler, şimdiden Sendika.org başta olmak üzere çeşitli yayınlarda yazılar kaleme almaya başladılar. Kongrelerin yapılacağı güne kadar bu yazıların süreceği, bugüne kadar olan pratiklere bakıldığında, anlaşılabilir.

KESK ve ona bağlı sendikaların durumu ülke solunun bir yansımasıdır. Mayıs genel seçimlerinden sonra Sendika.org üzerinden açılan “özeleştiri” dosyasında görüldüğü gibi, hiçbir çevre sorumluluğu üzerine almayıp süreci “özeleştiri” adı altında bütün sol adına soyut cümlelerle tartışmıştır. Somut meselelerin soyut cümlelerle tartışılması, sorunun üzerini örtmek için kullanılan, retorik temelli bir taktiktir.

Tıpkı ilgili dosyada olduğu gibi sendikal çevreler/anlayışlar da yine kendilerine yakın yayınlarda önceki dönemlerde olduğu gibi meseleyi soyut cümlelerle tartışıp, dönemin sorumluluğunu üzerine almayıp, sonra yine yeni oluşturulan yönetimlerde yer almaya çalışacaklardır. Örnek soyut cümleler: “Sendika emekçileri birleştirmeli, ortak mücadele hattı belirlenmeli, toplumsal muhalefet dinamiği hâline gelinmeli, sınıfsal talepler öne çıkmalı, üye iradesi yönetime yansımalı, üye bağlı olduğu sendikaya yabancılaşmamalı vs.”

Son Eğitim-Sen kongresi, sorunlu şekilde yapılarak elliden fazla yazı kaleme alındı. Yazılar arasında belki de en tutarlı yorum, “sendikada bu durum yaşandıysa sol açısından genel seçimlerde de yaşanacaktır, kaybeden sol olacaktır” doğrultusundaki yorumdu. Bu, bir yönüyle doğrudur, çünkü sendika yönetiminde ittifakı oluşturan grupların yakın olduğu siyasi çevreler de genel seçimlerde ittifak oluşturmaktadır. İkinci nokta ise Eğitim-Sen’i ülke solunun kurmuş olduğu gerçeğidir.

Soyut iddiaları daha somut gerçekliklerle eşleştirirsek, sorunun somut çözümünün de ne olduğu yazının sonunda netleşecektir.

- Eğitim-Sen’in son kongresinden çekilen gruplar, o günden bugüne sendikal anlamda bir ilerleme olmayıp gerileme yaşandığı hâlde, yeni yönetime ittifak bileşeni olarak katılacak mıdır? Eğer katılacaksa önceki dönem çekilme nedeni, boşa düşmek ve kariyerizm dolu popülizme saplanmaktır.

- Yazılarda öne çıkan soyut bir ifade de “sınıfsal” taleplerin öne çıkarılması. Yani sınıfın talepleri geri planda ve burası bir “sendika”. Eğitim-Sen özelinde konuşacak olursak; öğretmenlerin ataması yapılmadığı için özel sektörde sömürülme, kamuda güvencesizleştirilme, barınamama, eşit işe eşit ücret alamama gibi sorunları başta gelmektedir. Sınıfsal taleplerin diğer bir boyutu olan sendikalaşma, toplu sözleşme ve özlük hakları ise her geçen gün zayıflatılmaktadır. Öğretmen atamalarında yapılan mülakat ve güvenlik soruşturması, “proje” okullarına tayinlerin kapatılarak öğretmen alımının icazete indirilmesi, ikili öğretimle sabah karanlıkta okula gidilip akşam sekizde derslerin bitirilmesi, sınıf bilincinin uyandırılmasını baskılamak için eğitimin çarpık şekilde dinselleştirilmesi, yaşanılan mobbing süreçleri ve kamudan ihraçlar, ödüllerin ve yönetici kadrolarının yandaş sendika üyeleri arasında paylaştırılması ve sürgünler öğretmenlerin yaşadığı sorunlar arasındadır. Okul duvarlarının sağ, gerici ve faşist zihniyetin propaganda alanına dönüştürülmesi, çeşitli tarikatlarla vakıf adı altında protokollerin düzenlenmesi, öğrencilerin okula kahvaltısız gelmesi ve okul dışında çalışmak zorunda kalması, MESEM projesiyle çocukların 1 gün okula 5 gün işletmelere gidip sömürülerek eğitim hayatından uzak tutulması, ÇEDES projesiyle okullara “manevi danışman” adı altında din görevlilerinin atanması, ücretsiz yemek ve servis hakkından mahrumiyet ise bir bütün olarak düşünüldüğünde bir eğitim sendikasını ilgilendiren sorunlar olarak öne çıkmaktadır. Bu yönüyle eğitim iş kolunu diğer iş kolu sendikalarından ayıran noktalar bulunmaktadır. Öğrenci-öğretmen-veli üçgeni, eğitim sendikasının çalışma ve görev alanına girmektedir.

-Eğitim-Sen’in seçimleri ve kongreleri köhnemiş şekilde antidemokratiktir. Öncelikle, yerellerde delege sistemi uygulandığından, üyelerin iradesi ve ideolojisi/sendikal anlayışı sendika yönetimini belirleyememektedir. Büyükşehirlerdeki şubelerden örnek verecek olursak, üye sayısına göre bazı şubeler 4, bazıları 3, bazıları 6 üyeye 1 delege seçtirmektedir.

Bir okulda 4 üye bulunduğunu düşünelim. 4 üyenin de sendikal anlayışı birbirinden farklı ama 1 üyeyi delege seçiyor. Seçilen delege kurula gidip önüne ittifak adı altında konulan tek listeyi oylamıyor, çünkü onaylıyor. Ortada bir seçim yok. Ne ile neyin arasında karar verildiği gerçeği yok. Sendikal bir çevrenin ittifak yoluyla 7 kişilik yönetime 2 aday belirlediğini düşünelim. Bu iki aday kongrede güç aldığı delegelere diğer 5 adaya da oy verdiriyor. Bu listenin dışında kalan bir üye aday olduğunda 70 oy alırsa listedeki en düşük 71 oy alan adayın gerisinde kaldığı için yönetime giremiyor. Adil, eşit ve demokratik olmayan bir seçim süreci işliyor.

Bugün, bu sorunu aşmaya çalışan sendikal çevrelerden kimisi nispi temsili savunuyor, ama orada da 4 üye 1 delege seçiyor. Ülkemizin emek mücadelesinin ve direniş tarihinin sonucu kurulan sendikamız, uzman öğretmenlik sınavına başvurmayı “üyenin özgür iradesine” bırakırken, yönetim belirlemede birden fazla üyenin iradesine ket vurarak delege seçtiriyor. 100 yıllık tarihi olan genel oy “hakkı”nın reddi anlamına gelen bu yaklaşım kabul edilemez, böyle bir konuda “üyenin talebi yok” denilerek çözüm sunulamaz. Demokrasi mücadelesi taleple değil ilkeyle belirlenir. Jakoben bir durum söz konusu değildir, aksine her üyenin oy kullanıp yönetime aday olabilmesinin yolunu açmak, üyenin sendikayla olan bağını ve sorumluluk bilincini geliştirir. Emek mücadelesi vermesi gereken bir öğretmen sendikasında demokrasi yoksa öğrencilerine eğitim veren öğretmenin demokrasi bilincinde çarpıklık yaşanır.

Yerellerde delege sistemi kaldırıldığında sendikal çevreler yine ittifak yapabilir, bu demokrasi gereğidir, fakat karşısına çıkan aday 7 kişilik listeye girebilir. Yönetimde olmadığı hâlde fedakârca çalışan üyelerimiz var. Sendika onların omuzlarında yükseliyor.

-İttifakla şube yönetimine giren bir üye 3+3 olacak şekilde iki dönem yönetimde yer alabiliyor. Daha sonra bu şube yöneticisini kendi sendikal çevresi üst kurul delegesi olarak belirleyip yerelde oylatıyor. Buradan genel kurula oy kullanmaya giden üst kurul delegesi, eğer ki Eğitim-Sen genel yönetimine ittifakla katılırsa, yine 2 dönem, yani 6 yıl iş yerinden kopuk şekilde genel merkez yöneticisi olarak görev alıyor. Burada da süresi dolan yönetici, daha sonra yine 6 yıl KESK yönetiminde görev alabiliyor. Toplamda 12 yıl Ankara’da “profesyonel” sendikacılık yapan örnekler var. Mesele, tamamen ittifakı oluşturan bir sendikal çevreyle aidiyet bağına sahip olmak. Yönetimi oluşturan sendikal çevrelere yakın olmayan üyenin ya da başka bir sendikal çevrenin girmesi imkânsız. Şartlar eşit değil, çünkü 3 sendikal çevre bir araya gelince ikinci bir adayın ya da sendikal grubun seçilmesinin önüne geçiyor.

KESK ve Eğitim-Sen, kendi üyesinin oy hakkına Aysun Kayacı gibi bakıyor. Şartlar eşit değil, çünkü yerelde şube yöneticisinin haftanın 1 günü okula gitmeme hakkı var fakat birçok öğretmenin "çalışmama günü" hakkı yok ki sendika yönetimine aday olup iş yeri ziyareti düzenleyerek sendikal anlayışını açıklasın. Yerelde, 1 gün çalışmama hakkına sahip yöneticiler de bölgesindeki okulların adresini bilmez, iş yeri ziyareti yapmaz, basın açıklamasına katılmaz. İstanbul’daki şubeler, toplam 63 yöneticiye sahip olduğu hâlde, ortak basın açıklamaları 30 kişiyi aşmaz. Bir yönetici, üyeden o kadar uzaktır ki basın açıklaması ve sendikal etkinlik için üyeyi motive edip alana getiremez. Yerel ve merkezi mitinglerde yöneticinin çalıştığı okul 30-50 üyeye sahip olduğu hâlde, kendi iş yerinden bile üyeyi mitingde göremezseniz. Bırakalım iş yerleriyle bağı, kendi çalıştığı iş yerindeki üyeyle bile sendikal ilişki geliştiremez.

-Mevcut şube yönetimleri elindeki imkânları kullanıyor, bir gün çalışmama hakkı olduğu hâlde okulları ziyaret edip yönetime tekrar aday olup olmayacağını ve kendi sendikal anlayışını tanıtmaya lüzum görmüyor. Bir tür feodal aşiretçilik kurulduğundan, tek listeli bir seçim süreciyle yönetici olabileceğini biliyor reformistler. KESK ve Eğitim-Sen, seçimlerdeki eşitsiz yarışı eleştiriyor, ama aynı antidemokratikliği kendisi yapıyor, çünkü kendi içinde adil olmayanlar başkasına adalet uygulayamaz. Başka bir diyalektik süreç de şu şekilde işler: Mücadele veren bir sendika ya da çevre politikası ve gücü tükenince içe yönelerek mücadele ettiği egemen kesimin kendisine uyguladığı çarpıklığı ithal edip kendi üyesine uygular.

-Farklı sendikal anlayışlar ittifak oluşturamaz, çünkü en başta ideolojik yaklaşımı farklıdır. Biri sınıf sendikacılığını, biri sınıf ve kitle sendikacılığını, biri sivil toplumculuğu ve toplumsal hareket sendikacılığını savunurken, bunların oluşturacağı ittifaktan nasıl bir sendikacılık beklenebilir! Mutabakat denen yönetim oluşturma biçimi renkli demokrasiciliktir.

-Kadın öğretmenlerin yaşadığı mesleki sorunlar var. Sendikanın kadın sekreterliği ve meclisi kadın öğretmenlerin özlük ve ekonomik haklarıyla ilgilenmeyip postmodernist feminist çevrelerin yaşam biçimi ve liberallik özgürlük hattında yürümektedir. “Saç teli” sembolünün temelini oluşturan da beden teorisidir. Beden, artık toplumsal sıçrama ve değişimin coğrafyasıdır. Kadınlarla ilgili çalışma komisyonu ve sekreterlik oluşturmada sorun yok, fakat bunun hangi anti sendikal olmayan anlayış adına politika ürettiği asıl meseledir.

Kilis’te kadın bir öğretmen okuldayken Suriye topraklarından geldiği iddia edilen saldırıda yaşamını yitirdi. Gaziantep'te yine genç bir kadın öğretmen, yaşadığı mobbing sürecini anlatan bir mektup yazarak intihar etti. Uzaktan eğitim sürecinde farklı odalarda canlı derse giren öğretmen bir çiftin çocuğu balkondan düşerek yaşamını yitirdi, ama Eğitim-Sen okulların kapanmasını savundu, TTB raporlarına dayanarak fakat aynı salgın döneminde genel kongre düzenleyip üst kurul delegelerini çağırdı. Bu sorunlarla ilgili Eğitim Sen’in kadın sekreterliği ve meclisleri hiçbir adım atmadı. Ne söylem ne de pratik düzeyde. Dahası, sendika yönetiminin aldığı kararla greve gittiği için ihraç edilen kadın öğretmenlere ne destek olundu ne de onların direnişlerine katılım sağlandı. Hatta sendikadan da ihraç edildi. Bu şekilde adım atmak, onların işlerine geri dönmelerinin yolunu kapatmaktır, çünkü oluşturulan algı, “istenmeyen/sorunlu/suçlu insan(!)” profilini ortaya çıkarır. Üye iradesine rağmen yaşanan bu çarpıklık dayatmacı anlayışların eseridir.

-Son genel kuruldan çekilen ve hep ittifakta yer alan sendikal çevrelerin/anlayışların yeniden ittifak oluşturacaklarsa geçen 3 yıllık süreçte neyin değiştiğini de üyelere açıklamak gibi tarihsel bir zorunluluğu ve sorumluluğu vardır. Anlaşamadıklarında ya da onların diliyle söylersek “pazarlık” tutmadığın bu anlayışlara yakın gazetelerde tartışılıyorsa, o günden bugüne neyin değiştiğini öğrenmek zorundayız. Kapalı kapılar arkasında pazarlanan bir şey varsa o da üye iradesidir. Genel kurulda delege sayısı bakımından nicel üstünlüğe sahip hâkim grup, kongreyi terk eden anlayışlar için Yeni Yaşam’a verdiği röportajda “Faşizmle anlaştılar!” dedi. O zaman neden yine ittifak oluşturuyorsunuz? Nedeni çok somut bir örnekle açıklanabilir: Anlayış olarak size yakın olan parti ve gazete de Mayıs Seçimleri’nde, mültecileri kovma ve belediyelere kayyum atama sözüyle Millet İttifakı’na katılan partinin desteklediği adaya oy istedi. Pragmatizmin iflası.

-Kadın sekreterliği ve eş başkanlığa karşı çıkan başka bir ittifak bileşeni anlayış, farklı bir iş kolunda ve yönetimlerde eş başkanlık alabiliyor! Aynı şekilde, eş başkanlık olmalı mı olmamalı mı, tartışmasını yürütmeden önce tüzüğe aykırı şekilde bölge şubelerinde fiili olarak eş başkanlık uygulanıyor. Bu konuda sendika hukuku atıl bırakılıyor.

-Yerelde her üyenin gelip oy kullanması gerekir, fakat bunun uygulanmasının gerekçesi olarak şubelerin üye sayısındaki “çokluktan” ötürü gerçekleşmesinin zor olduğu savunuluyor, fakat 1.500-2.000 üyeli meslek odalarının ve binlerce üyesi bulunan baroların yönetici seçiminde her üye oy kullanabiliyor. Bunun önündeki asıl engel açıklanabilir: Bölge illerinde ittifak oluşturulacak sendikal bir anlayış olmadığından hâkim anlayış tek başına seçimde en yüksek oyu alabilir, ama diğer bölgelerde ve batıdaki büyükşehirlerde yönetime daha az üyeyle girebilir, küçük şehirlerde ise giremeyecek delege sayısına sahiptir. İttifak yoluyla bu sorun çözülüyor.

-Sınıfı, sınıf ve kitle sendikacılığını savunan anlayışlar bile üyelere sınıf mücadelesi, ekonomi politik, özlük hakları, diyalektik ve felsefe konularında atölyeler düzenlemiyor. Bunun yerine sirtaki, yoga, jara yoga, meditasyon, dans kursları açılıyor. Sendikanın çok sayıda tiyatrocu, yazar-şair, müzisyen üyesi var. Bu üyelerle bağ güçlendirilse, üretimler sendikal mücadelenin gelişmesine güç katar. Böyle olmayınca üreten üye kollektivizmin dışında kalıyor. Sendikanın hâlen bir marşı, bestesi, kısa film de olsa üretimi yok. Bu alan çok değerlidir, her mücadele kendi kültürünü üretir. O kültürle üyeler bilinçlenir ve gelenek oluşur. Sendikanın akademik ve kadın dergileri bulunduğu hâlde henüz bir kültür sanat dergisi çevrimiçi ya da matbu olarak mevcut değildir.

-Sınıfı savunduğunu iddia eden çevreler bile son kongrede radikal demokrasiye göre sendikaların yeniden yapılandırılmasını, işçi sınıfının değil, kimliklerin tarihi yapacak özne olduğunu savunan broşürün dağıtılmasına; emek-sermaye çelişkisinin yok sayılmasına; kadın meclisinin 1 Mayıs 77'de katledilen işçilerin kadın erkek diye ayrıştırılmasına güçlü bir tepki geliştiremediği gibi bu broşürün dağıtıcısı olan sendikal çevreyle ittifak kurmada herhangi bir beis görmüyor. İlkeyle pragma takas ediliyor, çünkü sendikal bir çevre önce kendi gücüne inanmak zorunda.

-Mevcut yönetim oluşturma politikası ve ittifak oluşturma yönteminin başarısızlığı İstanbul özelinde açığa çıkıyor. 1 yılda 180 üye kaybeden tek eğitim sendikası olunduğu hâlde bu konuda tek açıklama ve özeleştiri sunulmayıp sorun hep nesnel koşullara bağlanıyor. Kapısına vurulan kilidi kırarak kurulan sendika dikensiz gül bahçesi istiyor.

Öğretmenlerin sorunları genel olarak şu şekilde:

- Barınma sorunu: Tek yaşamak lüks bir hâle gelmişken uygun kiralık bir ev bulabilmek ultra lüks durumda. Ev alabilmek için gerekli krediyi bankalar vermediği gibi verse de on yıllara yayılan ödenecek kredinin aylığı neredeyse bir maaşa tekabül ediyor. TMMOB ile oluşturulacak plan dâhilinde öğretmenler için sosyal konut projelerinin geliştirilmesi için talep oluşturulup TİS görüşmesinde savunulabilir. Bu konuda hiçbir sendikanın itiraz edemeyeceği bir hakkın savunulması Eğitim-Sen için güç kazandıracaktır. Zorunlu hizmet bölgesi kapsamında olmasına rağmen 3 yıl çalışma şartı aranmadan il dışı tayin istenilebilen 21 il kapsamından İstanbul bu yüzden çıkarıldı. Diğer iş kollarında da zorunlu hizmet süresi artırıldı. Barınma, en temel insan hakkıdır.

- Güvenceli iş, güvenceli gelecek: Güvenceli ve kadrolu çalışma hakkı seçim vaadi olarak kullanıldığından sözleşmeli öğretmenlik uygulaması, her seçim sürecinde rafa kaldırılıp seçim bitince raftan indiriliyor. Güvenlik soruşturması ve mülakat daha mesleğe atanmayan bir öğretmen için kaygıya dönüştüğünden sendikalı olmaktan uzak durarak birey alanına çekilme süreci yaşanıyor.

- Kariyer basamakları: Öğretmenlik uzmanlık gerektiren bir meslek olduğundan, bu şartı karşılayan öğretmen eğitim kurumuna atanıyor. Pedagojik formasyonu, alan derslerini ve stajını tamamlayan bir öğretmen sınavı geçtikten sonra atanıyor. 10 yıl boyunca eğitimcilik yapan bir emekçiyi uzman kabul etmemek baştan öğrencilere haksızlık yapmak demektir. Eşit işe eşit ücret hakkı talep değil, ilke olarak savunulmadıkça sendikalar meslek odalarına dönüşecektir. Sendikal faaliyetlerden dolayı kademe ilerleme cezası alan bir eğitimci “uzman” olamıyor. Bu eğitimci, 25 yıllık öğretmen olarak 10 yıllık bir öğretmenden daha az maaş alıyor. Bu çelişki, iş barışını, mesleki motivasyonu ve sendikal eylemi gerileten bir husustur. Benzer biçimde, aynı ders saatine girdiği halde asgari ücretten daha az maaş alan, sayısı 100 bini aşan ücretli öğretmenler var. Aynı sınıflardan mezun olduğumuz meslektaşlarımızın sigortaları bile 30 gün üzerinden yatırılmamaktadır. Toplu taşımada öğretmen indiriminden dahi faydalanamamaktadır. Haftada 30 saat derse giren bir eğitimci, atanmak için sınava hazırlanacak bir zamana sahip değildir. Ücretli öğretmen sayısı, aynı zamanda öğretmen açığının olduğunu göstermektedir. 40 kişilik sınıfların varlığına rağmen. Bu insanlardan talep beklenmeyip ilkesel olarak eşit işe eşit ücret, güvenceli iş güvenceli gelecek, sınıf mevcutlarının azaltılması, yeni okulların inşa edilmesi güncel olarak değil, sendikal gündem olarak uzun erimli olarak savunulmalıdır.

- Maaşlar ve ek dersler: Alınan maaşlar rakamsal olarak çok haneli olsa da çarşıdaki karşılığı yetersiz kalmaktadır. Ev kiraları maaşların yarısını geçmektedir. Zincir marketlerden bir poşet ile çıkmak en az 500 lirayı bulmaktadır. İnternet ve cep telefonu faturalı aylık 300 lirayı aşmış durumda. Geçtiğimiz yıl doğal gaz şirketlerinin, hane başı metreküp kullanım miktarı raporlarında görüldüğü gibi önceki yıllara göre düşmüştür. İnsanlar battaniye altında kış geçirdi. Seçim vaadi olarak 1 yıllık her ay 25 metreküp olarak belirlenen ücretsiz doğal gaz kullanımının her yıla yayılan hak olarak hatta birim sayısı artırılarak talep edilmelidir. TÜİK önünde basın açıklaması yapıldığı gibi zincir marketler ve enerji şirketleri önünde de basın açıklamaları ve demokratik eylemler yapılabilir. Doğubeyazıt ve Muğla özelinde elektrik faturaları yürüyüşlerle protesto edildi. Sendika da aynı şekilde eylem takvimi belirleyebilir. 6 Şubat Depremi’nde ölen canları anmak için pencerede mum yakma gibi naif, romantik, sınıfsal bilinç içermeyen eylemler meydanlarda ve pencerelerde mum yakılarak enerji sorununa protesto olarak sendikal eyleme dönüştürülebilir. Bu sorunlar için atılacak adımlar çokçadır. Ulaşım bazı kentlerde 20 lirayı bulmuşken, toplu taşımayı ücretsiz kullanan meslek grupları varken öğretmenler ulaşım giderleriyle uğraşmaktadır.

Maaşlar yetmediğinden, tam ek ders alan öğretmenlerin ek ders ücretleri kirayı bile karşılayamıyor. Sınav görevleri ve özel dersler gece gündüz çalışma anlamına gelmektedir. AÖF bile İstanbul’da görev yapan öğretmenlere farklı ücret yatıracak aşamaya geldi, çünkü sınav ücretleri yol ve yemek ücretlerine gittiğinden görev alacak öğretmenler bulunamamaktadır. Her ne kadar sınav görevi ücreti düşük de olsa buna yönelik ilgi İstanbul’da ve büyükşehirlerde geçinebilmenin ne kadar güç olduğunu gösteriyor. Hiçbir güvencesi olmayan bitcoin tarzı yatırımlara tüm birikimini yatıran emekçiler burada kaybettiğinde psikolojik dengesini bozabilmektedir. Maaş karşılığı 15 saat ders talep eden öğretmenler meslekleri dışında kalan ek işlere yönelmektedir.

- Öğretmenevleri ve lojmanlar: Bugün bir camide görev yapan bir din görevlisinin ve çeşitli mesleklerde çalışanların lojman hakkı varken okulların lojman sayısı neredeyse yok denecek kadar azdır. Öğretmenler, ne ulaşım ne de barınma hakkından yararlanabilmektedir. Öğretmenevlerinde öğretmenler dışında herkes kalabilmektedir.

Öğretmenlerin özlük hakları yıllar içinde budanmıştır. Özlük hakları konusunda sendika/lar adım atmamaktadır.

- Proje/"Nitelikli" Okullar: Yüzdelik dilimle öğrenci alan liseler proje okul kapsamına alınarak bu okullarda çalışmak isteyen bir öğretmen okul müdürüyle ve yandaş sendikayla irtibat kurarak görev alabilmekte, okulda görevine devam etmek için idareye biat etmek zorunda kalabilmektedir. Başka bir kentteki proje okulun müdürünü tanıyan ya da torpil kullanarak bu okullara başvuran öğretmenler hizmet puanı aranmadan atanabilmektedir. Lise branş öğretmenleri için il içi ve dışı tayinlerin yolu kapanacak kadrolaşmanın yolu açılmış durumda. İlk atama, tayin ve özür grubu atamalarına bu okullar kapatıldığından genel olarak tayinler lise branş öğretmenlerin için bitmiş aşamadadır.

Sonuç

Eğitim emekçilerinin yaşadığı sorunların kaynağı sınıfsaldır. Bu yüzden sendikalar sınıf mücadelesi yürütmekle yükümlüdür. Demokrasi mücadelesi, siyasi partilerin asli görevidir. Sendikaların varoluş nedeni, kapitalizmin ürettiği sınıfsal uçurum ve sömürüdür. Sınıf mücadelesine ekonomik ve ücret mücadelesi denilerek demagoji yapılıyorsa, bu noktada ideolojik bir bunalım var demektir. İnsanlar iş bulamadığından çocuğuna okul kıyafeti alamıyor ve intihar ediyorsa altyapı/üretim ilişkileri insan yaşamının tüm alanlarını etkiliyor anlamını taşır.

Emperyalizm çağında yaşıyoruz. Sendikalar antikapitalist olduğu gibi antiemperyalist olmak zorundadır, çünkü emperyalist tekeller tarafından emekçinin ürettiği artı değer sömürülmektedir. Bu yüzden TÖB-DER geleneğindeki gibi öğretmenlerin yolunun işçi sınıfının yolu olduğu hatırlanmalıdır. İşçi ve emekçilerinin birliği sağlandığı zaman sömürü düzeni kaybetmeye mahkûmdur. İşçi ve emekçinin dini ve dili yoktur, ortaklaştığı en önemli nokta döktüğü terdir ve sömürülen emeğidir. Böyle olunca da ten rengi, dini ve dili fark etmeksizin, farklı alınlardan aynı ter aynı renkte dökülür.

20 yılda izlenen yanlış sendikal politikalar sonucu üyeler ya istifa etti ve geri çekildi. Bir dönem yetkili sendika olan KESK ve Eğitim-Sen’in eskisinden daha fazla güce ulaşacak potansiyeli köklerinde, yaslandığı gelenekte, değerlerinde, tarihinde ve mücadelesinde mevcuttur. OHAL döneminin ilk aylarında bölge illerinde 10 bin eğitim emekçisi açığa alındığında il milli eğitimlerin önlerinde yüzlerce emekçi tüm baskıya rağmen yapılan basın açıklamalarına katıldı. İhraç süreci İstanbul’a sirayet ettiğinde yine yüzlerce emekçi, ihraç üyelerin yanında meydanlarda dayanışma gösterdi. İhraç üyelere verilen ödeneğin en üst sınırda maaşlardan kesilmesini yine üyeler talep etti. Bu dinamizm yanlış politikalar yüzünden kaybedildi.

Bugün her ne kadar üye sayısı kaybı yaşasa da hâlen yüz bine yakın eğitim emekçisi tüm bu baskı, tehdit, sürgün, açığa alınma ve mobbing şartlarına rağmen sendikadan ayrılmıyorsa, üyelerin ideolojik ve sınıfsal bilince sahip olduğundandır. Bu üyelerin tekrar mücadele alanına çekilmesi iş yeri temsilciliklerinin güçlendirilmesi için gerekirse bire bir yapılacak görüşmelerden geçecektir. KESK ve Eğitim-Sen yönetimlerinin tüm yanlış politikalarına rağmen hâlen daha Eğitim-Sen, eğitim emekçilerinin sömürüsüz bir düzende yaşamasını yolunu açacak tek sendikadır. Bunun yolu da üyelerden geçmektedir. Üyelerin sendikal eyleme ve dinamizme katılmasının yolu, tüzük kongresinin yapılarak yeni bir yol haritasının çizilerek sendikanın emek mücadelesi odağı hâline getirilmesidir. Ülke seçimlerinden ve muhalefet partilerinden medet ummak yerine güncelin peşinden gitmek sürekli gündemi takip etme gafletine düşürür. Bunu almanın tek yolu, emekçilerinin haklarının ve taleplerinin sürekli gündemde tutulmasıdır. Üyelerin de sürece katılması eleştiri ve özeleştiri kültürünün ilke hline dönüştürülmesiyle gerçekleşebilir.

Yeni yıla kadar şube seçimleri ve kongreleri tamamlanacak. Bu süreçte tüm Eğitim-Sen üyesi öğretmenlerin delege sistemine rağmen kongre salonlarını doldurması değişimin ilk adımı olacak. Tüm üyelerin kongre salonlarına giderek sürece dâhil olması yönetimlerin de merkezî bürokrasiye tabi olmasını aşacaktır. Bu süreçte Pazar günü İstanbul özelinde diğer illerde de yapılacak şube kongrelerine her delegenin kendi okulundan sendika üyesi emekçiyi davet edip onlarla birlikte gitmesi bugünün tarihsel ve zorunlu görevidir. İnsanlar adım attıkça ve güven verdikçe mücadeleye sempati duyup katılır.

Eğitim-Sen, gücünü üyesinden aldığından, üyelerin tekrar mücadeleye katılması sendikayı sınıf mücadelesi odağına dönüştürecektir. Üyelerdeki bu bilinç hâlen özlerinde mevcuttur. Üye olarak kalıyorsa hâlen umudunu Eğitim-Sen’den kesmediğindendir. Doğanın ve sınıf mücadelesinin diyalektiğinde durma yoktur, çünkü duran geriler. O yüzden “ileri, hep ileri” diyoruz.

Sınıfsız sömürüsüz bir düzen için, çocukların aç yatmadığı, öğretmenlerin en iyi şartlarda geleceğin insanlarını yetiştireceği yurdumuz için “yine Eğitim-Sen” diyoruz.

S. Adalı
25 Kasım 2023

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder