Önce şu soruyu sormak gerekiyor:
İnşaat ve turizm şirketi TKP’nin CEO’su Kemal
Okuyan’ın Kübalı voleybolcu Melissa Vargas’ın Türkiye’ye getirilmesinde bir
payı var mıdır?
Zira Küba devlet başkanı, Türkiye ziyaretinde önce
Tayyip Erdoğan’ı, ardından da Okuyan’ı ziyaret ediyor. İki ülke arasındaki kimi
ticari ilişkilerde söz konusu şirkete belirli bir alan açılıyor. Siyaset ve
ideoloji, bu alana göre tayin ediliyor.
14 yaşına geldiğinde Vargas, “Küba voleybolunun
geleceği” olarak görülüyor.[1] Çekya’da bir takıma transfer oluyor. Türk
Voleybol Federasyonu’nun dikkatini çekiyor. Muhtemelen o dönemde çengel
atılıyor. Naim Süleymanoğlu vakasında görülen türden bir operasyon yürürlüğe
konuluyor. Omzundan sakatlanan Vargas, tüm dünyanın, burjuva ağa-paşaların bile
övdükleri Küba sağlık sistemine güvenmediğini, özel bir klinikte tedavi görmek
istediğini söylüyor, güya bu sebeple devlet, kendisine ceza kesiyor. Bu “totaliter,
diktatörlükle yönetilen, özgürlükler düşmanı” devletten kurtulmak için
İsviçre’ye “sığınmacı” olarak gidiyor. Rejim karşıtı bir isim olarak Vargas,
oradan da Türkiye’ye geliyor. Vatandaş yapılıyor, kimliğini sarayda bizzat
Erdoğan veriyor. Vargas, kendisini Türk yapan federasyon başkanına atıfla,
“Malatyalı” olduğunu söylüyor, bu sebeple, milli takımda 44 numaralı formayı
giyiyor. Kimse, sarayda teslim edilen kimliğin ideolojik anlamını sorgulamıyor.
Anlatılan bu hikâye, bizim solcuları hiç
ilgilendirmiyor. Sol, ter ve kan dökmeden, bu millete ait olabileceğini sanan
yalancılarla, o millete küfreden ve hain olmayı seçip o terin ve kanın
sorumluluğundan kaçanlar olarak ikiye bölünüyor. Voleybol takımı, ikisi için de
farklı oyalanma imkânları sunuyor.
Son final maçı sonrası eski bir milli voleybolcu, “biz
de bu tür başarıların eşiğine geldik, ama biz pek dirençli değildik. Sonlara
doğru kırılıyorduk” diyor.
İşte bu milli takımın kırılmamasını, kazanmasını
sağlayan, milli bayrağı sallayıp popüler olma fırsatını kaçırmak istemeyen
Sungur Savran gibilerin “sosyalist” saymadığı Küba’nın yetiştirdiği bir
sporcudur. Son final maçında takım sayılarının büyük bir kısmını o almıştır.
Vargas yoksa milli takım yoktur, takımın onsuz ilk beşe bile girmesi mümkün
değildir. Bu açıdan, AKP’nin yüzüncü yıla yönelik yürüttüğü imaj çalışmalarının
parçası olan Vargas projesi tutmuş, başarılı olmuştur. İmaj çalışmasına Sungur Savran
bile örgütlenmiştir. Sosyalist hareket, Küba devletine düşman olan Vargas’a
“Commandante Vargas” diye alkış tutarken, farkında olmadan, AKP’yi
alkışlamaktadır. Birilerinin bu gerçeği yüzüne söylemesi gerekmektedir.
Onca Marksist teorik birikimiyle bu yavanlığa kul olan
Sungur Savran’ın Twitter paylaşımları, bu ülkede Marksizmin pespaye bir konumda
olduğunun delilidir. Sosyalizm ve Küba devletinin düşmanı olan bir kişiye “yoldaş”
demesi cahilliktir. Bu kelime, yanlış ağızlarda çürümektedir.
Marksizmi krizden kurtaracağı yalanını yıllardır satan
Teori ve Politika’nın bu imaj çalışmasına malzeme olması, pespayeliğin
tezahürüdür. Bu kişiler, maden işçilerinin açlık grevi kararı alıp kendilerini
maden ocağına kilitledikleri, Kaypakkaya flamalarının bile 1 Mayıs mahallesinde
göz ve kuşatma altına alındığı, Amedspor taraftarının linçe uğradığı günde
oturup voleybol maçı izlemiş, genel histeriyle kanatlanmaya çalışmışlardır.
Teori ve Politika,
Kaypakkaya’yı Marksist saymayan gelenekten gelip Kaypakkayacı pozu kesen, son
demde “Kemalistlerin tarihsel gücüne tıpış tıpış teslim olmuş” bir liberal
tayfadır. “Dinbaz gericilere karşı”[2] AKP’nin milli takımının bayrağını
sallamaları gayet doğaldır. (Eskiden de Taraf gazetesi bayrağı
sallamışlardı.) Bu açıdan, ter ve kanla ilişkisi sorunlu ve sorumsuz olan
liberallerin politikaya dair yalanlarına kanmamak gerekmektedir. Bunlar,
sınıflar mücadelesine ve maddi gerçekliğe kördür.
Naim Süleymanoğlu da 12 Eylül rejiminin liberal düzen
adına güya geri çekildiği, toplumsal başkaldırı imkânlarının aralandığı, küçük
burjuvazinin devlete ve düzene örgütlenmesine ihtiyaç duyulduğu dönemde ülkeye
getirilmişti. Bu solcular, işte bugünün gerçeğinde devletin ihtiyaçlarını bu
sebeple anlamamaktadır. Onlar, küçük burjuva karakterleriyle, devletin ve
burjuvazinin vereceği cülus bahşişine kuldurlar. O bayrak, o bahşiş için
sallanıyor. Burjuva dünyasına ait olunduğuna dair yeminler ediliyor. Sosyalist
hareket, bu yemine göre eğilip bükülüyor.
Naim Süleymanoğlu, “12 Eylül rejiminin geriye
çekildiği, Thatcher-Reagan dönemine has liberalizmin öne fırladığı dönemde
eğilip öpmüştür vatan toprağını. Cepler dolsun diye, bir herkül icat edilip
anıtlaştırılmıştır.”[3] Bugün de pek farklı değildir. Sınıflar mücadelesiyle
bir alakası kalmayan sosyalist hareket, yavan, içi boş kültür savaşıyla
yelkenini şişirmenin derdine düşmüştür. O, lezbiyeni ve onun kısa şortunu
bayrak yapma çabası içerisindedir. Tek siyaseti budur.
Kültür savaşının medyada başlamasından, seçim sürecine
girmiş olduğumuzu anlayabiliriz. Sol, gene aynı yere mevzilenecek, gene hüsrana
uğrayacak, gene halk düşmanı cümlelerini ısıtıp ısıtıp satacak. Ona verilen iş
bu.
Bu yavan solculuk, liberalizme kul köle olup şu tür
değerlendirmeler yapmak zorundadır. “İslam, sivil toplumdan kovuluyor, devlete
sığınıyor, oraya saklanıyor. Toplumdan onu kovan ne varsa sahiplenilmeli,
bayraklaştırılmalıdır.” Bu liberal analiz, bir yandan kadınların giydikleri
taytları bayrak yapıyor, bir yandan da o taytları eski AKP bakanı Nebati’nin
üretip sattığını görmüyor. Bu liberalizm, milli voleybol takımının kentli
seküler kesim tarafından da sahiplenilmesi için gizli bir operasyon yürütüldüğünü,
şort ve lezbiyen laflarının kasten ortaya atıldığını göremeyecek hâlde. Ayrıca,
İslam kovulurken sosyalist hareketin de temel dayanaklarının eridiğini, tasfiye
edildiğini anlamıyor. “Totaliter Küba”dan birini özgürleştirmiş devleti
liberalizmle değil, İslam’la kodluyor. Buradan da geçmişte ve bugün Ukrayna’ya
destek sunan, Kuzey Kore lafını ağızlarına dolayan Hakan Albayrak gibi sağcı
liberallerle ortaklaşıyor. Buna şaşırmamak gerekiyor. Solcuların gazetesi, AKP’nin
Orta Vadeli Program’ına methiyeler düzen[4] Duvar, Güney Kore mucizesine
övgüler düzen, Kuzey Kore’ye küfürler savuran, “Kim İl Sung Hanedanı”[5] gibi
liberal laflar sıralayan yazılara yer veriyor. Bu solculuğun Küba’dan
kaçırılmış bir voleybolcuyla şampiyon olmuş takımın bayrağını sevinç
naralarıyla sallaması, gayet doğal.
Solculardaki yavan kültür savaşının eseri olan körlük,
onca küfrettiği Cübbeli Ahmet’in babasının orduya raptiye satarak zengin
olduğunu, Cübbeli’nin 23 Nisan’da giydiği subay kıyafetiyle övündüğünü, 12
Eylül sonrası bu tür isimlerin parlatılıp, kitlenin kontrolü ve manipülasyonu
için sahaya sürüldüğünü, bizzat bu işin ardında laik Kemalist isimlerin
olduğunu görmüyor. Bu ülkede güçlü bir tarikat olan Nakşiliğin çeşitli
kollarının başındaki şeyhlerin yardımcılarının neden subay olduğunu kimse
sorgulamıyor. Kültür savaşı yürütmek, devletin estirdiği laiklik rüzgârıyla
yelken şişirmek, çanak doldurmak, herkesin işine ve kolayına geliyor.
O savaş dâhilinde solcular, voleybol takımının final
maçının Taksim’de izlenmesine itiraz eden valiliğe sinirlenmekle vakit
öldürüyorlar, ama tasfiye edilip arındırılan yeni İstanbul’un imajı dâhilinde
imal edilmiş, uluslararası zenginler için açılmış Galataport denilen pazarda o
maçın izlenmesinin, sonrasında kutlamaların da orada yapılmasının sebebini
nedense sorgulamıyorlar.
Bu ülkede AKP’yi siyasal İslam üzerinden okuyanlar,
anlayanlar, ya liberal cahildir ya da CHP ajanıdır. AKP’ye küçük burjuvazi,
insandan saymadığı, “maymun ve aşağı ırk” olarak gördüğü, kendisini batıya
rezil eden Müslüman’ı ve Arap’ı kendi dünyasına soktuğu için kızıyor. Bu öfkeyi
sınıfsal açıdan sorgulaması gereken sosyalist hareket, o küçük burjuvazinin
dünyasına örgütlenmeyi tercih ediyor. AKP ile birlikte yoksul Müslüman halkın
politik ve ideolojik açıdan dilsizleştirilmesi operasyonuna dışarıdan ortak
oluyor. Sosyalistler, bu düzlemde AKP ile birlikte çalışıyorlar. Onlar, AKP’nin
Müslüman yoksul halkın politik öfkesinin susturulduğu yer olduğunu
görmek-anlamak istemiyorlar.
AKP, laik Kemalist kurgunun bir operasyonu olarak
işletiliyor, burjuvazinin devlet partisi olarak AKP, devletin ve burjuvazinin
bölgede, bilhassa Ortadoğu’da ve tabii ki içeride emrettiği işleri yapıyor.
Başta CHP olsa büyük sorunlara yol açacak işleri AKP’ye yaptırıyorlar.
Sosyalistler, misal, İstanbul’u CHP boşaltmaya kalksa büyük olaylar çıkacağını,
ama bu işi AKP’nin sorunsuz halledeceğini görmüyor. AKP’nin asıl işlerine
değil, şeklen büründüğü kıyafete boş yere saldırıyor. Sol, bu gölge boksunda kendisini
tüketiyor. Yumruk salladıkça zayıflıyor, düşmana daha fazla teslim oluyor.
Teslimiyet iliklerine işliyor. AKP’nin hazırladığı Yüzüncü Yıl Marşı’nda
dendiği gibi, efendileriyle birlikte “Gazi’nin açtığı kutlu yolda” yürüyor. O
yol tasfiyeye çıkıyor.
Eren Balkır
8 Eylül 2023
Dipnotlar:
[1] “Finale Damga Vuran Melissa Vargas’ın Film Gibi Hayat Hikayesi”, 4 Eylül
2023, Ntvspor.
[2] Teori ve Politika, “Kadın Voleybol Takımı”, 4
Eylül 2023, Twitter.
[3] Eren Balkır, “Cep ve Herkül”, 18 Kasım 2017, İştiraki.
[4] Süleyman Karan, “Akla Daha Yakın, Toparlayıcı, Ama
Kendi İçinde Çelişkili: OVP”, 8 Eylül 2023, Duvar.
[5] Eren Balkır, “İp”, 22 Şubat 2021, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder