Althusser, “üretim ilişkilerinin yeniden üretimini güvence altına alan devlet aygıtları sisteminin devletin baskı aygıtları ile devletin ideolojik aygıtlarından oluştuğunu” söylüyor.[1] “Hiçbir sınıf, devlet iktidarını devletin ideolojik aygıtları üzerinde ve içerisinde kendi hegemonyasını tesis etmediği takdirde, devlet iktidarını uzun süre elinde tutamaz”[2] tespitinde bulunuyor. Bu teorik yaklaşım uyarınca, “devletin baskı aygıtlarının uyguladığı şiddet ve devreye soktuğu kontrol araçları, egemen sınıfı iktidarda tutmaya yetmez” diyor.
Althusser’e göre, devletin baskı aygıtları, tek
merkezli ve bütünleşikken; ideolojik aygıtları çoklu, ayrı ve özerk.[3]
Devletin ideolojik aygıtlarının (DİA) işleyişinin koşullarını devletin baskı
aygıtları (DBA) sağlıyor. İlki ideolojiyle, ikincisi şiddetle işliyor. Ama burada
saf bir ayrım söz konusu değil. İdeoloji, baskı ve şiddeti kullanıyor; şiddet,
ideolojiyi devreye sokuyor. Devletin tüm ideolojik aygıtlarının amacı ise aynı:
üretim ilişkilerinin, yani kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden üretimi.[4]
* * *
Son tartışmalarda Millet İttifakı limanına demir atan,
“uluslararası finans ve sermaye ile birlikte nefes alma hayali” kuran, “uluslararası
finans ve sermayenin gözünde Türkiye’nin risk primi düştü” diye sevinen
solcular, Akşener’in hamlesini devletin baskı aygıtları bağlamında ele aldılar.
“Baskı azalacak” zokasını sallayıp kitleleri ideolojik aygıtlara kul ettiler.
Bu düzlemde dile getirdikleri eleştiri ve küfürlerde,
Akşener’in o devletin baskı aygıtlarının parçası olarak, Kılıçdaroğlu ve onun
şahsında solun önünü kesmek veya en iyi ihtimalle, kontrol etmek için
görevlendirildiğini söylediler.
Neticede Ecevit’ten sonra sol, ilk kez iktidara
yürüyordu. Devletin derinleri, bu yüzden harekete geçmişlerdi. Ecevit’in
yürüyüşünün devletin derinleriyle herhangi bir alakası olamazdı. Neticede Ecevit,
şiir yazan, karısını çok seven, sanat eleştiren, rant peşinde koşmayan, temiz
yüzlü bir isimdi. Devletin baskı aygıtlarına karşı devletin ideolojik
aygıtlarından yana olmakta bir beis yoktu.
Oysa ellilerden beri eğitilen Ecevit, hem 1973’te
gecekondulara çıkartılan af, hem de 1974’te hapishanelere çıkartılan af
demekti. İki af da birbiriyle bağlantılıydı: ilkinde ekonomi, ikincisinde
politika dâhilinde ilgili hamleyi esasen sermaye ve devlet yapıyordu.
Akgünler bildirisinde
gecekondu sömürüsüne son vereceğini söyleyen Ecevit, 1 Kasım 1973 günü gelen
gecekondu affı yasası ve toprağın tapusunu verme vaadi ile birlikte CHP'nin
ömründe görmediği oyu aldı.[5]
Ecevit, “asıl önemli olan, hükümetteki kriz değil,
muhalefetteki krizdir. Muhalefette kriz olduğu vakit, halk, isyan gibi araçlara
başvurur, devlete sorun çıkartır” diyendi. Onun tüm politik hayatı, o isyana
mani olmak üzerine kuruluydu. Tabii bu vasfı ve özelliği, solu da sosyalist
hareketi de hiç ilgilendirmiyordu. Çünkü sol, isyan ve devrim gibi bir derdi
olmadığını Gezi’de ortaya koymuştu.
Bugün 19 Aralık’ın IMF anlaşmasıyla ilişkisini
kuramayan solcular, hâlen daha bir mit, bir imaj ve bir geçim kapısı olarak sol
diye bir şeye tapıyorlar, gerçeklere karşı körleşiyorlar, idealizmin
bataklığında, burjuvazinin ve devletin kucağında güçlenme hayali kuruyorlar.
Bugün o IMF döneminin bakanına ve çizgisine CHP üzerinden destek çıkıyorlar.
19 Aralık’ı yapan, Ecevit’ti. O, sınıfının emrini
yerine getirdi. Sosyalistlerin, komünistlerin, sınıfının emrini tanımayan,
sınıfını dahi bilmeyen solculara boyun eğmesi, onların dümen suyuna girmesi…
asıl mesele bu.
* * *
1971 darbesi ile ilgili anılarını anlatan,
Kıvılcımlı’nın örgütüyle ilişkili olan bir solcu, darbeden sonra saklanmak için
İstanbul’un gecekondu mahallelerine gittiğini, orada THKP’lilerin bulunduğunu,
bu sayede onları tanıma imkânına kavuştuğunu söylüyor.
1973’te bu türden bir cephe gerisi işlevi gören
gecekondular, Ecevit eliyle yasallaştırıldılar. Tapuya kavuştular. Oradaki
devrimci irade, ekonomik düzlemde atılan bu adımdan etkilendi.
Son darbeyi Ecevit, 1974 affı ile indirdi. O affın
tartışıldığı meclis oturumunda Adalet Partililere dönüp, “komünizm tek değil,
onu önleme yolları da tek değil. Bunun bir yolunu Demirel idaresi 12 Mart’tan
önce denedi, başarılı olamadı. Şimdi biz, başka bir yol deneyeceğiz
arkadaşlar”[6] diyordu. Kendi komünizmle mücadele yönteminin Almanya’da Willy
Brandt şahsında işe yaradığını söylüyordu. Mealen, “Şimdi bu yöntemi burada
uygulayalım. Hep sopa olmaz, bazen de havuç uzatalım” anlamına gelecek laflar
ediyordu.
O havuç uzatıldı. Afla dışarı çıkan isimler, o
gecekondularda birikmiş devrimci enerjiyi toprağa akıttılar. Toprağın ve kentin
dönüşümüne katıldılar. Sermayeden pay, devletten cülus aldılar. Devrimci
hareketi düşmana teslim ettiler. Bugün DBA ve DİA, en çok da o hainlerin ve
teslimiyetçilerin sesinin çıkmasını sağlıyor.
* * *
Devletin baskı aygıtları yanında devletin ideolojik
aygıtlarından da bahsetmek gerekiyor. Ecnebi bir solcunun Kovid döneminde solun
gösterdiği tavrı eleştiren yazısında dile getirdiği biçimiyle, “Bugün sol,
devletin ideolojik aygıtlarının bir parçası olarak hareket ediyor.”[7] O aygıta
saldırı, önemlidir.
Dolayısıyla, Akşener’i eleştirip Kılıçdaroğlu’nu
sahiplenen, onu “derin devlet gadrine uğrayan bir mazlum” olarak pazarlayan
solcuları ideolojik planda eleştirmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu, bizatihi
devletin ideolojik aygıtlarınca parlatılıyor. Burjuva siyaset içerisinde “Alevi”
ve “Kürt” gibi etiketlerle ele alınıyor. Bu etiketlere, sallanan bu zokalara
kanmamak, Obama’nın deri rengine aldananların akıbetine bakmak gerekiyor.
Yavan DBA eleştirileri, DİA’nın gerçekliğini örtbas
ediyorlar. Bu anlamda, Akşener üzerinden devletin baskı aygıtları eleştirisi
yapanlar, devletin ideolojik aygıtlarına ait birer bileşen olarak hareket
ediyorlar. Liberal bir devlet ve şiddet eleştirisi, bu tür bir sonuca yol
açıyor. Bu yavan eleştiri, yukarıdaki resimde Kılıçdaroğlu’nun yanında yer alan
Davutoğlu’nun doksanlarda Demirel’den gelen emirle “Büyük Türkiye” stratejisi
çalışmış isimlerden biri olduğu, bugün Erdoğan’ın cumhurbaşkanı yardımcısı
olarak görevlendireceği söylenilen MİT başkanı Hakan Fidan için “ona güvenim
tamdır” dediği gerçeğiyle hiç ilgilenmiyor. O, sadece baskı aygıtlarının yol
açtığı mağduriyeti pazarda satmakla meşgul oluyor.
* * *
Soyadını değiştiren Kılıçdaroğlu, 1987’de İhsan Sabri
Çağlayangil’le Dersim Katliamı üzerine röportaj yapıyor. Röportajın amacı,
Çağlayangil’i ve devleti bizatihi bir Dersimliye aklatmak, temize çıkartmak.
Dersim ise Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi, “Türkiye’nin içinde, fakat
Türkiye’den ayrı bir parça. Haritalarda bizim görünür, fakat hiçbir zaman bizim
olmamış. Ne yol verir, ne kervan geçirir.”[8]
Artık yol veren, kervan geçiren şehrin, yol verilmiş,
kervana dâhil edilmiş insanı olarak Kılıçdaroğlu, Celâl Bayar’la görüşmeye
aracılık eder diye “İstiklâl Mahkemeleri başkanının oğlu” Cemal Kutay’a badem
ezmesi alıp gidiyor.[9] Bayar ölünce, onun yerine Çağlayangil’le görüşmek
istiyor. Randevuyu Cavit Çağlar alıyor. Bilgi ve dokümanları “güvendiği bir
arkadaş”ına teslim ediyor. “Efendim” diye hitap ettiği Çağlayangil, Dersim’de
yaşananları aktarıyor. “Devlet boşluğu olunca ağalar doldurmuş” diyor. Bugün
sosyalistlerin ekseriyetinin ve CHP’lilerin kabul ettiği tezi dillendiriyor.
Sonra bu röportajı Tarafçı liberaller, malzeme ediyorlar operasyonlarına.[10]
Gelirler genel müdürü Kılıçdaroğlu’nun bu röportajı neden yaptığını nedense
kimse sorgulamıyor.
Sonra bu kişi, Özal eliyle önce Bağ-Kur, sonra SSK
genel müdürü yapılıyor. Bir ara yolsuzluk iddiaları üzerine SSK’nın
soruşturulması gündeme geliyor. Bir rivayete göre Demirel, devreye giriyor ve
“o bizim çocuk, dokunmayın” diyor. Demirel’in kasası Cavit Çağlar’la muhabbeti
olan aynı Kılıçdaroğlu, Fethullah’ın yeni partisi DSP içinde hızla yükseliyor.
Ecevit’in ayağını kaydıran ekiple iş tutuyor. Sonra, CHP’yi milliyetçi kanattan
temizlemek amacıyla, oraya gönderiliyor. Bizzat CHP’liler, Kılıçdaroğlu’nun
Soros vakıflarıyla ilişkisi olduğunu söylüyorlar. CHP’nin başına bir operasyonla
getirilmezden önce zaten AKP’nin tasfiye etmek istediği, İngiltere-ABD gerilimi
üzerinden zaten dışlanan isimlerin dosyaları Kılıçdaroğlu’na veriliyor. Yıldızı
bu şekilde parlatılıyor. Bugün başkanlık yarışına giren Erdoğan’ı ve
Kılıçdaroğlu’nu Türk siyasetine armağan eden Deniz Baykal, devlet içre
sırlarıyla birlikte toprağa karışıyor.
* * *
Hakikat, toprakla örtülebilecek bir şey değil.
Devletin baskı aygıtları, devletin ideolojik aygıtları ile birlikte işliyor.
“Hükümet istifa” tezahüratı, statlarda bu aygıtlar eliyle gündeme geliyor.
Bursa’da Diyarbekir’in takımına bu aygıtlar saldırıyorlar. Ama sopayı yememek
için birileri havuca razı geliyorlar, rıza imal ediyorlar.
Statlardaki tezahürat, hükümet eleştirisini maniple
etme, aynı zamanda AKP kitlesini tahkim etme amaçlı. Bahçeli, telefonla gelen
emir gereği, bu işi bilerek köpürtüyor. Bu sebeple, takımını dahi değiştiriyor.
DİA ve DBA, muhalefeti kontrol ediyor, yönlendiriyor, enerjisini güvenli
yerlerde boşaltıyor.
Devletin baskı aygıtlarını, silâhın eleştirisini
yapanlar; devletin ideolojik aygıtlarını, eleştiri silâhını kuşananlar önemsiyorlar.
Herkes, kendi tüccarlığını konuşturuyor. Aralarındaki atışmaların bir önemi
bulunmuyor. DBA’yı önemseyenler, DİA’yı; DİA’yı önemseyenler DBA’yı
küçümsüyorlar. Aradan sıyrılan, gene devlet oluyor. İkisini gören devlet
eleştirileri ise “cüsseli, heybetli, su sızdırmaz, her şeye kadir bir güçten
bahsedip duruyorsun” lafıyla geçiştiriliyor. Bu laf, liberalizmin sızlanması
olarak dil buluyor. Özne-bireyin tercihine ve kararına saygı duymadığı için
eleştirilen bu tür bir devlet eleştirisi, gene o birey adına, çöpe atılıyor.
DİA, DBA; DBA DİA içredir, iç içe işliyorlar.
Birbirlerini besliyorlar. Silâhın eleştirisi, eleştiri silâhı ile birlikte
varoluyor. Tasnif ve tefrik edildiklerinde DİA da DBA da anlaşılmıyor. Silâhı
ve eleştiriyi tüketmiş kişilerin güttüğü sol hareket, sadece kendi öznelliğine
gömülü, sadece kendisini gören gözü kör, sadece kendisinin görülmesini istediği
için cahil.[11]
Eren Balkır
7 Mart 2023
Dipnotlar:
[1] Louis Althusser, On the Reproduction of Capitalism: Ideology and
Ideological State Apparatuses, Verso 2014, s. 1-2.
[2] Althusser, a.g.e., s. 245.
[3] Althusser, a.g.e., s. 246.
[4] Althusser, a.g.e., s. 250.
[5] Meclis Tutanakları.
[6] Aktaran: Eren Balkır, “Sadak ve Eldiven”, 11 Şubat
2017, İştiraki.
[7] Hendrik Wallat, “The Authoritarian Plague-State
and the Left”, 11 Mayıs 2022, Beefheart.
[8] Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam,
Remzi Kitabevi, 15. Basım, 2004, s. 89.
[9] Soner Yalçın, “Kılıçdaroğlu Sordu Çağlayangil
Yanıtladı”, 22 Ağustos 2010, Hürriyet.
[10] Ayşe Hür, “Çağlayangil”, 15 Kasım 2021, Twitter. Ayşe Hür, kayıttaki ismin
Kılıçdaroğlu olduğunu bilmediğini söylerken muhtemelen yalan söylüyor. Aynı kervanın
yolcusu olduğu kişiyi, kasetin kaynağını bilmemesi, mümkün değil.
[11] Eren Balkır, “Kör ve Cahil”, 8 Ocak 2020, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder