1969
ve 1970 yılında Meşhed’de yaptığı “Üçüncü Dünyada Öze Dönüşün Bazı Öncüleri”
(bundan sonra “Öncü” olarak anılacak) başlıklı konuşmada bir eylem insanı ve
hatip olarak Ali Şeriati, kendisinin “öze dönüş” olarak adlandırdığı fikriyatın
öncüleri kabul ettiği, Üçüncü Dünya’dan bir dizi eylem insanını, aydınını ve
devlet adamını anıyor, bunun yanında, konuyla ilgili kendi fikirlerinin genel
çerçevesini takdim ediyor.
Şeriati
konuşmasında, Tanzanya Cumhurbaşkanı Julius Nyerere’yi (1922–1999),
sömürgecilikle mücadele etmiş Kenya cumhurbaşkanı Jomo Kenyatta’yı (1897–1978),
Martinikli şair ve devlet adamı Aimé Césaire’ı (1913–2008), Cezayirli romancı
ve oyun yazarı Katip Yasin’i (1929–1989), İranlı aydın ve muhalif Celâl Al-i
Ahmed’i (1923–1969) ve Martinikli devrimci Frantz Fanon’u (1925–1961) anıyor. Konuşmasında Şeriati, cesur bir yaklaşım dâhilinde, şunu söylüyor:
“Artık Asyalı ve Afrikalı
aydınları bilmeli, onların düşünceleriyle temas kurmalıyız. Üstelik bu
isimlerle kuracağımız temas, kendi toplumlarındaki koşullar bizim
toplumumuzdaki koşullara hiç benzemediği için bizim söylediklerimizi hiç
anlamayan Sartre gibi isimlerle kurduğumuz temastan farklı olmalı.” (Shariati,
yakında yayımlanacak çalışma).
Bahsini
ettiğimiz “Öncü” çalışması, Şeriati’nin sürekli değişen ve çok farklı düşünsel,
politik yollardan ilerleyen hayatına yakından bakmamız için oldukça ilginç bir
pencere açıyor. Çalışmanın büyük bir kısmı, Şiiliğe ait geleneklerin, ilk
modellerin ve mitolojilerin yanında, Avrupa varoluşçuluğu ile fenomenolojisinin
Şeriati’nin düşünce dünyası üzerindeki etkisine odaklanıyor. Şeriati’ye göre
Nyerere, Kenyatta ve Fanon gibi isimler, gerçek öncünün oluşmasına katkıda
bulunuyorlar, ayrıca ülkelerin yeniden sömürgeleşmesi tehdidine ve sömürgecilik
şartlarına karşı Afrika ve Asya’yı kuşatan bir bilincin oluşmasına ön ayak
oluyorlar. Şeriati, bugün Küresel Güney olarak bilinen gerçekliğin bünyesine
gelişen ulusötesi dayanışma biçimlerini okurlarının gözünün önüne seriyor,
ayrıca sömürgecilik sonrası dönemde devlet inşası denilen sürecin yüzleştiği
güçlükleri ele alıyor. Şeriati’nin düşüncesini etkileyen görüşleri ve kişileri
analiz edenlerin, onun fikriyatının bu yönlerini genelde görmezden geldiklerini
veya küçümsediklerini görmek gerekiyor. Oysa bu görüşler ve kişiler, onun
“Üçüncü Dünya’yı tüm gezegeni ilgilendiren, kültürel, toplumsal ve
politik-ekonomik bir proje olarak tahayyül ettiği gerçeğini anlamamıza katkı
sunuyorlar.
Bu
makalede ben, sadece Şeriati’nin sömürgecilik sonrası dönemde ülkelerin kendi
kaderlerini tayin etme hakkı ile ilgili görüşüyle sömürgecilik karşıtı
milliyetçilere dair görüşü arasındaki tematik bakışım üzerinde durmayacağım.
Ayrıca Şeriati’nin önerdiği, kıtaları kuşatan Üçüncü Dünya popülizmini, buna
denk düşen antikapitalist sanayileşme ve ekonomik birlik anlayışını
tartışacağım. Şeriati de Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı isimler gibi bu
konularda benzer güçlüklerle ve tuzaklarla yüzleşiyor (Getachew 2019).
Şeriati’nin
ortaya koyduğu teşhis güçlü olsa bile, bağımlılık zincirlerini kırmakla ilgili
programının ham olduğunu, yeni hâkimiyet ve sömürü biçimlerine açık kapı
bıraktığını söylemek gerekiyor.
Yaptığı
okumaya göre, sömürgecilik karşıtı devrimler, diyalektik bir tarz dâhilinde
emperyalist merkeze karşı, kıtaları kuşatan, o merkezle uzlaşmayan bir sınırın
çizilebilmesi için gerekli zemini teşkil ettiğini düşündüğü “öze dönüş”
fikrinin birer ürünü. Buna karşılık Şeriati, ilgili programı dâhilinde, sömürge
oluşu reddeden tavra yaslanan kıtalararası dayanışma ilişkisinin canlılığını
nasıl koruyacağına ve bağımlılık ilişkilerine dâhil olmak denilen ve her daim
varolan riske karşı kendisini nasıl koruyacağına dair pek bir şey söylemiyor.
Bu özgül alana yoğunlaşmaması ve bu konuda gerekli analizi ortaya koymaması,
bunun yanında, sınıf mücadelesi denilen mevzuyu “halk” kategorisi altında ele
alması, onun olumlu ya da olumsuz her türden dayanışma ilişkisi için gerekli
koşulun varolduğuna inanmasına neden olurken, bir yandan da söz konusu
yaklaşım, onun projesinin politik dekolonizasyon ve şekli bağımsızlık sonrası
dağılacağına dair ipuçlarını kendi içinde barındırıyor.
“Öncü”
çalışması, sömürgelikten kurtuluş sonrası Tanzanya’yı analiz eden kısım ile
başlıyor. Şeriati, burada cumhurbaşkanı Julius Nyerere’ye ve bağımsızlık
sonrası elde ettiği başarılara yönelik hayranlığını dile getiriyor. Arada bir
kimi olayları, olguları ve tarihsel seyri aktaran Şeriati, Nyerere’nin Swahili
diline yönelik vurgusu üzerinde duruyor. Dilin önemine işaret eden Şeriati,
onun sadece kişinin kendi kültürel kimliğini bilmesi ve muhafaza etmesi değil,
kişinin politik bağımsızlığı açısından da önemli olduğunu söylüyor. Şeriati,
kendi kaderini tayin hakkı meselesinin kültürel, dilsel ve politik veçheleri
arasında güçlü bir ilişki olduğunu düşünüyor. Bilindiği üzere bu, Césaire’ın
(Césaire 2010), Fanon’un (Fanon 1965, 1967, 2004), Amílcar Cabral’ın (Cabral
1973) ve Celâl Al-i Ahmed’in (Āl-e Ahmad 1385/2006; Sadeghi-Boroujerdi 2020)
yazılarında da karşımıza çıkan bir düşünce.
Şeriati’nin
Tanzanya’da yaşananlara dair yaptığı analizde sosyo-ekonomik ve politik
oluşumlar ile süreçler arasındaki karmaşık ilişkiyi fazla basitleştirme eğilimi
mevcutsa da bu analizin temelde önemli gördüğü meseleleri okur için açıklığa
kavuşturduğunu görmek gerekiyor. Her ne kadar Swahili dili, genelde herkesin
anladığı, tarihsel planda ticari amaçlar doğrultusunda kullanıldığı doğru ise
de bu dil, ülkenin “yerli” veya “yerel” dili değil, Nyerere dâhil birçok isim
için Swahili dili, onlarca yerel ve bölgesel dilden biri ve genelde ikinci dil
olarak kabul görüyor. Buna karşın Nyerere, Swahili dilini bilinçli bir
müdahaleyle kutsallaştırıyor, İngilizcenin yanında ülkenin resmi dili kabul
ediyor, böylelikle milli birliği tesis edeceğini, milli bir bilinç meydana
getireceğini, herkesi kuşatan bir aidiyet bilinci ve yeni ülkenin tümüyle
sömürgecilikten kurtulmuş bir millet olduğuna dair bir hissiyatı üreteceğini
düşünüyor. Bu düzlemde Nyerere, ülkenin başındaki idarenin sömürgeciliğin
dayattığı bir sonuç olmadığını ispatlamak için uğraşıyor. Bu bağlamda,
kendisinden önce gelenden kopulduğunu, bir yandan da o güne dek hüküm süren,
sömürgecilikten kaynaklanan ilişkilerin kesilip atıldığını ortaya koymaya
çalışıyor. Şeriati ise dille ve kültürel pratiklerle kurulan canlı ilişkinin
önemi üzerinde duruyor, bu ilişkinin silinmiş olmasının yabancılaşmanın,
sömürgeciliğin işlediği, sömürgecinin hâkimiyetinin sürdüğü süreçlerde öncü
değilse bile önemli bir rol oynadığı üzerinde duruyor. Hatta Şeriati öyle ileri
gidiyor ki “Öncü” çalışmasında şunları söylüyor:
“Öncelikle bizim
sömürgeciliğin kültürel yanına vurmamız gerekiyor ki sonrasında diğer
yönlerini, yani ekonomik, hatta politik yönlerini yok edebilelim. Toplumumuzun
politik yönlerini muhafaza edebilirsek, her şeyi elde edebiliriz.”
Bu
ilişki, sonrasında Şeriati’nin Kenyatta’dan yaptığı alıntıda da yineleniyor.
Kenyatta, o sözünde Afrika kıtasındaki yerli halkların mülk ve toprak açısından
mülksüzleştirilmesiyle Hristiyan misyonerleri ve sömürgecilik arasındaki sıkı
ilişkiyi ele alıyor. (Rodney [1972] 2018; Loc 4982).[1]
Şeriati,
yaş ve aldığı eğitim açısından farklılık arz eden okur kitlesine sömürgecilik
karşıtı farklı düşünce akımlarını ve sömürgeciliğin son dönemde Afrika kıtasını
anlama tarzları ile verdiği kavgaları takdim ediyor. Hayatlarında işitmedikleri
isimleri okur kitlesine aktaran Şeriati, bir yandan da onların dediklerine,
sömürgelik hâlini analiz yöntemlerine ve o hâli ortadan kaldırma çabalarına
odaklanıyor. Bu noktada Şeriati, okur kitlesinin pek aşina olmadığı
“psikiyatri” gibi kavramları sabırla açıklıyor. Şeriati, bu tür kavramlara
getirdiği izahatın yanında, okurlarına Cezayir, Kenya, Tanzanya gibi ülkelere
baktıklarında İranlıların kendi koşullarını ve yüzleştikleri kültürel,
ekonomik, politik ve ruhsal kurtuluşun önündeki engelleri daha iyi idrak edebileceğini
söylüyor. Üstelik bu bakış açısı, İran’ı gerçek akrabalarını Avrupa’da bulan
“Asyalı Ari ırkın gücü” olarak inşa etmeye çalışan Pehlevi devletindeki Pers
şovenizminin hükmünü yürüttüğü koşullarda gündeme geliyor. Bu anlamda
Şeriati’nin yaptığı konuşmanın metni, sömürgecilik karşıtı her bir devrimci
düşüncenin ve pratiğin olumlu ve olumsuz yönlerini ayrıştırıp kıyaslayan,
özenle ve eksiksiz bir biçimde yürütülmüş bir tefsir çalışması değil de
sömürgecilik karşıtı mücadelelerin nasıl yürütüldükleri ve
gerçekleştirildikleri konusunda kafa yoran uzun bir konuşma metni olarak
görülmeli.
Tıpkı
Şeriati’nin asarının önemli bir kısmında görüldüğü üzere “Öncü” başlıklı
konuşma, hem eyleme hem de sözün etkisine odaklanan, performansa dair bir
boyuta sahip. Çalışma, hem kıtaları kuşatan Afrika-Asya bilincinin oluşumunu
teşvik etme iradesini hem de okurun bu iradeyi dünya genelinde üstlenmesine,
yeniden bedenlendirmesine ve hayata geçirmesine dönük bir arzuyu içeriyor.
“Öncü”, aynı zamanda ortak ve eşzamanlı paylaşılan muhayyel bir zeminde
Cezayir, Kenya ve Tanzanya’da süren mücadelelerle İran’daki mücadeleler
arasındaki mesafeyi ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Şeriati,
farklı çizgilere mensup İranlı milliyetçilerin “İran hiçbir vakit
sömürgeleştirilmedi” lafında özetlenen ve sürekli yinelenen nakarata karşı
çıkıyor ve bu lafı edenlerin, gururlu bir yaklaşımla, kendilerini örtük olarak
aslında “küçük” gördükleri halklardan ayrıştırmaya çalıştıklarını söylüyor.
Ayrıca söz konusu yaklaşım, İranlıları yeni sömürgeci kapitalist gerçekliğin
hâkimiyeti altına sokan birbirinden farklı yolları gizliyor.
Şeriati,
sömürgecilik gerçeğini inkâr edenlerin ideolojik perde işlevi gördüğünü,
Pehlevi İranı’nda politik ve ekonomik hayatın yanında, ülkenin kültürünün
anlaşılmasında da suyun başını tuttuğunu, dolayısıyla bir hileye başvurarak,
dikkatleri başka yöne çektiğini tespit ediyor. Dolayısıyla, onun yaptığı
konuşma, basit bir tanımlama ve analiz çalışması değil, başka bir dünyanın
mümkün olduğunu ve ulaşılabilir bir hedef olarak görülmesi gerektiğini
ispatlamaya dönük bir çaba olarak görülmeli.
Bu
anlamda Şeriati, dinleyici ve okur kitlesinin tahayyülünü genişletmeye, Soğuk
Savaş’ta çift kutupluluğun sahip olduğu, kaçınılmaz ve sorgulanmaz kabul edilen
hegemonyasının doğal bir ürün olmadığını ispatlamaya çalışıyor. Onun dilinde
“Üçüncü Dünya”, salt bir soyutlama değil. O, milyonlar için hem gerçek hem de
hayali bir cemaat hâline gelmiş durumda.
Şeriati,
Fidel Castro ve Küba Devrimi’ni analiz ettiği Bezgeşt (Geri
Dönüş) isimli çalışmasında “yeni milliyetçiliğin kendi kendine varolan soyut
bir gerçeklik değil, rasyonel bir tepki bir itiraz” (Shariati 1384/2005, s.
161) olduğunu söylüyor.
“Öncü”de
Şeriati, sömürgelikten kurtuluşun sunduğu bilgiyle sömürgelikten kurtulduktan
sonra elde edilen bilginin sunduğu imkân ve ihtimallerle meşgul olmuş
teorisyenlerin ele aldıkları konu başlıkları üzerine kafa yoruyor. Bu noktada
politik düşüncesini en detaylı ele aldığı isimse Fanon.
Şeriati,
Fanon’u çok kapsamlı bir teorik yaklaşım ile ele alıyor. Zaten Şeriati,
Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri eserinin o çok methedilmiş
Farsça çevirisini yapmış isim (Sadeghi-Boroujerdi 2020). “Öncü”, bu anlamda
sadece Fanon’un eserinin bir aktarımı olarak görülmemeli. Bu çalışma, bir
yandan da devlet inşasına dönük olarak sömürgecilik sonrası dönemde ortaya
konmuş deneylerin ve sömürgecilik karşıtı direnişin ortaya çıkarttığı
külliyatın ve o külliyatın ardındaki isimlerin bir dökümü olarak
değerlendirilmeli.
“Toplumsal
Mucize” Olarak Devrim
Şeriati,
“Öncü” çalışmasında Fanon’un sömürgecilik karşıtı düşüncenin en bilinen
eseri Yeryüzünün Lanetlileri’nden çok Fanon’un Cezayirli ailelerde
akrabalık ilişkileri ile cinsiyetler arası ilişkilerin değişen niteliğiyle ve
yapısıyla alakalı gözlemlerine odaklanıyor. Şeriati, geleneklerin, adetlerin ve
köklü toplumsal hiyerarşilerin dönüşüp altüst oldukları süreci ulusal kurtuluş
mücadelesinin nasıl hızlandırdığını ortaya koymak adına, Fanon’un 1959’da
yayımlanan “Cezayir Devrimi’nin Beşinci Yılında” (L’An V de la révolution
Algérienne) başlıklı makalesini ele alıyor. Fanon’un makalesini açıkladığı
ve analize tabi tuttuğu konuşmasında Şeriati, devrimci süreci “önceden
öngörülemeyen ya da bilinemeyen bir toplumsal mucize” olarak adlandırıyor.
Fanon o makalede, “babaya bağlı oluşun insanı o boğan etkisi, Devrim güneşinde
bir kar tanesi gibi erir gider” diyor ve ekliyor:
“Sömürge toplumu,
kendisini teslim ettiği o üstesinden gelinemeyecek kadar ağır yükümlülüğü
yerine getirebilmek, yani sömürgeciliği mağlup edip Cezayir ulusunu inşa
edebilmek için yoğun bir hazırlık süreci içerisine girmesi, gevşemiş tüm
mafsalları sağlamlaştırması, kanını ve ruhunu yenilemesi gerektiğini gördü.”
(Fanon 1965, s. 101).
Devrimle
birlikte bir vakitler sorgulanamaz görülen baba, otoritesini yitirdi. Devrime
teslim oldu, devrim, onu geriye dönülmez bir biçimde ufalttı.
Fanon’un
Cezayirli aileler içerisinde gözlemlenen, güç ilişkilerinde ve cinsiyetlerarası
ilişkilerde yaşanan çözülmeye dair analizinin merkezinde kadınların devrimci
failliği duruyor. Fanon, ilgili analiz temelinde şunları söylüyor:
“Tüm bu kısıtlamalar
ulusal kurtuluş mücadelesinin itirazıyla yüzleşti ve ortadan kaldırıldı. […]
Cezayir halkının özgürlüğü, sonrasında kadınların kurtuluşuyla, kadınların
tarih sahnesine çıkışıyla tanımlı hâle geldi.” (Fanon 1965, s. 107).
Fanon’u
İran diline aktarıp onun fikrini İranlı okurla buluşturma sürecinde Şeriati, bu
sürecin “herkesin müşterek hedefe ulaşmak için gayret etmesi ve o hedefe
inanıyor olması durumunda” nasıl derinleştiğini ortaya koyuyor. Şeriati
konuşmasında, imanın rolü üzerinde duruyor ve kurtuluş “hedef”inin imanı ve
imanın genel iradenin oluşumunda oynadığı rolü yapılandırdığını söylüyor.
Şeriati’nin bu konuyla ilgili görüşleri, esasen Jane Anna Gordon’ın Fanon’u
Jean-Jacques Rousseau, Fransız filozofu Fanon üzerinden okuduğu Creolizing
Political Theory [“Siyaset Teorisinin Melezleştirilmesi”] çalışmanın
dördüncü bölümünde dile getirdiği görüşlere benziyor (Gordon 2014).
Şeriati
de Gordon gibi toplumsal cinsiyeti ve kadınlarındaki devrimci imkân ve
yetenekleri ve onlardaki devrimci failliği öne ve merkeze yerleştiriyor:
“Vatanları aşkına her
şeylerini yitirmiş olan kızlar birer savaşçıya dönüştüler, aileleri onların
yaptıklarına onay vermekle kalmayıp, tüm eylemleriyle gururlandılar, çektikleri
acıları kendi acıları bildiler.” (Shariati, yakında yayımlanacak çalışma).
Fanon’la
gerçekleştirdiği sohbette Şeriati, kadınların devrimci öznelliğini kolektif
iradenin oluşumu yanında, kitlelerin sömürgeciliğe karşı harekete geçirilip
mücadeleye sevk edilmesinde kendi kaderini tayin hakkının sahip olduğu yeri
önemli gördüğünü söylüyor. Sömürgecilik karşıtı mücadele, nesiller boyu
gerçekleşmesi mümkün olmayan dönüşümlere yol açıyor, sınırlar çekiyor,
sıçramalara sebep oluyor. Makalenin kapsamı dışında kalıyor olsa da bu noktada
Şeriati’nin devrimci kadını bilhassa Hz. Muhammed’in kızı Fatimatü’z Zehra ve
torunu Zeynep şahsında tasvir eden yaklaşımının (Shariati 1356/1377),
Şeriati’nin Fanon’un geliştirdiği, sömürgecilik karşıtı mücadelede ve ayaklanma
sürecinde babanın değerini yitirmesi ile ilgili görüşlerini ele alan yaklaşımı ile
zenginleştirilmeyi beklediğini söylemek gerekiyor.
Burada
bizim açımızdan önemli olan, “Öncü” çalışmasının devrimci hareketliliğin
özgürleştirici ve muhtelif imkânlar sunan koşulları ile biçimsel dekolonizasyon
sonrası gündeme gelen güçlükler arasında salındığı gerçeğini görmek.
Şeriati’nin süreç içerisinde geliştirdiği görüşler, kendisinin istifade ettiği
örnekler üzerinde duruyor. Bu örnekler, yerleşimci-sömürgeci ve doğrudan
sömürgeci idareye karşı mücadele eden hareketlerin yanında, yeni bağımsız olmuş
sömürgelerin ve oralardaki milli-halkçı elitlerin mücadele etmek zorunda
kaldıkları gayriresmi imparatorluğa ait, hileden başka bir şey bilmeyen
mekanizmaları içeriyor. Şeriati bu örnekleri, konuyu tam da İran’daki yeni
sömürgecilik koşullarına ve bu ülkede kalkınma sürecinin yürüdüğü hatta
getirmek, örneklerle İran arasında bağ kurmak için veriyor.
Üçüncü
Dünya’da Dayanışma ve Bağımlılık Zincirlerinin Kırılması
Buraya
kadar aktardıklarımızdan da görüleceği üzere “Öncü” çalışmasında Şeriati, tüm
gücüyle Üçüncü Dünya’nın, bilhassa Afrika kıtasının muhayyel, sömürgecilik
karşıtı coğrafyanın kurucu bileşeni olarak sahip olduğu önemi vurgulamaya
çalışıyor.
“Sartre’ın ve toplumunun
yüzleştiği sorunlarla bizim yüzleştiğimiz sorunlar aynı değil, ayrıca
Doğuluların çektiği acılarla bizim çektiğimiz acılar da bir değil.” (Shariati,
yakında yayımlanacak çalışma).
Bir
kez daha az çok beslendiği Fanon üzerinden Şeriati, yeni bir “halk” türünün ve
çektikleri ortak çileler ile emperyalizme ve yeni sömürgeciliğe karşı
verdikleri mücadeleler etrafında ortaklaşan Üçüncü Dünya milletlerinden oluşan
yeni bir toplumsal-ekonomik düzenin oluşması fikrini savunuyor. Bu noktada
Şeriati, lafı hiç dolandırmıyor, meramını olduğu gibi aktarıyor:
“Milletlerin ortaklaştığı
husus din de dil de değil […] müşterek koşullar ve çekilen çilelerdir, zira
ortak koşullara tabi olan, ortak sıkıntıları çeken Üçüncü Dünya ülkeleri, tek
bir tehlikeyle, sermaye ve endüstrinin saldırısıyla karşı karşıya, dolayısıyla,
tam da bu sebeple birleşmeliler.” (Shariati, yakında yayımlanacak çalışma)
Şeriati,
“sanayileşmenin kapitalist olmak demek olmadığını, sanayileşmemiz için kayıtsız
şartsız bizim kapitalist olmamız gerektiğini iddia edenlerin yalan
söylediklerini” söylüyor. (Shariati, yakında yayımlanacak çalışma) Şeriati’nin
bu sözlerle dile getirdiği teşhis ve sunduğu politik vizyonun Anuja Bose’un
Fanon’da bulduğu “kıtalararası popülizm”e (Bose 2019) yakın düştüğünü görmek
gerekiyor.
Şeriati’de
“öze dönüş” fikri, Fanon’daki öze dönüş fikrine çok yakın. Her ikisi de öze
dönüşü “dini, kültürel veya etnik kimlikle bütünleşme” olarak değerlendiriyor
ve bu fikrin “kıtaları kuşatan sömürgeci zulümle alakalı bilinci geliştirmek
için verilen çok yönlü politik mücadelenin parçası” olduğunu düşünüyor. (Bose
2019, s. 677).
Politik
düzlemde ülke, sömürgelik hâlinden haddinden fazla fedakârlıklarda bulunmak ve
tamir edilemeyecek sonuçlar doğuracak şekilde tüm toplumu dönüştürmek suretiyle
kurtulsa bile, kıtaları kuşatan bir dayanışma ilişkisi tesis edilmeden, bununla
birlikte, gerekli kurumlar oluşturulmadan, bağımsız olan devletlerin
yürüyecekleri kalkınma yolu, mecburen küresel işbölümündeki zincirlerin esiri
olacak, ülke, sadece ismen kazandığı ve türlü bedeller ödeyerek elde ettiği
bağımsızlığı inkâr edecek şekilde başkalarının kontrolüne ve hâkimiyetine boyun
eğmek zorunda kalacak. Samir Amin gibi isimlerin de sonraki süreçte ispatladığı
üzere, birçok ülkede bu süreç, küresel güneyde tüm kaçınılmazlığı ile yaşandı
(Amin 1982, 432; Getachew 2019; Kohli 2020).
Kendisinin
Fanon’a aitmiş gibi takdim ettiği, ama aslında Şeriati’ye ait olan politik
vizyonun detayları, bu bahsini ettiğimiz, halka yapılan kısa konuşmada güçlü
bir belâgat ile dile geldiği biçimiyle, esasen bir miktar kaba taslaktır ve
gerekli derinlikten yoksundur. Esasında ithal ikameci sanayileşme ile Üçüncü
Dünya merkezli ticaret bloğunun gelişimi üzerine kurulu reçetesi, yanlış ellere
düştüğünde son tahlilde Şeriati’nin kurmayı düşündüğü dayanışmanın altını
oyacak cinsten bir reçetedir.
Altmışların
ortalarından yetmişlerin başına dek Pehlevi devletinin uyguladığı ithal ikameci
sanayileşme politikası, kendi sınırlı şartları dâhilinde, belli bir başarıya
ulaşmıştır. İthal ikameci sanayileşme politikası, farklı ideolojilere mensup,
gelişmekte olan ülkelerin ticaret sahasında ellerinin zayıfladığı ellilerde ve
almışlarda benimsedikleri ortak stratejinin adıdır. Bu ülkeler, ilgili süreçte
ekonomilerini tek bir ihracat ürününe aşırı bağımlı olması hâlinden kurtarmaya
çalışmış ya da bu eskiden sömürgeci idaresi altında olan ülkeler, petrol gibi
fiyatı aşırı değişken olan bir metanın ihracına sırtlarını dayamışlardır
(Prashad 2007, s. 68). Ancak bu stratejideki kusurlar, kısa süre içerisinde
görünür hâle gelmiştir (A.g.e., s. 73).
Bu
politikayı eleştirenlere göre, ithal ikameci sanayileşme politikaları,
ekonomide büyümeye sebep olup, zengin elitler ve orta sınıflar için dayanıklı
tüketim mallarının üretiminde artışa ve ihracat pazarının genişlemesine yol
açsa da bir yandan da tarım sektörünü zayıflatmış, sonrasında kent ve kır
nüfusunu fakirleştirmiştir (Hoogland 1982, s. 100–1; Larrain 1989, s. 142).
Şeriati’nin
Afrika ve Asya kıtasındaki ülkelerin birbirleriyle dayanışması ile ilgili
görüşü, Pehlevi döneminde atılan adımlardan farklıdır. Bu anlamda ilgili görüş,
hem Pehlevi iktidarından hem de ABD’nin öncülük ettiği kapitalist kamptan
kopuşu öngörür. Şeriati, bu yaklaşımı ile esasen alt etmeyi ve etkisiz kılmayı
amaç edindiği “bağımlılık” meselesine karşı koymak derdindedir. Buna karşın
Şeriati, Üçüncü Dünya içerisinde gelişecek intikamcı otoriter milliyetçilik,
sosyo-ekonomik rekabet ve güç farklılıkları gibi meselelerin nasıl çözüme
kavuşturulacağına veya ülke içerisinde yakın dönemde proleterleşmiş emeğin
yaygın bir biçimde sömürülüyor oluşuna nasıl karşı koyacağına dair bir şey
söylemez.
Şeriati,
aynı şekilde, Fanon’un Avrupa’nın eskide kalan sömürgeci düzeninin
kalıntılarını suçlayıp durmakla yetinen milliyetçi elitlerle ilgili düştüğü
şerhlere benzer şerhler düşmez (Fanon 2014, s. 175). Sonraki süreçte
sömürgecilik karşıtı kurtuluş hareketlerinin oynadıkları önemli rolü gören ve o
hareketlere sempatiyle yaklaşan Samir Amin gibi eleştirmenler, ilgili
hareketlerin merkeze teslim olma olasılıklarına odaklandılar, çok uluslu
şirketlerin gücüne vurgu yaptılar, kapitalizmdeki değer kanunundan kopuşa bu
hareketlerin mani olduklarını söylediler.
Bu
anlamda, Şeriati, Samir Amin’in “kendini merkeze koyan” kalkınmaya dönük
savunusu ile “dışarıyla bağları kopartma” ile ilgili teorisini okusaydı ne tür
sonuçlara ulaşırdı sorusu, hem öğretici hem de başka sorulara kapı aralayan bir
sorudur. Amin’in bahsini ettiği, “dışarıyla bağları kopartma” seçeneği,
dışarıyla her türden ilişkinin tümden kesilmesini değil, ülkenin dışarıyla
kurduğu ilişkileri onlardan bağımsız olan içsel gelişimin mantığına tabi
kılmayı ifade eder. (Amin 1985/2020, Loc 2004). Samir Amin’e göre,
kapitalizmdeki genişleme süreci, çevre ülkelerle kurulan “eşitsiz değiş tokuş
ilişkisi”ni temel alır. Bu anlamda, “Dünya kapitalist sisteminin çevre hattında
bulunan ülkelerdeki kalkınma süreci, sistemden esaslı bir biçimde kopmayı,
dünya genelindeki gelişmenin dayattığı zorunluluklara ülkedeki kalkınma
stratejisinin tabi kılınması fikrine karşı çıkılmasını veya dışarıyla bağların
kopartılmasını gerekli kılmaktadır.” (Amin 1985/2020; Loc 2004).
Şeriati,
“eşitsiz değiş tokuş ilişkisi” tabirini kullanmasa da ki o, bazen bunun daha
basit biçimlerini dile getiriyor, Kuzey-Güney arası ilişkilerde varolan benzer
bir dinamiği kendince kavramaya çalışıyor. Konuyla ilgili olarak şunları
söylüyor:
“Bugün sanayileşmiş
kapitalist dünya kendi yolunda ilerliyor, bu ilerleme, Üçüncü Dünya’nın
yakalamak için uğraştığı, muazzam bir hıza ulaşmış durumda. Üçüncü Dünya ile
kapitalist dünya arasındaki mesafe, her geçen gün açılıyor. Bu sebeple Üçüncü
Dünya ülkeleri, kapitalist dünyanın nüfuzu altına giriyor, kaderlerini
kapitalist dünya tayin ediyor.” (Shariati, yakında yayımlanacak çalışma)
Asıl
önemlisi de “Öncü”de Şeriati’nin antikapitalist politika ile eskiden sömürge
olan ve yeni sömürgeleştirilmiş ülkeleri içeren, belirli bir koordinasyona ve
işbirliğine dayanan sanayileşme süreciyle ilgili tespiti birlikte dillendiriyor
oluşu. Şeriati, kapitalizmi Üçüncü Dünya’yı kasıp kavuran açgözlü sömürü ile
ekonomik eşitsizliğin ardındaki itici güçlerden biri olarak görüyor. Eski
sömürgelerin ve yeni sömürgelerin birleşmesinin asli düzlemi ise hepsinin de
sömürülmesi ve zulme maruz kalması, bir yandan da sömürgeci toplumsal
ilişkileri reddeden yaklaşıma gösterdikleri bağlılık.
Bu
anlamda, Şeriati, bu dönemde öne çıkan, sanayileşmenin hayırlı yönlerini öne
çıkartan, bölgesel ticaret bloklarını savunan, kaynak temini ile ilgili
teknolojilere ve ağır sanayiye vurgu yapan, onları ekonomik bağımlılığın
dayattığı zincirlerden kurtuluşun en iyi yolu olarak gören diğer birçok
sömürgecilik karşıtı siyasetçiyle ve devlet insanıyla ortaklaşıyor. Bu
insanlara göre ekonomik bağımlılık meselesi, şekli bağımsızlık sonrasında da
tüm hızı ve şiddetiyle varlığını muhafaza ediyor.
Fanon’a
ses olan Şeriati, “Afrika’yı yeni bir Amerika yapmak için uğraşmamalıyız, bu
lanet deneyimi geride bırakmalıyız. Bu ülkeleri kapitalist olmadan, başka bir
yol yürüyerek sanayileştirmeliyiz” sonucuna ulaşıyor. (Shariati, yakında
yayımlanacak çalışma) Burada sanayileşme meselesi, karşımıza kâr amacı güden,
sermayenin değerlenmesi amacı doğrultusunda şekillenen rekabetçi bir pratik
değil, insanların ihtiyaçlarını karşılamayı ve kullanım değerlerinin üretimini
amaç edinmiş bir pratik olarak çıkıyor. Bu ise ancak “lanetliler”in kendilerini
ağır sömürünün hüküm sürdüğü koşullardan kurtulmalarını sağladığı, onların
temel bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını karşıladığı ölçüde başarıya
ulaşabilecek bir süreç.
Bu
anlamda, Şeriati, her ne kadar Fanon gibi milli burjuvazinin yeni sömürgecilik
koşullarında aldığı şekli eleştirmese de onun bahsini ettiği, kıtaları temel
alan sosyo-ekonomik yapının programatik düzeyde zenginleşmek için kendi
işçisini ve köylüsünü sömüren, bir yandan da değerin güneyden kuzeye kesintisiz
bir biçimde akmasını güvence altına alan ulusal elitlere karşı olduğu
görülüyor. Dolayısıyla, bugün Samir Amin’i okusaydı onun şu sözüne katılacağını
öngörmek zor değil:
“Sanayi, yoksul kentli
kitlelere hizmet edecek şekilde inşa edilmeli. O, artık ülkedeki imtiyazlıların
elindeki pazarın ve gelişmiş merkezi ülkelere yönelik ihracat pratiğinin
hayrına olan ‘kârlılık’ ilkesinin güdümünde olmamalı.” (Amin 1977, s. 17).
Ama
tabii bir yandan da şu gerçeği görmek gerekiyor: Şeriati, hiçbir vakit milli
burjuvazinin sınıfsal niteliğini açıktan ele almamış veya teorik faaliyetinin
konusu kılmamıştır.
Ayrıca
üzerinde durulması gereken başka meseleler, ikazda bulunulması gereken başka
hususlar da var. Örneğin alabildiğine modernist bir tarzda dile getirilmiş bir
eleştiri olsa da şu hususa işaret etmek gerekiyor: Şeriati, ağır sanayinin
çevreye yönelik etkisine ve Üçüncü Dünya’da sürecin en çok zararını gören
halklar ile bireyler de dâhil tüm insan dışı doğada yol açtığı yıkıma (Foster
ve Holleman 2014; Furtado 2020), ayrıca kapitalist toplumsal ilişkilerle,
onlara denk düşen, hâkimiyetin aldığı soyut toplumsal biçimlerle bu zararın ve
yıkımın arasındaki bağa (Foster, Clark ve York 2010; Malm 2020; Scott 1998, s.
4) pek değinmiyor. Ayrıca toplumsal bir sınıf ve tarihsel bir fail olarak
köylülük, Şeriati’nin teorisinde kendisine yer bulmuyor. Bu, onu kimi önemli
yönlerden Fanon ve Amin’den ayrıştıran bir özellik (Worsley 1972, s. 202).
Amircal
Cabral ve Tunuslu bilimsel tarım uzmanı Selahaddin Amami’den farklı olarak
Şeriati, “geleneksel” tarım temelli çiftçilik faaliyetinin ve bilimsel tarımın
zirai ekolojideki yeni gelişmelerle nasıl birleştirilebileceği hususu üzerinde
durmuyor (Ajl 2019, 2021), proleterleşme sürecinin zararlı sonuçlarına maruz
kalan köylülüğün yüzleştiği koşullara hiç bakmıyor.
Bu
eksiklikler, Şeriati’nin yukarıda bahsini ettiğimiz isimlerden farklı bir
eğitimden ve arka plandan gelen kentli bir aydın olduğu gerçeği dikkate
alındığında, pek de şaşırtıcı değil. Ama bir yandan da Şeriati’nin kalkınmaya
dair meselelere farklı açılardan bakan görüşlerle ilgili fikir geliştirme
imkânını bulamadığı gerçeği üzerinde de durmak gerekiyor.
Toprak
reformunun merkezde durduğu, Pehlevi devleti eliyle gerçekleştirilmiş “Beyaz
Devrim”, bahsini ettiğimiz konuşmadan sadece yedi yıl önce yaşanmıştı ve bu
devrimin sonuçları konuşmanın yapıldığı dönemde daha yeni yeni anlaşılmaya
başlanmıştı. Söz konusu toprak reformlarının tarım sektörü ve köylülük
üzerindeki zararlı etkileri, sonraki yıllarda az sayıda çalışmada aktarılabildi
(Hoogland 1982), ayrıca altmışlarda ve yetmişlerin başında toprak reformu,
Marksist-Leninist aydınlarca ve örgütlerce sert bir biçimde eleştirildi
(Jazanī, Tīr 1358/1979, s. 13–20; OIPFG, Mordād 1352/1973; Randjbar-Daemi
2021).
O
dönemde Şeriati, karşılıklı faydayı gözeten ticari ilişkilerin yokluğunda
gerilimlere yol açabilecek, Üçüncü Dünya ülkeleri arasında varolan avantajları
ele alan teoriyi tartıştı. Ortaya koyduğu program, Üçüncü Dünya denilen blokta
yer alan kimi ülkelerin “çevrenin çevresi” hâline geldiği gerçeğini görme
imkânından yoksundu. Ayrıca bu program, çelişkilerin Üçüncü Dünya bünyesinde
kurulan bir hakem kurulu veya devlet düzeyinde tüm tarafları tatmin edecek
şekilde, eşit haklar verilerek çözüme kavuşturulabileceği ihtimali üzerinde de
durmadı.
Örneğin
Şeriati, İran ve Venezuela gibi petrol üreten devletlerle Üçüncü Dünya’daki
petrol üretmeyen, 1973’teki petrol krizi sonrası artan ülke borçları sorunu ile
yüzleşen ülkeler arasında kurulacak ekonomik ilişkilere dair ne söylüyordu?
“Öncü” çalışmasında kapitalist sömürgecilik eliyle sömürülüyor olma hâli,
kalıcı bir dayanışma ve kaçınılmaz bir biçimde yüzleşilecek anlaşmazlıkların
aşılması için yeterli görülüyor. Fakat OPEC’in güçlendiği, yeni kurulan
uluslararası ekonomik düzenin kusurlarının açığa çıktığı koşulların da tanıklık
ettiği biçimiyle Üçüncü Dünya ülkeleri, birbirinden farklı ve oldukça karmaşık
koşullara tabiydiler. Dolayısıyla, “ortak koşul” denilen öncülün, yerine
getirilecek görev konusunda yetersiz olduğu görüldü (Dietrich 2017, s. 19).
Dolayısıyla,
mesele, “lanetliler”in “kıtalararası popülizm”i ve ülke temelinde ulusal
elitler, kapitalistler, işçi sınıfı ve köylülük arasında varolan çelişkilerin
nasıl birbirleriyle ilişkilendirileceği, “bunlar arasındaki muhtemel ve gerçek
çatışmalar, yerel düzeyde verimli bir şekilde belirli bir kanala mı
yönlendirilecek yoksa aralarındaki ahenk dâhilinde bu çelişkiler yok mu
olacak?” gibi sorulara cevap verilmiyor. Âdeti üzre Şeriati, mevcut uyumsuzluğu
aşma görevini ve sorumluluğunu ait olduğu toplumsal kesime, kentli aydınlara
bahşediyor:
“Üçüncü Dünya’daki tüm
toplumlar, tek bir sistem ve sınai birlik (vahdet-i sanati), birleşik
bir yaşam biçimi (şekl-i zendegiye vahid) teşkil etmeli, bu ülkelerin
aydınları tek bir halk meydana getirmek için uğraşmalı (bu toplumlardaki
aydınların üstleneceği rol de genel anlamda aydının ifa edeceği görev de
budur.)” (Shariati, yakında yayımlanacak çalışma)
Şeriati,
sömürgecilik karşıtı milliyetçiliği değerli gören bir isim ki bu, esasen
anlaşılır bir durum. “Halk” denilen muğlak kavramla bağlantılı olarak
sömürgecilik sonrası dönemde gerçekleşen sınıfsal sömürü ve zulmün yol açtığı
somut tehlikelerin üzerini örten Şeriati, belirli yönlerden Lenin ile M. N.
Roy’un Komintern’in İkinci Kongre’sinde “ezilen milletler”in statüsü ile ilgili
olarak yaptıkları o ünlü açıklamaya benzer şeyler söylüyor (Lenin ve Roy 1920;
Shariati 1384/2005, s. 161). Ama öte yandan onda Lenin’de ve Roy’da gördüğümüz,
işçi-köylü şuralarına yönelik bir savunuya rastlanmıyor. Kapitalizm öncesi
aşamalara ait ilişkilerin hüküm sürdüğü koşullarda işçi-köylü şuralarına hiç
değinmeyen Şeriati, ulusal kurtuluşun proleter devrimin zorunlu önkoşulu
olduğunu (Lenin ve Roy 1920) da söylemiyor.
Ali
Şeriati, ne politik iktisatçı idi ne de öyle olduğunu iddia ediyordu. Ayrıca
Şeriati, esasen gelecek kuşaklara ait bir imkândan istifade edemediği için
eleştirilemez. Üçüncü Dünya’daki sömürgecilik karşıtı devletlerin
geliştirdikleri kalkınma stratejilerinin kusurlarını ve güçlü yanlarını
değerlendirmediği için suçlanamaz.
Örneğin
Şeriati’nin Mısır’daki muadili ve aynı şekilde Fransa’da eğitim almış bir isim
olan çağdaşı Enver Abdülmalik (1924-2012), kalkınma projesinin tarihsel
kazanımları ile başarılarına, bunun yanında, içerdiği birçok çelişkiye dair net
ve derinlikli bir görüş sunuyor (Abdel-Malek 1964; 1981). Bu açıdan
Şeriati’nin, hakkında epey bilgiye sahip olduğu ülkelerdeki muhtelif ulusal
kurtuluş projelerinde sınıf mücadelesinin oynadığı önemli rolden bihaber
olduğunu söylemek, kendisi Marksistleri aynı şekilde “yeni bir tür
skolastisizm”e göre hareket etmekle suçlamış olsa bile, haksızlık olacaktır
(Shariati 1384/2005, s. 158).
Şeriati’de
karşımıza çıkan ve kendi ülkesiyle uluslararası düzlemi değerlendirirken
kullandığı “halk” kavramı, gerekli sosyolojik zeminden de analiz için gerekli,
farklı yönleri görme kabiliyetinden de yoksundur. Şeriati, avam denilen
tabakayı (tabakayi avam-i merdum) veya “halk kitlesi”ni (tudeyi
merdum) tek bir muğlak kategori altında toplama eğilimdeydi. Bu sorun,
Şeriati’nin sınıf ve sınıf bilinciyle ilgili yürüttüğü tartışmalarda bile
ortaya çıkıyor. İlgili tartışmalarda Şeriati, sınıf bilincinin ancak aydınlar
“kitleyle aynı dili konuşmak için dini bir dil ve kültür olarak benimsemeleri
durumunda ortaya çıkabileceğini, kitlelerin ancak bu koşulda harekete
geçebileceklerini” söylüyor. (Shariati 1394/2015, s. 396). Ayrıca Şeriati,
kitlelerden ve onların kendilerini yönetme becerilerinden bahsederken genelde
küçümseyici bir dile başvuruyor.
Şeriati’nin
analizi, çoğunlukla maddi-ekonomik temelden yoksun olan, kimi zaman da zihinsel
veya psikolojik durumlar üzerinden dile getirilen bir analiz:
“Avam içerisindeki bir
sınıf, (dilenci veya milyarder olmak anlamında) ekonomik değil fikri açıdan ele
alınır. Bu sınıf, toplumun büyük bir kısmını içine alır. İlgili tabaka,
düşünmez, sadece para veya kendi bedeni temelinde hareket eder. […] Bunlar birer
mürittir, başkalarının (aydınların) açtıkları yolu takip ederler.” (Shariati
1390/2011, s. 113).
Gene
de bu noktada şu hususu kabul etmek gerek: Şeriati’nin yazıları da bu düzlemde
çelişkiler barındırır. Bazı yerlerde Şeriati, net bir ifadeyle, “aç bir
toplumda açlıkla, yozlaşmış bir toplumda cehaletle mücadelenin asli ve acilen
yerine getirilmesi gereken yükümlülük” olduğunu söyler (Shariati 1394/2015, s.
396).
Sonuç
“Öncü”
başlıklı konuşma metni, okuruna Şeriati’nin Üçüncü Dünya genelinde
sömürgecilikle mücadele edenlerde gördüğü ve ortaklaştığı vizyon konusunda
bilgiler verir. Neticede bu vizyon, “insani bir geleceğin güvence altına
alınması, özü itibarıyla antikapitalist olması gereken bir geleceğin inşa
edilebilmesi adına Üçüncü Dünya ülkelerinde üretim, tüketim ve dağıtım için
coğrafi bir bölge oluşturulması”nı öngörmektedir. Zira “kapitalizm, bu
ülkelerde ta başından beri varolan sömürüyü vareden […] artık şiddeti ve
vahşiliği sınır tanımayan bir olgudur.” (Shariati, yakında yayımlanacak
çalışma)
Şeriati,
bu anlamda, kapitalist topluma ve emperyalizme ait marazları net bir dille
mahkûm eder, ama öte yandan, Üçüncü Dünya’nın bu marazları mevcut ölçütler
dâhilinde bile olsa, nasıl aşacağı sorusuna cevap vermez.
Ali
Şeriati, 1979 İran Devrimi’ni görecek kadar yaşamış olsaydı, belki de kurtuluş
için bir değil birçok devrime ihtiyaç olduğunu söyleyecek, kendi yaşadığı
dönemde ve geliştirdiği düşüncelerinde bol miktarda kanıt ve kaynağa sahip olan
bu türden bir görüşü dillendirecekti (Davari 2014; Sadeghi-Boroujerdi 2019, 2.
Bölüm; Shariati 1388/2009).
“Öncü”
çalışmasında örtük de olsa Şeriati’nin ait olduğu aydın kesiminin ve kendisini
dinleyen halk kitlesinin “genel refah” ile yetinmeyeceğine ikna olduğunu, zira
bu türden kişilerin durumlarını iyileştirmeye yönelik tedbirlerin kapitalizmin
doğasından kaynaklanan yıkıcılığın, sömürünün ve krizlerin hüküm sürdüğü
gerçekliği değiştirmeye yetmeyeceğini bildiğini görüyoruz. Bunun yanında,
Pehlevi diktatörlüğü, ABD’nin sahip olduğu gayriresmi imparatorluğun onayı ile
hüküm sürdükçe (Nirumand 1969; Rahnema 2021), halkın “kalkınma süreci” ve
ekonomik hayat üzerinde kontrolü sağlama ihtimali gündeme bile gelemeyecektir.
İskender Sadıki Burucerdi
[Kaynak:
Philosophy and Global Affairs, 2:1 2022, s. 197-211.]
Dipnot:
[1] Şeriati, metinde Kenyatta’ya atfedilen şu ünlü sözü alıntılıyor:
“Misyonerler geldiğinde Afrikalıların elinde toprak, misyonerlerin elinde İncil
vardı. Misyonerler Afrikalılara gözlerini kapatarak dua etmesini öğrettiler.
Afrikalılar gözlerini açtıklarında toprağın misyonerlere ait olduğunu, bize ise
sadece İncil’in kaldığını gördüler.”
Kaynakça:
Abdel-Malek, A. 1964. “Nasserism and Socialism.” Socialist Register 1.
Abdel-Malek,
A. 1981. Nation and Revolution: Volume 2 of Social Dialectics. Londra:
Macmillan Press.
Ajl,
Max. 2019. “Auto-centered development and indigenous technics: Slaheddine
el-Amami and Tunisian delinking.” The Journal of Peasant Studies 46.6:
s. 1240–1263. Tand.
Ajl,
Max. 2021. “The hidden legacy of Samir Amin: delinking’s ecological
foundation.” Review of African Political Economy 48.167: s. 82–101. Tand.
Āl-e
Ahmad, Jalal. (1385) 2006. Gharbzadegī. Kum: Nashr-e khorram.
Amin,
Samir. 1977. “Self-Reliance and the New International Economic Order,” Monthly
Review 29.3: s. 1–21. MR.
Amin,
Samir. 1982. “After the New International Economic Order: The Future of
International Economic Relations.” Journal of Contemporary Asia 12.4: s.
432–450. Tand.
Amin,
Samir. (1985) 2020. Delinking: Towards a Polycentric World. Dakar: NENA.
Bose,
Anuja. 2019. “Frantz Fanon and the Politicization of the Third World as a
Collective Subject.” Interventions 21.5: s. 671–689. Tand.
Cabral,
Amílcar. 1973. Return to the Source: Selected Speeches. New York ve
Londra: Monthly Review Press.
Césaire,
Aimé. 2010. “Culture and Colonization.” Social Text 28. 2: s. 127–144. Duke.
Davari,
Arash. 2014. “A Return to Which Self? ʿAli Shariʿati and
Frantz Fanon on the Political Ethics of Insurrectionary Violence,” Comparative
Studies of South Asia, Africa and the Middle East 34.1: s. 86–105. Duke.
Dietrich,
Christopher R. W. 2017. Oil Revolution: Anticolonial Elites, Sovereign
Rights, and the Economic Culture of Decolonization. Cambridge, UK:
Cambridge University Press.
Fanon,
Frantz. 1965. A Dying Colonialism. Çeviri: H. Chevalier. New York: Grove
Press.
Fanon,
Frantz. 1967. “Racism and Culture.” Toward the African Revolution içinde.
New York: Grove Press, s. 29–44.
Fanon,
Frantz. (1961) 2004. The Wretched of the Earth. New York: Grove Press.
Fanon,
Frantz. 2014. Frantz Fanon. Yayına Hz.: L. Zeilig. Şikago: Haymarket
Press.
Foster,
John Bellamy, Brett Clark ve Richard York. 2010. The Ecological Rift:
Capitalism’s War on the Earth. New York: Monthly Review Press.
Foster,
John Bellamy ve Hannah Holleman. 2014. “The Theory of Unequal Ecological
Exchange: A Marx-Odum Dialectic.” The Journal of Peasant Studies 41.2:
s. 199–233.
Furtado,
Celso. 2020. The Myth of Economic Development. Çeviri: J. B. Jones.
Cambridge: Polity.
Getachew,
Adom. 2019. Worldmaking After Empire: The Rise and Fall of
Self-Determination. Princeton: Princeton University Press.
Gordon,
Jane Anna. 2014. Creolizing Political Theory: Reading Rousseau through Fanon.
New York: Fordham University Press.
Hoogland,
Eric. J. 1982. Land and Revolution in Iran, 1960-1980. Austin:
University of Texas Press.
Jazanī,
B. Tīr 1358/1979. Tarh-e jāmeʿeh
shenāsī va mabānī-ye esterātezhī-ye jonbesh-e enqelābī-ye Irān: bakhsh-e avval
(eqtesādī). Tahran: Enteshārāt-e māzīyār.
Kohli,
Atul. 2020. Imperialism and the Developing World: How Britain and the United
States Shaped the Global Periphery. Oxford: Oxford University Press.
Larrain,
Jorge. 1989. Theories of Development: Capitalism, Colonialism and Dependency.
Cambridge: Polity.
Lenin,
V. I. ve M. R. Roy. 1920. “Minutes of the Second Congress of the Communist
International: Fourth Session July 25.” Marxists.org. MIA.
Malm,
Andreas. 2020. The Progress of this Storm: Nature and Society in a Warming
World. Londra: Verso.
Nirumand,
Bahman. 1969. Iran: The New Imperialism in Action. Çeviri: L. Mins. New
York: Monthly Review Press.
OIPFG.
(Mordād [1352] 1973). Dar bāreh-ye eslāhāt-e arzī va natāyej-e mostaqīm-e
ān: Serī-ye tahqīqat-e rūstāʿī-ye
sāzmān-e cherīkhā-e fadāʾī-ye
khalq.
Prashad,
Vijay. 2007. The Darker Nations: A People’s History of the Third World.
New York: The New Press.
Rahnema,
Ali. 2021. The Rise of Modern Despotism in Iran: The Shah, the Opposition,
and the US, 1953–1968. Londra: Oneworld.
Randjbar-Daemi,
Siavush. 2022. “The Tudeh Party of Iran and the Land Reform Initiatives of the
Pahlavi State, 1958–1964.” Middle Eastern Studies 58.4: s. 617–635. Tand.
Rodney,
Walter. [1972] 2018. How Europe Underdeveloped Africa? Londra: Verso.
Sadeghi-Boroujerdi,
Eskandar. 2019. Revolution and its Discontents: Reform and Political Thought
in Iran. Cambridge: Cambridge University Press.
Sadeghi-Boroujerdi,
Eskandar. 2020a. “Gharbzadegi, Colonial Capitalism and the Racial State in
Iran.” Postcolonial Studies 24.2: s. 173–194. Tand.
Sadeghi-Boroujerdi,
Eskandar. 2020b. “Who Translated Fanon’s The Wretched of the Earth into
Persian?” Jadalliya.
Scott,
James C. 1998. Seeing Like a State: How Certain Schemes to Improve the Human
Condition Have Failed. New Haven: Yale University Press.
Shariati,
Ali. 1356/1377. Fātemeh Fātemeh ast. Tahran: Hosseiniyah-e ershād.
Shariati,
Ali. 1384/2005. Bāzgasht. Tahran: Elhām.
Shariati,
Ali. 1388/2009. Tashayoʿ-e ʿalavī va
tashayoʿ-e safavī. Tahran:
Enteshārāt-e chāpkhash va bonyād-e farhangī-e Doktor Ali Shariʿati.
Shariati,
Ali. 1390/2011. Negāhī beh vīzhegī’hā-ye qorūn-e qadīm, qorūn-e vostā va
qorūn-e jadīd. Tahran: Mo’assesseh-ye bonyād-e farhangī-e Doktor ʿAli Sharīʿatī.
Shariati,
Ali. 1394/2015. Vīzhegī’hā-ye qorūn-e jadīd. Tahran: Mo’assesseh-ye
bonyād-e farhangī-e Doktor ʿAli Sharīʿatī.
Shariati,
Ali. Yakında yayımlanacak çalışma. “Some of the Vanguard of the Return to Self
in the Third World.” Spirit and Defiance: Ali Shariati in Translation içinde.
Çeviri: E. Sadeghi-Boroujerdi, Yayına Hz.: Arash Davari, Siavash Saffari ve
Maryam Rabiee. Minneapolis: Minnesota University Press.
Worsley,
Peter. 1972. “Frantz Fanon and the ‘Lumpenproletariat.’” Socialist Register
9: s. 193–230.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder