“Liberal,
kendisinden başka bir şey bilmez, bilgisi, görgüsü, kavrayışı kendisiyle
sınırlıdır” diyen Nevzat Evrim Önal, özünde üyesi olduğu partiyi tanımlıyor,
onun liberal olduğunu söylüyor.[1] “Aynı coğrafyada, aynı topraklar üzerinde,
bir arada yaşam”ı vurgulayan, sınıfsal ayrışmaya düşman olan yoldaşı Fatih de bu tanıma katkıda bulunuyor. Partisinin Türk KP’si değil “Türkiyeli
KP” olduğunu söylüyor. Birilerine mesaj gönderiyor. AKP’nin yeni anayasasından
icazet almak için şimdiden başvuru yapıyor. TKP, bu gibi üyeleri üzerinden devletten
rol talep ediyor. Coğrafyayı, toprağı, yaşamı bölmeyeceğine dair birilerine söz
veriyor. Bugünkü eşitlikçilik vurgusu, bu bölmeme yemini ile ilgili.
Bu
açıdan, son dönemde Twitter üzerinden paylaşılan, kontrgerillanın kuruluşuna
dair belgeyle ilgili haberlerin bir önemi bulunmuyor. Bu haberi yapan sol
örgütler[1], nedense o kontrgerillayı kurmuş orduyla olan gizli ve açık
ilişkilerini sorgulamıyorlar.[2] CHP dönemini aklayınca kendilerini ve kendilerindeki CHP'yi de aklayacaklarını
zannediyorlar. Bu devletin 1928’de Kontrgerilla diye kitap bastığını, o psikolojik
harp taktiklerini çok önceden uygulamaya koyduğunu görmezden geliyorlar. CHP’ye
mecbur, meftun ve mahkûm oldukları gerçeğini gizlemeye çalışıyorlar.
Bir
ara TİP’liler, TKP’den ayrılıyorlar. Sonra ihbar faaliyetlerine başlıyorlar. TKP
merkez komitesinde birilerinin Gezi’nin ilk günlerinde “bu eylemler Seferberlik
Tetkik Kurulu’nun işi” dediğini söylüyorlar.[3] Yıllar sonra o ihbara cevap
veren Kemal Okuyan, itiraf ediyor ve o değerlendirmeyi yaptığını söylüyor. Okuyan da o günlerde AKP ile anlaşma içerisinde hareket etmekte olan HDP’nin lideri Demirtaş
gibi, “Gezi’de darbeyi görmüş” olduğunu ikrar ediyor. Bu itiraflar, TKP Gezi ile
ilişkisinin sonradan mahkemelerde gizli tanık olarak görev yapmış olan TKP’li
Murat Pabuç kadar olduğunu ortaya koyuyor.
Bugün
kontrgerillanın kuruluşunu haber yapan Kemal Okuyan, bundan on beş sene önce durduk yere “mecliste
subay görmek isterim” diyordu. Ondan on yıl önce de genelkurmaydan gelen
telefonlarla partisinin siyasetini belirliyor, bir yarbaydan gelen telefonla, nöbetçilik sisteminde değişiklik yaptığını söylüyor, bir anda Kemalist
kadrolara yelken açıyor, Kemalizmi eleştiren yoldaşlarına gece karanlığında
pusu kurulması talimatı veriyor, o bürokratları baş köşeye yerleştiriyordu.
Haberi yapan kurumlardan biri de Halkevleri. Bu gelenek de şeflerinin sorgudaki itiraflarıyla öldürülen yoldaşlarını, tasfiye edilen başka örgütleri unutarak yoluna devam ediyor. O şeflere sanat, kültür, yayıncılık alanlarında bizzat o ordu tarafından kapılar açılıyor. O açılan alanların psikolojik harp dairesinden bağımsız olduğuna birileri ikna edilmeye çalışılıyor. O sebeple, bugün tüm günah, Adnan Menderes ve Emin Çobanoğlu’nun sırtına yükleniyor. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren ABD’yle ve istihbarat kurumlarıyla kurulan ilişkide bugün oy topladıkları CHP’nin payını hiç sorgulamıyorlar. Psikolojik harp doktrininin biraz da solculuğa muhtaç olduğunu görmüyorlar.
1975 tarihli bir CIA belgesinde,
“halkın desteğini sağlamak için Demirel hem sağcı hem de solcu unsurlar
içermelidir” deniliyor.[6] Bugün “kontrgerillayı kuran belge” haberini yapan
örgütler, kendilerini bilmeden ifşa ediyorlar. O “solcu unsurlar”ın kendileri
olduklarını ortaya koyuyorlar.
“Solcu
unsurlar”a o psikolojik harp, ancak sanat, kültür, yayıncılık alanında alan açabiliyor.
Ülkenin dönüşümü, kapitalizmin önündeki engellerin açılması, buna uygun
bireyler üretilmesi düzleminde sol unsurlara görevler veriliyor. Halkevleri, burjuvazinin
ve devletin ilerleyişinde elde ettiği memuriyeti korumayı solculuk zannediyor.
O kum havuzunu parçalayan iradeye rastlanmıyor. Herkes, burjuva özneler tarlası
olmayı seviyor.
O
nedenle, bugün TKP gibi sol örgütlerin mensupları, yaz tatiline girdikleri
momentte sosyal medyalarından okudukları kitapları, dinledikleri müzikleri
paylaşıyorlar. “Geri, kaba, cahil, kara halk kitleleri” karşısında birilerine
rüştlerini ve kimliklerini ispatlamak için türlü taklalar atıyorlar. O nedenle, “sanat
terapisi” gibi orta sınıf zırvalarına sarılıyorlar.[7] O terapi, devlete ve
burjuvaziye zararsız bireyler yetiştirmeyi ifade ediyor. Tümden belediyeye dönüşmüş
ülkenin soylulaştırılması işlemine dâhil oluyorlar. Bu sanat terapisinin taş
terapisi gibi saçmalıklardan, Kırmızı Oda türü dizilerden bir farkı yok.
Çapaklar, pürüzler, şiddet öğeleri bir bir ayıklanıyor.
“Sadece
kendisini gören göz, kör; sadece kendisinin görülmesini isteyen, cahildir.”[8] Burjuvazi
ve devlet, bu körlüğü ve cahilliği talep ediyor. Sol örgütler, bu tür bireyler
yetiştirme sözü veriyorlar.
TKP
gibi yapılar, bu türden bağlara ve zincirlere sahip olduğu için sadece
kendisine tahsis edilmiş kum havuzlarında hareket edebileceklerini biliyorlar.
Gezi’yi “seferberlik tetkik kurulu”nun işi olduğunu bu bilinç temelinde düşünüyorlar.
Örneğin
Gezi’de, Kızılay’ın alındığı, güçlü bir direnişin sergilenmesinin gerektiği ilk
günde, parti, yalandan, alanda bir iki saat kenarda durdu, sonra ayrıldı. O
ayrılma anında “nereye gidiyorsunuz?” sorusu yöneltildiğinde ise “bugün
mahalleleri tutmak lazım” cevabı alındı. Çünkü aslında mahalle dedikleri, emlak
ve inşaat işlerini çevirdikleri CHP mahallesiydi. Mahallelerin alana akması
gerektiği koşullarda parti, kitleleri mahallelere çekti. Ethem’in vurulması üzerine
açığa çıkan polis telsizlerindeki konuşmalarda, emniyet amirinin “TKP’nin
geçmesine izin verin. Onlar kitleyi bizim istediğimiz yere götürecek” dediği
görülüyordu. Parti, aynı işi daha önce ODTÜ’deki MacDonalds eylemlerinde de yapmıştı. Düzenle
kurulan bağlar ve zincirler, bu tür görevlerle ve rollerle birlikte tanımlı. Bu
tür sol örgütlerin şefleri, “psikolojik harp dairesinin ilgili departmanı”na
hesap vermeye mecburlar. Onlar içinde bulunup Ümit Özdağ gibilere bilgi uçuran kişileri tespit edemez, sorgulayamazlar. İçinde çalıştıkları, makam-mevki sahibi oldukları DİSK'in TÜSİAD ile Türkiye'nin İkinci Yüzyılı Projesi: Refah ve Bölüşüm Çalıştayı'na katılmasına tek laf edemezler. Bu uzlaşmacı çizgi egemen olsun diye var olduklarının bilincindedirler.
Bugün
partinin (TKP) danışman kurulunda olan Engin Solakoğlu, bayrağa tırmanan Rum’un
vurulduğu, şovenizmin zirvede olduğu, Türk tarafındaki bir şapelin gece vakti
alelacele yıkıldığı, ülkedeki domatesin fiyatını bile askerin belirlediği, Kürt
öğrencilerin en ufak bir kavganın ardından, ülkedeki hükümetin iradesi ve
hukuku tanınmadan adadan kovuldukları, fişlenen sosyalist öğrencilerle ilgili dosyaların
hazırlandığı dönemde Türk büyükelçiliğinde görev yapmış bir isim. O mahkûm
olunan bağlar ve zincirler, bu tür isimleri baş köşeye oturtmayı emrediyor.
Unutmadan ekleyelim: Babası üzerinden Koç ailesine bağlı olan Solakoğlu, bugün hâlen daha o günlerde kendisine verilen
TMT ödülüyle övünüyor. O TMT’yi de bugün haberini yapıp kendilerini arındırmaya
çalıştıkları psikolojik harp dairesi, o seferberlik tetkik kurulu kurdu. Bu
kurulun işi olduğunu söyledikleri Gezi’nin yıldönümünde izinli olduğu belli
olan eylem dâhilinde İstiklal’e çıkılmasının sebebi de, seçimde yüzde 1 almayı
hesaplarken yüzde 0,1 alan, CHP kuyrukçuluğu yapan partinin yaşanan rezaleti örtbas
etmek istemesi.
Halk
ve işçi kitleleri üzerine bina edilmemiş bir yapının bu zafiyeti teoride de
karşılık buluyor. TKP gibi yapıların tek teorik faaliyeti, kendilerini merkeze
koyup nesnel âlemi ideolojik planda “kafasına göre” ikiye bölmekten ibaret.[9] Liberalizm-faşizm,
asparti-polis partisi, devrimci demokrat-liberal sol gibi ayrımlar, liberal
burjuva öznenin kendisini savunma ve aklama biçimi. Bu salınma sayesinde bugün
TKP içinde birileri, “acımadı ki!” diye ağlayan çocuk gibi, “biz zaten seçim
partisi değildik ki!” diyebiliyor, birileri de parti adına “halkımız bizi seçim
partisi olarak görmemiştir” diye ağıt yakıyor. Steril olma çabaları, kelimenin iki anlamını da yüklenmelerine neden oluyor. Parti, teoride kısır, politikada mikropsuz olmayı tek çözüm kabul ediyor.
Bu
tür öznel ayrımlar, tam da böylesi gevezelikleri dillendirebilmek için yapılıyor.
Ayrıca liberalizm-ulusalcılık ayrımı, hem bunlardan arınmış bireyleri çağırıyor,
hem de bu iki ideolojiyle kirlenmiş bireyleri. TKP; bu tür bir ayrımla liberalizmle
ulusalcılığın ancak kendisinde birleşeceği yalanını da satma imkânını buluyor.
Bir yok yer olarak örgütlenen sosyalizm, sürekli gerçekten kaçırılıyor. Uzak tutuluyor.
“Materyalizm zemini”ne karşı örgütleniyor. “Kaçmayalım, biraz popüler olalım”
diyen ütopik TİP, esasen mayası TKP teknesinde karılmış bir örgüt. O TKP’nin laciverdi!
Bugün biri “eşitlik”, diğeri “özgürlük” diyor. İkisi de Marx’ın bahsini ettiği “materyalizm
zemini”ne[10] küfrediyor. Boş kehanetlerle ve boş imaj çalışmalarıyla yol alabileceğini
sanıyor. Zararsız, imajı düzeltilmiş, kirden arındırılmış, aslında liberalize
edilmiş, bir tür “sosyalistliği” reklâm ediyorlar. Öznelci ve benmerkezci
siyaset, bu tür reklâmlarla gizlenmeye çalışılıyor.
Yıllardır ağzından
“HDP ile CHP yan yana gelsin de biz de yolumuzu bulalım” lafı eksik olmayan
İrfan Aktan’ın hiç hesap dahi vermeden, geçmişte ait olduğu solculuğun
çıkarttığı dergideki eski bir Kılıçdaroğlu değerlendirmesini[11] bugün
paylaşmasının sebebi de bu öznelci ve benmerkezci siyaset.
O
yazıda CHP’nin bir “kuzu” bir de “kedi” tarafı olduğundan bahsediliyor. Kuzuluk
sosyal demokratlığıyla, kedilik milliyetçiliğiyle alakalı. “Giden Baykal,
gelense Gandi lakaplı bir Dersimli. Sırf bunun için bile halay çekilmez mi?”
diyen yazar, onun pir geleneğinden geldiğini, “sicilinin temiz, hayatının
mütevazı olduğunu” söylüyor. “Damardan sosyal demokrat” dediği kuzu
Kılıçdaroğlu’na o günden övgüler dizen, PR çalışmasını o günden başlatan Devyol
geleneği, CHP’nin sosyal demokrat olmasının sömürülen halkın lehine olduğunu düşünüyor.
Torosçuların karşısında Sorosçuları savunuyor.
Bugün
Alper Taş, CHP’nin devletin burjuva partisi olduğu gerçeğini unutarak, CHP
yönetimine “dostane” tavsiyelerde bulunuyor. Sınırların silikleşmesini, fikirlerin
bulanıklaşmasını özgürlük zannediyor.
Kendi partisinde taban da söz de karar da Müftüoğlu ve arkadaşlarına ait. Örgütlerin başına geçecek isimleri onlar belirliyor. “Sol ideolojik-politik hat” dediğiyse, Avrupa tipi liberalizm. Bu liberalizm, halk, işçi ve ezilen düşmanı. O nedenle sadece kendisini görüyor, sadece kendisinin görülmesini istiyor. "Seçime kaç kişi olduğumuzu görmek için girdik" diyor. Sonra seçimlerin sosyalistlerin havasını bozduğunu söylüyor. Halk da onlara "sizin havanız batsın!" cevabını veriyor.
Bu açıdan, Korkut
Boratav’ın Express’te çıkan yazıda alıntılanan sözü, tümüyle yanlış: CHP
güçlenince sosyalist hareket de güçlenmiyor. CHP palazlanınca sosyalist örgütler
kitleselleşmiyor. Sadece sosyalist hareket içerisindeki belirli isimlere belirli
musluklar teslim ediliyor. O musluklar, işçi emekçi kitlelerine yabancılaşıyor.
Bu da hareketi çok daha geriye çekiyor. “Sosyalist hareketin büyümesi için CHP’yi
büyütmek gerek” diyenler, sınıfa ve sosyalizm davasına ihanet ediyorlar.
Eren Balkır
18
Haziran 2023
Dipnotlar:
[1] BSM, “Liberal”, 14 Haziran 2023, Twitter.
[2]
“Kontrgerillanın Kuruluş Belgesi”, 13 Haziran 2023, Sendika.
[3]
“Kontrgerillanın Kuruluş Belgesi”, 13 Haziran 2023, Sol.
[4]
Doğan Ergün, “Salonlardaki İşimiz Bitmiştir!”, 02 Şubat 2015, İleri.
[5]
Kemal Okuyan, “Rivayet Odur ki”, 3 Haziran 2023, Sol.
[6]
Tolga Gerger, “CIA Belgesi”, 17 Haziran 2023, Twitter.
[7]
Nevin Eracar, “Sanat Terapisi”, 17 Haziran 2023, Twitter.
[8]
Eren Balkır, “Kör ve Cahil”, 8 Ocak 2020, İştiraki.
[9]
Kemal Okuyan, “Ne Aldattınız Be!”, 1 Haziran 2023, Sol.
[10]
Karl Marx, “Adolph Sorge’ye Mektup”, 19 Ekim 1877, İştiraki.
[11] “Kılıçdaroğlu Paradoksu”, Express, Sayı 111 (Mayıs 2010), s. 3-4.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder